Soru : “Öncelikle Ali Koç'un "Kapitalizmin ortadan kalkması gerek" konuşması uzun süre konuşuldu. Elbette bunun samimi bulunduğu söylenemez, hatta kapitalistlerin bu tür yorumları zaman zaman sistemin devamlılığı için gereklidir. Siz ne düşünüyorsunuz?”
Cevap: Sanırım soru ve sorudaki cevap pek doğru değil. Ali Koç’unki gibi veya benzeri başka ifadeler, “samimi” olup olmadıkları bakımından değerlendirilemez ve değerlendirilmemeli.
Önce hem genel olarak; hem de prensip olarak, herkesin samimi ve içten olduğu; ama ön yargılar, bilgisizlik vs. gibi nedenlerle yanlış bir konumda bulunduğu veya yanlış görüşleri savunduğu gibi bir varsayımdan hareket etmek gerekir. Esas olarak her durumda böyle davranmak gerekir. Aksi takdirde tartışma o kişilerin görüşleriyle değil; ahlakıyla, kişiliğiyle ilgili bir tartışmaya döner. Biz ise insanlarla ve onların ahlakıyla değil; sistemlerle, yapılarla, görüşlerle uğraşmalıyız. Bu çok temel, ama maalesef Türkiye’nin her konuyu kişiselleştiren kültürü içinde pek az görülen, bir duruştur.
Soruna böyle bakılınca, burada,  “Bir kapitalisti böyle konuşmaya iten nedir?” diye sormak ve bunun ardındaki sosyolojik nedenleri aramak gerekir.
Şöyle bir baktığımızda, bunun bir istisna olmadığını, dünya çapında bu yönde bir eğilim olduğunu görürüz. Yani ortada istisnai olmaktan öte eğilimsel bir olgu var. Görülen şudur: birçok kapitalist, şirket yöneticisi vs. var olan sermayesini veya mevkiini terk ederek örneğin bir çiftlik alıp orada bedenen çalışmaya; ahırdaki hayvanlarının pisliklerini küremeye başlayabiliyor veya kapitalizmin dizginlenmesi gerektiğinden söz edebiliyor.
Kanımca bunlar rastlantısal olgular değildir. Bir sistemin, bir uygarlığın tarihsel olarak ömrünü doldurmuşluğunun ve krizinin, burjuva uygarlığının krizinin ifadesidirler. İnsan olarak kapitalistleri; egemen sınıfları bile isyan ettiren bir durum var demektir.
Şunu unutmamak gerekir, sermayenin mantığı başkadır; kapitalist olarak sermayenin mantığıyla düşünen insan; aynı zamanda yaşayan bir insandır, insan olarak insani ihtiyaçların mantığı başkadır. Bunların arasında bir çelişki de olabilir ve vardır. Zaten bu çelişkiyi modern toplumda herkes yaşar. Bürokratlar da yaşar. Ve bu çelişki de bizzat o sistemin krizinin bir yansımasıdır. Modern toplumda insan olan herkes, şizofrenik bir durumdadır. Para kazanmak için bir yaralıya yardım edecek yerde onun resmini çeken bir muhabir de bu çelişkiyi yaşar. Bu çelişkiyi yaşamıyorsa zaten o zaman ciddi sorun var demektir.
Ben Ali Koç’un o sözlerinin, sistemin devamı için yapılmış bir savaş hilesi veya düşmanı aldatma manevrası olarak değil; sistemin insanlara, bizzat kapitalistlere bile akıl dışı, insanlık dışı görünmesinin, ömrünü doldurmuşluğunun, bir ifadesi olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Engels’in dediği gibi, bir sistem ömrünü doldurduğunda insanlara akıl ve ahlak dışı görünmeye başlar.
Soru : “Küresel kapitalist sistem ve neoliberal politikalar dünya ölçeğinde kriz üretmeye devam ediyor. Bunun neticeleri ve mevcut durum teorisyenlerce çok tartışılıyor ama siz kapitalizmin ne denli büyük bir krize sürüklendiğini düşünüyorsunuz”
Cevap: Önce birkaç yanlış anlamayı veya önyargıyı düzeltmek gerekiyor. Kapitalizm doğduğu andan beri krizler vardır. Çünkü üretim plansız ve kara dayanıyorsa, “aşırı üretim” olması da kaçınılmazdır. Kapitalizm bir bakıma krizler aracılığıyla kendini yeniler ve varlığını sürdürür. Bu tür “yaratıcı yıkımlar” olmadan var olamaz.  Kar oranlarının düşme eğilimi, krizler aracılığıyla gerçekleşir; emek üretkenliği düşük, eski tekniğe dayanan üretim araçları böylece tasfiye olur; daha yeni tekniğe dayanan, dolayısıyla daha büyük sabit sermaye oranına sahip sermaye bileşenine uygun, yeni bir ortalama kar oranı belirleyici olur.
19. Yüzyıl boyunca bu krizler yuvarlak hesap on yılda bir olurdu. Yirminci yüzyılda işçilerin elde ettiği haklar nedeniyle (işsizlik ve emeklilik sigortaları vs. gibi nedenlerle) bu krizlerin sert düşüşlere yol açması nispeten azaldı; çünkü bu haklar kriz zamanlarında düşüşün sertliğini yavaşlatan bir tür süspansuar etkisi yapıyordu. Ama bunun bir de kefareti oldu, on yıllık boom ve crach dönemlerinin yerini; daha kısa dönemli (5-6 yıllık) canlanma ve durgunlukdönemleri aldı. Tabii “Uzun Dalgalar”ın (“Kontradief Dalgaları” veya dönemleri) iniş fazlarında, bu krizler daha sert olmaktadır.
Bu bakımdan bence ortada pek yeni bir şey yok.
“Neoliberalizm” terimi, kapitalizmin tarihi içinde yeni bir aşamayı tanımlamaz. Biraz mali politikalarla ve hükümetlerin politikalarıyla ilgilidir. Kapitalizm ise, bir sosyo ekonomik formasyondur, yapısal bir olgudur, Emperyalizm, onun içinde farklı bir aşamadır; Geç Kapitalizm de onun içinde farklı bir aşama. Ama bunlar politik olgular ve bu kavramlar da politik kavramlar değildir. Örneğin Emperyalizm politik bir olgu ve bir politika değildir. Yapısal olarak farklı bir aşamadır. Ama neoliberalizm kavramı böyle değildir; o bir politikanın karşılığıdır ve öyle kullanılmaktadır. Yani kapitalizmin yapısal olarak farklı bir neoliberal aşaması yoktur.
Bu nedenle ben “Neoliberalizm”in sahte bir düşman olduğu kanısındayım. Aslında Neoliberalizm kavramı, kapitalizmi gizil olarak olumlar; kapitalizmi kötülüklerinden tenzih eder. Aslında Neoliberalizme atfedilen bütün suçlar kapitalizmin suçlarıdır.
Sorun kapitalizm olunca da, “kapitalizmin krizi”nden söz etmek bence yanlış.
İki nedenle yanlış.
Birincisi, yukarıda da değinildiği gibi, Kapitalizm doğduğundan beri krizler aracılığıyla çalışır. Ve kapitalizmi yıkmak isteyen biri için bu krizler şikâyet edecek değil; memnun olunacak şeylerdir. Düşmanınız kriz içindeyse sevinmeniz, bunu dert etmemeniz gerekir. Mark Engels mektuplaşmalarına bakın, kriz başladı sağlığım yerine geldi diye şakalaşır ve sevinirler. Hâsılı benim “kapitalizmin krizi” diye bir derdim yok.
İkincisine gelince, Kapitalizm kriz içinde değilse, daha büyük tehlikedir. Bu kapitalizmin daha çok yaşama olasılığı var demektir. Bu insanların ona karşı isyan etme olasılığı daha az demektir. Dolayısıyla doğayı daha hızlı ve çok tahribe devam edecek demektir. Ona karşı mücadele edebilmek için önümüzde daha az zaman; daha az imkânlar var demektir.
Bence kapitalizmin krizi yerine bir uygarlık krizinden söz etmek gerekiyor. Kapitalizm bir sosyo ekonomik formasyonu hedef alır; ama uygarlık tüm üstyapısıyla bir toplum biçimini. Sorun da zaten üstyapının değiştirilmesinde toplanır.
Kriz bir uygarlık krizidir dediğimizde, yani burjuva uygarlığının krizidir dediğimizde, o zaman bu uygarlığın üstyapısını yıkmayı hedef olarak koyma gibi bir sorun ortaya çıkar. Onunla mücadelenin öne alınması gerektiği ortaya çıkar.
Hangi biçim içinde var olmaktadır bu kapitalist uygarlık?
Uluslar ve ulusal devletler.
O halde, krizin adını daha doğru koyalım. Kriz bir uygarlık krizi olarak, ulusların ve ulusal devletlerin krizidir. Uluslar ve ulusal devletleri yok etmeye, parçalamaya girişmek gerekiyor.
Tabii bu durumda da herkesin “kendi” ulusuna ve ulusal devletine karşı savaşı öne alması gerekiyor. Yani örneğin Türkler Türk ulusunu; Türk devletini yok etmek için mücadeleye girdikleri ve onu yok ettikleri an bu krizden çıkma olasılığı vardır.
Örneğin iki dünya savaşı da bu uluslar ve ulusal devletler yüzünden çıkmıştır. Neredeyse bütün savaşlar vs. de öyle. Bugün tıpkı anarşik üretim ve onun temelindeki üretim araçlarının özel mülkiyeti gibi; uluslar ve ulusal devletler de üretici güçlerin gelişme düzeyiyle çatışma içindedir. Kapitalizmi düşman ilan edip de, uluslara ve ulusal devletlere hiç söz etmemek; ona karşı savaşı başa almamak, aslında gerçek mücadeleden, çok antikapitalist ve sert sözler söyleyerek, kaçmaktan başka bir şey değildir.
Ulusları ve ulusal devletleri yıkıp bir dünya cumhuriyeti kurulduğu gün, insanlığın kapitalizmde kalmasının hem bir anlamı kalmaz; hem de bunu zorlayacak bir güç bulunmaz. İnsanlar istedikleri zaman kara dayanan bir üretimin yerine; kolayca kullanım değerlerinin üretimine dayanan planlı bir ekonomiye geçebilirler. Çünkü uluslar olmadığında, ulusal devletler de olmayacaktır; hudutlar, ordular olmayacaktır. O devletlerin istihbaratları vs. olmayacaktır. Kapitalizm var olsa bile (kaldı ki ulusları ve ulusal devletleri yıkacak olanlar da ezilenler olacağından zaten ulusal devletleri ve ulusları yok ederken bir yan ürün olarak kapitalizmi de tasfiye edebilirler ve edeceklerdir muhtemelen)  onu ortadan kaldırmak son derece basit; demokratik olarak tartışılarak karar verilebilecek bir sorun olur.
O dediğiniz teorisyenlerin hiç biri sorunu böyle koymuyor. Esas kriz işte tam bu noktada. Kriz kapitalizmde değil, kapitalizmle mücadele etmek isteyenlerde. Kapitalizme karşı olduğunu söyleyenlerin stratejileri bile yok. Ulusal devletlere ve uluslara karşı mücadeleyi akıllarına bile getirmiyorlar. Kapitalizm “antikapitalistler” sayesinde varlığını sürdürüyor bile diyebiliriz.
Soru : “Ekonomiyi politikadan ayrı düşünemiyoruz. Dünya politik arenasındaki sıkıntılar ya da ekoloji felaketleri de kapitalizmin getirilerinden biri. Siz bu sistemin daha ne kadar kendini üretebileceğini düşünüyorsunuz?”
Cevap: “Politikayı ekonomiden ayrı düşünememek” diye bu soruyu düzeltmek gerekir. Çünkü politikayı belirleyen ekonomidir. Ekonomi sınıfları, sınıfların çıkar ve konumları da esas olarak devletin yapısını; oradan da politikayı belirler. Ama bunu da mekanik olarak, kimi ekonomik tedbirler ve politikalar olarak anlamamak gerekir. Sınıfların uzun ve kısa vadeli çıkarları; genel çıkarları ve zümre çıkarları farklıdır ve bunlar arasında sürekli bir mücadele vardır. Yani sınıf mücadelesi sadece farklı sınıflar içinde değildir; aynı sınıfın içinde de bir mücadele vardır, hangi strateji ve programlarla o sınıfın çıkarlarının daha iyi savunulabileceğine ilişkin olarak. Bu anlamda anlaşılırsa, politikayı ekonomiden ayrı düşünmemek gerekir demek gerekir. Yoksa örneğin AK Parti’nin şu veya bu politikası anlamında değil. Pek ala o küçük bir kliğin çıkarının aracı olabilir. Bu düzeltmeden sonra esas soruya gelelim.
Ekoloji felaketini alalım. Bununla mücadele etmek için, ilk yapılması gereken, ulusal devletleri yok etmektir. Ama alay eder gibi, ulusal devletlerin temsilcileri bunun için toplanıyor. Sadece bu kadar değil; herkes de bunu normal karşılıyor ve bunun saçmalığına karşı hiçbir itiraz yok.
Hâlbuki bir tek dünya cumhuriyetinin olduğu bir dünyada, kapitalizm var olmaya devam etse bile, ekolojik felaketle çok daha kolay mücadele edilebilirdi.
Öte yandan yukarıda da değindiğimiz gibi, krizsiz bir kapitalizm ekoloji için daha büyük bir felakettir. Bu daha hızlı bir büyüme demektir. Bugünkü dünya sistemine daha cılız ve az bir itiraz demektir.
Hiçbir düzen kendiliğinden çökmez ve çıkışı olmayan durumlar yoktur. Dolayısıyla insanlık yok oluncaya kadar kapitalizm kalabilir.
Ancak bu kadar yaşayacağını da sanmıyorum. Çünkü ulusal devletler ve uluslar var. Ulusal devletler varsa, muhtemelen bir nükleer dünya savaşı çıkacaktır ve insanlık ekolojik felaketten önce, nükleer bir dünya savaşıyla yok olacaktır. Bu beş on yıl içinde de olabilir; elli veya yüz yıl içinde de. Esas büyük tehlike budur. Ben insanlığın, yeryüzünde yaşam koşullarını tüketecek kadar uzun yaşayamayacağını düşünenlerdenim. Yani bir ekolojik kıyametten önce bir nükleer kıyamet yaşamamız büyük olasılıktır.
Eğer nükleer felaketi engelleyebilirsek ki ulusları ve ulusları yok etmek bunun ön koşuludur, aslında ekolojik felaketi de engellemiş oluruz otomatikman. Ulusların ve ulusal devletlerin olmadığı bir dünyada kapitalizmin yaşama veya burjuvazinin bir sınıf olarak var olma ve egemenliğini sürdürme şansı olabileceğini sanmıyorum.
Soru : “Sistem daha ne kadar kendini korur? Yani bu sistemin sonu gelecekse hangi kuşağın buna tanık olması muhtemeldir. Kimine göre sistemin önünde en fazla 100 yıl kaldı, belki daha az…”
Cevap: Sistemin kendini daha ne kadar sürdüreceği bizlere bağlı. Aslında insanlar ayaklarıyla uluslara ve ulusal devletlere karşı oy veriyorlar diyebiliriz. İster Meksika hududu, ister güneydoğu Asya denizleri, ister Hint okyanusu, ister Akdeniz olsun, her yerde dünyanın siyahları kapatıldıkları “bantustan”dan; “rezervat”tan, hapishaneden kaçmaya çalışıyorlar ve ulusal sınırları bin bir biçimde aşmaya çalışıyorlar. Yani koşullar uluslara ve ulusal devletlere karşı savaşın başlatılması gerektiği çağırısı yapıyor. Sorun bizlerde, Hala soyut bir anti-kapitalizm üzerinden savaş çağrılarıyla bu olmaz. Tam da bu çağrılar sistemi yaşatıyor. Uluslara ve ulusal devletlere karşı savaş gerekiyor. Tabii öncelikle herkesin “kendi” ulusuna ve ulusal devletine karşı savaşı gerekiyor. Örneğin Türkler Türk ulusuna ve Türk devletine karşı savaşmaya başladıklarında İnsan olmaya, bir Demokrat olmaya başlarlar.
Buradan giderek antikapitalist olunabilir. Demokrat ve İnsan olmadan; yani politik olanın ulusal olanla belirlenmesi ilkesine karşı savaşmadan, sosyalist ya da antikapitalist olmak mümkün değildir.
Örneğin, şimdi sizin sorduğunuz gibi yanlış sorular sorulmadığında, bu sistemi yıkabiliriz diyebilirim. O halde kapitalizmin ne kadar yaşayacağı, size ve sorularınıza; diğer bir ifadeyle doğru sorular sormamıza bağlı.
Soru : “Kapitalist sistemin çözülmesi, nasıl bir yön verir dünyaya? Sosyal kapitalizm, sosyalizm… Gerçekçi bir öngörüde bulunabilmek mümkün mü?
Cevap: Ulusların ve ulusal devletlerin var olmadığı bir tek cumhuriyetten oluşmuş, sınırların ve orduların olmadığı bir dünyada, insanlar buna kendileri demokratik olarak karar verirler. Sizin sorunuz ise, ulusların ve ulusal devletlerin var olduğu ama sosyalist bir dünyayı var sayıyor.  Bu hem mümkün değildir; hem de sorunu tehlikeli biçimde yanlış koymaktadır.
Ben şahsen, öyle bir dünyada, yani bir tek dünya cumhuriyetinde, sancıları minimuma indiren bir geçiş dönemiyle, adım adım yeryüzü ölçüsündeki planlı bir ekonomiye ve sınıfsız bir topluma geçilebileceğini düşünüyorum.
Tabii bu demokratik bir planlamadır, devletçilikle ve bürokratik bir planlamayla ilgisi yoktur.
Uluslar ve ulusal devletler ortadan kaldırıldıktan sonra, yüz yıl içinde de bu geçiş döneminin tamamlanıp, sınıfsız bir topluma geçilebileceğini düşünüyorum.
Tabii buna o insanlar karar verecekler. Bize düşen buna karın değil, devletlerin değil; dünya cumhuriyeti yurttaşlarının özgürce karar verebilecekleri koşulları hazırlamaktır. Yani ulusları ve ulusal devletleri yıkmaktır; bir tek dünya cumhuriyeti kurmaktır.
Soru : “Sistemin insana, çevreye verdiği zarar ortada. Daha büyük felaketler de kapıda. Bunun ne kadar farkındayız?”
Cevap: İnsanlar bunun epey farkında, ama esas ulusların ve ulusal devletlerin nasıl bir felaket olduğunun farkında değil. Sorun burada kanımca.
Soru : “Türkiye’de genelde siyaseti sıcak gündem maddeleri üzerinden tartışıyoruz. Hâlbuki AKP iktidarına yapılacak en büyük eleştiri, uyguladığı neoliberal politikalar. Ancak bunun üzeri örtülüyor ve pek çok kriz de buradan türüyor. Bu konudaki fikriniz nedir”
Cevap: AKP aslında CHP’li Derviş’in politikasını harfiyen uygulamıştır ve uygulamaktadır.
Öte yandan AKP’nin politikaları özellikle ilk yıllarda, ezilen ve alt kesimlere milli gelirin yeniden paylaşımı üzerinden daha büyük bir pay verdi. AK Parti’nin bugün hala devam eden kitle desteğinin, ki bu destek özellikle alt ve yoksul kesimlerden kaynaklanıyor, nedeni de budur.
AK Parti’nin esas eleştirilmesi gereken yanı anti demokratik karakteridir. Kimsenin dayanmadığı bir güce ve güç dengelerine dayanmasına rağmen, bu Sümerlerden beri gelen, Bizans ve Osmanlı kalıntısı merkezi ve bürokratik cihazı yıkmak, tasfiye etmek, parçalamak için hiçbir şey yapmamış olmaması, hatta onu daha merkezi, keyfi ve güçlü bir mekanizmaya dönüştürmesidir. Esas eleştiri oklarının yöneltilmesi gereken husus budur.
Ben esas bunun üzerinin örtüldüğünü, neoliberalizm sözlerinin bu esas sorunu gözden kaçırdığın düşünüyorum. Yani esas sorun “Neoliberalizm Politikaları”nın esas sorun olarak ortaya koyulmasındadır.
20 Aralık 2015 Pazar - Demir Küçükaydın

(Bu yazı, Demir Küçükaydın'ın Demirden Kapılar (http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/) bloğunda yayınlanmıştır. Yazının SİLİVRİ DEMOKRATHABER'de yayınlanmasında kendisinin onayı vardır)
Daha yeni Daha eski