MİT tırlarıyla ilgili haber ve görsel malzemeyi CUMHURİYET gazetesinde yayınlayan 2 gazeteci, gazetenin genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül, Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel suç duyurusu sonucunda hapse atıldılar ve konuyla ilgili dava bu iki gazetecinin tutuklu yargılanmaları kararıyla devam edecek.

Şimdi sizi biraz gerilere götürelim…

Cumhuriyet gazetesi, 2 gazetecinin tutuklanmasına neden olan haber ve görseli 28 Mayıs 2015 tarihli sayısında ön sayfadan ve manşetten yayınlamıştı. 

Bu gelişmenin hemen ardındansa, Recep Tayyip Erdoğan bir televizyon kanalında katıldığı bir programda Can Dündar’ı kastederek, “öyle bırakmam onu, bedelini ağır ödeyecek” diyerek tehdit etmiş ve sonuçta iki gazeteci de tutuklu yargılanmak üzere Silivri cezaevine konulmuşlardı.

Fakat gelişmelerin yoğunluğunda belki de gözlerden kaçan epey önemli bir ayrıntı gelinen noktada gün yüzüne çıkıverdi.

Cumhuriyet gazetesinin haberinden aylar önce, 21 Ocak 2014 tarihli AYDINLIK gazetesi MİT tırlarını ve yakalanan silah ve mühimmatı tıpkı Cumhuriyet gazetesinin yaptığı gibi ön sayfasından ve manşetten haberleştirmişti. Hatta Aydınlık bu konuda o kadar hızlı davrandı ki, tırların arandığı tarih olan 19 Ocak 2014 tarihinin üzerinden sadece iki gün geçmişti ve tırlarda ele geçen silah ve mühimmat Aydınlık’ın ön sayfasında ve manşetindeydi.

Yani ortada epey garip bir durum vardı.

Aynı haberi benzer görsellerle haberleştiren iki gazeteden bir tanesi genel yayın yönetmeni ve Ankara temsilcisiyle birlikte cezalandırılırken, diğer gazeteye ve onun genel yayın yönetmenine dokunan olmadı. Bu, cezalandırılanların, cezalandırılış biçim ve gerekçeleri noktasında ortaya çıkan muazzam bir çelişkiydi.

Biz, elbette ki, Aydınlıkçı gazetecilerin de “madem öyle” mantığıyla ceza almaları ya da cezalandırılmaları gerekirdi gibi bir insafsızlık peşinde değiliz. Amacımız asla bu değildir ve olmasına da olanak yoktur.

Bizim bu noktadaki derdimizin iki ucu var.

Birincisi, Recep Tayyip Erdoğan’ın; “öyle bırakmam onu, bedelini ağır ödeyecek” diyerek başlattığı ve çok keskin bir biçimde kişiselleştirdiği sözde hukuki bir sürecin “vardırıldığı” sonucun o iki gazeteci açısından tarif edilemez olduğunu bildiğimiz ve gördüğümüz hukuksuzluğu ve “insafsızlığı”…

İkincisi de, davanın savcısının, niyedir bilinmez, kişisel yorumlarını da katarak hazırladığı tuhaf iddianamenin, ucu aslında tamamen siyasallaştırılmış bir mahkeme sonucuna açılması için ellerden gelenin yapılmaya çalışılması, bütün hazırlıkların böyle bir sonuç için yapıldığının açıkça görülmesi ve anlaşılması.

Dava savcısının, o haberlerin suç olduğuna kanaat getirmiş olmasının ve iddianameyi de buna göre tanzim etmesinin ne denli beyhude ve anlamsız bir çaba olduğunu, hukuksuzluğun vardığı son noktayı hepimize, herkeslere, bütün bir kamuoyuna göstermesi anlamında çok ama çok net bir biçimde gözler önüne sermektedir.

Biz Can Dündar ve Erdem Gül’ün serbest bırakılacaklarını biliyoruz.


Çünkü yaptıkları iş gerçekten suç olsaydı, aynı hukuksuzluğa, aynı olayı, neredeyse tıpa tıp aynı biçimde haberleştiren Aydınlıkçı gazeteciler de muhatap olurdu.

Bu dediğimizi, "yandaş kalem" olarak bilinen Elif Çakır bile görmüştür.
"Soruyorum: Eğer, Can Dündar ve Erdem Gül hukuken tutuklanmışsa, Aydınlık gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni neden tutuklanmadı? Soruyorum: Cumhuriyet için işletilen hukuk, Aydınlık için neden işletilmedi? Aklıevveller için söyleyeyim, Aydınlık gazetesini hedef falan göstermiyorum… Bir çelişkiyi ortaya koymaya çalışıyorum" (KARAR.COM) demektedir Çakır.

SİLİVRİ DEMOKRATHABER
Daha yeni Daha eski