Hafta sonu sınavlar vardı. Sınavlara* “Bizim sokakta akşamlar boyunca hürriyetler kesikti, bir kafamı toplayıp da çalışamadım ki” kıvamında da olsa girdim. Bu süre boyunca, biraz soru çözeyim hiç olmazsa diyerek toplamda dört gün kadar, haber ve bilgi akışına kapattım kendimi. Ya da içinde bulunduğum/uz koşullar göz önüne alınırsa, ‘mümkün olduğu kadar’ kapattım diyelim.
Sınavlar boyunca yasaklı yerlerde yaşayanlar nasıl girecek bu sınavlara diye dertlendim. TEOG sınavından mağdur olan onca çocuk ne olacak mesela. Bu sene bu yasaklı yerlerde yaşayan öğrenciler, en küçük bir randıman elde edebilecek mi artık öğrenim hayatlarından. Geçen Nusaybin’de birinci sınıf okutan bir arkadaşım dertleniyordu “Gitti bu sene çöpe, bu çocuklara ben neyi nasıl öğretirim artık” diye.
Aynı sohbetin devamında Nusaybin’den başka bir arkadaşım da “Bugün her şey sona erse, 6 ay sürer psikolojimin normale dönmesi” dedi. Doğru söylüyor. Düşünsenize, 12 Eylül travmasını atlatması kaç nesil sürdü bu topraklardaki halkların. 90’ları atlatabildik mi daha. Bangır bangır söylüyor buradaki insanlar “BUHAL, OHAL’den kötü” diye.
Sınavlar bitip de haberlere bakayım dediğimde fark ettim ki; geldiğimiz nokta “neresi açık, neresi kapalı, tam olarak bilen var mı?!”.
Gerçekten, artık siz takip edebiliyor musunuz nerede sokağa çıkmak yasak, nerede değil. Ya da bu ‘Sokağa çıkmak yasak değil’ ne kadar ‘değil’? Mardin’de yeni yasaklımız Dargeçit. Derik’te artık sokaklar zaten neredeyse boş. Nusaybin de yine ‘arada’.
Sosyal paylaşım sitelerinden haberlere bakıyorum. An itibariyle neler var diye. Şırnak Eğitim-Sen açıklama yapmış. Öğretmenlere mesaj gitmiş, 14-15-16 Aralıkta Cizre’de okullar tatil olacakmış. Neden, neden okullar kapanıyor?
Cizre’den haber var mı diye televizyona bakayım diyorum. Televizyonu mu açtım, kanal mı değiştirdim, paralel evrene mi geçtim belli değil. Burada yangın var, Türkiye’nin metropolleri oralı değil, daha fenası “buralı” hiç değil…
Haberlerden “uzak” kaldığım bu dört gün, aslında sadece yazılı metin okumadığımı fark ettim. Günlerdir, arkadaşlarımın sosyal paylaşım siteleri üzerinden paylaştıkları fotoğraflara bakıyorum. Yıkılmış evler, üzgün yüzler, feryat eden anneler. Yıkılmış evlerde delik deşik duvarlar. Sahi nasıl o kadar yıkılmışlar.
Sonra gidenler, bir el arabasında çamaşır makinesi, küçücük çocukların sırtlarında halılar. Nereye gider bu çocuklar.
Dargeçit’ten de başladı ölüm haberleri gelmeye. Bir yanda kıyamet, diğer yanda tek tük ses var. Nefes daralması yaşıyorum yine.
Pencereye çıkıyorum, biraz hava alır mıyım acaba. Evimiz Diyarbakır’dan gelen Mardin anaartel yolu üzerinde. Biraz dışarıyı izler kafamı dağıtırım diyorum. Bakıyorum ki tanklar, panzerler geçiyor. Uzun süre geçmeye devam ediyor. Kesik kesik siren çalıyor bazıları. Akşamın sekizinde ne kadar da çok askeri araç geçiyor. Bunca tank, panzer nereye gidiyor.
Bizim evin önünden geçen yol her yere gider. Nusaybin’e, Dargeçit’e, Cizre’ye… Şuan geçen bu tanklar acaba hangisine gider. O değil de, niye gider!
Ben İzmir’de yaşarken tank nedir, panzer nedir aradaki farkı bile bilmezdim. Hala da bilmeyi reddediyorum. Kullanılan silahın ya da aracın ismini bilmenin, birini diğerinden ayırt edebilme halinin, bana dayattıklarını reddediyorum. Sanki bilmezsem, daha az etkilenirmişim gibi…
Peki ben bilmiyor muyum neden yıkıldı o duvarlar. Nereye gider bu tanklar.
Ne yazık ki biliyorum, evlerinden çok uzaklara gidecek o çocuklar. (ÖZLEM DURMAZ MUNGAN-BİANET)
* Açıköğretim sınavları.
Özlem Durmaz Mungan
Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi mezunu. 1988 senesinden bu yana insan hakları aktivisti. 2006 senesinden bu yana Mardin’de yaşıyor. 2007 senesinden bu yana bir kız annesi. Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü son sınıfında okuyor ve avukat olarak çalışıyor.