Devlet kuruluşu olan Denizbank eliyle yapılan İzmir limanındaki yükleme boşaltma işleri, 1952 yılından itibaren taşerona devredilir. İşçilerin karşı çıkmasına rağmen taşeronla yapılan sözleşme, 1953 yılında da yenilenir. 1954 yılında taşeron ile yapılan sözleşmenin tekrarlanmasına liman işçileri, bu kez eylemle karşı çıkar. Eylem, grev yasağına rağmen 15 Temmuz 1954 günü başlayan ve 5 gün süren grev olur. Ancak taşeronla sözleşmenin yapılmış olmasını da iptal ettiremezler. 1954 yılında yaptıkları grev nedeniyle 557'si yargılanan, sendikaları kapatılmış olan liman işçileri, sözleşmenin yenilenmesi ihtimaline karşı yine 15 Temmuz 1955 tarihinde greve çıkarlar. Taşeronla sözleşmenin iptal edildiğini belirten resmi yazı gelene kadar grevi sürdüren işçiler, grevin ikinci günü sonunda resmi yazı kendilerine ulaştığında zafer kazanmış olarak işbaşı yaparlar.
1954 İzmir liman işçileri grevi, mücadelenin karşısında yasalar ve baskıların çaresizliğini göstermesi bakımından bir örnektir. 1960'lı yıllara kadar ülke de mevcut yasalar, en azından emek mücadelesini baskı altına almanın bir aracı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminden bakiye kalan ender hukuklardan birisi örgütlenme üzerine olan hukuktur. 1908 yılında Meşrutiyet’in ilanından sonra başlayan grev dalgası ve işçi sınıfının örgütlülüğünün artması, dönemin iktidar partisi İttihat ve Terakki Partisi’ni sınıf hareketini kontrol altına alma arayışına yöneltti. 1909 yılında çıkarılan Tatil-i Eşgal Kanunu ile demiryolu, tramvay, liman işleri, aydınlatma işleri gibi kamu hizmeti veren işçilerin sendika kurmaları yasaklanır. Daha önce kurulmuş sendikaların kapatılmasına yol açan kanun, bu işçilerin örgütlenmesini dernek kurma ile sınırlar. Cumhuriyet’in kurulmasına rağmen bu kanun, 1938 yılında çıkartılan Cemiyetler Kanunu’na kadar yürürlükte kaldı. Sendika kurmayı yasaklayan, örgütlülüğü dernek kurmakla sınırlayan yasanın yanına 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ile işçilerin her türlü örgütlenmelerinin yasaklandığı bir kanun daha eklendi. 1938 yılında çıkartılan Cemiyetler Kanunu, Tatil-i Eşgal Kanunu’nun adından başka çok fazla değişiklik göstermedi. Yine sınıf örgütlülüğü daha çok dernekler/cemiyetler ile yapılabilirken sınıf esasına dayanan cemiyet kurmak ve grev yine yasaktır. Cemiyetler Kanunu’nun bazı maddelerinde Haziran 1946'da yapılan değişlikle sınıf esasına ya da sınıf adına dayanan derneklerin kurulmasını yasaklayan hükümleri yürürlükten kaldırılır. Bunu takiben yeni kurulan sosyalist partilerin öncülüğünde arka arkaya sendikalar, işçi sendikaları birlikleri kurulur. Ancak İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, sosyalist partileri ve bazı sendikaları aynı yılın Aralık ayında kapatarak bu kısmi iyileşmeyi de ortadan kaldırır.
20 Şubat 1947 tarihli 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Kanunuyla sendikalar için derneklerden farklı bir kanun devreye girer. Bu kanunla da, sendikaların grev ve lokavt fiillerine teşvikte bulunmaları veya bu fiillere teşebbüs edilmesi kesinlikle yasaktı. 1952 yılının Mayıs ayında, İzmir Belediyesinde çalışan 150 temizlik işçisi, ücret yetersizliği ve aynı işi yapanlar arasındaki ücret farkının giderilmesi talepleri ile müdürün hakaret ve küfürlerine karşı şikayetlerini dile getirmek için 6 Mayıs’ta iş başı yapmaz. Bu eylem, anında grev olarak değerlendirilmiş aynı gün hem savcılığa suç duyurusunun yapılması hem de işçilerin hepsinin işten atılması kanunun ne kadar katı bir şekilde uygulandığının göstergesidir1.
Liman İşçilerinin Mücadele Geleneği
1954 yılında ki İzmir liman grevi, bu hukuki ve baskıcı koşullar altında yapılırken liman işçilerinin direniş, eylem ve grev geleneğini de hatırlamakta yarar var.
Liman işçilerinin, Osmanlı İmparatorluğu zamanında ilk bilinen eylemi,17. yüzyıl başında Venedikli tüccarlara karşı bahşiş adı verilen ücret anlaşmazlığıdır. Bu anlaşmazlık uzun süren mücadelede sonunda işçilerin istediklerini almalarıyla sonuçlanır2. Liman işçileri, Meşrutiyet sonrası da özellikle 1908 – 1913 yılları arasında birçok kez grev ve boykot yaparlar. Abdülhamit Dönemi’nde, sürekli artan hayat pahalılığı karşısındaki istemleri ve örgütlenme ihtiyaçları sürekli baskılanan işçiler, Meşrutiyet’in ilanının hemen ardından ülkenin her yerinde olduğu gibi İzmir’de de grevler yaparlar. 1908 Grevleri olarak bilinen eylemlere 11 Ağustos günü İzmir liman işçileri de katılmış ve istediklerini almışlardı. İzmir Liman işçileri, 1913 yılında da artan hayat pahalılığı karşısında gelirlerinin yetersiz kalması üzerine yevmiyelerinin artırılması istemiyle vapur acentelerine başvursalar da dikkate alınmazlar. Bunun üzerine liman işçileri grev yaparlar.10 gün süren grev, diğer işçileri de etkiler. Gerek dayanışma amacıyla gerekse de benzer talepler nedeniyle İzmir’de yeni bir grev dalgasını tetiklemiş olurlar.
İzmir liman işçileri ekonomik çıkarları yanında ülkenin siyasal ortamına bağlı olarak da eylemlere girişirler. Avusturya - Macaristan İmparatorluğunun Bosna-Hersek’i ilhakı, Bulgaristan’ın bağımsızlık ilan etmesi üzerine İzmir liman işçileri, Ekim 1908 başında; Avusturya ve Bulgaristan gemilerinin yüklerini boşaltmama ve yüklememe şeklinde 5 ay boykot yaparlar. Benzer bir eylemi Girit’in Yunanistan’la birleşmek isteğine tepki olarak 1909 Ağustos ayında Yunanistan gemileri içinde yaparlar3.
Liman işçileri, baskının hafiflediği bir başka dönem olan 1946’da ekonomik talepleri için eyleme geçer ve arkasından örgütlenirler. Haziran 1946’da Cemiyetler Kanunu’nda ki sınıf esasına ya da sınıf adına dayanan derneklerin kurulmasını yasaklayan hükümlerin yürürlükten kaldırılmasıyla ortaya çıkan kısa serbestlik döneminde, liman işçileri, Ekim 1946’da ücret yetersizliğine karşı işi durdurma eylemi yapar. Liman idaresi duruma müdahale ederek işçilerin istediği ücreti, müteahhidin depozitosundan ödeyerek eylemin bitmesini sağlamıştı4. Hemen ardından da İzmir’de ilk sendikayı Kasım 1946’da deniz işçileri kurar5.
1947 yılında çıkarılan Sendikalar Kanunu’nda grev ve toplu sözleşme hakkı olmamasına karşın sınıf örgütlülüğü, her geçen gün artar. İstanbul Üniversitesi İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü İçtimaî Siyaset Konferanslarının 1952 yılında düzenlenen serisinde, Prof. Dr. Z. Fahri Fındıkoğlu, İzmir Bölge Çalışma Müdürlüğü’nün 1951 yılı verilerinde göre İzmir ve Manisa merkez ve ilçelerinde İş Kanunu kapsamına (İş Kanunu, 10 ve daha fazla işçi çalıştıran işletmeleri kapsıyordu) giren 1057 işyerinde ve 58.398 işçi çalışırken buralarda 27 sendikanın örgütlendiğini ve bu sendikalara da 24.279 kişinin üye olduğu bilgisini aktarır.
Limanda Taşeron Uygulaması
Bugün adı Türkiye Denizcilik İşletmeleri olan kurumun 1950’li yıllardaki karşılığı, 1951 yılında kurulan, 1 Mart 1952 tarihinde de bankacılık, Türkiye kıyılarında ve yabancı denizlerde nakliyat, şehir hatları, liman işleri, denizde can ve mal güvenliği işleri (kıyı emniyeti), denizde gemi kurtarma işleri, fabrika ve havuzlar (tersanecilik) faaliyet konuları ile faaliyetine başlayan Denizcilik Bankası T.A.O. idi.
Denizcilik Bankası, limandaki yükleme ve boşaltma işlerini, kurulduğundan 4,5 ay sonra 15 Temmuz 1952 tarihinden geçerli olmak üzere bir müteahhit (taşeron) aracılığıyla yürütme kararı alır. Müteahhit olarak Osman Gürtan seçilmiştir. Alınan kararın, kendilerine tebliğ edilmesi üzerine işçiler, Deniz İşçileri Lokali’nde bir toplantı yaparak bu uygulamaya engel olunması hususunda kararlar alırlar. Sendikalar Birliği Genel Sekreteri Burhanettin Asutay’ın başkanlığında yapılan toplantıda bir işçi temsilcisi, bankanın süreçte sendikaya da işçi temsilcilerine de haber vermediğini; işçilerin bugün almakta oldukları ücretlerden kesilecek paralarla cebini dolduracak bu müteahhittin aynı zamanda işçileri istediği gibi kullanabileceğini; onlara istediği muameleyi yaparak işçilere kendi istediği parayı vereceğine vurgu yapar. Konuşmalarda “bu hususta kendilerine önceden bir şey sorulmamış olması, işçilere hiç bir nazarı ile bakmadıkları demektir” kanaatine varan işçiler, “bu işin Deniz İşçileri Sendikası’na verilmesi ve işlerin sendikanın nezareti altında yapılması hem daha iyi olacak, hem de işin şerefi kendilerine ait kalacağından işçiler daha büyük bir şevkle çalışacaklardır” ifadeleriyle sendikanın bir şirket kurarak işe talip olması önerilir. Daha sonra Burhanettin Asutay, “Sendikalar Birliği Genel Sekreteri olarak” konuştuğunun altını çizerek sendika tarafından kurulacak bir şirketin bu işi idare edemeyeceğini, esasen sendikaların ticaretle iştigal edemeyeceklerinin kanunda yazılı olduğunu, müteahhidin, işçinin hiç bir hakkını çiğnemeyeceğini; şayet böyle bir şeye kalkışırsa kanunun bütün hükümleri ile bu duruma karşı koyacaklarını söyler. Bu konuşmalar sonrasında üç işçi temsilcisi, işçiler arasından seçilecek üç müşahit ve iki hukuk müşaviri ile Ankara’ya gitme kararı6 alınsa da bir sonuç alınamaz 15 Temmuz 1952’den itibaren limandaki tahmil ve tahliye işleri, müteahhit üzerinden yürütülür.
Konu, işin müteahhide verilmesinden on gün sonra yapılan Tahmil – Tahliye İşçileri Sendikası’nın yıllık toplantısında tekrar gündeme gelir. Demokrat Parti (DP) İzmir İl Başkanı Burhan Maner’in başkanlık ettiği toplantıda işçiler, yükleme ve boşaltma (tahmil – tahliye) işlerinin bir müteahhide verilmesinden şikayetçi olur. Ayrıca bazı yöneticiler eleştirilirken Bölge Çalışma Müdürlüğünün işçilerin sorunlarıyla ilgilenmediği yönünde de şikayetçi olurlar. Bu arada söz alan bir işçi temsilcisi ise daha önceleri de işçilerle ilgilenilmediği ve tahmil-tahliye işlerinin ıslahına gidilmediğini ifade eder. İşçi temsilcisinin, sözlerinin devamında kullandığı, Demokrat idare ayakta durdukça ve basın mensupları da kendileri ile beraber oldukça haklarının asla kaybolmayacağı sözleri üzerine tartışma çıkar. Tartışma üzerine kongrenin devamının mümkün olamayacağına kanaat getirilerek, kongrenin bir hafta sonra yeniden toplanmasına karar verilir7.
Bir hafta sonra yapılan kongreyi yine önceki kongreyi yöneten; siyasi bir hüviyet taşıyan kimsenin siyasetle ilgisi olmayan işçi sendikalarına ve kongrelere başkanlık edemeyeceği yönünde basında tartışmalar yapıldığı halde DP İzmir İl Başkanı Burhan Maner yönetir. Maner, Denizcilik Bankası müteahhidi Osman Gürtan’a övgüler düzerek işçilerin teşkilatlanmaları halinde müteahhidin, işi işçilere devredeceğini söylediğini aktarır. Devamında “Fakat bence mahsurludur. Çünkü siz teşkilatlanmış değilsiniz, teşkilat ise zaman ister kendisi işi ton başına 160 kuruşa almıştır bunun 155 – 156 kuruşunu size terk edecek. Sonra işi bir senelik mukavele ile almış bulunuyor. Eğer bugünden itibaren teşkilatlanmağa başlarsanız bir sene sonra işi kendisinden alırsınız” diyerek artık tartışmanın öneminin kalmadığını anlatmaya çalışır8.
Denizcilik Bankası ile müteahhit arasında yapılan sözleşmede işçilerin, Denizcilik Bankası döneminde yapılan çalışma şartlarının devam edeceği, işçilere yevmiye değil tonaj başına ödeme yapılacağına yer verilir. Ayrıca bu şartnamenin müteahhit tarafından değiştirilmemesi ve işçi lehine kalması amacıyla “bu şartnamedeki maddeler değiştirilemez” diye bir madde de eklenir9. Ancak 500 kişi ile yapılan işin 700 kişi ile yapılması yönünde sendikanın yaptığı öneriyi, işveren bir fırsata dönüştürülerek kural değişikliğine gider. İşveren, daha çok işçinin çalışabilmesi için ton başına ödenen ücreti yevmiye usulüne çevirir. İşçi sayısının fazla olması nedeniyle limandaki işin gerektirdiği işçiden fazlası çalıştırılmaz ve bu günlerde de kendilerine yevmiye ödenmez. Önceden haftada 5-6 gün çalışan işçiler, haftada ancak 2-3 gün çalışır. İşveren ve sendika başkanının iş birliğine itiraz eden işçilere ayrımcılık uygulanmaya başlandığı söylentileri artar. Bu gerilimler, liman işçilerini gemiciler ve mavunacılar olmak üzere iki sendika etrafında ayrıştırır; devamında da işçiler arasında yer yer çatışmalar yaşanır. İşçiler arasında çözülme başlar, sorunların çözümü için Bölge Çalışma Müdürülüğüne yapılan başvurulardan da bir sonuç alınamaz10.
İşçiler, Aralık 1952’de DP İzmir kongresi için İzmir’e gelen Başbakan Adnan Menderes’e doğrudan Denizcilik Bankası işçisi olarak çalışmak istediklerini ve yaşanan sorunları anlatırlar. Bu görüşmenin ardından şartlarının iyileştirilmesine yönelik bir beklenti içine giren işçilerin durumlarında herhangi bir iyileşme olmaz.
Birinci yılın sonuna doğru -1953 yılının Haziran ayı başında- işçiler, Deniz İşçileri Sendikaları Federasyonu’na başvurarak Denizcilik Bankası ile müteahhidin sözleşmesinin 15 Haziran 1953 tarihinde sona ereceğini, herhangi bir müteahhit ile yeni sözleşme yapılmaması ve eskiden olduğu gibi bankaya bağlı olarak “ton usulü” ile çalışmak istediklerini söyler; bunun için konfederasyonun desteğini isterler. Denizcilik Bankası ile Deniz İşçileri Sendikaları Federasyonu arasında ton usulü ile çalışılmasının temini için prensip kararı alınır; Federasyon tarafından bu karar, İzmir Liman İşçileri Gemiciler Sendikası başkanlığına gönderilir. Ancak bu sendika ve müteahhit, kararı kimseye duyurmaz. Sonradan öğrenildiğine göre Federasyonun prensip kararı eline geçen İzmir Liman İşçileri Gemiciler Sendikası Başkanı, işçilerin bilgisi olmadan İstanbul’a gider ve işçinin müteahhit yanında çalışmaktan memnun olduğunu söyler. Denizcilik Bankası’nın müteahhitle iş aktinin yenilendiğinin anlaşıldığı basında yer alır. Sözleşmenin yenilenmesinden sonra işçiler, federasyonun taleplerini takip etmemesinin sebebini öğrenmek amacıyla sendikadan bağımsız olarak kendi içlerinden bir arkadaşlarını İstanbul’a gönderirler. İşçi, federasyon ile banka arasındaki anlaşmayı öğrenir. Ayrıca Federasyonun, İzmir Liman İşçileri Gemiciler Sendikası başkanlığına gönderdiği yazısının bir nüshasını da İzmir’e getirir. Ancak artık iş işten geçmiştir, itirazlar dikkate alınmadan sözleşme imzalanmış ve işçiler müteahhit emrinde çalışmaya başlar11.
Gazete İşçiler Arasında Anket Yapıyor
Demokrat İzmir gazetesinin 24 Temmuz 1953 tarihli nüshasında, İşçi, müteahhidin oyuncağı olamaz başlığıyla verilen haberde “muhtelif zamanlarda ve çeşitli mercilere yapılan müracaatlar, hala işçinin lehine bir düzene konulmamış, bundan istifade eden işveren, işçinin haklarını ezmekte ısrar etmektedir” ifadelerinin yanında “evvelce ton üzerinden çalışırken günde asgari 10 lira kazanan işçi, bu gün ancak 2-3 gün çalıştırılması yüzünden günde en fazla 1,5 lira kazanabilmektedir” bilgisi aktarılarak Çalışma Bakanlığını konuyla ilgilenmesi istenir. Sendikacının “işçiler müteahhidin yanında çalışmaktan memnundur” sözleri nedeniyle bunu işçilere sormak gerektiğine işaret eden gazete, 11 Ağustos günlü sayısında liman işçileri arasında bir anket düzenleyeceklerini ilan eder. Ankete katılacakların, deniz işçilerinin mavunacılar veya gemiciler diye adlandırılan iki sendikasından herhangi birine üye olmalarını, gönderilecek cevaplarda isim, adres ve sendika üyelik numaralarının yazılmasını şart koşarak iki sorudan hangisini tercih ettiklerini cevaplamalarını ister. Ankette yer alan birinci soru, “eskiden olduğu gibi tahmil ve tahliye işini bizzat kendiniz üzerinize alıp ton başına çalışmak ister misiniz?” şeklindedir. İkincisi ise “müteahhidin yanında gündelikle çalışmayı mı tercih ediyorsunuz?” sorusudur.
Gazete, beş gün boyunca kendilerine cevap veren işçilerin listesini yayınlar. 24 Ağustos’ta ise sonuçları açıklayarak bir genel değerlendirme yazısı yayınlar. Gazetenin değerlendirmesine göre 331 işçi, cevaplarını gazeteye ulaştırır; bu sayının, çalışan 650 işçinin yarısını geçtiğine işaret eder. İsimlerini yayınladıkları 331 işçinin tamamının, “Denizcilik Bankası ile kolektif bir akit yapmaya taraftar” olduklarını yani eskiden olduğu gibi tahmil ve tahliye işini bizzat kendileri üzerine alıp ton başına çalışmak istediklerine dikkati çeker.
Bütün bu koşullar bir yanda dururken diğer yanda da o dönemde yürürlükte olan 1947 tarihli 5018 sayılı kanunun “İş Kanununa göre suç sayılan grev, lokavt fiillerine teşvikte bulunmaları veya bu fiillere teşebbüs edilmesi” suç kabul edilmesi gibi bir tehdit bulunmakta.
Grev Başlıyor
İzmir limanındaki tahmil-tahliye işleri İki dönem müteahhit (taşeron) vasıtasıyla yapılırken işçilerin huzursuzluğu her geçen gün artar.
Tahmil-tahliye işlerini 1952 ve 1953 yıllarında yaptığı birer yıllık sözleşme çerçevesinde müteahhide devreden Denizcilik Bankası, bu işleri 1954 yılında yaptığı yeni bir sözleşme ile yine müteahhit Osman Gürtan’a devreder. Sözleşme, iki yıllık olup 15 Temmuz 1954 tarihinde yürürlüğe girer. Bu sözleşmenin yenilenmesini haber alan Deniz İşçileri Sendikası ile Alsancak Hububat Kömür ve Maden Tahmil Tahliye Sendikası tarafından bir toplantı düzenlenerek, işçilerin alacağı tavır görüşülür.
15 Temmuz 1954 günü ise işçiler, işbaşı yapmaz. O tarihlerde İzmir’de yayın yapan altı gazeteden Ege Ekspres ve Halkın Sesi ilk günden olay ile ilgili olarak grev ifadesini kullanırken; Demokrat İzmir, Anadolu, Sabah Postası, Yeni Asır gazeteleri olayı “iş başı yapılmadı, işçiler iş tutmadı, limanda işler sekteye uğradı” ifadeleriyle sayfalarına taşıdılar. Ülke genelinde yayın yapan Milliyet gazetesi ise haberi “İzmir’de 600 deniz işçisi dün greve teşebbüs etti” başlığıyla verdi.
Gazetelerin Greve Bakışı
Olayın ilk yayınlandığı gazete, akşam saatlerinde çıkan Halkın Sesi gazetesi olur. “800 Deniz İşçisi Bu Sabah Grev Yaptı” başlığı altında, “Bu sabah erken saatlerde sendika binasında toplanan işçiler, müteahhidden İstanbul usulü iş istemişler ve bunu kendisine bildirmişlerdir. Fakat müteahhit bu teklifi kabul etmemiş, bunun üzerine işçilerde çalışmamaya karar vermişlerdir… kendileriyle görüştüğümüz işçilerden Ferit Aksoy, Rıza Gülsen, Reşat Duyu, Rıza Çağlıyan ve Mehmet Yılmaz şimdiye kadar müteahhitten çektiklerinin artık yettiğini kendilerini hükümetin çalıştırmasını istediklerini söylemişlerdir. İşçiler (Hükümet hesabına 1 liraya çalışırız fakat müteahhit 500 lira da verse artık çalışamayız) demektedirler” ifadeleriyle işçilerin taleplerinin neler olduğunu yazar12.
Yeni Asır gazetesi “600 Deniz İşçisi, Dün Aniden İşlerini Bıraktı” başlığı altında günün başlangıcındaki durumu şu ifadelerle aktarır: “Emniyet müdür vekili Süleyman Gin Deniz tahmil ve tahliye işçileri sendikası başkanı Abdullah Zobu ile İşveren müteahhit Osman Gürtan’ı sendika salonunda anlaşmaya davet etmiştir.
Bu sırada yüzlerce işçi müzakerelerin neticesini gürültü ile beklemekte idi. Sendika idare heyeti üyelerinin de iştirak ettikleri müzakereler de müteahhit ile anlaşmağa varılmamıştır. Bu arada işçiler İstanbulda deniz işçilerine tatbik edilen yönetmeliğin kendilerine uygulanmasında ısrar etmişler ve bu hususta noter huzurunda bir sözleşme tanzi edildiği takdirde derhal işe başlayacaklarını söylemişlerdir. İşveren bu teklifi kabul etmemiştir”13.
Sabah Postası, “Deniz İşçileri Dün İşbaşı Etmediler” başlığıyla verdiği haberde, “Deniz işçilerinin ‘iş başı etmemek’ şeklinde telakki ettikleri, resmi makamların ise ‘grev’ diye vasıflandırdıkları bu hadise, 938 den beri İzmir’de görülmemiş bulunmaktadır… (İşçiler) ‘Ayın on beşidir. Mukavelenin hükmü nihayet bulmuştur. Haklarımız verilmedikçe iş tutmayacağız. Çünkü ortada mukavele yoktur’ demişlerdir” ayrıntılarına da yer verdi14.
Demokrat İzmir gazetesi, “Dün limanımızda tahmil tahliye işleri yapılamadı” başlığıyla verdiği haberde (işçiler), “mesele bir neticeye varmadan işe başlamayacaklarını söylemişlerdir. İşçilerin bu şekildeki hareketi ve resmi makamların vaadlerini kale almamaları, neticede bu makamların hareket tarzlarını değiştirmek mecburiyetinde bırakmış ve savcılık başta Abdullah Zobu ve işçi mümessilleriyle sendika idare heyeti olmak üzere bütün işçiler hakkında kanuni takibata başlamışlardır…Resmi makamlar, işçiler işe başlamadıkça öne sürecekleri şartları da kabul etmeyeceklerini işin artık çığırından çıktığını ve grev mahiyetini aldığını bildirmişlerdir”15 bilgilerini aktarır.
Ege Ekspres gazetesi, “Liman Tahmil ve Tahliye İşçilerinin Büyük grevi” başlığıyla limandaki tahmil tahliye işlerinin müteahhide verilmesinden işçilerin ilk günden itibaren memnun olmadığını belirterek, ”İşçiler muhtelif tarihlerde ilgililere başvurarak işin kendilerine devredilmesini ve Osman Gürtan’ın aradan ekilmesini ve ya da ücretlerine zam yapılarak daha iyi bir hayat standartı temini istemişlerdir. Bu sebeple işçiler çeşitli toplantılar tertiplemişler ve hatta bir kaç kere de sendikalarının idare hey’etini değiştirmek lüzumunu duymuşlardır” ifadeleriyle işçilerin kararlılığını yansıtıyordu16.
Anadolu gazetesi, “İzmir Limanında Tahmil Tahliye İşleri Sekteye Uğradı” başlığıyla verdikleri haberde bazı işçilerle görüştüklerini ifade ederek “işçilerin hepsi de iç yönetmeliğin tetkik edilmesini ve kendilerinin de Denizcilik bankası işçisi yapılmasını istemişlerdir. Aksi takdirde tekrar müteahhitle mukavele yapılırsa çalışmayacaklarını bildirmişlerdir” haberini verir17.
Grevin Bitirilmesi İçin Devlet Devrede
Liman tahmil tahliye işinde çalışan işçi sayısı ile ilgili olarak gazetelerde 600 ila 800 arasında farklı rakamlar telaffuz edilirken; “grevi tertip, teşvik ve tahrik” suçunun işlendiği iddiasıyla açılan davada mahkeme, İşçi Sigortaları Kurumu, işveren, Denizcilik Bankası işyeri ve işçi listeleri ve emniyet müdürlüğünün verilerini inceleyerek 752 işçinin çalıştığını tespit eder.
Grevin duyulması üzerine işveren, durumu emniyet müdürlüğüne bildirir. Vali yardımcısı limana gelerek işçilere hareketin grev mahiyetinde olduğunu, memleketin ihraç ve ithalatının sekteye uğradığını belirterek, işbaşı yapmaları isterken sorunları ile ilgileneceğini, kanun çerçevesinde haklarının korunacağını söyler. İşçiler ise iki yıldır bütün resmi kurumlar nezdinde şikayette bulunduklarını, Bölge Çalışma Müdürü’nün işveren vekili gibi hareket ettiğini, Başbakan ve Çalışma Bakanı’na dahi başvurduklarını ancak hiç bir şeyin düzelmediğini; sözleşmenin 14 Temmuz itibarıyla bittiğini, 15 Temmuz’da başlayan yeni dönemde çalışmayacaklarını belirterek, çalışmalarının ancak Denizcilik Bankası bünyesinde mümkün olduğunu vali yardımcısına söylerler. Vali yardımcısının, liman etrafında bekleyen işçileri ikna edememesi üzerine durum savcılığa bildirilir. Bu arada müteahhit, dışarıdan işçi bularak karada polis gözetiminde iş yapmaya çalışır. Ancak denizde bekleyen çok sayıda Türkiye ve yabancı bandıralı gemi ile Alsancak’ta buğday yükleyen gemiler ve kömür tevzi müessesesinin yükleri hem indirilmez hem de yüklenmez18.
Gözaltı ve Tutuklamalar
Bunun üzerine İzmir İşçi Sendikaları Birliği başkanı Saim Kaygan, İzmir İşçi Sendikaları Birliği ikinci başkanı ve sekreteri Osman Aktuğ, İzmir Deniz İşçileri Sendikası başkanı Abdullah Zobu, sendika yönetim kurulundan Nuri Derviş, Emin Güzel, Enver Balıkçı’nın da aralarında olduğu 24 işçi gözaltına alınır. Sorgulama bir gün sürer. Savcılık, gözaltına alınan işçilerden 17’sini serbest bırakırken 7 işçiyi tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk eder. Mahkeme de, herkes kalır fakat savcılık bu karara itiraz eder. Bir gün sonra ikinci mahkeme, Deniz İşçileri Sendikası başkanı Abdullah Zobu, Deniz İşçileri Sendikası yönetim kurulu üyesi Nuri Derviş ve Alsancak Kömür İşçileri Sendikası Başkanı Ahmet Türkkorkmaz’ı, işçileri greve teşvik etmek ve iş hürriyetine mani olmak suçlarından tutuklar ve cezaevine gönderir.
İzmir Savcılığı, İstanbul Savcılığına bir yazı yazarak İstanbul’daki Hilton Oteli işçilerinin yaptığı grev hakkında bilgi isteyerek iki grev arasında bir ilişki olup olmadığına dair bir araştırma içine girer19. Aynı konuda, İçişleri Bakanlığı da benzer bir çalışma başlatır. Bakanlık, İzmir limanı ile İstanbul'daki Hilton Oteli ve Santral Mensucat Fabrikası’ndaki grevler arasında bir ilişki olabileceği varsayımı ile her üç olay ile ilgili dosyaları birlikte incelemeye alır. Bu üç grev arasında ilişki olabileceği şüphesinin en belirgin dayanağı, her üç yerdeki grevi başlatanların Kırım, Romanya, Bulgaristan göçmeni işçiler olması dolayısıyla da grevlerin belli bir merkezden yönetildiği varsayımıdır20.
Grev Kırıcılığı
Grevin birinci günü, müteahhit tarafından dışarıdan bulunan ve sayıları 370 kişiyi bulan işçi ile Liman Müfreze Komutanlığı tarafından 100 asker gönderilerek grevin kırılması için çaba harcanır. Ancak bu işçilerin çoğunluğu, işin ağır ve ücretin düşük olduğunu belirterek işi bırakır ve ikinci gün işler, tamamen durma noktasına gelir. Bu arada, limanda bekleyen gemilerin bağlı bulunduğu acenteler, zarara uğradıklarını belirterek Denizcilik Bankasına protesto çeker ve yaklaşık 50 bin liralık bir tazminat talep ederler21.
Anlaşma Yolu Açılıyor
Grevin dördüncü günü Çalışma Bakanlığı Çalışma Genel Müdür Yardımcısı ile bakanlığın hukuk müşaviri, İzmir’e gelir ve işçi lokalinde işçilerle bir görüşme yaparlar. İşçiler, bakanlık yetkililerine işi neden bıraktıklarını ve işe hangi koşullarda başlayacaklarını anlatırlar. Bakanlık yetkilileri de işçilerin bazı bakımlardan haklı olduğunu, haklarının korunabilmesi için hem işçi vasfından çıkmamalarını hem de iş bırakmanın kanuni olmadığını söyleyerek işçilere iş başı yapmalarını tavsiye ederler. Çalışma Genel Müdür Yardımcısı, müteahhitle görüştüğünü bu konuda işçiler lehine kararlar alındığını istedikleri iç yönetmeliği bakanlığa göndermelerini isteyerek bakanlığın da konuyla ilgilendiğini söyler22.
Grevin beşinci günü, savcılık tarafından bütün işçilerin ifadeleri alınmaya başlanır. Bakanlık yetkililerinin önceki günkü girişimi sonucu işçiler arasında iş başı yapmak yönünde bir eğilim ortaya çıkar. Bunun üzerine Demokrat Parti (DP) İzmir İl başkanı ve DP milletvekili Muzaffer Balaban, iki avukatla birlikte işçilerle bir araya gelerek bir görüşme yapar ve işçilerin haklarını takip edeceklerini belirterek onları iş başı yapmaları için ikna etmeye çalışır. Aynı ikili, işçi temsilcilerini de yanlarına alarak müteahhit ile de bir görüşme gerçekleştirir. Müteahhit ile yapılan görüşmede; işçilere, 9 tona kadar 1 yevmiye verilmesi, 9 tondan sonrası için tonaj başına ayrıca para ödenmesi ve çalışacak işçilerin kıdem tazminatlarına ilişkin haklarının kaybolmayacağına ilişkin kararlar kabul edilir23. Bunun üzerine sırası gelen bazı işçiler beşinci günün akşam vardiyasında, diğer işçiler ise altıncı günün sabah vardiyasında iş başı yapar.
Bu arada Cumhuriyet Savcılığı, 18 Temmuz tarihinde bazı işçilerin evlerinde ve Deniz İşçileri Sendikası ile Alsancak Maden, Kömür ve Hububat Yükleme Boşaltma İşçileri Sendikasında arama yaptırırken sendikaların evraklarına el koyduğu gibi kasalarını mühürler. Devamında da iki sendikanın da kapatılması için mahkemeye başvurur. Sulh Ceza Mahkemesi de 22 Temmuz tarihinde, iki sendikanın kapatılmasına karar verir24.
Sulh Ceza Mahkemesi, 5 Ağustos’ta tamamladığı iddianame ile Abdullah Zobu, M. Emin Güzel, Nuri Derviş, İsmail Gültürk Zülfü Ali Karadağlı, Enver Balıkçı, Reşat Duyu, Ahmet Türkkorkmaz, Fevzi Ateş, Mustafa Özülkü, Ahmet Çelik, Ali Serçe, Reşat Altıner, İbrahim Örnek, Saim Kaygan, Osman Aktuğ, Galip Kilittaş ve İbrahim Menşebay isimli İzmir Deniz İşçileri Sendikası ile Alsancak Maden, Kömür ve Hububat Yükleme Boşaltma İşçileri Sendikası’na üye 18 kişi hakkında, mensup oldukları sendikanın sebep ve gayesi dışında kalan işlerle iştigal ederek grevi tertip, teşvik ve tahrik suçundan; 539 işçi hakkında da grev yapmak suçlarından dava açar25.
Yargılama Başlıyor
5 Ağustos’ta tamamlanan iddianame sonrası ilk duruşma, 14 Ağustos 1954 tarihinde yapılır. İki yıla yakın süren duruşmalar sonrası mahkeme, 3 Nisan 1957 tarihinde bir karara varır. İlk duruşmada tutuklu üç sanığın tahliyesine ve tutuksuz olarak yargılanmalarına karar verilir. İşçiler, savunmalarında kendilerini eyleme sevk edenin “gayri kanuni olarak hazırlanan iç yönetmeliğin (işveren tarafından dayatılan çalışma şartlarının) sebep olduğu” üzerine kurarlar.
Sendika Birlikleri Arasında Tartışma
Bir taraftan duruşmalar devam ederken diğer taraftan işçiler, taşeron vasıtasıyla çalışmaya devam eder. Aynı günlerde, İzmir Sendikalar Birliği içinde yaşanan ayrılıklar sonucu Ege İşçi Federasyonu kurulur ve Sendikalar Birliği içindeki birçok sendika birlikten ayrılarak yeni kurulan Ege İşçi Federasyonu’na geçerler. Bu ayrılıklar, tartışmaları da beraberinde getirir ve iki birlik arasındaki tartışmalar sertleşir. Bu tartışmalar içinde birisi liman işçilerini doğrudan ilgilendirmektedir. Sendikalar Birliği açıklamalarıyla liman işçilerinin yaşadığı sorunların sorumlularından birisinin, yeni kurulan Ege İşçi Federasyonu başkanı Burhanettin Asutay olduğunu açıklar. 22 Ağustos’ta yapılan İzmir İncir, Üzüm ve Kutu İşçileri Sendikası genel kurul toplantısında konuşan Sendikalar Birliği Genel Sekreteri Osman Aktuğ, Çalışma Bakanlığı İzmir Bölgesi Müdürlüğü’nün kendilerine cevap niteliğinde gönderdiği 11 Aralık 1952 tarihli bir yazısını okur. Ankara’da Çalışma Genel Müdürlüğü odasında yaşanan bir olay, yazıda “Burhanettin Asutay’ın koltuğunda bir hayli yekün ve ağırlık tutan Tahmil ve Tahliye müteahhidi Osman Gürtan’ın günlük işçi puantaj defteri ve jurma cetvelleri ile içeri girdiği görülmüş ve derhal bu işte çalışan 550 işçinin 15/7/1952 tarihinden beri pazar ve genel tatil yevmiyelerinin ödenmemesinde işverenle birlikte ısrar ve işveren tarafını iltizam eyliyen adı geçen sendika başkanının maksadı ziyareti anlaşılmış” cümleleriyle yer alır26.
Sendikalar Birliği, bu konuyu sürekli gündemde tutar ve gazetelere açıklamalar iletilir. Birlik, Burhanettin Asutay’ın 1952 yılında Sendikalar Birliğinin genel sekreteri, İsmail Kocasoy’un ise Bölge Çalışma Müdürü olduğunu hatırlatarak, açıklamasında Asutay’ın 1952 yılında “tahmil-tahliye müteahhidi Osman Gürtan’ı temsilen Çalışma Vekaleti nezdinde teşebbüste bulunduğunu ve tahmil-tahliye işçilerine pazar ve genel tatil yevmiyelerinin verilmemesi için gayret sarf ettiğini haber almış ve 10.12.1952 gün ve 500 sayılı yazı ile durumu Bölge Çalışma Müdürlüğünden sormuştuk. Bu müdürlükten aldığımız 11.12.1952 tarih ve 9479 sayılı yazıda bu husus teyit edilmiştir” denildikten sonra “Bugün beş yüzü mütecaviz deniz işçisinin yürekler acısı halinin, bu iki zatın başının altından çıktığı” ifadeleri kullanılır.
Bir Yıl Sonra İkinci Grev
Taşeron sözleşmesinin sona ereceği 15 Temmuz 1955 tarihi yaklaşırken sendikanın kapatılmış olmasına rağmen kendi içlerinde örgütlülüklerini sürdüren işçiler, Denizcilik Bankası ve hükümet nezdinde girişimlerde bulunarak müteahhitle sözleşmenin yenilenmemesini isterler. Denizcilik Bankası, müteahhitle sözleşmeyi yenilemeyeceğini açıklamasına rağmen sayıları 600’ü bulan liman işçileri, 15 Temmuz 1955 günü tekrar grev yaparlar. Bunun üzerine yine valilik ve savcılık devreye girer; müteahhitle sözleşme yapılmayacağını belirterek işçilerin iş başı yapmasını isteseler de işçiler iş başı yapmaz. İşçiler, akşam saatlerinde Deniz İşçileri Lokali’nde bu konuyu görüşmek üzere toplanma kararı alırlar. Toplantıya Bölge Çalışma Müdürlüğü iş müfettişi ile Denizcilik Bankası İşletme Müdürü de katılır. Çalışma müfettişi, bakanlıktan gelen ve müteahhitle sözleşme yapılmayacağı belirtilen telgrafı işçilere okuyarak işçilerin iş başı yapmasını ister. İşçiler, “en büyük makamlardan en küçük makamlara kadar çok kez aldatıldıklarını, kimseye itimatlarının kalmadığını, telgrafın kendilerini aldatmak için yazıldığını belgenin orijinalini görmek istediklerini, artık aldanmayacaklarını ve kararlarının kat’i olduğunu” söyleyerek çalışmaya yanaşmazlar. Bunun üzerine işçilerin işbaşı yapılmadığı zabtı tutulur ve savcılık, işbaşı yapmayan işçiler hakkında grev suçundan ikinci bir takibat başlatır. Limandaki işler ise yine müteahhidin dışarıdan bulduğu 100’e yakın işçi ile yapılmaya çalışılır. Ancak limanda, çalışan gemilerin seferleri geciktiği için zarar ziyan davası açacakları gündeme gelir27.
16 Temmuz günü, Denizcilik Bankası merkezinden İzmir İşletme Müdürlüğüne, müteahhitle mukavelenin kat’i olarak feshedildiği, buna ilişkin telgrafın çekildiği telefonla bildirilir. İşletme Müdürlüğü de bu bilgiyi işçilere aktarır, işçiler sevinse de bunun resmi garanti olmadığını beyan ederek yine iş başı yapmazlar. Bankanın fesih kararını duyan müteahhit ise dışarıdan temin ettiği işçileri limanda çalıştırmaktan vazgeçer ve limanda işler tamamen durur. Akşam saatlerine doğru genel müdürlükten gelen telgraf, lokalde işçilere tebliğ edilir.
İşçiler Mücadeleden Zaferle Çıkıyor
Telgraf sonrası, işbaşı yapmak için sevk kağıtlarını alan işçiler, sevk kağıtlarının üzerinde Osman Gürtan isminin yazıldığını; bunun silinmesini, yerine Denizcilik Bankasının mührünün basılmasını isterler. İşçilerin bu istekleri yapılana kadar iş başı yapılmaz. Denizcilik Bankası mührü basılı sevk pusulası hazırlanıp bu pusula ile sırası gelen işçiler iş başı yapar. İşçilerin iş başı yapması üzerine de savcılık, ikinci takibatı kaldırdığını açıklar28. Ertesi gün de Denizcilik Bankası Genel Müdürlüğü tarafından, işçilerin haklarının korunmasına yönelik bir talimatname hazırlanarak genelge şeklinde yayınlanır.
1954 yılındaki grevi üzerine devam mahkeme, yaklaşık üç yıla yakın süre devam eder ve 3 Nisan 1957 tarihinde tamamlanır. Asliye Ceza Mahkemesi’nde tarafından yapılan yargılamanın kararı şöyledir: “Sanıklardan 100’ü suçsuz bulunarak beraat etmiştir. Diğer sanıklardan 3’ü ise 25’şer gün hapis (tutuklanan sendikacıların bu cezası yattıkları güne sayıldı) ve 11’er lira 30’ar kuruş para cezasına çarptırılmışlardır. Ayrıca evvelce muvakkaten kapatılmış olan Deniz İşçileri Sendikası ile Alsancak Maden, Kömür ve Hububat Yükleme, Boşaltma Sendikası'nın yeniden açılmasına karar verilmiştir” 29.
Kaynaklar
1 Demokrat İzmir. 7 Mayıs 1952
2 Engin Berber; İkinci meşrutiyet döneminde domino etkisi Yapan bir eylem: İzmir liman işçileri. European Journal of Turkish Studies, 11 (2010), Labor Movement in Turkey)
3 Engin Berber a.g.e
4 Doğan Duman, 1954 İzmir Liman İşçileri Grevi. Toplumsal Tarih dergisi Sayı: 16 Tarih: 1995 Nisan
5 Prof. Dr. Z. Fahri Fındıkoğlu, “İzmir’de İşçi Sendikaları Hakkında Sosyolojik Bazı Müşahedeler” İstanbul Üniversitesi İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü, 1952 yılı İçtimaî Siyaset Konferansları serisi. http://www.journals.istanbul.edu.tr/iusskd/issue/view/1023001139
6 Demokrat İzmir. 12 Temmuz 1952
7 Demokrat İzmir. 26 Temmuz 1952
8 Demokrat İzmir. 2 Ağustos 1952
9 Halkın Sesi. 20 Temmuz 1954
10 Demokrat İzmir. 24 Ağustos 1953
11 Demokrat İzmir. 2 Ağustos 1953
12 Halkın Sesi. 15 Temmuz 1954
13 Yeni Asır. 16 Temmuz 1954
14 Sabah Postası. 16 Temmuz 1954
15 Demokrat İzmir. 16 Temmuz 1954
16 Ege Ekspres. 16 Temmuz 1954
17 Anadolu. 16 Temmuz 1954
18 Sabah Postası. 16-17 Temmuz 1954
19 Milliyet. 21 Temmuz 1954
20 Doğan Duman, 1954 İzmir Liman İşçileri Grevi. Toplumsal Tarih dergisi Sayı: 16 Tarih: Nisan 1995
21 Yeni Asır. 18 Temmuz 1954
22 Demokrat İzmir. 19 Temmuz 1954
23 Demokrat İzmir. 20 Temmuz 1954
24 Sabah Postası. 16-17 Temmuz 1954
25 Halkın Sesi. 5 Ağustos 1954
26 Ege Ekspres. 23 Ağustos 1954
27 Demokrat İzmir – 16 Temmuz 1955)
28 Demokrat İzmir. 17 Temmuz 1955
29 Milliyet. 4 Nisan 1957
Liman İşçisinin Derdi
Hurrem KUBAT
Türk işçisi, halen mer'i kanunlar muvacehesinde, grev yapmak hakkına malîk değildir. İşçinin birleşerek toplu bir şekilde iş terketmesi bizim kanunlarımız nazarında grev sayılır ve suç teşkil eder.
Üç günden beri İzmirde, liman amelesinin işi bırakması, adli makamlar tarafından grev olarak mütalâa edilmiştir.
Türk işçisine grev hakkı tanınmalı mıdır, tanınmamalı mıdır? Münakaşasını bir tarafa bırakarak, asıl yarayı deşmek, bu hareketin sebep ve saikleri üzerinde durmak ve onları izale etmek meselenin en kestirme yoldan hal çaresidir.
Bine yakın liman amelesinin, sendika başkanından, vinççi ve hapçısına varıncaya kadar hepsi toplu bir halde işi terketmenin grev olduğunu ve bir suç teşkil ettiğini çok iyi bilirler. Şu halde, bu kadar isçi ne gibi şiddetli bir tazyik altında kalmışlardır ki, suç isleyecek kadar ileri gitmişlerdir?
Tam manasile vatanperver olan Türk isçisinin bunu hariçten gelmiş muzır telkinlere kapılarak yaptığı asla varit olamayacağına göre, demek oluyor ki, canına tak etmiş bir durum karşısındadır, son kurtuluş çaresi olarak suç teşkil etmesine rağmen grev yapmak zaruretinde kalmıştır
Dünyanın her limanında, Dok amelesi, yani liman işçisi denilen topluluk, bütün yıl ve haftanın her günü çalışmak imkanına malik değildir. İthalat ve ihracatın kesafet peyda ettiği aylarda bile haftanın beş altı günü çalışarak yövmiye alamazlar. Ölü mevsimlerde ise çok kere haftada bir veya iki yövmiye alırlar. Bu itibarla, her memlekette Dok amelesi, çalıştığı günler, diğer işçilerden daha yüksek gündelik alır. Bununla boş kaldığı günler geçimini sağlar.
İzmir limanında ise, ortalama gündelik altı lira, bir haftada çalışma müddeti üç gündür. Haftada on sekiz, ayda yetmiş beş lira kazanç, bugün Türkiyenin hiç bir yerinde kalmamıştır. Ve bu kazançla İzmir gibi bir şehirde aile beslenemeyeceğini pekâlâ işverenler de bilir.
Halbuki tahmil tahliye işleri deniz yollarında iken, Uman amelesinin, işlerin çok olduğu mevsimlerde, haftalık kazananın yüz seksen lira çıktığı zamanlar olmuştur. İşin müteahhide verilmiş olması, liman amelesini bugünkü zor duruma düşürmüştür. Derdin esası bu olduğuna göre, devası da meydandadır.
Kanunlar muvacehesinde suç teşkil ettiği için, liman işçisinin grevden vazgeçmesi yine kendi menfaati icabıdır. Fakat devlette şefkatli elini İzmir liman amlesinin nafaka derdini bir an evvel halletmek İçin uzatması hepimizin dileğidir.
Demokrat İzmir – 19 Temmuz 1954
Olayların ışığı altında
Liman İşçileri Dâvası
Tek KANAT
Esasen kanuni usul ve sair mevzuatı tenkit eden yazım elbette ancak kanunu uygulamakla mükellef olan memurlarımızı hedef tutmayacaktır; şu kadar ki eğer iddia edildiği gibi ortada kanuna ragmen olmuş bir halsızlık mevcutsa ilgili memur da bundan payını almak mecburiyetinde kalacaktır.
15 Temmuz günü İzmir’in deniz bindirme ve indirme işçileri iş başı etmemişler.. Bir gazetenin yazdığına gore de bunların sayısı 600 den fazla imiş. 600 deniz işçisi iş başı etmeyince elbet idari, adli, ticari makamlar da seferber olur, böyle de olmuş… Şimdi ben işçilerin bu yaptıkları grev midir, değil midir? Diye değil uzun uzadıya, bir kalem bile oynatmayacağım hadisenin üzerinde.. Çünkü ben sorgu hakimi değilim. Ve benim derdim başka. Benim derdim şu değil: Aman herkes yerli yerine geçsin, gemiler boşalsın cepler dolsun, arabalar yürüsün.. Benim derdim bu değil işte, çünkü ben idare amiri değilim. Ben bir gazeteciyim; idareye de, idare edilen de aynı yürekle, aynı dikkatle bakarım. Gördüğümü ve düşündüğümü yazarım; bu benim vazifemdir, bunu bana Allah gibi bir kuvvet emretmektedir, bunu yapmak zorundayım…
Evet.. 600 deniz işçisi iş başı etmeyince Vilâyet makamından Çalışma Müdürlüğüne kadar tekmil makamları bir telâştır alıyor.. Buraya bir mim koymak lâzım... Emniyetten bir müdür koşup işçilerin arasına gidiyor, hâdiseyi derhal örtbas şerefini kıvırmak için elbet bütün forsunu ve hitabet gücünü harcıyor.. Fakat işçiler boyuna «Hak! Hak!» derlermiş; her halde bu, (hayır) mânasında anlaşılmış olmalı ki iş bu sefer Vilâyete aksetmiş. işçi mümessilleri Vali muavininin, odasında da aynı şeyin lâfını etmişler: «Hak» demişler. Vali muavini de anlamış ki bu adamların anlaşmaya niyeti yoktur, çünkü anlaşmaya gönlü olan bir kimsenin önce şu «Hak» ağzına almaması lâzımdır... Sonra işe savcılık el koymuş ve bu arada, hareketi kanuni noktadan grev mahiyetinde görerek hâdisede önayakgibi görünen bazı vatandaşları tevkif etmiştir.
Şimdi bir de işçileri dinliyelim; ortada Devletin bir İş Kanunu vardır. Hadi bu kanun gereği gibi tatbik edilsin biz buna razıyız.. Mesela bu kanun İstanbul işçileri için başka türlü, bizim için de başka türlü ve aleyhimize tatbik şekli bulursa buna katlanmak elbet herşeyden geç, insanlar arasında iyi karşılanmaz. Biz enayi değiliz.. İşçi Kanununa uygun olması gereken Yönetmelik hiç te oralı değildir. Haklarımız kaynayıp gitmektedir.. Ta bidayetten beri ilgili makamlar nezdinde hadiseyi ortaya döküp aman diledik. İş veren mümessili de, İşçi Kanununu tatbik etmekle mükellef olan Çalışma Müdürü de - Allah razı olsun - bizleri reddetmediler;
«Hadi gidin siz işinizin başına, biz hepsini düzeltiriz.» diye bizi uğurladılar... Demokrat Parti başa geldiğinden beri bu adamlara bir kibarlıktır arız oldu ki deme gitsin. Hiç, (yok) sözleri yok... Fakat işte aradan onca zaman geçtiği ve Denizbank namına iş veren müteahhitliğini yapan adamla aramızdaki bir yıllık iş mukavelesi de sona erdiği halde hâlâ ruhumuzu şöylecik okşıyan bir ses duymuş değiliz. Çatlamak işten değil; İstanbul deniz işçileri can da biz patlıcan mıyız?.. Yok eğer Kanuna İzmir'in iklimi tesir etti de ondan dolayı böyle bir yönetmelik doğduysa bunu da Çalışma Müdürünün kendisini daha ilk ziyaretimizde bize bildirmesi lâzım gelirdi. Halbuki bu zat, haklı olduğumuzı teslim etmişti. Etmişti ama ağızdan, ortada bir şey yok... Sonra Temmuzun 15 inde bu dediğimiz mukavele sona eriyordu, şu artık illallah dediğimiz mukavele.. Meğer bu mukavelenin aynısı 10 gün evvel ve hem de bu sefer İki yıl müddetli olmak üzere hazırlanmış duruyormuş… Bundan da haberimiz yoktu! Dediklerine gore efendim, mukaveleler tarafların rızası alınmadıkça bir kıymet ifade edemez miş.. Kuvveti yokmuş.. Huku mu neyse, böyle dermis işte. Halbuki baksanıza demek adamların daha daha iki yıl bizi böylesine kanunsuz, insafsız bir surette çalıştırmaya gönülleri tutarmış.. Malumâliniz, hayat da günbegün pahalı olmaktadır. Gecen yıl aldığımız para bizi öldürmeyecek kadar doyurabildiği halde meselâ bu yıl paranın işi bir parça daha güçleşmiş bulunuyor; meselâ aynı işi aynı para beceremez olmuştur!. Yalan mı, efendim?!. Peynirin fistı neden yerinde dursun?. Anlamıyoruz..
İşte bu adamlar da bunları söylüyorlar.
Bu biçare kalmış bu biçaare kalmış vatandaşlarımızı kanuna uyarak veye bunu tedbirden sayıp kanuna uydurarak taciz eden vatandaşlanınız dahi hemen teslim edeceklerdir ki işçiler haklıdır. Bu adamlar kimbilir kaç kere şu veya bu zatın kapısından girip çıkmışlardır. Dedikerine göre Çalışma Müdürü de onlara sanki bir iş veren imişcesine davranmıştır ki; hâdiselerin ışığında buna başka bir mâna vermek de zor olacaktır. Çünkü, madem bahis konusu olan yönetmeliğin İş Kanununa aykırı olduğu umumî bir kanaatl halindedir, o halde derhal hem de derhal yönetmelik ilga edilmeliydi, ve bu bir türlü meşakkat içerisinde hayatlarını kazanmaya çalışan vatandaşların haklarının verilesine daha fazla göz yummamalıydı. Yok ortada böyle bir kanun ve yönetmelik uyuşmazlığı mevcut değil idiyse o zaman da ilgili makamlara şu soruyu sormak ecap edecektir. O halde bugüne kadar neden işçi mümessilleri durumdan haberdar ve duruma gore ikna edilmemişlerdir?.
Bu çok önemli bir noktadır. Çünkü işin içinde şayet bir (bile-bilecik) hali yoksa o halde mutlaka ihmâlciler vardı! İkisinden birisi… Bu bakımdan meselenin ilgili makamlarda bir inceleme konusu edilmesini ve hadisede günâhı olanların kanuni imkan içerisinde cezalandırılmasını temenni ederiz.
Sabah Postası – 21 Temmuz 1954
M. TUNCER
İzmir’de liman işçilerile Denizcilik Bankası arasındaki iş ihtilafının, bir grev manzarası gösterecek kadar hâd bir şekil almış olması üzülecek bir hâdise teşkil etti. İşçiler bu mes'elede şeklen kusurlu durumdadırlar. Kanunlarımızda henüz verini muhafaza eden grev yasağına aykırı hareketlerin hoş görülmemesi yine kanun icabıdır. Bununla beraber, işin aslında Denizcilik Bankasının işçilere karşı tam bir hakkaniyetle hareket ettiği iddia edilemez.
İzmir’de. Türkiyenin diğer limanlarında mevcut olmıyan hır durum ihdas edilmiştir. Lman işletmesinin işçileri araya konan bir mütaahhide devredilmiş, Banka bunlara muhatap olmaktan sıyrılmağı her nedense tercih etmiştir. İş nizamında değişiklikler yapılmış, diğer limanlarda cari olmıyan bir rejim İzmirde tesis olunmuştur. Ücret, hafta tatili, munzam mesai gibi mevzularda ihtilaflar çıkmıştır. İşverenin işçiye doğrudan doğruya muhatap olmaması bütün bu ihtilâfların hallini son derecede güçleştirmiştir. İşçi ücretleri ve iş nizamı mevzuunda mukavele ile bağlanmış olan müteahhidin asıl işverene rücu etmeden bunlarda değişiklik yapabilmesi elbet imkânsızdır.
İşçi ücretleri zaruri olarak hayat şartlarına göre değişir. Bunları donmuş bir şekilde müteahhide ihale etmekte kanaatimizce aslâ isabet yoktur. Kaldı ki, Liman işletmesi mevzuunda müteahhidin ne sermayesi, ne işletme malzemesi yoktur. Onun rolü sadece işçilerin sevkü idareden ibaret kalır. Bunun İdarenin İstanbul, İskenderun veya Trabzonda olduğu gibi doğrudan doğruya yapmaması için ciddi bir mucip sebep gösteremez.
İş ücretinin gündelik veya ton esasına müstenit olması gibi noktalar ayrıca tetkike muhtaçtır. İzmir'de Ton hesabından gündelik hesabına geçildi. Denildi ki tüccar malının dikkat ve itina ile tahmil ve tahliyesi işçiyi muayyen zamanda fazla ve acele iş çıkarmak temayülünden kurtarmağı zaruri kılar. Böyle bir mülahaza doğru ise, bunun İzmirden daha az ehemmiyetli olmıyan İstanbul’da ve diğer limanlarımızda da tatbiki icap ederdi. İzmirin hepsinden ayrı usullere tabi tutulması ayni idarenin bütün işçilerine karşı muhafaza etmesi beklenen eşitliği bozmuştur.
Nihayet iş miktarına göre bir ücret alan müteahhit, gündelik hesabile isçilere ücret tediye edince arada hesaplanması önceden mümkün olmıyan az veya çok farklar hasıl olmakta ve bunlar müteahhidin kârını teşkil etmektedir. Bunun da bir takım dedikodulara, doğru veya yanlış, sebep olması mukadderdi ve olmuştur. Yani. mevcut tarifeler dahilinde işçilere daha iyi ücret verilmesi mümkün iken, araya bir müteahhid girmesile onların mağdur oldukları ve İdarenin de fuzuli bir kâr tediye ettiği iddia edilegelmiştir. Bunlar ancak hesaba müsteniden konuşulabilecek hususlar olduğu için üzerinde durmıyacağız. Yalnız idarenin, kendi işçilerini bir başkasına devretmekle İsçi - işveren münasebetlerinin intizamını bozduğunu kaydetmek isteriz.
Bu noktaları, meb’us olarak münakalât Vekiline birkaç yıldan beri tekrar tekrar arzetmis bulunuyoruz. Denizcilik Bankası şimdi bir Anonim Şirket vaziyetinde olduğuna göre doğrudan doğruya Vekâletin emri altında değildir. Fakat, bir âmme müessesesi olarak onun üzerinde Vekâletin alâkası, pek tabii olarak bâkidir. Netekim bu sene müteahhitle mukavelenin yenilenmiyeceği hakkında Bankadan müspet cevap alındığı bize bildirilmişti. Bu cevaba neden riayet edilmediğini hâlâ bilmiyoruz.
Bütün bunlar hiç şüphesiz, İşin toplu olarak bırakılmasını muhik kılan sebepler değildir. Kanun kanundur. Grev müessesesi hakkındaki kanaatimiz ne olursa olsun, ancak kanuniyet kespettikten sonradır ki bu silâhın, kanun dairesinde kullanılması caiz olabilir. Bunun için gerekli şartlar hazırlanmadığı müddetçe, toplu iş terki işçiye ancak zarar getiren bir teşebbüs olur. Aslında, Demokrat Partinin grev hakkını tanıdığını, fakat bunu işler bir hale sokmanın hakikaten zamana ve işçi teşekküllerinin maddeten ve mânen inkişafına bağlı olduğunu unutmamak yerinde olur.
Bu sebeple biz mes'elenin işçi haklarını koruyacak bir şekilde halledileceğine eminiz. Kanaatimiz şudur ki, işverenle işçi arasında müteahhidin meycudjyeti fuzulî bir mahiyet taşıyor ve doğrudan doğruya halli pek mümkün olan iş meselelerini güçleştiriyor. Denizcilik Bankası bunu dikkate alarak, işçilerin kendisinden beklemekte haklı oldukları sahabeti göstermekle hiç bir şey kaybetmez. Çok ağır ve hususi şartları haiz olan Deniz işçiliği hakikaten himayeye lâyik bir meslektir. Doğrudan doğruya İdareyi muhatap görmek isteyen işçilerin itimat ifade eden bu isteklerini kırmakta ne gibi bir menfaat mülahaza edildiğini biz cidden göremiyoruz. Münakalât ve Çalışma Vekâletlerinin müdahalelerile halli kolayca mümkün olan bir ihtilâfta grev ve kanuna aykırılık gibi, işçilerimizin bizce müsellem olan iyi niyetlerine ve safiyetleri ne mugayir hareketler vehmetmek te, zannımızca yersiz ve lüzumsuzdur.
Yeni Asır – 21 Temmuz 1954
Limandaki Hadise
Orhan Rahmi Gökçe
İzmir limanında bir hadise oldu; İşçiler üç gün evvel iş başı yapmadılar. Devletin alâkalı tüm makamları, bu hadiseyi hemen hassasiyetle ele aldılar. Çünkü bu limanın tabi faaliyeti aksıyordu, hem de bu hadisenin kanunen yasak olan (grev) mahiyet ve vasfını taşıması ihtimali vardı.
Limanın yükleme, boşaltma işleri nispeten tertiplendi. İşçinin sendika mümessilleri ve yöneticileri hakkında da tahkikât açıldı. Hadise, kanunların emri ve tesbit ettiği mahiyette bir (grev) midir, değil midir, icap ve saikleri nedir, müret bir tarafı var mıdır, yok mudur bu cihet ancak tahkikat sonunda anlaşılacaktır. Biz Türk adliyesinin bu hareketi dikkat ve basiretle ele aldığından şüphe etmiyoruz. Bazan hadisenin dış mahiyeti itibariyle arzu edilmeyen yasak bir harekete benzeyebilir. Fakat daha derin noktalarına inince hadisenin renk değiştirdiği, hiç de göründüğü gibi olmadığı da görülebilir. Neyse, bu cihet ayrı.
Bizim bugün üzerinde durmak istediğimiz nokta şudur: Bu ihtilaf, bir yıla yakın bir zamandanberi şehrin ortasında ve liman gibi, memleketin hassas bir noktasında cereyan etmektedir. İhtilafın bir noktasında 500—600 vatandaş duruyor, bir tarafında da bir iktisadi teşekkül (Denizbank) ve bir müteahhit.
Hadiseleri yakından takip eden İzmirliler bilirler ki, liman işçisi ile müteahhit arasındaki görüş farkı, bu hak ve kanun ihtilâfı, Denizbanktan tutun, Çalışma Müdürlüğüne, milletvekillerine, bakanlara kadar akdetmiştir. Birçok toplantı olmuştur. Denizbank erkânı da iktidar partisi erkânı da, milletvekilleri de bu toplantılara iştirak etmişlerdir. İşçilere, iddialarında haklı oldukları ve meselenin mutlaka kendi lehlerine halledileceğini söyliyenler bile olmuştur. Günler günleri kovalamış, her gün başka bir ümide yerini vermiş, yapılan teşebbüsler zincirleme bir şekilde uzamıştır. Heyhat müzminleşen bu … yavaş yavaş, İşçi ile müteahhit arasındaki münasebetlerin kökünü sarmış, iki tarafın yekdiğerleri hakkındaki anlayış duygularını zedelemiştir.
işçi tamamıyla haksız mıydı?
Buna karşı, evet diyecekler bulunabilir. Şu halde işçiye bu nu katiyetle ifade etmek, onu haklı gördüğü iddialarından tamamiyle uzaklaştırmak lâzımdı. Haftalık kazancı, bu zehir gibi hayal pahalılığı karşısında 15—20 liraya kadar düşmüş bir insan topluluğuna, hakikati söylemek, şüphesiz ki onu boş yere ümide sürüklemekten çok daha insani bir hareket olurdu. Bunu yapacak bir insan, bir teşekkül çıkmadı. Herkes sadece kendi düşüncesine ve kendi çıkarına göre davrandı. Partizanlar, milletvekilleri, seçimleri düşünerek, işçinin çenesini okşadılar, ümidini artırdılar. Bu tecrübesiz ve hâdiselerin derin tarafına inemiyen saf insan topluluğu da bu ümidin yolunda, hak iddiasını yürütmekte devam etti.
Bu vatandaşlar, kimin işçileridirler? Müteahhidin mi, Denizbankın mı? Bunun bile hukuki münakaşasını yapmak lâzımdır. Bu işçiler, müessesenin adamları idiler. Denizbank, yükleme boşaltma işini müteahhide verdikten sonra, müteahhitle çalışmakta devam ettiler ama, müesseseleriyle irtibatları fiilen devam etti. Nitekim iktisadi teşekkül işçilerine ikramiye verilirken, Denizbank bunlara da ikramiye verdi. Bir yarı devlet müessesi, kendisiyle irtibat ve münasebetini kesmiş olduğu insanlara İkramiye, dağıtır mı? Bu demek, onlarla olan karşılıklı bağlılığı … ve kabul etmek demektir. İzlendiği gibi 15 haziranda, müteahhidin mukavelenamesi tam bulmuşsa, işçinin onunla olan alâkası da otomatikman sona ermiş demektir. Görülüyorki, iş tutmamak konusundaki hareket bir tarafı hakikat meselenin başka bir cephesi, idari cephesi vardır. Meseleyi bu kadar karışık ve müzmin hale getirenler vardır. Nihayet, belli başlı olarak Denizbank şimdiye kadar bu meseleye el atmamış, (ben bu işi müteahhide verdim, onu mesul tutarım) düşüncesi içinde işçiyi yüz üstü bırakması vardır. Deniz işçisinin etrafında oy avcılığı yapmak için sıralananlar ise meydandan büsbütün çekilmişlerdir. Zavallı işçigelsin, şimdi hesap versin!..
İhtilâfın bu hale gelmesine sebep olanlar, manevi sorumluluktan yaklarını sıyırabileceklerini zan ederler mi; Eğer… ise, duygusuzluklarının karşısında parmak ısırmamak elden gelmez.
Biz o kanaatteyiz ki, son hadisenin adlî safhasının alabileceği her hangi bir sekili İzmir limanının bu kangran olan yarasını tedavi edemez. Limanın yükleme, boşaltma işini halledemez ve burada çalışan insanların hakları davasını güvenceye bağlamış olamaz.
Resmi makamlar ve Denizbank, bu işi inceden inceye çalışanların haklarını: nihayet limanın huzur ve emniyetini sağlayacak şekilde hal etmeğe mecburlar. Ve bu mevzu derhal ele alınmalıdır.
Sabah Postası – 18 Temmuz 1954
Grev hâdisesiyle ilgili duruşmaya başlanacak iddianame, 28 daktilo sahifesi.
İddianame:
15/7/954 günü saat 8 den 20/7/954 tarihine kadar işbaşı yapmamak sureti ile «Grevi tertip, teşvik ve tahrik suçu ile İzmir liman işçileri sendikası ile Alsancak Hububat, kömür ve maden tahmil tahliye sendikası işçilerinden 557 kişi hakkında müddeiumumilikçe (savcılıkça) yapılan tahkikat sona ermiş ve hazırlanan iddianame asliye ceza mahkemesine gönderilmiştir.
Bu şahıslardan Abdullah Zobu ve 18 arkadaşı için Greve teşvik ye tahrik, Abdurrahman Acun ve 539 arkadaşı içinde grev yapmak suçlarından dâva açılmış bulunmaktadır.
Müddeiumumi muavinlerinden Nevzat Akın tarafından hazırlanan iddianamede dâvaya mevzu olan hâdisede elde edilen deliller şu şekilde sıralanmıştır:
(1— İşçi Sigortaları kurumu, iş veren Osman Gürtan, Denizcilik bankası T. A. O. lığından celbolunan iş yeri işçi listeleri ve emniyet beşinci şube müdürlüğü kayıtlan yardımı ile yapılan tahkikte 752 işçinin bulunduğu tespit olunmuştur. Binnetice 539 işçinin muhtelif sıfatlarla suça iştirak ettiği anlaşılmakla grev nisabı fazlası ile teşekkül etmektedir.
2— Yukarıda (Hâdiseye mukaddem vekayi) ve (Delillerin tadadı) kısımlarında dercolunan yazılı belgelerin tetkikinden anlaşıldığı veçhile maznunların iş yerinde mer'î iş statüsünü değiştirmek maksadile mütevali müracaatlarda bulundukları ve intizara tahammül göstermiyerek grev yaptıkları ve bu itibarla grev sebebinin (Kendi menfaatlarına daha uygun gördükleri başka iş şartlarını işverene kabul ettirmek) olduğu açıkça tezahür etmektedir.
3— İzmir Deniz İşçileri Sendikası ve Alsancak Maden Kömür ve Hububat Yükleme ve Boşaltma sendikasının 7/7/954 günü olağan üstü bir umumi heyet toplantısı akdederek bir çok müracaatlara rağmen isteklerinin yerine getirilmeyişinden mûteessiren ve münfailen tahrik edici konuşmalar yaptıkları ve suç günü olan 15/7/954 gününün tesadüfen seçilmiş bir tarih olamayıp Osman Gürtan’ın mukavelesinin bittiği tarih olarak tayin edilmiş olduğu ve kongreden sonra muhtelif makamlar nezdinde yaptıkları müracaatlarda (Kongre havasının çok heyecanlı olduğu) ve (İleride vukuu melhuz müessif hâdiselerin zuhurundan mes'uliyet kabul edilmiyeceği) ibarelerile grevi kararlaştırmış oldukları vazıhan anlaşılmaktadır.
4— 557 maznunun 15/7/1954 günü sabahleyin iş başı saatinde tereddütsüz ve toplu bir şekilde iş başı yapmadıkları ve bililtizam kordonda dolaşarak adetâ sessiz ve hâdisesiz bir nümayişe kıyam ettikleri dosyada mevcut 15 - 16 ve 17/7/ 1954 günü emniyet memurlarınca tutulan zabıt varakaları ve müteahhit Osman Gürtan’ın İhbarı ve hâdisenin umumî seyir ve cereyanı ile nümayan olmaktadır.
5— Gerek sendikalar ve gerekse işçi mümessilleri, işveren veya Çalışma Müdürlüğü gibi makamlar nezdinde grev yapacaklarını en ufak bir ima suretile dahi olsun bildirmemişlerdir. Şuna göre, topluca işi terkin birden bire vaki olduğu ve bu sebeple tahmil tahliye işinin felce uğradığı ve iş verenin bu âni hâdise karşısında hazırlıksız yakalanarak hizmetin aksamaması için telâşla etraftan amele topladığı anlaşılmaktadır.
6— Her iki sendika işçileri hizmetlerinin Denizcilik Bankası T. A. Ortakları gibi umumî menfaata hadim bir müessesenin velev ki bir müteahhit marifetiyle olsun organize edişi ve devamlı bulunuşu ve memleketin ihracat ve ithalât bakımından en önemli bir iş yerinde cereyan edişi ve bütün vasıf mahiyetile (Bir âmme hizmeti) olduğu mütalâa edilmektedir.
NETİCE-İ TALEP
Yukarıda hüviyetleri yazılı maznun Abdullah Zobu ve on sekiz arkadaşının İşçi mümessili, sendika başkan veya idare heyeti üyesi olarak tertip, teşvik ve tahrik ile, keza yukarıda hüviyetleri yazılı 539 maznunun 3008 sayılı kanunun 72 maddesi mutlak sarahatile men edilmiş bulunan (Grev yapmak) suçunu işledikleri bervech-i balâ izah ve irae olan delillerle mertebe-i sübuta vasıl olduğundan Abdullah Zobu ve 18 arkadaşının mensup oldukları sendikanın sebep ve gayesi dışında kalan işçilerle iştigal ederek grevi tertip etme hareketleri 5018 sayılı kanun 1 ci maddesi, son fıkrası matufun aleyhe olan 3512 sayılı cemiyetler kanununun34 üncü maddesine temas etmekte ise de fikri içtima sebebile ve ihtiva ettiği ceza miktar ve mahiyetleri itibarile daha ağır bulunduğundan Türk ceza kanununun 79 uncu maddesi nazara alınarak 3008 sayılı iş kanununun 72, 73/1 maddeleri delâletile aynı kanunun 127/2 ve 129/2 ci maddeleri gereğince tecziyelerine.
Abdurrahman Acun ve 539 arkadaşının ise 3008, sayılı iş kanununun 72 nci maddesile yasak kılınan grev yapmak fiilini ika ettikleri, keza yukarı da sıralanan delillerle sabit olduğundan hareketlerine uyan 3008 sayılı iş kanunun 73/1 ci maddesi delâletile ayni kanunun 127/2 nci maddesi gereğince ayrı ayrı cezalandırılmalarına.
Kuruluş maksat ve gayeleri dışında olarak İzmir Deniz İşçileri Sendikası ve Alsancak Maden, kömür ve hububat yükleme ve boşaltma işçileri sendi kasının çalışarak grevin tertip, icra ve devamında müessir rol oynayan ve bu sebeple İzmir Sulh ceza hâkimliğinin 22/7/ 1954 gün ve 1954/91 sayılı kararile muvakkaten faaliyetten men edilen işbu sendikaların 5018 sayılı kanunun 7 nci maddesi gereğince kapatılmasına ve emvalinin Cemiyetler kanunu hükümlerince tasfiyesine ve Abdullah Zobu, Nuri Derviş ve Ahmet Türkkorkmaz'ın 17/7/1954 den itibaren mevkufen geçen günlerinin ve ayrıca nezarette kaldıkları günlerin icra-i mahsubuna ve mevkufluğa taallûku hasebile dâvanın adlî takip süresinde rüyetinde başlanması ve mahkeme harç ve masraflarının maznunlara tahmiline karar verilmesi iddiasile bütün tahkikat evrakı rapten tevdi olunur.
Müddeiumumilikçe şehrimiz Asliye ceza mahkemesine sevkedilen bu iddianemeye mevzu olan dâvanın duruşmasına yakında başlanacaktır.