Çatışmalar, katliamlar ve infazlardan gözü korkanlara Lenin yanıt veriyor: “Kurttan korkan ormana girmesin!”
"Ah şu çokbilmişler! Devrime rıza göstermeye pekâlâ hazırlar —tek şu “olağanüstü karmaşık durum” olmasa. Böyle devrimler yoktur ve böyle bir devrim iç çekişlerinin ardında bir aydının gerici sızlanmalarından başka birşey yoktur. Bir devrim görünüşte pek karmaşık olmayan bir durumda başlamış olsa bile, devrimin kendisi gelişimi içinde daima olağanüstü karmaşık bir durum yaratır. Çünkü gerçek bir devrim, derinlemesine bir devrim, Marx’la söylemek gerekirse, bir “halk” devrimi, eski toplum düzeninin ölümü ve yeni bir toplum düzeninin, on milyonlarca insanın yeni bir yaşam tarzının doğumunun inanılmaz karmaşık ve acılı sürecidir. Devrim en şiddetli, en vahşi, en çılgınca sınıf mücadelesi ve iç savaştır. Tarihte hiçbir büyük devrim iç savaş olmadan gerçekleşmedi. İç savaşın ise “olağanüstü karmaşık durum” olmadan düşünülebileceğini, ancak dar görüşlü, dünyadan bihaber insanlar varsayabilirler.
Olağanüstü karmaşık bir durum olmasaydı, devrim de olmazdı. Kurttan korkan ormana girmesin.
Beşinci argümanda tahlil edilecek hiçbir şey yok, çünkü ne ekonomik, ne politik, ne de herhangi bir başka düşünce içermiyor. Sadece devrimin içini kararttığı ve ürküttüğü insanların iç çekişlerini içeriyor. Bu iç çekişleri karakterize etmek için izninizle iki küçük kişisel anımı aktaracağım.
Temmuz Günleri’nden kısa süre önce zengin bir mühendisle görüşme. Mühendis bir zamanlar devrimciydi, Sosyal-Demokrat Parti, hatta Bolşevik Parti üyesiydi. Şimdi işçilerin ele avuca sığmazlığı, dizginsizliği karşısında dehşet ve öfke içinde. “Hiç olmazsa Alman işçileri gibi olsalardı!” diyordu (yurtdışını tanıyan kültürlü bir adamdı), “genelde toplumsal devrimin kaçınılmazlığını elbette anlıyorum, fakat, savaşın işçilerin seviyesini böylesine düşürdüğü ülkemizde … bu devrim değil, uçurumdur.”
Tarih bizi, tıpkı bir Alman ekspresinin istasyona girişi gibi barışçıl, sakin, pürüzsüz ve sağlıklı biçimde devrime götürmüş olsaydı, toplumsal devrimi benimsemeye hazır olurdu. Terbiyeli kondüktör vagon kapılarını açar ve seslenir: “Toplumsal Devrim durağı. Herkes insin.” O zaman neden kapitalist bayların hizmetinde bir mühendis olmak konumundan, işçi örgütlerinin hizmetinde bir mühendis konumuna geçmesindi?
Bu adam grevler gördü. En barışçıl zamanda bile en basit grevin ne büyük coşku fırtınaları yarattığını biliyor. Sınıf mücadelesi dev bir imparatorluğun tüm emekçi halkını karıştırdığında, savaş ve sömürü, yüzyıllardan bu yana toprak sahipleri, onlarca yıldan bu yana da kapitalistler ve Çarlık memurları tarafından yağmalanan ezilen milyonlarca insanı neredeyse umutsuzluğa sürüklediğinde, bu fırtınanın milyonlarca kez daha güçlü olacağını biliyor. Bütün bunları “teorik olarak” kavrıyor, tüm bunları ağzıyla kabul ediyor, sadece, olağanüstü karmaşık durum gözünü yıldırmış.
Temmuz Günleri’nden sonra, o zamanlar Kerenski Hükümeti’nin beni şereflendirdiği özellikle şefkatli dikkat sayesinde illegal yaşamak zorunda kalmıştım. Tabii ki beni saklayan bir işçiydi. Petrograd’ın ücra işçi mahallelerinden birinde küçük bir işçi evinde öğle yemeği yenecek. Evin kadını ekmeği getiriyor. Evin erkeği: “Şu ekmeğin güzelliğine bak” diyor. “Belli ki artık ‘onlar’ kötü ekmek vermeye cesaret edemiyorlar. Petrograd’da iyi ekmek de olabileceğini neredeyse unutmuştuk.”
Temmuz Günleri’nin bu sınıfsal değerlendirmesi beni şaşırttı. Düşüncelerim, olayların politik anlamı etrafında dönüyor, olayların genel seyri içinde bunların rolünü değerlendiriyor, tarihin bu zikzaklı yolunun hangi durumdan kaynaklandığını ve hangi duruma yol açacağını, değişen koşullara uyum sağlamak için şiarlarımızı ve Parti aygıtımızı nasıl değiştirmemiz gerektiğini araştırıyordu. Hiç yoksulluk yaşamamış bir insan olarak ekmeği düşünmemiştim.Ekmek benim için, yazınsal çalışmanın bir tür yan ürünü olarak kendiliğinden gelen bir şeydi. Düşünce her şeyin temelinde yatan şeye, ekmek uğruna sınıf mücadelesine, olağanüstü karmaşık ve karışık bir yoldan politik tahlille ulaşmıştı.
Fakat, iyi ücret alan ve son derece zeki bir işçi de olsa, ezilen sınıfın bir temsilcisi, hayranlık uyandıran bir yalınlık ve düzlükle, sağlam bir kararlılıkla, biz aydınların çok uzak olduğu şaşırtıcı bir görüş berraklığıyla öküzü boynuzundan yakalıyor. Dünya iki kampa bölünmüş durumda: “Biz”ler, emekçiler, ve “onlar”, sömürücüler. Olup bitenden mahcubiyetin izi bile yok: bu, emeğin sermayeye karşı uzun mücadelesindeki muharebelerden biridir. Odun kesilen yerde yonga uçuşur.
Devrimin bu “olağanüstü karmaşık durumu” ne kadar da acı verici —burjuva aydını böyle düşünüp böyle hissediyor.
“Onları” sımsıkı yakaladık, “onlar” eskisi gibi küstahlaşmaya cesaret edemiyorlar. Daha sıkı tutarsak işlerini tamamen bitiririz —işçi böyle düşünüp böyle hissediyor."
LENİN - “Bolşevikler Devlet İktidarını Koruyabilecekler mi?”, Seçme Eserler, 6. Cilt içinde. Çev: Saliha N. Kaya. İnter yayınları, 1995.