Türkiyeli bir devrimci/sosyalist olan Mihraç Ural’ın adı, Suriye’ye yönelik emperyalist kuşatma ve gerici terör eylemlerinin başladığı ilk günlerden bu yana (yaklaşık 5 yıldır) sıklıkla gündeme geliyor. ABC Gazetesi Ortadoğu Temsilcisi Ömer Ödemiş, Suriye iç savaşı boyunca adı yandaş ve dinci basın tarafından Türkiye bağlantılı hemen her “terör eylemi” ile birlikte anılan Mihraç Ural ile özel bir röportaj gerçekleştirdi.
Lazkiye’den Türkiye sınırına kadar uzanan geniş bölgede, gönüllerden oluşan ve liderliğini yaptığı El Mukaveme (Direniş) örgütüyle birlikte savaşan Mihraç Ural, Suriye’deki sıcak gündemi, politik ortamı ve olası gelişmeleri değerlendirerek öngörülerini anlattı.
Halen Kendisine bağlı 2 bin kişilik birliğiyle (Mukaveme) Lazkiye’nin kuzeyindeki Türkmen bölgesinde konuşlanan Mihraç Ural; Rusya ila yaşanan uçak krizinden sonra gündemin üst sıralarına yükselen Bayır-Bucak Türkmenleri ve Türkmen Dağı bölgesindeki çatışmalara ilişkin sorularımızı yanıtladı. Bilindiği gibi bu bölge, kısa süre önce yeniden Esad güçlerinin eline geçti.
Önce Mihraç Ural’ın kim olduğuna biraz daha yakından bakalım.
Mihraç Ural kimdir?
Aslen Antakyalı olan, eğitim yaşamı Antalya ve İstanbul’da geçen Mihraç Ural, 1970’li yılların başlarında Devrimci Yol /Devrimci Gençlik grubundan ayrılan ve sol çevrelerde “Acilciler” adıyla tanınan radikal devrimci çevrenin lider kadrosundan. Bu çevreye “Acilci” denilmesinin nedeni, Mahir Çayan’ın liderliğindeki THKP-C hareketinin çizgisini izleyen ve bir çatışmada öldürülen İlker Akman’ın kaleme aldığı “Türkiye Devriminin Acil Sorunları” adlı kitaptaki görüşleri savunmalarıydı. Silahlı mücadele yöntemini esas alan bu çevrenin ana gövdesi, 1978-79’da, “THKP-C Acilciler” adını aldı. Mihraç Ural, bu gruptan bazı isimlerin kopmasının ardından, örgütün “bir numarası”, yani genel sekreteri oldu.
Ural, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra bir grup arkadaşıyla birlikte Türkiye’den Suriye’ye geçti ve uzun süre bu ülkede mülteci konumunda yaşadı. Darbe döneminde Türkiye’den kaçan devrimcilere yardımcı oldu. Daha sonra Suriye vatandaşlığına geçen Ural, burada evlendi. Suriye iç savaşının ilk günlerinde gönüllülerden oluşturduğu ve Türkiye’den giden devrimcilerin de içinde yer aldığı El Mukaveme Suriye (Suriye Direnişi) örgütüyle birlikte milis güçlerine katıldı.
Özelikle Lazkiye’den Türkiye sınırına uzanan Kuzey bölgesinde savunma görevini üstlenen, sayısız çatışma ve operasyona katılan bu örgütte çok sayıda Türkmen de yer alıyor. Bölgede ki Türkmenlerle sürekli yakın ilişki içinde olduğunu belirten Mihraç Ural’ın ismi, birçok olayın yanı sıra, 54 kişinin öldüğü Reyhanlı patlamasından sonra da gündeme getirildi. Bu bombalama eylemini Mihraç Ural’ın ‘Acilciler’ örgütünün yaptığı ileri sürüldü. Bu nedenle hakkında (gıyabında) soruşturma başlatıldı.
Ural bu olay üzerine; “Biz sosyalistiz, devrimci bir gelenekten geliyoruz. Asla masum insanları hedef alan bir eyleme kalkışmayız. Reyhanlı katliamı ahlaki, siyasi ve insani bakımdan savunulamaz, vahşi bir terör eylemidir” diye açıklama yaptı. Ural, Reyhanlı patlamasıyla ilgili olarak “MİT’le işbirliği yapan ve Türkiye’yi Suriye’ye müdahaleye zorlayan” dinci terör örgütlerini suçladı. Yandaş ve dinci basın, bu dönemde bölgede meydana gelen neredeyse her karanlık olayda Mihraç Ural’ın adını geçirdi.
'SURİYE DİRENİŞİ KAZANACAK'
Arkadaşımız Ömer Ödemiş’in ABC adına (internet üzerinden) Mihraç Ural’la gerçekleştirdiği özel röportajın tamamını aşağıda sunuyoruz.
ÖMER ÖDEMİŞ: Öncelikle Türkmen Dağı ve Bayır Bucak bölgesinin denilen yer gerçekte neresi? Bu bölgede yalnızca Türkmenler mi yaşıyor?
MİHRAÇ URAL: Coğrafi olarak bu bölge esasında Alevi dağlarının kuzey uzantısını teşkil ederler 1516 Mercidabık savaşı ardından uç beylik nüfusu olarak buralara taşınan Türkmen aşiretlerinin yerleşim alanı olarak “Türkmen Dağları” adıyla anılır olmuştur.
Türkiye sınırı ile Lazkiye arasında kalan bölgedir. Türkiye sınırından güneye doğru yaklaşık olarak 14 km denizden doğuya doğru da 12 km’lik bir alanda bulunan coğrafi kesiti temsil eder. Bu bölgede Suriye mozaiğinin tüm bileşenleri yaşamaktadır. Elimizdeki nüfus verilerine göre de mutlak bir kesinlikle görülür ki Ermeniler (daha çok Kesab beldesinde), Türkmenler ve bu bölgenin her yerinde Araplar (Alevi ve Sünni) barış içinde kardeşçe yaşarlar. Bölgenin Türkmenleri önemli oranda Lazkiye kentine göç etmiş durumdalar.
Türkmen Dağları denilen ve gerçekte ise Alevi Dağları olan kuzey uzantı olan bu dağ ve ovalarda sayısal çoğunluk kesinlikle Araplar lehinedir ama bunun ne yasal ne kurumsal bir anlamı vardır çünkü yasalar karşısında tüm vatandaşlar eşit olarak yaşarlar.
'SURİYE TÜRKMENLERİ EŞİT VE ÖZGÜR YURTTAŞTIR'
- Bu bölgede savaştan önce sıkıntılar, çatışmalar var mıydı? Suriye devleti o bölgeye özel politikalar yada baskılar uygular mıydı?
Bu konuda belki dünyanın en rahat ülkesi Suriye idi. Özellikle Türkmenler açısından hiçbir ayrımcılığı olmayan, yasalardan tamamen eşit yararlanan, kendi kimliğini onurluca taşıyan ve bunun karşısında kimsenin özel bir baskısının olmadığı bir ortamda yaşıyorlardı. Türkmenler kültürleriyle hüzün ve sevinçleriyle Türkmen olarak yaşadıkları Suriye’de özellikle 2000 yıllarıyla başlayan ikili komşuluk ilişkisine paralel olarak, çok daha rahat, çok daha etkin dil kullanımıyla Türkmenler yaşamın her alanında diğer etnik topluluklarla eşit olarak yaşam sürdürmektedirler. Bulundukları yerlerde devlet kurumlarının ağırlıklı unsurları olarak görevlerini kamu hizmetinde görürlerdi ve bu hala geçerlidir.
Burjislam’ın, İm el Tuyur, İsevi’nin, Rebia’nın, Katsal’ın belediye başkanları hep Türkmen olarak seçildi. Elektrik dairesi kurumunda ağırlıklı yönetici ve işçiler bu bölgede Türkmenlerdir hala da böyledir. Savaşın zorluklarına ve Türkmenler içinden çıkan mafyacı vatan hanilerine rağmen bu hiç değişmedi. Ziraat müdürlüğünde kooperatiflerde ve yaşamı ilgilendiren tüm siyası ekonomik sosyal kültürel kurumlarda Türkmenler etkin olarak yerini alırlar ve kendi aralarında Türkiye’den bin kat daha özgür şekilde kendi dilleriyle iletişim içinde olurlar.
Türkiye’de Kürtçenin hala resmi bir mahiyet almamış olduğu koşullara ve son on yıllar içinde Kürtlerin çektiği acılara bakılırsa Suriye etnik topluluklar için bir cennettir; Suriye devleti tarihinde bir tek etnik katliamın olmaması, sıradan kitle çatışmasının bile bulunmaması bunun önemli bir örneğidir. Suriye devleti çoğunluk mezhebi Sünni olmasına karşın laik bir devlet olarak ülke vatandaşlarının kendi kültürleriyle ilgili yaşam tarzlarına asla müdahale eden bir devlet olmamıştır. Nevroz kutlamalarının bile kanla bastırıldığı, Kürtçe konuşmasının yasak olduğu bir ülkeyle karşılaştırdığımızda farkı görmek zor olmaz.
'SURİYE ALEVİ DEĞİL, ASLINDA BİR SÜNNİ DEVLETİDİR'
- Bölgede mezhep çatışması ya da mezhep ayrışması var mıydı?
Mezhepsel açıdan  Suriye Sünni mezhebi resmileştirmiş bir ülkedir. Sanılanın ve ileri sürülenin aksine Sünnilik Suriye’de Aleviler, Şiiler gibi tüm İslami mezheplerce üst mezhep olarak genel kabul görmüştür. Alevilik için zerre kadar bir hak ya da kurumsal bir ayrıcalık yoktur. Alevilik yok sayılan bir mezheptir ve bu mezhebin hiçbir yanıyla devlet iktidarını tekeline almak gibi eğilimleri yoktur. Alevilik, bir inanış ve ibadet biçimidir. Bu yanıyla siyasal bir yönelimi ve talebi yoktur. Ama Sünnilik, bilindiği gibi şer-i kuralları ve kanunları bulunmaktadır. Bu nedenle devletsiz, iktidarsız asla yürüyemez; yabacı bir ülkede bile şer-i fetvalar olmaksızın İslami yaşam olamaz. Sünniliğin bu özelliği ile şer-i mahkemelerin olduğu ülkede bir Hıristiyan erkek bile Müslüman bir kadınla İslam’a girmeden evlenemez (Suriye’de bile durum budur).
Alevilikle uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan Suriye devleti aslında bir Sünni devlettir. Suriye’de Vakıflar Bakanlığı (Türkiye’nin Diyanet İşleri Başkanlığı gibi) inanç işlerini her alanda yönetir. Türban tartışması gibi ilkel tartışmalar, giyim kuşama müdahale eden hiçbir yaptırım ve algının olmadığı bu konuda herkesin özgür olduğu laik Suriye’de dev kadro ve bütçesiyle Sünni mezhep adına çalışan 24/24 TV yayınlarıyla Nur el Şam TV, dergi ve gazeteler her köşeye hakim olma çabası içinde özgürce görüşlerini iletir.
'SÜNNİ YURTSEVERLER DİRENİŞİN EN BÜYÜK GÜCÜ'
Suriye’de mezhepsel sorunun olmayışı bu savaşta Sünni mezhep kökenli yurtseverlerin direniş mücadelesine ezici çoğunlukla katılmalarından bellidir. Çünkü Şam’da İslam barışçıl insanı yüzüyle kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu işin son öncüleri, Rahmetli şehit Ramadan Buti (Kürt asıllı), Cumhuriyet müftüsü laik Şeyh Bedreddin Hassun gibi akıllardır. Bu açıdan Türkmenler her köyde var olan camileri imamları hatipleri ile tam ve özgürce devletin her müdahalesinden uzakta kendi ibadetlerini yaşarlar ve hala öyledir. Bu gerçeklerini aksini bir tek Türkmen üzerinden hiç kimse gösteremez. Bu savaştan çıkan da Türkiye’deki göçmenlere de sorulabilir böyle bir baskı asla olmadı olmayacakta. Bunun en iyi kanıtı çoğunluğu Sünni olan Suriye’de bu gün vatan sever direnişi sürdüren gücün çoğunluğunun Sünniler olduğunu bilmek yeterlidir.
Kimse kimseyi yalanlarıyla aldatmasın. İbadet özgürlüğü en gelişmiş bölge ülkesi Suriye’dir. Türkmenler Sünni ve Alevi olarak en özgür inanç yaşamı içindeler ve devlette bu nedenle sıkıca bağlılar. Geride kalan Türkmenlerin özellikle ekonomik sosyal kültürel ilişki içinde oldukları Sünni Arap ve Alevi kardeşleriyle yüksek bağları davam eden kararlılık kazanmış yaşamları bunun için yeterli bir örnektir. Bugün hala terör şebekelerinin elinde bulunun bütün Türkmen bölgelerin memurları düzenli bir biçimde Suriye devletinden maaşlarını almaya devam etmektedir. İşgal altındaki diğer bölgelerde de aynı durum geçerlidir. Suriye’de eğitim hizmeti, sağlık, büyük oranda ulaşım hala bedavadır ve bunlardan herkes eşitçe yararlanmaktadır.
''TÜRKMENLERİ MİT KIŞKIRTTI'
- Suriye devleti Türkmen Dağı ve Bayır Bucak bölgesindeki kontrolü nasıl ve ne zaman kaybetti?
Bölge tamamen dağlık bir bölgedir köyler arasında, vadiler ve tepeler yer almaktadır. Bu alanda Türkiye’de MİT tarafından eğitim verilmiş ve kaçakçılıkla uğraşan lümpen (serseri, mafyacı) grupların başlattığı katliamlar, bu bölgeyi savaş alanı haline çevirdi. Şöyle düşünmek gerek, bu silahlar aniden nereden çıkıp geldi? Meşru devlet güçlerine karşı hiçbir sivil ve barışçıl protesto yokken bu ölüm süreci aniden nasıl başlatıldı? Kimden güç alındı?
İşte bu sorunların tümünün cevabı tek bir adrese çıkmaktadır; o da Erdoğan Türkiye’si. O da MİT eliyle kanlı ve kirli işlerini yürütmektedir. MİT Türkmenlere 1990’larda el attı. Türkiye’de MİT hesabına okuyan kimi Türkmen aile çocuklarına baskı yolu ya da maddi teşvikle kendi öz vatanına, devletine silah kaldırmaya sürüldü. 1990’lı yıllarda art arda çöp bidonlarında patlak veren bombalar bunun bir sunucuydu. Birçok Türkmen yakalanıp yargılandı 10 yıl sonra ise cezaları bitmeden iki ülke arasındaki iyileşen ilişkilerin yüzü hürmetine serbest bırakıldılar. Bunlar arasında daha önce Halep trenini bombalayarak masum onlarca insanı öldüren iki kardeş de (Bayraktarlar) serbest bırakıldı.
Hiçbir barışçıl gösteri olmadan aniden devlete karşı elde silah savaşmanın tek bir kaynağı var, o da Türkiye’dir. Türk halkına hakaret olmaması için de Diktatör Erdoğan’ın Türkiye’si demekle yetineceğim. Kardeşlikten düşmanlığa hiç nedensiz geçiş ise AKP’nin marifetidir. Türkmenler hiçbir zaman hiçbir yerde kitlesel bir karşıt duruş içinde olmadılar bunun tek bir örneği yoktur.
Lazkiye sahil şeridinde yaşayan Türkmenler (Burj İslam., Sulayıp Türkmen, İm el Tuyur, İsavi, Bedrusi gibi beldelerde) hala diğer etnik dokularla iç içe kardeşçe yaşadıklarına baktığımızda, Türkmen halkının bu terör şebekeleriyle uzak yakın ilgisinin olmadığı görülür. Tüm barışçıl ve yasal yollarla hak talebi yapabilme imkânının olduğu bir ülkede, meşru devlet gücüne karşı silah çeken kim olursa olsun teröre yaslanmaktadır demek yanlış değildir.
'ELİNE SİLAH ALIP SAVAŞANA SİVİL DENEMEZ'
- Siz Türkmenlerin Suriye devleti ile çatışmasını sadece MİT’e mi bağlıyorsunuz?
Şimdi bakın Türkmenler Suriye sosyal dokusu içinde inançlarıyla kültürleriyle en barışçıl halk kesimleridir. Hiçbir zaman olumsuz davranış içinde de olmayan Türkmenler zorla baskıyla teröre çekilmek istenmiş, ama bu sonuçsuz kalmıştır.. Türkiye’nin ırkçı milliyetçi zorlamasıyla kışkırtılanlar ise lümpenler ve MİT beslemeleridir. Bunun için bugün Türkmen bölgelerinde Cündi el Şam, İŞİD, İslam Cephesi, Fetih Ordusu gibi tamamen yabancılardan ve kimi Araplardan oluşan terörist guruplarca askeri baskı altında bulunmaktadırlar. Türkmenler savaşmak istememelerine rağmen yaşadıkları alanları bu terör şebekeleri kullanmaktadır.
Dikkatlice incelerseniz görülecek ki, bölgede tekbir sivil ölümü bile gösteremiyorlar. Tümü terör şebekesine ait insanlar. Savaşan, elinde silah olan insanlar. Bu nedenle elinde silah cephede mevziye giren insanı sivil saymak gülünçtür. Devletin meşru kuvvetlerine silah çeken dünyanın en azılı terör şebekeleriyle kol kola, El Kaide gibi terör örgütleriyle birlikte vuruşan, Dera’dan Türkiye’den Rakka’dan yardım alarak silahlı başkaldırı yapanlar teröristtir. Türkmenler terörist değildir, eline silah alan ise “sivil Türkmen” sayılamaz. Onlar asla bir etnik topluluğu, Türkmenleri temsil edemez. Temsil ettikleri dış güç Erdoğan, gerici Arap rejimleri ve emperyalist ülkelerdir. O halde sonuçlarına katlanırlar.
'HAKSIZ VE KİRLİ SAVAŞ'
- Şimdi bölgede durum nedir? O bölge de sivil halk yaşıyor mu?
Suriye ordusu ve Ruslar ortak operasyon düzenleyerek Türkmen Dağını ve Bayırbucağı tekrar kontrolü altına aldı. Bu operasyonlarda vurulan sadece eli silahlı teröristlerdir. Bir tek Türkmen sivil yerleşim birimine girilmemiştir, tepeler ve vadilerde mevzi savaşı verilmektedir. Sivil halkın yaşadığı bir tek yer vurulmamıştır. Zaten sivil halk savaş ortamından uzakta yaşamakta ve buralara hiçbir füze hiçbir kurşun ya da bomba atılmamaktadır. Bir Mukaveme Suriyyi militanı olarak, savaşın orta yerinden size kendi gözlemlerimle anlatıyorum; en ileri noktalarda bile bir tek sivile zarar verilmemiştir. Bunun tersini iddia eden buyursun kanıtlasın.
Bayır-Bucak’ta hakim olan terör şebekesi Nusra Cephesidir, Cündi el Şam’dan destek almakta ve bir kısım İŞİD’li çevrelerin de mevzileri bulunmaktadır. Ayrıca, “Fetih Ordusu” adı altındaki oluşumdan, dolaysıyla Erdoğan Türkiye’sinden Katar ve Suudi’den yardım alarak bu haksız ve kirli savaş sürdürülmektedir.
'NİHAİ AMAÇ TÜRKMEN BÖLGESİNİ İLHAK'
- Türkmen Dağı denilen bölgenin ve Bayır Bucağın Suriye devleti açısından önemi nedir?
Vatan toprağının her bir karışı önemli ve kimseye bırakılamaz. Erdoğan Türkiye’sinin kirli Yeni-Osmanlıcı emelleriyle, Liva İskenderun’dan sonra en az 3000 Km karelik alanı Türkmen özerk bölgesi yapmak istiyor. Tabi sonrasında adım adım Türkiye’ye ilhak etme hedefi bulunuyor. Hiçbir onurlu ülke, böylesi bir komşunun ahlaksız girişim ve kanlı emellerini kabul edemez.
Erdoğan’ın Türkiye’si maalesef bu algılarla kirletilmiştir. Türkiye halkı buna karış çıkmalı, kardeş Suriye’ye barışcıl ilişkilerle yaklaşmalıdır. Bunu yapacak Türkiyeli yurtsever çevrelerin hiçte azınlıkta olmadığına inanıyorum.
‘DÜNYAYA BİR KAZANDIK DİYECEĞİZ'
- Suriye de süreç sizce nasıl bir noktaya doğru gidiyor?
Suriye halkı adım adım zafere doğru gidiyor. Öyle ki, 5 yılı aşkın bir süredir sürdürdüğümüz inançlı ve kararlı mücadelemizle zaferi hak ettik. Suriye halkı ağır bedeller ödedi. Ancak vatanına asla ihanet etmedi. Ben bu zafere hep inandım. Yakın bir zamanda  tüm dünyaya “biz kazandık” diyeceğiz (ÖMER ÖDEMİŞ - ABCGAZETESİ.COM)
Daha yeni Daha eski