Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Hatip Dicle, Cumhuriyet'ten Selin Ongun'a konuştu.
Dicle, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun "AKP ve HDP'nin görüştüğünü ve başkanlık konusunda pazarlık var" iddiası için "afaki açıklamalar" derken, ABD tipi başkanlık önerisine Öcalan'ın da "tartışılabilir" dediğini hatırlattı.
İşte Dicle'nin söyleşisinin ilgili kısmı:
Siz hiçbir görüşme yok, dediniz. Kemal Kılıçdaroğlu, “AKP ve HDP'nin görüştüğünü ve başkanlık konusunda pazarlık olduğunu” söyledi. Bu nedir?
Bunlar afaki açıklamalar. Öyle bir görüşme yok.
“Kürtler özerkliği alır başkanlığı verir.” Buna ne diyorsunuz?
Kesinlikle doğru değil. Bizim özyönetim önerimiz ademi merkeziyetçi bir sistem. Oysa AKP'nin ya da Cumhurbaşkanı'nın kafasındaki Türkiye'yi Türkmenistan modeline götürmek isteyen bir tek adam sistemi. “Bizim savunduğumuz Amerika'daki gibi bir başkanlık sistemidir. Bunun ademi merkeziyetçi yanları olacak, yasama ve yürütme arasında denge olacak, bizim tasarımız budur” deseler Türkiye'de bunun çok destekçisi olacağına inanıyorum. Hatta CHP'den bile bunu destek gelebilir.
Siz destekler misiniz ABD tipi başkanlığı?
Bunu Sayın Öcalan daha önce açıkladı. “AKP'nin aklında öyle bir sistem varsa biz bunu değerlendirmeye hazırız” dedi. Ama akıllarındaki o değil, Türkmenistan'daki gibi bir model. Şimdi Saray'ın ve hükümet sözcüsünün “Özyönetim ihanet, özyönetim fantezi” gibi sözlerini biliyorsunuz. Bunları söyleyenlere, iki buçuk yıl Sayın Öcalan'la neler görüştüler, acaba diye sorarım.
Neler görüşüldü?
Özyönetim deklarasyonunda yer alan, Dolmabahçe mutabakatında yer alan maddeler görüşüldü. Dolmabahçe mutabakatından önceydi. Sayın Öcalan, “Bundan böyle demokratik özerlik yerine yerel demokrasiyi kullanacağım artık” dedi. Dolmabahçe mutabakatının birinci maddesi de budur: Ulusal demokrasi ve yerel demokrasinin gelişmesi üzerine müzakere yürütmek. Belki 10 gün, belki 2 ay süren bir tartışma olacaktı. Ama hedef buydu.
Sizin özyönetim deklarasyonunuzdaki 14 madde devlet heyeti ile Öcalan arasında konuşulan başlıklar, öyle mi?
Salt onlar değildi. Silahsızlanma da konuşuluyordu, çok şey konuşuluyordu. Biz o 14 maddeyi sadece öz yönetim ile sınırlandırdık.
Devlet heyeti ile Öcalan arasındaki görüşmelerde özyönetim konusunda nereye varılmıştı?
Şunu çok iyi biliyorum. Avrupa Yerel Yönetimler Özerlik Şartı'na ilişkin çekincelerin kaldırılacağı konusunda taahhütte bulunulmuştu. Tahmin ediyorum ki, “Ahmet Necdet Sezer'in veto ettiği, kamu yönetimi reform yasa tasarısını yeniden gündeme getiririz, sizin sözünü ettiğiniz yerel demokrasiyi güçlendirme bu şekilde aşılabilir” gibi bir formül gelişmiş olabilir. Zaten bu da müzakere başlıkları arasındaydı. Bütün bu başlıklar izleme heyetinin mutabakatında karışılıklı imza altına alınacaktı. Sayın Öcalan, “Bir parlamento heyeti ya da Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın önünde PKK'ye nihai çağrıyı yapacağım” diyordu. Çünkü her şeyin resmi gelişmesini istiyordu.
Heyetin buna ne yanıt verdiğini biliyor musunuz?
Ben görüşmeler sırasında heyetin hiçbir olumsuz tavrına rastlamadım. İsmini veremeyeceğim devlet heyetinden bir bürokrat bir gün şöyle dedi: Burada konuşulanları yazdığımız tutanakların bakanlara özetini veririz. Ancak biz buradan ayrıldıktan birkaç saat sonra tutanakların bir nüshası Başbakan'ın, bir nüshası Cumhurbaşkanı'nın önünde olur. Başbakan ve Cumhurbaşkanı'na burada konuşulanları satır satır ve kelime kelime sunarız. Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanı'nın “Dolmabahçe'den haberim yoktu” gibi sözleri gerçeği yansıtmıyordu.
Son süreçte devlet heyeti Öcalan'la görüşmüş olabilir mi?
Bilemiyoruz. Son görüşmede Sayın Öcalan, Sırrı ve Pervin arkadaşlara, “Devlet heyeti ile birlikte bile gelseniz, izleme heyeti yoksa hiç gelmeyin. Gelseniz de görüşmem sizinle” demiştir. Son zamanlarda devletten gelen dayatmaları da dikkate alarak “Görüşmelerde ciddiyet kalmadı. Sabrımın sınırlarındayım” diyordu. Çekilme noktasına geldiğini sezdiriyordu bize. Yani Sayın Öcalan ile irtibat olsa dahi henüz bir ikna durumu başarılmadığı için kamuoyu önünde tekrar bir tartışma başlatamıyor da olabilirler.
Anlamadık, yani şu anda Öcalan ikna edilemediği için mi, görüşme olmadığı için mi sessizlik var?
Bilemiyoruz. Sahiden bilemiyoruz. Olasılık olarak söylüyoruz.
Size gelen bir mesaj var mı?
Hayır yok. Biliyorsunuz “Sekretarya” adı altında beş kişi İmralı'ya götürülmüştü. Nasrullah Kuran ve Çetin Arkaş, daha yeni Silivri'ye sürgün edildiler. Basına yansımadı. Önceden bunları avukatları ile görüştürmediler. Sonra görüştürüyorlar. Fakat şöyle oluyor. Biliyorsunuz, avukat ve müvekkil görüşmesi aslında gizlidir. Yanlarında gardiyan olmadıkları belli olan, maskeli on kadar kişi bulunuyor. Ve oradaki görevli de “Öcalan hakkında konuştuğunuz an görüşmeyi keserim” diyor. Görüşme esnasında İmralı'dan ayrılacaklarını öğrenince Kuran ve Arkaş, Öcalan ile vedalaşmak istediklerini söylüyorlar. Kabul ediyorlar. Ancak sonrasını şöyle anlatıyorlar: “Hücreden bizi çıkarır çıkarmaz üzerimize atladılar. Arkadan ellerimizi kelepçelediler. Ve ondan sonrasını, oradan nasıl çıkarıldığımızı, nasıl getirildiğimizi hatırlamıyoruz.”
İmralı'daki sekretaryadaki diğer üç kişi hakkında bilginiz var mı?
Yok. Kuran ve Arkaş da bilgilerinin olmadıklarını söylemişler.
Çok kişi çok şey söyledi. Sizin izleniminiz nedir: Masa neden devrildi?
Masanın devrilmesinde asıl mesele Rojava'daki gelişmelerdi. Orada kazanılan uluslararası meşruiyet, daha sonra Telabyad'ın alınması, iki kantonun birleşmesi, tüm bunlar Erdoğan ve çevresini çıldırtma noktasına getirdi. Devletin temel korkusu şuydu: “PKK, Amerika ile, şununla bununla anlaştı, bunlar benim güneyimde Kürt petrollerinin Akdeniz'e taşındığı bir koridor kuracaklar. Bu benim için tehdittir.” Oysa bu konu gündeme geldiğinde Sayın Öcalan defalarca şunu söyledi: “Yavuz Sultan Selim zamanında, Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi, bizim için KürtTürk ittifakı esastır. Bakış açımız budur, kesinlikle bizi İmralı'ya tıkan bir güçle böyle bir teslimiyet anlaşması yapmayız.” Ancak bu Rojava korkusu galip geldi. Diğer konu da HDP'nin parti olarak seçime girmesiydi. HDP'nin bağımsız adaylarla seçime girmesi ve Öcalan'ın yasal düzenleme yapılmadan hemen silahsızlanma çağrısı yapması için ısrar edildi. Yani üç temel neden oluyor: 1) Rojava'daki gelişmelere karşı duyulan korku. 2) HDP'nin parti olarak seçime girmesi. 3) Yasal düzenleme yapılmadığı için nihai çağrı yerine niyet beyanı yapılması. Bu üç nedenden dolayı masa devrildi.
Kürt siyasi çevrelerinden hep onu duyduk: “Masayı bizzat Erdoğan devirdi.” Siz hem Habur hem de İmralı Heyeti'nde bulunan bir isim olarak kendisinden bizzat randevu almayı ve konuşmayı düşündünüz mü hiç?
İnanın bu ortamda randevu girişiminde bulunsak ne kendileri “buyurun, gelin” diyebilir, ne de biz Kürt toplumunun bize göstereceği tepkiyi göze alarak böyle bir talepte bulunabiliriz. Düşünün, Diyarbakır'da yasaklı alanların dışında dahi top mermilerinden insanlar ölüyor. Cizre, bir çukurun içindeki çanak gibi etrafı tanklarla sarılmış, top ateşlerine tutuluyor. Böyle bir ortamda görüşmeye gidersek “Siz bizi nasıl temsil ediyorsunuz” derler.
Erdoğan ile Leyla Zana görüşse toplum tepki verir mi?
Onu Leyla Zana'ya sormalısınız.
Erdoğan ile Zana görüşse Hatip Dicle “İyi ki görüştüler” der mi?
Politika sonuç almaktır.
- Yani?
Bu savaşın acıları içerisinde bir asker ya da polis annesi de Cumhurbaşkanı'na tepki gösterebilir. Leyla arkadaşın barışçıl yanı Batı'daki toplum tarafından görüldüyse de “Bunların hepsi PKK'li” algısı da var. Yanisi şu: Diyalog ortamının şu anda zemini yok. Ne yazık ki yok.
Ama gizli diplomasi diye bir şey de var, değil mi?
Ama o da yok şu an. Ne yazık ki yok. Bunu üzüntüyle söylüyorum.
Hatip Dicle röportajının tamamı için tıklayınız.