SİLAHLI MÜCADELE Silahlı mücadele ile devrim ilişkisi iki yüz yıldır tartışılır durur. Marks ve Engels’te silahlı mücadele önerisi yoktur. H...
SİLAHLI MÜCADELE
Silahlı mücadele ile devrim ilişkisi iki yüz yıldır tartışılır durur. Marks ve Engels’te silahlı mücadele önerisi yoktur. Hatta İngiltere gibi parlamenter rejimlerde “barışçıl geçişi” bile öngörmüşlerdir. Engels, “barikat savaşları”nın, ağır silahlar karşısında artık geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Lenin’de bile net bir silahlı mücadele önerisi yoktur. Daha çok proletaryanın kitlesel ayaklanmasına dikkat çekmiştir. Silahlı mücadele ve gerilla mücadelesi esasen Çin Devrimi’nden sonra devrimcileri cezbeden bir mücadele biçimi olmuştur. Aslında Mao bile, gerilla mücadelesini belirli şartların dayattığı bir mücadele biçimi olarak ele almıştır. Küba Devrimi’nin silahlı mücadelenin fetişleştirilmesine katkısı büyük olmuştur. Ne var ki, bu silahlı mücadelenin geri planındaki uzun ve çetin kitlesel mücadeleler dönemi çoğunlukla gözardı edilir. Anarşistler de, zaman zaman silahı ele almak zorunda kalmış olsalar da, silahlı mücadele ortamının kitleleri ürküttüğünü, dağıttığını bilir ve dile getirirler. Hatta anarşist hareketin içinde silahı total olarak reddeden güçlü bir pasifist damar da vardır. Büyük Rus romancısı Tolstoy bu eğilimin atası sayılır. Durruti, Franco faşistlerine karşı elde silah Madrid savunmasında yer aldığı sırada, kendisinden hareket ederek, “savaşın insanı çakallaştırdığını” söylemiştir. (Bkz: Abel Paz, Halk Silahlanınca, çev: G.Zileli, Kaos-Yayın Kolektifi).
Devrim, bir silahlı gücün (devletin) yerini bir başka silahlı gücün (yeni devletin) alması değil de, proletaryanın, halkın, halkların kaderini kendi eline almasıysa eğer, yaşanan silahlı mücadele deneyimlerinin son tahlilde devrime hizmet etmediği, tersine onu bastırdığı tespit edilebilir. Tarihi örneklere bakalım.
Büyük Fransız Devrimi, Paris halk kulüplerinin kitlesel inisiyatifiyle sağlıklı bir şekilde yürürken, Avrupa reaksiyoner güçlerinin (İngiltere vb.) devrime saldırısıyla bir “devrimci savunma savaşı”na döndüğü an, halk inisiyatifi elden kaçırmış, bundan sonra devrim Jakobenlerin inisiyatifi altında “devrimci diktatörlük”le yürütülmüş, Jakobenler, Saint Just’un deyişiyle “hürriyetin istibdadı” adına kelle koparmaya girişmişlerdir. Bu andan itibaren gerçek Fransız Devrimi sönmüş, Devrim’in sloganlarını kullanan Napolyon, Avrupa çapında istila savaşlarına girişmiştir.
1917 Şubat Devrimi son derece barışçı bir devrimdi. Koca Çarlık halkın direnişiyle yıkılmıştır. 1917 Ekim Devrimi de, sanıldığının tersine, başlangıçta barışçıl bir devrimdi. Sadece Smolny’de üstlenen Çarlık yanlısı kadın taburuyla küçük çaplı çatışmalar olmuştur. Devrime direnen Çarlık subayları ve bakanlar gözaltına alındıklarından kısa süre serbest bile bırakılmışlardır. Fakat bundan sonra, Batılı kapitalist devletler Sovyetler Birliği’ni ablukaya almış, yıkılmış Çarlık güçleri aracılığıyla korkunç bir iç savaşı dayatmışlardır. Başlayan İç Savaş tam bir kan banyosuna dönüşmüş ve bu kan gölü bizzat devrimi boğmuştur. Zaten amaçları da buydu.
Çin komünistleri de başlangıçta kitlesel barışçı yöntemleri tercih etmişlerdi. Ne var ki, müttefik olduklarını sandıkları Çan Kai-şek’in Guomintang’ı komünistlere ve devrimi destekleyen işçi, köylü kitlelerine karşı korkunç bir katliama girişmiştir. Çinli komünistler, ülkenin büyüklüğünden yararlanarak kendilerini tamamen yok edilmekten kurtarmışlar ve çekildikleri, devletin ve savaşın ulaşamadığı kırsal alanlarda, görece barışçıl bir ortamda devrimi geliştirebilmişlerdir. Sanıldığının tersine, kırsal bölgelerdeki kızıl üs bölgeleri, savaşla değil, görece barışçıl bir ortamda var olup gelişebilmişlerdir. Elbette bu barışçıl ortama devrimin silahlarının da katkısı olmuştur. Kızıl Ordu’nun silahlı gücünden çekinen Çan-Kay-şek bu üs bölgelerine büyük saldırılar düzenleyememiştir. Evet ama, bu silahlı gücün halkın moral devrimci değerlerinde ne gibi etkiler yaptığını biliyor muyuz? Halk, isterse adı kızıl ya da devrimci olsun, kendisinden ayrı bir silahlı güçten her zaman çekinir, gerçek düşüncelerini ortaya koyamaz, devrimci coşkusunu ve inisiyatifini gerçek anlamda sergileyemez.
İspanya İç Savaşı da bu konuda öğretici derslerle doludur. Franco faşizmine karşı en başarılı direnişi Barselona’daki, sadece çekiçlerle silahlanmış işçi kitleleri göstermiştir. Bir askeri darbenin işçiler tarafından yenilgiye uğratılabildiği tek örnektir bu. Keza, Franco darbecilerine ve ordularına en büyük direnişi, derme çatma silahlarla silahlanmış devrimci Marksist POUM ve anarşist CNT-FAI milisleri göstermiştir. İspanya Devrimi’nin faşistler karşısındaki yenilgisi, Cumhuriyetçi nizami ve modern ordunun inşasıyla doğru orantılıdır. Ordulaşma süreci halktan kopma süreciyle doğru orantılıdır. Kaldı ki, halkla milisler arasındaki gerçek ilişkileri de tam olarak bilmiyoruz. Halk, bir yandan kendi özsavunması için milise destek verir ama bir yandan da silahlı bir güç olduğu için ondan çekinir. Ebeveynlerinin, büyüttükleri kendi evlatlarından çekinmesi gibi bir şeydir bu: Sevgi ve korku ilişkisi.
Daha yakın zamanlara gelelim. “1971 direnişi” çok destanlaştırıldı ama aslında gerçekten de kahramanca sahneleri içeren bu direniş bir yenilginin ürünüydü. Ergun Aydınoğlu’nun Sol Üzerine Her Şey Mi? (Versus, 2008) kitabında belirttiği gibi bu, bir “ileriye kaçış”tı. 1971 yılına kadar kitlesel mücadelelerle ilerleyen sol hereket, bu tarihten sonra, darbecilerin ve devletin açtığı silahlı çatışma yoluna girmiş ve belki de bir yenilgi bilinciyle silahlı mücadeleyi iyice abartmıştır.
Sol hareket, ancak Ecevit’in iktidara geldiği 1974 yılının barışçı ortamında yeniden gelişip, serpilmeye, kitleselleşmeye başlamıştır. Bunu gören faşist güçler, solu yeniden silahlı çatışma alanına çekmekte gecikmemişlerdir.
2011 yılında Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da dikta rejimlerine karşı başlayan ayaklanmalar da bize aynı şeyi göstermiştir. Tunus ayaklanması büyük bir kitlesellikle başarıya ulaştı. Mısır da öyle. Ve bunlar domino taşı etkisiyle doğuya doğru yayıldı. Ayaklanmalar Libya’ya gelince, bu kitlesellikten ürken batılı güçler, özellikle Fransa işin içine silahı soktu ve o andan itibaren ayaklanma ve devrimler yozlaşmaya başladı. Bunun en tipik örneğini Suriye’de görüyoruz. Bunu kavramak için Fehim Taştekin’in Suriye-Yıkıl Git, Diren Kal (İletişim, 2015) kitabını mutlaka okumak gerekir. Suriye rejimine karşı “Yıkıl Git” diye ayağa kalkan halk kitleleri, Türkiye başta olmak üzere bölgesel ve küresel reaksiyoner güçlerin işin içine silahı ve mezhepsel intikamcılığı soktuğunu görünce, bu sefer “Diren Kal” demeye başlamıştır. Esat rejimini ayakta tutan, bizatihi silahlı mücadelenin kendisi olmuştur.
Şunu net bir şekilde saptamak gerekir: Silahlı mücadele ve çatışma ortamı, devrimin esas öznesi olan kitleleri ürkütür ve kenarlara sürer. İçine kapanmasına, hatta boyun eğmesine yol açar, sanılanın tam tersine.
Silahlı mücadelenin halka cesaret verdiği, inisiyatif kazandırdığı durumlar yok mudur? Vardır elbette. Örneğin 1990 yıllardaki Kürt mücadelesi böyle bir etki yaratmıştır. Yüzyıllarca devlet karşısında ezilmiş, hatta boyun eğmiş olan Kürt halkı, PKK’nin yürüttüğü gerilla mücadelesinden cesaret kazanmış ve bu kitlesel bir direnişin yolunu da açmıştır. Fakat bir yere kadar. Halk böyle bir direniş ortamı içinde PKK’ye de kendi istediği şekli vermeye girişmiş, bu örgütün silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye yönelen bir örgüt haline gelmesine katkıda bulunmuştur. Unutulmamalıdır ki, Kürt bölgelerinde halk inisiyatifi en çok görece barışçı bir ortam sağlandığında gelişip serpilmiştir.
Şu anda PKK, Saray’ın savaşına savaşla karşılık veren bir şehir savaşları ve hendekler stratejisi yürütüyor. Devlet ve iktidar insafsızca bu savaşa bütün gücüyle yüklenmiş durumda. Halk perişan durumda. Görece barış dönemlerindeki kitlesel inisiyatiften eser yok. Halk, Suriye’nin veya Vietnam’ın şehirlerinden defalarca daha beter hale getirilmiş şehirlerden kaçıyor ya da kaçmak zorunda bırakılıyor. Böyle bir ortamda ne devrim, ne özgürlük, ne kurtuluş, ne özerklik olur. Gerçek özinisiyatif ve özerklik ancak barışçıl bir ortamda halkın özinisiyatifiyle uygulanabilir. Halkı bodrumlarda aç ve yaralı bırakan böyle bir bataklıkta, böyle bir balçıkta, bugün gördüğümüz gibi, sadece ve sadece devlet canavarının avlandığına tanık olunur.
Gün Zileli - 30 Ocak 2016 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com
Hiç yorum yok