Direnişin ozanı yaşıyor... "Köşkün sarayın
yıkılsın"
Anadolu’nun en üretken ozanlarından Aşık Mahzuni Şerif, 16
Mayıs 2002’de, 62 yaşında aramızdan ayrıldı.
Kahramanmaraş'ın Afşin İlçesi'nin Berçenek Köyü'nde dünyaya
geldi. 1955 yılında, sonradan Ankara'ya nakledilen Mersin Astsubay Okulu'na
kaydoldu. 1960'ta eşi Suna'yı kaçırdı ve 6 ay köyünde kaldı. Bu sırada okulu
Balıkesir'e nakledildi. Okul komutanının çabası ile yeniden okula dönen Aşık
Mahzuni, 6 ay devamsızlık yaptığına ilişkin bir ihbar üzerine okuldan atılınca
yeniden köyüne döndü. 1964 yılında ilk plağı ile müzik piyasasına girdi.
Mahsuni Şerif'in ölümü öncesi Roll Dergisi’nde yayımlanan
yazısında müzikolog Ulaş Özdemir, Aşık Mahzuni Şerif'in yaşam öyküsünü
incelemişti.
Ayrıca Fikret Otyam, Almanya'da yaşayan yoldaşı Osman Dağlı
(Aşık Maksudi), ozan arkadaşı Aşık İhsani, türkülerini en çok yorumlayan
sanatçılardan Edip Akbayram ve genç kuşaktan Cemali’ye teybini uzatıp,
anılarını, değerlendirmelerini derlemişti.
Dağlı’nın anıları Mahzuni’nin gelişimini, Otyam’ın anıları
insani özelliklerini, Aşık İhsani ve Edip Akbayram’ın söyledikleri politik
çizgisini, Cemali’nin değerlendirmesi ise etkilerini anlamak açısından
oldukça önemli.
Doğar doğmaz bu dünyanın çamurun / Niye gördün kör olası
gözlerim / Doluya çevrilmiş bahar yağmurun / Niye gördün kör olası gözlerim
Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesine bağlı Berçenek köyünde 1940
yılında dünyaya geldi Şerif Cınk -namı diğer Mahzuni Şerif. Küçük yaşta
çobanlık yapmaya, ağaların baskın olduğu köyde, cemlerde ve muhabbetlerde
kendini geliştirmeye başladı. Berçenek, etraftaki köylere göre Alevi damarı
güçlü olan bir köydü. Mahzuni mayasını sağlam vurmuştu.
Uyan çoban uyan süründe kurt var / Mor koyun yaralı kuzu
perişan / Şakiler dönüyor inliyor dağlar / Mecnun çöle dargın yazı perişan
Bağlamaya amcası Aşık Fezai (Behlül Baba) sayesinde merak
saldı. Köy meclislerinden etkilense de halkının acz içinde olmasından
rahatsızlık duymaya başlamıştı. Cemlerden ahlâk dersleri alırken, kafasında
kavga dizeleri yazmaya başlamıştı.
Daha anamdan doğmadan / Neden ben ihtiyar oldum / Yedi
yaşıma değmeden / İhtiyar oldum, ihtiyar oldum
Bağlamaya gönlünü kaptırmıştı. Usta malı deyişler, türküler
söylüyordu. 50'li yıllarda, lise döneminde Ankara'da yatılı bir askeri okula
yazıldı. Sazı yanındaydı. Bir yandan Ankara Radyosu Yurttan Sesler programının
yürütücüsü Muzaffer Sarısözen'in yanına gidip gelirken, diğer yandan Ahmed
Arif, Hasan Hüseyin gibi şairlerle, yazarlarla ilişkiye geçti. Aşık Veysel,
Davut Sulari gibi ozanların usta mallarının yanına, kendi türkülerini de
katmaya başladı.
Sensiz bu dünyanın tadı olur mu / Adı güzel Hacı Bektaş Veli
dost / Seni sevmeyenler hakkı bilir mi / Adı güzel Hacı Bektaş Veli dost
Özellikle 60'lı yıllarda yükselişe geçti Mahzuni Şerif.
Ankara'da, Fikret Otyam'ın "aşıklar tekkesi" evinde, Feyzullah
Çınar'dan Nesimi Çimen'ı Aşık Daimi'den Kul Ahmet'e pek çok ozanla bir araya
gelmeye başladı. Otyam'la ilişkileri baba oğul gibiydi. Bu dönemde Alevi
deyişleri formunda da hayli geleneksel türküler yazdı Mahzuni Şerif. Aleviler
arasında tutulmaya başlamıştı. 6O'lı yılların ilk yansı, Mahzuni'ye göre
"Alevicilik" yaptığı yıllardı. Alevilerin yıllar boyu sürecek Mahzuni
Şerif sevgisi bu dönemde başladı. Birinci yüzünde "Berçenek'ten yaya
geldim (Acı Doktor]" türküsü olan ilk 45'liği, 1964 yılında yayınlandı.
Sesi, devrin ozanlarına göre çok inceydi. Sazına yumuşak vuruyor, ama derdini
güçlü ifadelerle, sözlerle anlatıyordu.
Elim kolum kelepçeli / Oy babo oy oy / Koltu yumuşak, ağa
deli / Vay babo vay vay // Yıkılacak yanlış giden /
Bu işin nedeni neden / İnsanlığı insan eden / Huy babo huy
huy
60'lı yılların ikinci yarısında, özellikle Türkiye İşçi
Partisi çevresini tanımaya başlayınca, türkülerle yeni bir yola girdi:
Alevicilik yapmayı bırakmış toplumsal sorunlarla daha çok ilgilenmeye
başlamıştı. Ancak hiçbir döneminde Aşık İhsani, Aşık Zamani kadar sert söylemi
olmamıştı. En kızgın türkülerini bile "ince ince" söylemişti.
Bizim memleketten haber sorarsan / Kimi açtır kimi toktur
efendim / Koltuğu bulanlar bizi unuttu / Arada sürünen çoktur efendim
İlk plağından sonra türkülerini sahnelere taşıdı, Aşık
İhsani, Kul Ahmet, Kul Hasan, Nesimi Çimen, Aşık Daimi gibi pek çok ozanla
konserle çıktı. "Aşık edebiyatı"nın en hızlı yılları başlamıştı. Bir
yandan devrimci gecelerde, diğer yanda eylemlerde aşıklar ön plandaydı. Gündem
aşıkların türküleriyle izlenebilirdi.
Bir çift öküz yeter mi / Aha Mehmet Emmi / Böyle baca tüter
mi / Daha Mehmet Emmi / On çocuk arpa yiyor / Aha Mehmet Emmi / Beyler bunu
bilmiyor / Daha Mehmet Emmi
Aynı dönemde Aşık İhsani'yle birlikte ağalığı taşlayan,
köylerde yaşananları anlatan pek çok türkü yazdı Mahzuni: "Keyfo
Ağa", "Cafer", "Murtaza", "Salman",
"Dürzü", “Sümbül Ağa", "Çürük Hasan", "Abur Cubur
Adarn", "Mamudo", "Hidayet", türkülerinde anlattığı
onlarca karakterden bazılarıydı. Lirik türkülerinin yanında her zaman taşlamalar
yazdı. Keskin türkülerinin büyük çoğunluğu bu taşlamalardı.
Akşam oldu gene hapis kitlendi / Demir perdeleri çekme
gardiyan l Ne yardan haber var ne mektup salan / Bir de sen belimi bükme
gardiyan
Kendi dönemindeki diğer aşıklar gibi, birçok konser ve
plağından sonra Mahzuni Şerif hakkında da soruşturmalar başlatıldı. Kısa
aralıklarla birkaç kez hapiste yattı. Ama susmamaya kararlıydı.
Bütün insanlık adına / Amerika katil katil / Kanun yapar
teper / Amerika katil katil / Vietnam'ın suçu nedir / Hür yaşamak ayıp mıdır /
Atom patlat ister kudur / Amerika katil katil // Mahzuni Şerif uyuma / Gün
geldi çattı akşama / Bizden selam söyle Vietnam'a / Amerika katil katil
En sert türkülerini 70'li yıllarda yazdı Mahzuni Şerif.
Türkiye'nin dört bir yanında öğrenci gecelerinde konsere çıkıyordu.
"Dumanlı dumanlı" ya da "Nem Kaldı" gibi yalın türkülerinin
yanında. "Amerika katil" ya da "Kolum nerden aldın sen bu
zinciri" gibi kızgın türkülerini söylüyordu.
Köşkün sarayın yıkılsın / Erim erim eriyesin / Umudun suya
dökülsün / erim erim eriyesin / Sürüm sürüm sürünesin
Nihat Erim için yazıldığı iddia edilen "Erim erim
eriyesin" türküsünü plağa okuması yüzünden yine hapse atıldı. Türkü o
dönemde çok popüler oldu. Basında Mahzuni hakkında pek çok yazı çıktı. Seveni
kadar sevmeyeni de çoğalmıştı.
İnce ince bir kar yağar / Fakirlerin üstüne / Neden felek
inanmıyor / Fukaranın sözüne // Öldük öldük biz açlıktan / Yapma ağam n'olur
n'olur / Adam mı ölür, okul olunca / Yol yapılınca, çeşme olunca / Kendin
bulunca n'olur n'olur
70'li yıllara damgasını vuran Cem Karaca. Edip Akbayram,
Selda ve nice müzisyenin beslendiği en önemli kaynak Mahzuni Şerif
türküleriydi. Sözlerinin yanında müzikleriyle de yürek kaldıran bu türkülerin
yorumlandığı plaklar milyonlarca sattı.
Öyle bir zamana düştük / Küfrün adı iman oldu / Doğru dürüst
gider iken / Hakkın yolu duman oldu // Dost rüzgarı kesti hızı / Okşattı gitti
gammazı / Daha dünün hayırsızı / Şimdi kaşı keman oldu
70'li yıllar, Mahzuni Şerif'in yeniden doğuşuydu. Rotasını
değiştiren aşık arkadaşları olsa da türkülerine daha fazla sarıldı. Geleneksel
formu bozan, yönünü arabesk, Anadolu pop gibi günün yeni akımlarına dönen, ama
sazıyla çalıp söylediği "Darağacı", "Sarhoş", "Dargın
Mahkum", 'Kanadım değdi sevdaya", "Bugün benim yeşil bağım
kurudu" gibi türküler yazdı. Denebilir ki, bu türküler Mahzuni'yi kendi
kuşağından ayırdı. Aşıklığını şarkı yazarlığına da dönüştürmüş, piyasanın en gözde
ozanı olmuştu. Politik olarak aynı kulvarda yer almasa da, şarkı yazarlığı
konusundaki ustalığıyla Neşet Ertaş 'la aynı kulvardaydı.
Karlı dağlar kara bulut içinde / Yaylası hüzünlü yöresi bir
hoş / Sevdalı yolcular umut içinde / Hayalin düğünü töresi bir hoş // Han
sarhoş hancı sarhoş / Yolda yabana sarhoş / El çek tabip kalbimden / içimdeki
sancı sarhoş
Plaklarının yanında, şiirlerini kitaplarda topladı. 80'li
yıllarda tıkanan aşık edebiyatı içinde en üretken isim yine Mahzuni Şerif’ti.
Özellikle "Dom dom kurşunu", bir dönem yasaklansa da, en çok
yorumlanan Mahzuni türkülerinden bîri oldu. Bu dönemde Almanya'da kalan
Mahzuni, popüler türkülerinin yanında, o yıllarda yayınlanan "Maraş
Dramı" adlı albümünde olduğu gibi, toplumsal içerikli türküler yazmaya
devam etti.
Gücenme ey yarım softa / Avareyim de avare / Vallah billah
yemin ettim / Yönümü dönmem duvara // Ben insana gavur demem / insandan gayriyi
sevmem / Hurili cennet istemem / Çünkü aşığım didara
Bol taşlamalı albümler kaydetmeye devam etti. 8O'li yıllarda
muhabbet albümlerinde yer aldı. 90'lı yıllar boyunca yeni türkülerinden oluşan,
Musa Eroğlu'nun düzenlemelerini yaptığı pek çok albümü yayınlandı. Bu
albümlerde yer alan "Zevzek", "Kirvem", "Bugün ben
şahımı gördüm" gibi türküler yine piyasanın gözdeleriydi. Bunların yanında
Musa Eroğlu, Sabahat Akkiraz gibi müzisyenler için birbirinden güzel deyişler
yazdı.
Kirvem bu yıl bu dağlarda aman / Sensiz yazın tadı mı olur
aman / Selâmın niye gecikti aman /Bir selamın adı mı olur / Kirvem aman, ne de
çabuk geçti zaman
Yeni türküler yazmaya, her yıl yeni albümler yayınlamaya
devam etse de, genç kuşaklar eski türkülerini tekrar yorumlamaya başladı:
Cemali "Yuh Yuh", "Saka Maka", Kardeş Türküler "Dargın
Mahkûm", "Çeşm-i siyahım", Erdal Erzincan "Nem kaldı"
türkülerini söyledi. Son otuz-kırk yıllık müzik tarihimizin en üretken kalemi
hâlâ türküleriyle gündemdeydi.
Kader böyle imiş böyle yazılmış / Gidiyorum kara gözlüm
ağlama / Mezarımız gurbet elde kazılmış / Gidiyorum dudu dillim ağlama / Emanet
eyledim körpe kuzumu / Arkalarda koyma benim gözümü / Getir ver çalayım kırık
sazımı / Gidiyorum kara gözlüm ağlama
1990'ların sonunda geçirdiği ağır bir beyin ameliyatını
çabuk atlattı Mahzuni. Albüm kaydetmeye, konserlere çıkmaya devam etti.
Ölümünden sonraki dedikodulara bakılırsa, para aşkı yüzünden hasta hasta
konserlere çıkarılıyordu. Bu yüzden sağlık durumunun daha da ağırlaştığını
söylüyordu kimileri. Son dönem türkülerinde, acı sonun yaklaştığını biliyor
gibiydi...
Binbir ümitle çekip tuttuğum dallar / Uzadıkça yokuş oldu
gittiğim yollar / Mahzuni birlikte doğup bittiğim yıllar / Acı sonun
geldiğinden haberin var mı
Almanya'da damar tıkanıklığı yüzünden yattığı hastanede 16
Mayıs 2002 günü öldü Mahzuni
Şerif. Geride yüzlerce türkü, onlarca albüm ve milyonlarca
sevenini bıraktı. Vasiyeti üzerine Nevşehir'in Hacı Bektaş ilçesine gömüldü.
Dünya bana küsüyormuş / Yüzbin defa güle güle / Bana
kafirmiş diyorlar / Yüzbin defa güle güle / Öleceğim nasıl olsa // Bırak yaşını
döksünler / Bırak evimi yıksınlar / Bırak canımdan bıksınlar / Yüzbin defa güle
güle / Ara sıra gele gele II Ben tanımam hoca olur / Kamil olan kamil bilir /
İnsanoğlu doğar ölür / Yüzbin defa güle güle / İnsan doğar yine yine //
Cenazemi kıldırsınlar / Beni bana bildirsinler / Mahzuni'yi öldürsünler /
Yüzbin defa güle güle / insan ölür bile bile
AŞIK MAHZUNİ İÇİN NELER SÖYLEDİLER?
Fikret Otyam
Sevdiğim usta malı ezgileri kasete kaydedip gönderir, n’olur
bunu başkasına dinletme derdi.
Yıl 1961'di, tahmin ediyorum. Ankara'daki evime Osman
Dağlı'yla geldi Mahzuni. Hasan Hüseyin Korkmazgil göndermiş onları. Evde büyük
bantlı bir makara teybim vardı. Onunla kayıtlar yaptım. Mahzuni'nin üzerinde
bir askeri kaput vardı. Postalları vardı. Mahzuni'ye göre iri yarı olan
yanındaki adam sevimliydi. Evde çalıp söylediler. Sesine, deyişlerine hayran
kaldım. O zamanlar, "Alevilik yanlış anlaşılıyor. Biz bunları değiştirmek
istiyoruz. Ben Aleviyim. Osman, adından da belli, Sünni. Biz bunları ortaya koymak
için yola çıktık. Yani bu ikiliği önlemeye çalışıyoruz elimizden
geldiğince" diyordu Mahzuni. Tabii ben her ozanı
bağrıma bastığım gibi bu biri Sünni, diğeri Alevi ozanı da bağrıma bastım.
Gençlik yılları dışında bütün hayatı adım adım ellerimde geçti Mahzuni'nin.
Askerliğini bizim evde yaptı. Bandodaydı. Bana telefon ederdi, evci çıkmasını
sağlardım. Evde bir oda onundu. Pijaması her zaman odasında dururdu. Bir sazı
vardı, onunla çalıp söylerdi. Ben de mütemadiyen kayıt yapardım. Bana, baba,
demeye başladı. Onun manevi babası oldum. Birkaç yıl önce 3. Hacı Bektaş Veli
Dostluk ve Barış Ödülü'nü canlar bana uygun gördüler, sağolsunlar, hiç unutmam.
Ertesi yıl ödülü Mahzuni'ye verdiler. Töreye göre ödülü , bir yıl önce kazanan
veriyor. Biz çıktık Mahzuni'yle ödül töreninde sahneye. Mahzuni'nin ödülü
aldıktan sonra bir şeyler demesi gerekiyor. Ağzından "manevi babam"
yerine "öz babam" gibi bir laf çıktı. Onun gerçekten babasıydım.
"Baba aşağı, baba yukarı..." Filiz de annesi oldu. Ona da "anne
sultan" diyordu. Antep'te yıllar sonra karşılaşmamız ilginçti: Bir
arkadaşım bir gece dedi ki, "Mahzuni de Antep'te. Hele bir arayalım."
Telefonu aldı, "Mahzuni, sana acı bir haber vereceğim. Baba Otyam
öldü" dedi. Ben de öbür telefondan dinliyorum. "Ya ölecek o kadar çok
adam var ki... Ona sıra gelmez" dedi Mahzuni. "Gel ulan, şu
adresteyiz" dedim. Çıktı, hemen geldi. Bir zamanlar "Dom Dom
Kurşunu" çok meşhurdu. Hürriyet'in Sedat Simavi Ödülü'nü de almıştı o
türküyle. Bir gün Mahzuni'ye, "Ulan nedir bu türküdeki keramet?"
dedim, "millet dansediyor, horon tepiyor, göbek atıyor, halay çekiyor bu
türküyle... Ulan nasıl bir parça bu? Nereden aklına geldi bunu yazmak?"
Doldurduğum bir bantta bunları uzun uzun anlatıyor. Ama ne oldu? O anda birçok
deyiş, şarkı, türkü, beste gibi -hangi türde olursa olsun- geldi gitti bu türkü
de. Ama Mahzuni'nin o kadar güzel yapıtları var ki.. Bunlar gelip geçici değil,
kalıcı eserler. 12 Eylül'den sonra postayla paket göndermek zorlaşmıştı. Bir
gün Antep'teki dostlardan iki kutu baklava gelmiş Gazipaşa Postanesi’ne. Hemen
gittim, oradaki görevliden paketleri aldım. Birinin içinden bir kaset çıktı.
Diğeriyse gerçekten baklavaydı. Baklavayı oradakilere bırakıp kaseti aldım.
Arabada kaseti dinlemeye başladım. Mahzuni'nin benim için doldurduğu bir
kayıttı. Evin iki dakikalık yolunu 60 dakikada gittim. Özlemiştim Mahzuni'nin
sesini, türkülerini. Kaseti yarıda kesmeye kıyamamıştım. Bilemiyorum ama,
aramızdaki gerçek bir baba-oğul ilişkisi olsaydı, bu kadar dürüst, dostça ve
duygulu olur muydu?
Bende öyle kayıtlan var ki, şöyle başlıyor: "N'olur
baba erenler, bu kaseti başka kimseye dinletme. Yalnız sen dinle." Ben
barak havalarını, hoyratları , uzunhavaları çok severim. Bunları sevdiğim için
bana özel bir kayıt yapmış mesela. Kendi türküleri yerine usta malı söylemiş.
Nasıl içinden geldiyse, öyle okumuş... 23 Nisan 2002'de Ankara'da Pir Sultan
Abdal Derneği'nin Çankaya şubesinde iki ozan için bir anma gecesi düzenlendi.
Bu ozanlar, Çamşıhı'dan Mehmet Ali Kara Baba ve Feyzullah Çınar'dı. Dernek
Başkanı Kamber Çakır beni de davet etti. Sergi için çalışıyorum. Mahzuni'nin de
katılacağını duyunca daveti kabul ettim. O gece Mahzuni'yle yan yana oturduk,
can cana konuştuk. Sanki son konuşmamızı yapıyorduk. Ona karşı tüm dostluğumu,
sevgimi anlattım. Arşivimde en uzun kayıtlar iki büyük ozanındır; Kalbimin
yarısı Feyzullah Çınar, yarısı Mahzuni Şerif'tir. O gece Kamber güzel bir
konuşma yaptı. Konuşmadan sonra Mahzuni'ye dedim ki, "yahu Mahzuni, kafayı
çekiyor musun?" Cevap verdi: "Vallahi baba erenler çekiyordum ama,
doktorlar içki içmeme izin vermiyorlar." Ben de şeker hastası olduğum için
içki içemiyorum. Mahzuni'ye dedim ki, "gel ulan, çıkalım seninle, birer
kadeh rakı içelim bu gece." Ne yazık ki çıkamadık. Acayip bir geceydi.
Bilemiyorum, anladık mı acaba onun gidip benim kalacağımı... Gecenin en ilginç
sözü Kamber'den gelmişti: "Gelecek yıl yine burada, aramızdan ayrılan
birisi için toplantı yapacağız." Allahım, korkunç bir şey bu! Üzgünüm ama,
bu piyango bana baba diyen Mahzuni'ye çıktı. Geçenlerde Mahzuni öldükten sonra,
benim eski arşivimden kaydedilmiş bir CD elime geçti. "Yaşım 40 Otyam
Baba" diyor Mahzuni ve bana bir yığın vasiyette bulunuyor. Biliyor
musunuz, ben Mahzuni öldüğünde ağlamadım. Daha öncesine gideyim , Feyzullah
Çınar öldükten sonra hiç, ama hiç ağlamadım. Ahmed Arif bir şiirinde
"ağlamak yiğit başınadır" der. Ben içimden ağlıyorum giden dostlanm
için. Neredeyse bir yıl önce, Almanya'da bir dostum, "baba ilaki bana bir
Feyzullah Çınar çalsana" dedi. Diyemedim ki "yahu Feyzullah öldü, sana
başka bir şey çalayım." Gazipaşa'daki evimdeydik. Yukarı çıktım. Makara
bantı çıkardım. Çalmaya başlayınca hüngür hüngür ağladım. Ama kadere bak,
Mahzuni öldükten bir ay geçmeden elime o CD geçti, bir dinleyeyim dedim.
Kulaklığı taktım, düğmeye basar basmaz vasiyeti gibi başlayan deyişini
dinleyince nasıl ağladım... Filiz yanıma geldi, "ne oluyor?" diye,
"Mahzuni öldü!" dedim. Mahzuni gerçekten çok erken öldü, diyebilirim.
Ama yukarıdaki koca adam öyle uygun görüyor. Yapacak bir şey yok.
Tesadüfe bakınız ki, evde yeni bir film makarası buldum,
içinden, Ankara'da Tolga Çandar'ın evinde Mahzuni'yle buluştuğumuzda
çektirdiğimiz fotoğraflar çıktı. Biliyorsunuz, teybim her zaman açıktır,
sürekli kaydeder. Mahzuni'yle buluştuğumuzda da söylediği şuydu: "Baba Otyam
olmasa, acaba biz olur muyduk?" Haşa! Elbette olacaklardı. Ama ben onlara
sevgi kanatlarımı açtım.
Aşık İhsani
Aleviler Mahzuni'yi, burjuvaların Zeki Müren'i tuttuğundan
daha çok tuttu.
Mahzuni iyi bir arkadaşımdı. Çok sevdim onu. Ölümüne çok
üzüldüm. Onu ilk tanıdığımda 1960-61 yılıydı sanırım. Ankara'da tanıştık. O
zamanlar türkülerine de konu olan Suna adlı hanımla evliydi. Sonra Suna'yı
bıraktı, Fatma isimli bir hanımla evlendi. Çok seveni oldu Mahzuni'nin. Biz
bütün halk ozanlan, onu çok sevdik. Ama Alevi kesimi bizden daha çok sevdi
Mahzuni'yi, Alevi kesimi tarafından öyle şımartıldı ki, gökyüzüne çıkartıldı.
Çünkü Alevi kesimi Mahzuni'yi kendine yakın buldu, sarıldı ona.
Mahzuni ilk zamanlarında bir-iki plak yaptı, ama tutmadı.
Bir dönem usta malı türküler söylüyordu. Sonra kendi türkülerini yazdı.
"Param yok ceketimi al / Aman doktor bak bebeğe" türküsüyle çok
sevildi. Böyle Aşık Mahzuni Şerif oldu. Esas ismi Şerif Cınk'tır. Mahzuni'nin
lirik sesine bir Pir Sultan gibi sarıldı Alevi kesimi. Ne söylediyse aldılar.
Biliyorsunuz, Alevi toplumu bayağı kalabalıktır. Mahzuni çok şımartıldı,
şımartıldı, şımartıldı. Benim gibi değildi. Ben iğneliyordum. Toplam 17 kez
parça parça içeri alındım türkülerim yüzünden.
Bir zamanlar çağdaş bir türkü söyleyeni götürüyorlardı.
Mahzuni'yi de götürdüler. Nihat Erim'in iktidara çıktığı yıllarda "Erim
erim eri-yesin" diye bir türküsü vardı, işte bu türküden dolayı bir-iki ay
içeri attılar, Bu sözleri benim annem de bana diyordu, "erim erim eriyesin"
diye. Bir gün Tepebaşı'nda Büyük Londra Oteli'nde akşam birlikteydik. Bana dedi
ki, "halk ozanlannı halka şikayet edeceğim. Gel beraber edelim" dedi.
"Ne yapmak istiyorsun Mahzuni?" dedim, "kaç çocuğun var
senin?". "Sekiz çocuğum var" dedi. "Peki sen bu kadar türkü
söyledin, plak yaptın, çok para kazandın. O çocuklara ne bıraktın?" dedim.
"Maraş'ın Pazarcık toprağını alacağım, büyük bir toprak ağası
olacağım" dedi. Yahu bu nasıl olacak? Hani ağalığa karşıydık? Bir
türküsünde diyor ki, "etme ağam, ben de senin kardeşinim". Ben Öyle
demedim, ben ağayı vurdum. Ağalar, şeyhler kene gibi sömürücülerdir. Ağalar
yalnızca köylerde değildir. Şehirlerde de vardır. Halkı durmadan sömüren herkes
ağadır. 1960'da Mehmet Ali Aybar benim başkanımdı. Ben istanbul'dan TlP'in
birinci sırada milletvekili adayıydım. Mahzuni'nin de TİP'le ilişkisi söylendi
ama ben hiç görmedim onu TiP çevresinde. Belki ben yokken bir ara uğramıştır.
Dediğim gibi Mahzuni'nin dizelerinde kimi zaman elmas parçaları bulunabilir.
Ancak basit bir halk ozanının yapacağı türküler yazdı Mahzuni. Alevilerin,
yeryüzünde görülmemiş ilgisiyle çok ünlendi. Türkiye'de Zeki Müren bile bu
kadar tutulmadı. Aleviler Mahzuni'yi, burjuvaların Zeki Müren'i tuttuğundan
daha çok tuttu. Bütün plakçılar peşindeydi Mahzuni'nin. Halk ozanıydı, ama tam
bir halk ozanı değildi. Piyasayı doyuran bir halk ozanıydı. Popçular,
türkücüler çok beslendi ondan. Bundan sonra da çok beslenecekler. Çünkü
biliyorsunuz, Aşık Veysel ölmeden önce kimse Aşık Veysel'i tanımıyordu. Aşık
Veysel öldükten sonra ondan beslenmeye başladı piyasa. Şimdi Mahzuni'den de
çıkar sağlamak isteyenler olacak. Çünkü Mahzuni'nin türkülerinde piyasayı
besleyecek her şey var. Türküleri hazır. Mahzuni, Veysel gibi iyi bir ozandı.
Hatta Veysel'den daha iyi konuştu Mahzuni. Mahzuni'deki elmas parçalarının
hiçbirini Veysel'de bulamazsınız. Veysel konuşmasın diye meclisten maaş bile
bağladılar. Düzen, konuşmayan bir insanı, yani oyalayan bir insanı ister.
Veysel dedi ki, "zengin de bir, fakir de bir benim için". Hayır,
zenginle fakir bir değil benim için! Zengin çaldığı için zengin olmuştur.
Çalmadan kimse zengin olamaz arkadaş bu düzende. Daha önce kitaplarımda da
yazdığım gibi, Veysel bizim doğmuştu, ama onların öldü. Mahzuni de bizim doğdu,
ama Alevilerin öldü.
"Mahzuni'nin arkasından bunlar söylenir mi?"
diyebilirler. Onu kıskandığımı da söyleyebilirler. Ama ben kimseyi kıskanmam
arkadaş. Mahzuni genç ölmüş bir aşıktır. Onu çok severim. Arkasından yeni
Mahzunilerin gelmesini de dilerim ki Mahzuni daha çok yaşasın. Ancak ben istiyorum
ki, bu düzen değişsin. Ben bu düzeni beslemeyelim istiyorum arkadaş,
anlatabiliyor muyum? Bu düzeni vuralım. Hiç değilse halkını aç bırakmayan bir
düzen kuralım. Ne yazık ki Türkiye, halkını aç bırakıyor. Ben insanların bir
evi, işi olsun istiyorum. Bu yüzden bunları söylemek zorundayım.
Osman Dağlı (Aşık Maksudi)
Antepte cem yaptık, İstiklal Savaşı’ndan kalma bayraklarla
bizi sahneden indirmeye çalıştılar
Mahzuni'yle ikimiz Afşinliyiz. Köylerimiz arasında kısa bir
yaya yolu var. Afşin'de bir arkadaşım Mahzuni'nin köyüne gidip gelirdi, ilk kez
o bahsetti bana ondan. Saz çalıp türkü söylediği anlatılınca merak ettim. Yıl
1956 ya da 57'ydi. Berçenek'te tanıştık, ikimiz de ozan olarak çabuk kaynaştık.
Büyük bir arkadaşlık başladı, sonra dostluğa dönüştü. Tabii Mahzuni Aleviydi,
bense Sünniydim. Mezhepleri ortadan kaldırarak dostluğumuzu daha da
güçlendirdik. Sonra bu düşüncemizi geliştirdik. Yolumuz Ankara'ya düştü.
1961'de Devrimci Halk Ozanları Derneği'ni kurduk. Ben başkandım, Mahzuni de
ikinci başkandı. Fikret Otyamn, Sefer Aytekin, Halil Öztoprak, Hasan Altun,
Çetin Artan, İlhan Selçuk gibi o dönemin aydınlarıyla aramızda bir bağ kurduk.
O dönemde TİP'ten arkadaşlar bize sahip çıktı. 1961'de dernek olarak Ankara'da
36 ozanla Pir Sultan Abdal gecesi yaptık. Bu gece 550 sene sonra Pir Sultan
için düzenlenen ilk anma törenidir. Böylece Anadolu'ya açıldık. Anadolu'da
gezmediğimiz, konser vermediğimiz yer kalmadı diyebilirim. Mesela İsparta'da
konser yasaklanıyordu, ama biz yine de meydanda çalıyorduk. Antep'te,
Alevilerin gizli yaptığı ve herkesin iftira ettiği 12 Hizmet'i, yani cem
törenini açıktan yaptık. Ondan sonra, İstiklal Savaşı'ndan kalma bayraklarla
bizi sahneden indirmeye çalıştılar. Söylenmedik şeyleri söylüyorduk, Aynı
zamanda "kimi dede, kimi hoca" da dedik. Hocasını da, dedesini de
eleştirdik. Ne paraya ne de bir başkasına boyun eğdik. Anadolu'da Pir Sultan
Abdal'ı yayıyorduk.
Benim geçmişimde şeriat düzeni içinde 17 sene hizmetim
vardır. 17 yaşında Cami ve Minare Yaptırma Derneği'nde başkandım. 1961'deyse
Devrimci Halk Ozanları Derneği'nde başkandım. Hayatım boyunca durmadan gelişen,
bir araştırmacı gibi kendini eleştiren birisi oldum, içinde yaşadığım toplumun
sorunlarına yürekten sahip çıkan bir yapım vardır. Bu düşünceler Mahzuni'yle de
birleşince, ikimiz Alevi ve Sünni ayrımını orta bir misyon yüklendik.
Dernek kurulduktan sonra, askerliğimiz sırasında Aşık
Hüseyin Çırakman dostumuz başkanlığı sürdürdü. Ondan sonra başkaları yönetti.
Sivas'tan, Maraş'tan. Malatya'dan pek çok ozan arkadaşımız katıldı aramıza.
Böyle sürüp gitti dernek. Hâlâ Ankara'da, o derneğin uzantısı sayılabilecek
Halk Ozanlan Derneği vardır. Ama tabii ki kişiler değişti. Toplumsal olaylar
geldi, geçti. Mahzuni'nin türküleri uzun yıllar çok tutuldu. Birçok şarkıcı
onun türküleriyle meşhur oldu. Mahzuni'nin türküleri, geleneksel halk ozanlığını
yırtan, onun yerine halkın sorunlara cevap veren türkülerdi. Bu yüzden halk
tarafından çok sevildi. Halkın söyleyemediklerini söylemeye çalıştı Mahzuni.
Ben de aynı yolun yolcusuydum. Onun eserlerinin bir yönüyle yapıcısı bendim.
Benim eserleriminki de oydu. Halkın genellikle ezilen, horlanan kesimiyle,
Alevi toplumunun söyleyemediği konularla ilgilendi Mahzuni. Bu büyük bir
adımdı. Halk bizi sevdi. Daha doğrusu "özgün" türkülerimizi çok
sevdi. Hem sosyal içerikli ezgileri, hem de lirik türkülerimizi çok tuttu.
Özellikle taşlama, ikimizin türkülerinde de görülür. Bir Kazak Abdal, Kaygusuz
Abdal ya da Seyranigibi her türlü taşlama şiiri, çocukluğumuzdan beri bizi
besleyen kaynaktır.
1969'a kadar Mahzuni'yle birlikte çalıştık. Ankara'da bir
evde 13 yıl birlikte yaşadık. Yani hiç kimsenin yaşamadığı bir dostluk,
yoldaşlık yaşadık. Hatta Alevilikte musahiplik derler bu kardeşliğe. Biz de
gerçekten musahip olamasak da musahipmişiz gibi yaşadık. Hiçbir problemimiz
olmadı. Müstesna bir hayat yaşadık. Ondan sonra Mahzuni TİP çevresindeki halk
ozanlarından ayrılıp Birlik Partisi çevresine girince, aramızda düşünce
ayrılıkları başladı. O zamanlar o partinin Türkiye'deki Alevileri
kurtaramayacağını düşünüyordum. O dönemden sonra ben çizgimi devam ettirdim,
Mahzuni de kendi çizgisini devam ettirdi. 1971'de zorunlu olarak yurtdışına
çıkmak zorunda kaldım. O günlerde Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu gibi ozanlarla
bir gece yapmıştık. 71 ihtilâli olunca ben sıkıyönetime düştüm.
Arkadaşlarımızın birçoğu tutuklandı. Ben de o dönemde yurtdışına çıktım. Yıllar
sonra sık sık Almanya'da bir araya geldik. Hep eski günleri konuştuk.
Anılarımız tükenmez bizim. Ne olursa olsun, dostluğumuz bitmez... Ölene kadar o
benim için sazıyla sözüyle bu topraklann en güçlü ozanlarından biri ve yıllar
önce Berçenek'te tanıdğım, bizim yörenin türkülerini çok güzel söyleyen bir
ozan olarak kaldı.
Edip Akbayram
Toplumcu müzik akımı içinde yer almamı Aşık Mahzuni’nin
türkülerine borçluyum
1972 yılında Altın Mikrofon Yanşması'nda birincilik kazanmıştım.
Birincilik kazandığım parça, kendi bestem olan "Kükredi Çimenler”di.
Yanşma dolayısıyla bir 45'liğim yayınlanacaktı. Plağın arka yüzüne parça
aramaya başladım, Bu arada Mahzuni Şerif'in "Boşu Boşuna' 45'liği elime
geçti. Türküyü dinleyince, tamamen Edip Akbayram üstüne oturmuş bir elbise gibi
geldi bana. Anlatılan Türkiye coğrafyasıydı. Plak yayınlanınca benim birincilik
kazanan bestem yerine, "Boşu Boşuna" kitleler tarafından çok
beğenildi. "Aşık Mahzuni Şerif kimdir?" arayışına girdim. Berçenekli
olduğunu öğrendim. Diğer 45'liklerini araştırınca korkunç bir arşiv çıktı
karşıma. Benim toplumcu müzik akımı içinde yer almamın en önemli nedenleri
arasında Mahzuni Şerif'in türküleri gelir. Daha sonra Mahzuni Baba'yla tanışma
fırsatını buldum. Birbirimizi gerçekten çok sevdik. 1972'de "Boşu
Boşuna", 74'te "Garip" patladı. Daha sonra diğer parçalar ardı
ardına geldi. 1972-1980 arasında Türkiye'de pop müzik dinleyen gençlik, Cem
Karaca, Selda ve benim gibi pek çok arkadaşımızın söylediği parçalarla tanımaya
başladı Mahzuni Şerif'i. Bu ülkede yaşayan kültürlerin müziklerinin modası
hiçbir zaman geçmiyor. 70'li yıllarda Türkiye'de aranjman modası vardı.
Avrupa'da hit olmuş şarkılara Türkçe sözler yazılırdı. Bunları Ajda Pekkan gibi
pek çok sanatçı okuyordu. Ama o sanatçının Avrupa'daki işlevi ve önemi
kaybolduğu zaman, onun şarkılarını Türkiye'de okuyanların da işlevi
kayboluyordu. Ama ben her okuduğum Mahzuni Şerif türküsünde bir adım daha ileri
gidiyordum. O zamanlar teknik olanaklar neyse, biz de bunları kullanmaya,
Batı'daki standardı yakalamaya çalışıyorduk. Sazlanmız onlarınkinden farksızdı,
ama sözlerimiz ve müziklerimiz oldukça güçlüydü. Batı 'da pek çok toplumun
müzik dehası, Mozart'ı, Bach'ı vardır. Benim toplumumun da Mozart'ı, Neşet
Ertaş ve Mahzuni Şerif'tir.
Konserlere de beraber çıkardık. 1977-78 yılında. İzmir
Fuan'nda, karşımızda 15 kafa sanatçı vardı. İbrahim Tatlıses' inden Muazzez
Abacı 'sına, Bülent Ersoy'una herkes orada... O kadronun karşısında Edip
Akbayram ve Mahzuni Şerif olarak her gün Ekici Över Gazinosu'nda binlerce
kişiye konser verirdik, insanlar kucaklannda çocuklanyla gece yarısına kadar
bizi izliyordu. Önce ben
çıkıp Mahzuni türkülerini söylüyordum, sonra Mahzuni'nin
anonsunu yapıyordum: "Şimdi dostlar, bu türkülerin yaratıcısı sazıyla bu
türküleri söyleyecek..."
Mahzuni babanın doğaçlamasını ve aniden parça yazma
yeteneğini bildiğim için beraberken yanımda hep bir teyp taşırdım. Konser
öncesinde sohbet ederken birden "Edip dur, bir parça yapıyorum" dedi.
Hemen teybin düğmesine bastım. O an "Zalim Zalim" türküsünü yazdı
doğaçlama olarak. Canlı şahidi benim. "Dünya zalımlar dünyası / Gelen
zalim giden zalim / İnsanlığın yüzkarası / Hayvan gibi ölen zalim // Almış ele
arsızlığı / Baştan başa yersizliği / Bilmem neden hırsızlığı / Yapan değil
bilen zalim // Zalim zalim zalim zalim / Ne olacak benim halım..." Söyledi
ve "Edip dost, bunu yeni albümüne koy" dedi. Bir milyonun üstünde
sattı plak... Yine İzmir Fuarı'nda olduğumuz günlerde sağ basın hakkımızda
yazılar yazıyordu. "Edip Akbayram, Aşık Mahzuni Şerif, Cem Karaca, Melike
Demirağ fuarda komünizm propagandası yapıyor!" diyorlardı, İzmir
Fuarı'ndaki son günümüzde dediler ki, "Aman bugün son gününüz. Ağzınızdan
çıkacak kelimelere dikkat edin. Sizi şubeye alacaklar"... Tabii bu
duyumları Mahzuni Baba'ya söyledim. Baba sahneye çıkınca Allah ne verdiyse
konuşuyor... "Tamam dost. dikkat ederim" dedi. Sahneye çıktı,
"Dumanlı dumanlı oy bizim eller"in ilk dörtlüğünü söyledikten sonra,
"gidecek bu baştaki itoğlu itler!" diye bağırdı. Ortalık karıştı
tabii. Gözümü bir açtım ki Bornova dağlarında bir arabayla üniversiteli gençler
bizi götürüyorlar... İyi bir dost, iyi bir ağabeydi benim için. Müzik
otoritelerinin dediği gibi, son yüzyılın Pir Sultan'ıdır Mahzuni Şerif. Söz ve
müzik birlikteliğinin bu kadar güçlü olduğu bir ozan tasavvur edemiyorum Tabii
ki Neşet Ertaş var, ama o politik olarak farklı bir yerlerde, ikisi de
ürettikleriyle yeri doldurulmayacak ozanlardır. Mahzuni Şerif'in politik yapısı
olduğu için, Türk siyasi yaşamında müzikal anlamda da çok büyük faydaları
olmuştur. Grevlerde, işçilerin yanındaydı. 80 darbesi öncesinde topluma vermiş
olduğu enerji, direnç gözden kaçırılmayacak öğelerdir. Aşağı yukarı 32 yıldır
politik müziğin içinde ben de vanm. Tabii ki Mahzun Baba yaşça bizden daha
büyük, daha deneyimli ve olgun. O, slogancı bir müzik ya da arkasını bir
partiye, örgüte dayayan bir müzik yapmamıştır. Böyle bir müzik hiçbir zaman
ileriye gidemez, çünkü örgütler değişir, partiler biter, yenisi kurulur,
Bunlara bağlı olan sanatçı da bunlarla batar gider. Biz Mahzuni Baba’yla böyle
bir ortamda yer almadık. En büyük avantajımız buydu. Kavganın yanında sevdayı
da yaşadık. Sanatçı budur. O zamanlar Aşık Ihsani Baba gibi ozanlanmız sahneye
çıkar, sazını kalaşnikof gibi kaldınr, türkülerini söylerdi. Mahzuni Baba böyle
olmadı. İhsani Baba'nın misyonu farklıydı, onu da öyle kabul etmek lazım. Benim
için en büyük onur, Mahzuni Şerif'i tanımak ve onunla aynı çağı yaşamaktır.
Cemali
Mahzuni Baba’nın türküsü chill-out kulübünde çalarken bir
zencinin kafa sallayarak "groove"a girmesi, bir Çinlinin çılgınca
dans edebilmesi en güzel paylaşım
Ağırlıklı olarak Amerika'da geçirdiğimiz çocukluk
dönemimizde müzik denince Türkiye'den ilk aklımıza gelen isimler Aşık Mahzuni,
Feyzullah Çınar, Neşet Ertaş ve Zeki Müren oldu. Bu sanatçıların plakları evde
sıkça çalardı. Babamız bağlamayı eline alınca, ilk parça genelde Aşık Mahzuni
Şerif’in "Çeşm-i Siyahım" türküsü olurdu.
Mahzuni'nin yeri bizim için her zaman farklıydı. Çünkü o
derinliği, acıyı, mutluluğu, haksızlığı, ezikliği ve aşkı çok özden, yalın bir
şekilde, ona duygu yükleyerek yediden yetmişe herkese dinletebiliyordu. Sözüne
ve sazına incelikli bir biçimde, aşkla yaklaşıyordu. Evrenseldi, faşist
değildi: bağlaması hiçbir zaman silah, sözleri hiçbir zaman kurşun olmadı,
insanları çok iyi tanıdığı gibi, ayrım yapmadan çok da iyi tanımlıyordu.
Transparan bir gönlü vardı ve onu dinleyen o olabiliyordu. Her şeyden önce Aşık
Mahzuni'nin vizyonu geniştir. Bundan dolayı hayatı boyunca genç, taze
kalabildi. 60’larda farklı bir jenerasyonun gönlünde taht kurmuş, 70'lerde ve
80'lerde yine genç kalmış. Türk rock ve pop grupları ondan feyz almış. Onlarca
parçası cover'lanmış. 90'lardan bugüne görüyoruz ki, Mahzuni parçaları, artık
her tarzdan müzik içinde barındırabiliyor ve yeni söylenmiş gibi
yorumlanabiliyor. Cemali grubu olarak, önünde saygıyla eğilerek, onun
parçalarını farklı bir altyapıyla aranje edip yorumladık. Bunu hiçbir zaman
"hadi albüme bir de türkü koyalım" düşüncesiyle yapmadık. Sadece Mahzuni'nin
yaptığı işi benimsediğimiz ve parçalarını "fresh" bulduğumuz için
yaptık. Ayrıca eskiyle yeniyi birleştirip, ikisi arasında müzikal ve duygusal
bir "loop" kurabilmek grubumuz için her zaman önemli olmuştur.
"Yuh Yuh" parçasını, endüstriyel altyapı üstüne bağlama koyarak
distortion vokallerle yorumladığımızda tepkilerin nasıl olacağını çok merak
ediyorduk. Bu türküyü tamamen post-modern bir boyuta taşımıştık. Sonuç çok
iyiydi. Dinleyicilerimiz, yeni jenerasyon parçayı yine "fresh"miş
gibi kanıksadı. Hatta Aşık Mahzuni, beraber katıldığımız bir televizyon
programında şunları söyledi: "Şimdiye kadar birçok sanatçı parçalarımı
yorumladı. Fakat hiçbiri Cemali'nin yerini tutamaz... Ellerine, ağızlarına
sağlık." Gerçekten çok önemsediğimiz bir üstadın bize böyle bir iltifat
yapması, kendimize açmaya çalıştığımız yol açısından çok önemliydi ve Mahzuni
baba bizim gözlerimizde bunu görebiliyordu. O da anlamıştı ki biz, "Yuh
Yuh" parçasını, yıllardır değişmemiş, kokuşmaya başlamış politik ortamı
eleştirmek ve bunu sorgulamaktan aciz yeni jenerasyonun anlayabileceği bir
dille hafiften iğnelemek için yorumlamıştık. Parça yine "fresh'ti. RTÜK
bunu çok iyi anladı, hemen kılıcını çekti. Mahzuni babayla gerçek dostluğumuz
böyle başladı. Her fırsatta görüşmeye çalışıyorduk; onu tanıdıkça önemi daha da
büyüyordu. "Hayat?" isimli son albümümüzün çalışmalarına
başladığımızda, California Berkeley Üniversitesi'nin müzik arşivlerindeki Aşık
Mahzuni plaklarını incelemeye başladık. Bu albümler arasından iki parça bulduk:
"Affetmem" ve "Şaka Maka". Hemen üstadı aradık, bu iki
parçayı albüme almayı düşündüğümüzü söyledik. Mahzuni Baba şunu söyledi:
"Yahu ben zaten size iki parça ayırmıştım. Hem nereden buldunuz siz o
parçaları? Bende bile yok!" "Biz buluruz baba!"dedik. Her iki
parçayı da elektronika-rock formunda aranje ettik, ayrıca Kanadalı bir
remiksçi, kulüp remiksini yaptı. Amacımız, eskiyi yeniye taşıyan bu konsept
aracılığıyla müzikal diskirminasyonu (ayrımcılığı) en azından kendi çapımızda
aza indirgeyebilmekti. Mahzuni Baba’nın herhangi bir türküsü bir chill-out veya
dans kulübünde çalarken bir zencinin kafa sallayarak "groove"a
girmesi, bir Çinlinin çılgınca dans edebilmesi veya Malatyalı yaşlı bir
teyzenin bu parçayı dinlerken gözyaşı dökmesi, bizce bu dünyadaki en güzel
paylaşım. Biz bu paylaşımı Mahzuni Baba hayattayken yapabildiğimiz için ne
kadar mutluyuz, bilemezsiniz. Onunla bir üstad ya da bir büyük gibi değil, bir
dost gibi diyalog kurabiliyorduk. İnsan olarak alçakgönüllülüğü ve hoşgörüsü,
onun yaşında tanıdığımız çok az insanda vardı. Hayatı boyunca önce acı çekmiş
bir insan olmasına karşın, bu enginliğin altında çok güçlü ve erdemli bir
kişilik yatıyordu, işte Mahzuni Baba’nın gönüllerde taht kurmasının sebebi bu.
Onu sevgi ve saygıyla anıyoruz
AŞIK MAHZUNİ YORUMLARI
Acı Doktor - Cem Karaca Kardaşlar / Kenan Temiz • Affetmem -
Cemali / Edip Akbayram Dostlar / Kenan Temiz • Ah Ne Olur Bizim Köyde - Selda
Bağcan • Ankara'da Türlü Türlü Plan Var - Selda Bağcan • Arabam Kaldı Yolda -
Edip Akbayram Dostlar / Kahtalı Mıçı • Bana Yücelerden Seyreden Dilber •
Sabahat Akkiraz • Ben Beni - Ahmet Kaya * Bırak Beni Konuşayım - Edip Akbayram
Dostlar / Abuzer Karakoç / Hasret Güftekin / Hüseyin Aydın / Ali Ekber Eren •
Bir Tabib - Kahtalı Mıçı • Biz Yaparız - Fikret Kızılok * Boşu Boşuna - Edip
Akbayram Dostlar * Boşumuş -Gülsen Altun • Bu Yıl Benim Yeşil Bağım Kurudu -
Edip Akbayram Dostlar / Selda Bağcan / ismail Kaya • Bugün Ben Şahımı Gönlüm -
Musa Eroğlu / Yasemin Odabaş • Bugün Bizde Bayram Var - Edip Akbayram Dostlar •
Cater - Yüksel Özkasap • Çeşm-i Siyahım • Edip Akbayram / Gülden Karaböcek /
İlkay Akkaya / Kardeş Türküler * Darağacı - Edip Akbayram Dostlar / Fikret
Kızılok / Erdal Erzincan, İsmail Özden, Tolga Sağ / Selda Bağcan • Dargın
Mahkûm • Kardeş Türküler • Darıldım Darıldım - Edip Akbayram • Dom Dom Kurşunu
- Beş Yıl Önce On Yıl Sonra / Edip Akbayram / Hüsamettin Subaşı / İbrahim
Tatlıses / Mehmet Pekün • Dumanlı Dumanlı - Edip Akbayram Dostlar / Muazzez
Ersoy / Belkıs Ünlüses / Gülden Karaböcek / Sultan Gene • Gam Üstüne Gam
Yapılır • Edip Akbayram Dostlar • Gam Yeme Gönül - Sabahat Akkiraz • Garip-
Edip Akbayram Dostlar / Musa Eroğlu • Geceler - Tülay * Göreydim Öleydim - Edip
Akbayram Dostlar • Gül Yüzlü Şeytan - Derdiyoklar ikilisi • Güzel Dostum
-Sabahat Akkiraz • Hidayet - Edip Akbayram • İhtiyar Oldum - Sultan Genç / Cem
Karaca Moğollar • İnce İnce Bir Kar Yağar • Edip Akbayram Dostlar / Selda
Bağcan • Kanadım Değdi Sevdaya - Sabahat Akkiraz / Yıldıray Çınar • Keyfo Ağam
-Edip Akbayram / Yasemin Odabaş • Kirvem - Hüseyin Turan / İsmail Hazar /
Kızılırmak / Selda Bağcan • Kotum Nerden Aldın Zinciri - Edip Akbayram Dostlar
• Körolası Gözlerim - Edip Akbayram Dostlar • Mehmet Emmi - Edip Akbayram
Dostlar • Meydan Sizindir - Selda Bağcan • Nem Kaldı - Erdal Erzincan / Selda
Bağcan / Seyhan Karabay Kardaşlar / Cem Karaca Dervişan • Neni Nenni – Çiğdem •
Oy Babo - Cem Karaca • Oy Bana Bana - Cem Karaca Apaşlar * Rabbım Ne İdim Ne
Oldum - Selda Bağcan • Sarhoş - İbrahim Tatiıses / Mehmet Pekün / Selda Bağcan
/ Soner Arıca • Sen Açtın Yarayı • Edip Akbayram Dostlar • Sofu Baba -Rahmi
Saltuk • Şaka Maka - Cemali / Selda Bağcan • Yaralarım- Edip Akbayram Dostlar •
Yatar Ağlarım - Edip Akbayram • Yedin Beni - Ersen Dadaşlar / Yüksel Özkasap •
Yiğitler - Cem Karaca Dervişan / Sevil & Ayla • Yuh Yuh - Cemali / Selda
Bağcan • Zalim - Ersen Dadaşlar / Edip Akbayram Dostlar • Zevzek - Grup Laçin /
İsmail Hazar
(Ulaş Özdemir / Temmuz 2002 / Roll Dergisi) - Düzenleme: Yönhaber