“Yeni Türkiye” diyorlar. 25 yıl öncesinin karikatürlerine
bir bakmak bile, hala eskisinde yaşadığımızı gösteriyor.
AKP şefleri bize “Yeni Türkiye’de” yaşadığımızı söyleyip
duruyorlar. Eski Türkiye‘yi bilmeyince, onların sözlerine kanmak kolay. Yeni
Türkiye ne kadar yeni?
Bu sorunun cevabını tarih kitaplarında değil de, daha
umulmadık bir yerde, eski bir karikatür dergisinin sayfalarında arayalım. Çünkü
çelişkileri öyle keskin bir yerdeyiz ki, karikatürlerde bile ülkemizin
değişmeyen kaderi var. Eski Türkiye hala ayakta.
Hıbır dergisi 1989 yılında Oğuz Aral‘ın ünlü Gırgır
dergisinden ayrılan karikatüristler tarafından kurulmuş. Aral’ın siyasi
göndermeler taşıyan mizah çizgisini koruyan Hıbırcılar, dergi 1995 yılında
kapanıncaya kadar, derginin kapaklarında ve ilk sayfalarında, güncel Türkiye
siyasetini eleştiren karikatürler çizmişler.
Sayfaları çevirdikçe beni en çok şaşırtan şey, Türkiye siyasetinin
gündemlerinin 25 yıldır aynı kalması oldu. Yalnızca faşizmin infaz
politikasının sürmesi gibi genel bir şey değil bu sözünü ettiğim. Güçlü
cumhurbaşkanı / zayıf başbakan çelişkisi gibi ayrıntılar düzeyinde de pek bir
şey değişmemiş.
Yukarıdaki kapak derginin 4 Temmuz 1991 tarihli sayısından.
“Şüpheli olduğu tespit edilen evlere yapılan baskınlarda mutlaka birkaç kişi
“ölü olarak” ele geçiriliyor” deniyor.
Ev baskınları ve infazlar, Yeni Türkiye’de de çok yaygın.
Dilek Doğan‘ı hatırlayalım: 18 Ekim 2015 gecesi, Küçük Armutlu’daki bir eve
yapılan baskında, ailesinin gözü önünde göğsünden vurulup katledilmişti. Ondan
birkaç ay önce de Günay Özarslan, baskın yapılan bir evde 15 kurşunla
öldürülmüş, polis “çatışma çıktı” demişti.
Bu iki kadının katilleri ellerini kollarını sallayarak
dolaşıyorlar bugün.
Şu karikatürde de bir başka benzerlik dikkatimi çekti:
Karikatür 1991 Ağustos ayından. Yani o yıl yapılacak genel
seçime sadece 2 ay kala çizilmiş. Özal’ın bir sözünü alıntılıyor: “Ülkemizde
huzur ve kardeşlik istiyorsanız, barış içinde yaşamak istiyorsanız, istikrara
oy verin” demiş Özal. Yargısız infazların tırmanışa geçtiği 1991 yılında.
Bir de 7 Haziran 2015 seçimlerinden bir gün önce, Başbakan
Davutoğlu’nun ne dediğine bir bakın: “Bu seçim istikrar ile kaos arasında bir
karar seçimi. Aynen 2002’deki değişim gibi, bu sefer de ya bu istikrar devam
edecek ya da AK Parti üzerinden Türkiye zayıflatılıp kaotik bir dönemin önü
açılacak.”
Gerçekten de Haziran seçimlerinde çıkan sonuçlardan AKP’nin
tek başına iktidara gelmesinin mümkün olmadığı anlaşılıyor. Ülke erken seçim
yoluna düşmüşken, iki korkunç saldırı geliyor:
Önce 20 Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesinde bir bomba
patlıyor. 34 kişi hayatını kaybediyor.
Ardından, 1 Kasım’daki erken seçime yalnızca 15 gün kala
Ankara Katliamı geliyor. 10 Ekim’de gerçekleşen katliamda 107 kişi hayatını
kaybediyor.
Başbakan Davutoğlu’nun patlamaların ardından yaptığı
açıklama ise korkunç: “Şimdi, Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anketler
yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz. Oylarımızda bir yükseliş trendi var.
Yüzde 44 bandına doğru yükselme trendi devam ediyor.”
Cumhurbaşkanı ve yavrusu
Başbakan olduktan sonra, Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan
ile girdiği tabiyet ilişkisinin nasıl alaya alındığını hepiniz biliyorsunuz.
Onu gözlüklü ufak bir çocuk, Erdoğan’ı ise ağabey/baba gibi tasvir eden
karikatürler ne kadar da çok.
Bu da 1991 yılından bir karikatür. Turgut Özal ile Mesut
Yılmaz arasındaki ilişkiyi hicvediyor:
Faşizmin güçlü bir liderin karizmasına yaslanma eğilimi o
zaman da vardı. Bu “güçlü” liderin iktidar koltuğuna kazık çakıp, elindeki
imkanları çocuklarına peşkeş çekmesi de bir o kadar yaygınmış anlaşılan:
Bu karikatür 1992 yılından. Özal’ın “ağzına geleni
söylemesinden“, “tek başına hareket etmesinden” ve ülkenin başına musallat
olmasından yakınıyor. Arkadaki yumurtalar ise daha da ilginç: Efe ve Ahmet,
Turgut Özal’ın iki oğluydu. Korkut ağabeyi, Semra ise eşiydi.
Eğer toplumsal değişimden, ülkenin başına musallat olanların
isminin değişmesini anlıyorsanız, gerçekten de bu yaşadığımız Yeni Türkiye. Ama
bence, Özal’ın yerini Erdoğan, Efe’nin yerini Sümeyye, Ahmet’in yerini Bilal
almış, ama geri kalan her şey aynı kalmış. Bu bildiğin Eski Türkiye.
AKP’li bir milletvekili geçende “Erdoğan’a dokunmak bile
inanın ibadettir” diyordu. Bir diğeri “onun sözü Peygamber sünnetidir” demişti.
Aşağıdaki karikatür de, Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olmasının ardından, ANAP’a
kimin başkanlık edeceği tartışmalarını hicvediyor. Sözde demokrat, özünde
şefine bağlı aşiret örgütlenmesinden farksız düzen partilerinin değişmeyen
manzarası bu:
Öte yandan, yeni-sömürgelerdeki faşist şefler ne kadar güçlü
görünürlerse görünsünler, emperyalizmin memuru olarak çalıştıklarını hiç
unutmazlar. Ara sıra hizaya çekildiklerinde, birkaç kere gürler ama hiç
yağmazlar.
2016 Haziran ayında Almanya ile AKP hükümeti arasında
yaşanan gerilimi hatırlarsınız. Alman Parlamentosu “Ermenilere ve diğer
Hıristiyan azınlıklara yönelik soykırımın hatırlanıp anılması” başlıklı bir
tasarıyı kabul etmişti. Bunun ardından da çeşitli bürokrat ve politikacılar
Almanya’ya tepki göstermişti. Sonra hiçbir şey olmadı.
Meğer bunun bir benzeri
25 yıl önce de yaşanmış. Hıbır da bunu kapağına taşımış:
İktidar partileri tarafında eski Türkiye’nin durumu
böyleymiş. Peki ya muhalefet tarafında?
Benzerlik burada da huzursuzluk verecek kadar çok. Hatta,
bazı şeyler değişmeden kalmış. Hıbır dönemin ana muhalefet partisi SHP’yi
kapağına böyle çıkarmış:
Hayır, o ortadaki adam Kemal Kılıçdaroğlu değil. Evet, o
soldaki adam Deniz Baykal. Hâlâ. Düzen değişmeyince, onun ehlileşmiş muhalefeti
de değişmiyor tabii. Sözde demokrasi rejimine, bir sözde muhalefet lazım ki
oyun devam edebilsin.
Hıbır dergisi, bugün de sık yapılan bir yanlışı yapmış
burada. SHP, CHP gibi düzenden beslenen muhalefet partilerinin düşük profilini,
onların beceriksizliklerine, bilgisizliklerine, sen-ben kavgasına bağlamış.
Oysa gerçek başka: Geçmişte de, bugün de, böyle partiler emniyet sübabı olarak
orada duruyorlar. Amaçları sahici bir muhalefet değil. Halkın öfkesinin, yine
düzene yönlendirilmesini amaçlıyorlar, o kadar. Bugün hala CHP’yi gerçek bir
alternatif sanarak, umuda kapılanlar olduğuna göre (“aslında bir
toparlanabilseler, ah…”), işlevlerini yerine getiriyorlar gibi görünüyor.
2016 yılından bir haber, “4 işsizden 1’i üniversite mezunu”
diyor. AKP Türkiye’sinde halkın sorunlarından biri de bu. Eğitimli işsizliği,
AKP döneminde katlanarak çoğalmış. 2000 yılında 143 bin üniversiteli işsiz
varken, 15 yıl sonra bu sayı 780 bine çıkmış. 5 kattan fazla bir artış.
Belli ki bu sorun da eski Türkiye’nin sorunlarından.
Hıbır‘ın 1991 yılındaki sayılarından birinin kapağı şöyle:
Bir ülkede infazlar, işsizlik, siyasi krizler ardı ardına
gelir de, o ülkede direniş olmaz mı? 1990’lar yalnızca devletin baskılarıyla
değil, Türkiye halklarının direnişleriyle de bilinen yıllardır.
Haziran Ayaklanması kadar geniş çaplı olmasa da, 1989 yılında
işçi eylemleriyle başlayan, 1989 Bahar Eylemleri adıyla bilinen bir uyanış
dönemi yaşanmıştı. Bu eylemler 1992 yılına dek büyüyerek devam etmişti.
Hıbır dergisi, Haziran 1991 sayılarından birinin kapağını bu
eylemlere ayırmış:
Bu karikatürün her yanını, AKP’nin Yeni Türkiye
propagandasının ışığında incelemek mümkün. “Padişah istifa” diyen TEK İşçileri
bir yanda, “Gazetelere kalırsa bizim eylemlerden kimsenin haberi olmuyo kardeş”
diyen Yol-İş İşçisi öte yanda. Gezi Ayaklanması döneminde “penguen medyası” diye
ün salan tekelci medyanın, işine geleni haberleştirme geleneği çok eski.
Olur da faşizmi “Yeni Türkiye” argümanlarıyla savunmaya
çalışan biriyle karşılaşırsanız, ona bu karikatürleri gösterin. Aradaki 5 farkı
bulsun. (EREN BUĞLALILAR-GEEZİTE.ORG)