T24''ün Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın, Ayla Celik'in Bağdat
adlı şarkısında düet yaptığı Beyazıt Öztürk ile lilgili çarpıcı bir analiz
yazdı...
"Cüzzamlı insanlara bir armağan verebilsem, acıyı
armağan etmek isterdim."
Stephen Grosz, "Kendimizi Nasıl Yitirir, Nasıl
Buluruz" alt başlıklı "İncelenen Hayatlar" kitabında, Doktor
Paul Brand'in, bir cüzzam sanatoryumunda çalışırken 1946'da yaptığı keşfi de
aktarır: O zamana kadar cüzzamla bağlantılı görülen sakatlıklar cüzzamdan
değil, hasta acı duyma yetisini yitirdiği için gelişen enfeksiyon ve yaraların
yol açtığı yıkımdan kaynaklanmaktadır.
Doktor Brand, bu teşhisine işaret ederken o temenniyi yazar:
"Cüzzamlı insanlara acıyı armağan etmek
isterdim..."
Aslında ihtiyacımız olmayan imkânları üretmenin peşinde
koşarken nelerin yokluğuyla sakatlandığımızın da çarpıcı bir hikâyesi değil
mi...
Özgür Gündem gazetesiyle dayanışmak amacıyla birer gün
"nöbetçi yayın yönetmenliği" yapanlar hakkında soruşturma ve davalar
açılması, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Prof. Şebnem Korur Fincancı,
yazar Ahmet Nesin ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol
Önderoğlu'nun tutuklanmaları sürecinde bir kez daha kendisini inşa eden bir
hikâye.
Hayatını işkencelere, faili meçhul cinayetlere karşı
mücadeleye adamış bir adli tıp hekimi olan Prof. Fincancı, tutuklandıktan sonra
Bakırköy Kapalı Cezaevi'nde atıldığı tecrit hücresinden "Hepimiz bu
memleket için, insanlarımız için mücadele ediyoruz. Bu mücadelenin onuru
hepimizin" mesajnı gönderdi.
Bu topraklarda bütün bir ömür tanık olduğu hoyratlığı
hakkındaki soruşturma ve iki haftalık tutukluluk sürecinde bir kez daha tecrübe
eden Fincancı, ocak ayında Kanal D'de yayınlanan Beyaz Show'a Diyarbakır'dan
telefonla bağlanarak "çocukların öldürülmesine sessiz kalmayın"
dediği için linç edilmek istenen "Ayşe öğretmen"e yapılanları
Evrensel'deki yazısında "cadı avı"na benzetmişti.
Acıyı hissetmemek...
Beyaz Show'a bağlandığında bir süredir öğretmenlik yapmaması
bile linç girişimine konu edilen Ayşe Çelik olayı, acıyı hissetmeyen bir
memleketin üç boyutlu fotoğrafıydı.
Hatırlayın; Beyaz Show'a bağlanan Ayşe Çelik, sesi
titreyerek, "Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada
yaşananlar medyada çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz
daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun ve artık bize el verin. Lütfen siz de
duyarlı olun. Yazık! İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler
ağlamasın” demişti.
"Beni bağladığınız için çok teşekkür ederim, bir nebze
de olsa sesimizi duyurabildiysek ne mutlu bize" sözleriyle programdan
ayrılan Ayşe Çelik'i dikkatle dinleyen Beyaz'ın (Beyazıt Öztürk) cevabını da
hatırlayın:
"Çok iyi yaptınız, çok teşekkür ediyoruz.
Hassasiyetiniz için de ayrıca size çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten de
duyurabileceğimiz yerlerden biz de elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz
emin olun. Ama bu söyledikleriniz bize bir kere daha ders oldu, daha da fazla
yapmaya gayret edeceğiz. Buradan oradaki herkese selam olsun. İnşallah en kısa
zamanda bütün o söylediğiniz barış dilekleri bizim için de geçerli, biz de
diliyoruz, en kısa zamanda bütün bunlar çözülsün istiyoruz. Çok teşekkür
ediyoruz Ayşe Hanım, sağolun. Elinize, yüreğinize sağlık, teşekkür ederiz.
"Bütün bunların bir şekilde konuşuluyor olması da
lazım. Gerçekten bunların dile getirilmesi lazım. Yeri, zamanı neresi olursa
olsun bazı şeylerin dile getiriliyor olması lazım. Bugün Ayşe Hanım, yarın
başka birisi, başka bir yerlerde, başka programlarda... Sesinin titremesi bile,
bence... Bence bir alkış daha hak ediyor gerçekten.”
Hem Ayşe Çelik'in, hem Beyaz'ın sözleri, stüdyo konuklarınca
defalarca ve uzun uzun alkışlandı.
O diyaloğu şu videoda izleyebilirsiniz.
Ancak iktidar medyasında bordro memuru tetikçiler, bazı
iktidar sözcüleri ve acıyı hissetmemekle malul ruhlar bu diyalogdan "terör
örgütü propagandası” çıkarabildiler. Savcılar ve RTÜK harekete geçti, Beyaz ve
Ayşe Çelik hakkında, "terör örgütü propagandası" iddiasıyla
soruşturmalar açıldı, ifadeler alındı. Malum, devlet ve himayesindeki medyanın
ülkemizde "terör"ü böyle binlerce kez hâlletmişliği vardır!
Peki şaşırdık mı, hayır. Nihayet, Cumhuriyet ve Türk basın
kuvvetleri tarihimiz bir kez daha tekerrür ediyordu.
‘Çocuklar ölmesin’ çağrısı için özür
Soruşturma ve davalardan henüz bir şey çıkmadı, ama bu arada
bir şey oldu. Tam da Gogol'ün Palto öyküsündeki çılgınca imkânsızlığa benzer
bir şey. Şahane mizahıyla "Kayıp palto peşinde hortlak arayan polisin,
hortlağın ölü veya diri yakalanması ve cezalandırılması için her türlü önlemi
aldığını" yazan Gogol, ekler:
"Ve az kalsın başarıyorlarmış da bunu!.."
"Ayşe öğretmen" olayında işte bu başarıldı! Önce
Kanal D, ardından Beyaz, o diyalog nedeniyle özür dilediler, "devletin
yanında" olduklarını açıkladılar.
Kanal D, özür açıklamasında "Beyazıt Öztürk, toplumun
her kesimini kucaklayan tarzına rağmen böylesi bir provokasyonun içine
çekilmeye çalışılmıştır. Doğan TV ve Kanal D ilk günden bugüne devletin yanında
yer almıştır" diyordu.
Beyaz'a gelince... Çıktığı -ihtimal süratle çıkarıldığı-
Kanal D ana haber bülteninde, uzun uzun o telefonların nasıl bağlandığını,
nasıl kontroller yapıldığını, dikkati dağıldığı için alkışlattığı Ayşe
öğretmeni nasıl dinleyemediğini, nasıl "beyninin durduğunu" tebliğ
edilmiş bir pişmanlık ifadesi eşliğinde anlattı, onu da hatırlayalım:
“Konukların soracağı sorular bellidir bizde. O keyifle telefona
gittim ancak, ‘Çocuklar ölüyor burada’ diye bir tepkiyle karşılaşınca beynim
durdu. Seyirciler bana bakıyor, konuklar var, 'ne yapacağım' diye kendi iç
sesimi dinlemekten konuşulanı dinleyemedim. Aklımda şu kaldı, ‘Burada bir
şeyler oluyor, siz eğleniyorsunuz.’
“Ben hep aynı şeyleri söyledim, ‘Daha dikkatli olacağız’
dedim. Bir niyetin olduğunu anlayamadım. ‘Öğretmenim’ deyince de inandım ama
öyle olmadığı ortaya çıktı. Ben bir polis çocuğuyum, benim babam her gün evden
çıkarken biz dönecek mi diye yolcu ettiğimiz için.
"Benim geçmişime bakıldığında, tutarlılık gözüküyor.
Şehitler olduğunda programı yarıda kestik, terör örgütünün orada verdiği
zararlardan haberimiz var. Güvenlik güçlerinin ne kadar zor şartlarda mücadele
ettiğini hepimiz biliyoruz. Bunlara gerçekten çok üzüldüm, şanssızlık oldu.
İstemeden kırdığımız birileri varsa özür dileriz.
“Bazı açıklamalar da yapılıyor, lütfen beni kimse politikaya
malzeme etmesin. Ben insanların yüzü gülsün diye uğraştım. Malzeme olmak
istemiyorum bu konuyla ilgili. İşime çok seviyorum, işime de devam edeceğim
Kanal D’de.
Ben de olsam tepki verirdim böyle bir durumda. Benim
tarafımdan dinlenmediği için.. Canlı yayın zor bir şey. Başıma gelmeyecek bir
şey değil; işte geldi. Konukların seyircilerin önünde olması, arkadaşların,
herkes izliyor. Kendi iç sesimden duyamadım, ne olduğunu da almadım. ‘Terör
örgütünü alkışlatıyor’ dediler. Aklımızdan geçmeyecek bir şey bu. Bunu yapmam.
Gerçekten de istemeden yaptığım bir şeyler olmuşsa, ki olmuş, özür diliyorum.
Herkesten farklı, fazla söyleyeceğim bir şey yok. Türk halkı
ne düşünüyorsa ben de onu düşünüyorum. Silahların bırakılmasını ve bu işlerin
çözülmesini diliyoruz. Allah oradaki bütün güvenlik güçlerine kolaylık versin.
Tekrar söylüyorum, devletimizin ve milletimizin yanındayız.”
O özür konuşmasını buradan izleyebilirsiniz.
Psikobiyografik bir hikâye...
Tebilgat yerine ulaşmış, "istemeden kötü bir şeyler
yaptığına" ikna edilen popstar şovmene diz çöktürülmüş, insanca tavrı için
özür diletilmişti. Böylece "çocuklar ölmesin" diyen Ayşe öğretmen,
"politikaya alet edilmek istemediğini" belirten Beyaz'ın aslında
gayet derin politik söylemiyle de "devlet, millet düşmanlığı"na
sürgün edilmişti.
Bu köşede daha önce de sorulmuş bir sorunun merceğinden
bakmaya çalışıyorum Beyaz'a; kötü ruhlu biri mi? Asla değil. Ama ruh, olmak
istediğiniz şeydir, olduğunuz şey değil!
Yaklaşık 20 yıldır yaptığı şovla izleyenlerine "evin
çocuğu" olarak da konuk olan bir şovmenden söz ediyoruz. Programlarında
konuk da ettiği annesini sık sık anan söylemiyle, kıdemli kimi konuklarına
"abi" diye de hitap eden lisanıyla, tevazusuyla evin çocuğu, evet.
İşte evin o gönüldaş çocuğuna, yıllardır kendisine tahsis
edilen ekranın "Beyaz Türk" evi olduğunu söylettiler ve Ayşe
öğretmeni oradan kapı dışarı ettiler.
Ayşe öğretmen olayı bir şanstı aslında, "Çocuklar
öldürülmesin" çığlığına emrivakiyle de olsa vesile olmanın şansı.
Şans, tesadüflere hazırlıklı olmayı gerektirir. Doğrusu,
Beyaz da, o sırada susturulmamış vicdanıyla Ayşe öğretmen tesadüfüne hazırlıklı
bir akıl gösterdi. Ancak beyni, daha sonra özür dilerken söylediğinin aksine,
Ayşe öğretmen konuşurken durmadı.
Tehditlerle, soruşturmalarla, kazandığı paralarla, kendine
düşkün zamanlarında yürürlüğe giren insanın derinlerindeki karanlıklarla beyni
durduruldu. Ve defalarca alkışlattığı Ayşe öğretmenin sözlerine verdiği destek
için özürler diledi, o şansa "şanssızlık" deyip geçti.
Böylece bu âlemde sıkı para kazanmanın tecrübesini mülk
edinmiş biri olarak da izlemiş olduk Beyaz'ı. Şovlarına eklenen özür açıklamasıyla
tamamlanan bir psikobiyografi hikâyesi olarak da.
Ne armağan etmek isterdiniz Beyaz'a?
Velhasıl "Ben de olsam tepki verirdim" diyerek;
"çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın" çığlığı karşısında hissetmeye
çalıştığı acıya yapılan saldırının faili de olabildi Beyaz.
Bir armağan verebilseydiniz Beyaz’a, ne olurdu?
Şebnem Korur Fincancı'ların çıkarsızlığı mı?
Ayşe öğretmenlerin vicdanı mı?
Susturulmadan önceki kendi sesi mi?
Ne olurdu?
Ben, kaybetmekten korktuğu imkânlardan onu kurtaracak bir
yokluk armağan etmek isterdim Beyaz'a...
Beyaz'ın şu birkaç aylık serüveninde tuhaf bir şekilde
kesişen soyadlarının azizlği mi bilmiyorum; Ayşe Çelik olayı, şarkıları peş
peşe hit olan Ayla Çelik'le düetinde Beyaz'ı izlerken zihnimde bir kez daha
yürürlüğe giren bir hikâye oldu benim için. Haydarpaşa Garı'nda çekildikten
sonra milyonlarca kez izlenen klipte Ayla Çelik hoş bir Müzeyyen faslında
bağırmadan "Ben dünyanın en büyük âşığı olabilirim" şarkısını okurken
Beyaz kendisine eşlik ediyor.
Hayır Beyaz; sen dünyanın en büyük âşığı olamazsın.
Aşk, korktuğun yerlere gitmektir...
Korktuğun yerlerden gitmek değil.