"Yaşanan bu şiddet sarmalında bumerang gibi dönüp kendilerini yaralayan generallerin görüntülerini izlerken, 1980 darbesinde tam aksinin yaşandığı anları hatırlayıp ipler kimin eline geçse diğerine aynı şeyi yaptığı bir kez daha görülmüş oldu."
OYUN HAMURU
Davullar, zurnalar çalınıyordu, ellerine kınalar yakılmıştı. Ailen, eş, dost, sevgilin, komşular, tüm yakınların buradaydı, duyan gelmişti otogara kutlu görevine uğurlamak için seni.. Ellerde bayraklar, dillerde tekbir ve marş sesleriyle omuzlarında taşıdılar seni. En büyük asker bizim asker!…
Belki isteyerek, belki bir an önce bitirip, işe girip evlenmek, belki de paran olmadığından bedelini başka türlü ödeyebilmek için zorunlu olarak gidecektin. ‘Peygamber ocağıydı’ gideceğin yer. ‘Adam’dan saymazlardı askere gitmeyeni. Şimdi ‘adam’ olanlarda para olduğu için değişti o atasözleri.
Kimbilir gerçekten de haberin yoktu, tatbikata veya nöbete diye çıkartmışlardı seni kışladan. Bu saatte neyin tatbikatıydı? Soru sormaya hakkın olamazdı zaten? Öyle ya asker ocağında mantık ne arardı? Emir demiri keserdi. Sen üslerinin bir oyun hamuruydun, sana istedikleri şekli ve rengi verebilecek oyun kurucuların vardı.
Bu kez seni taşıyanlar gurur duydukları için değil, tüm hınçlarını senden almak için aldılar omuzlarına. Postalların havada belirsizliğe doğru götürülürken, postalla ezilen kafalar geliyor aklıma. Her gün manşetlerde aslanlar gibi olduğun, yakıp-yıktığın zamanlarda olduğun gibi. Çok talihsizmişsin!
Doğu’da yapsaydın askerliğini oysa senden iyisi yoktu. Her türlü yetkiyi verirlerdi sana kurşun asker! İstediğini yapabilirdin, insan değildi karşındakiler çünkü, her türlü tehlike ve tehdidi barındıran unsurlardı onlar, kurulmuş bir oyuncak gibi ruhsuz bir şey olduklarını düşün. Ölü bedenlerin başında vakur bir kahraman edasıyla fotoğraflar çektirebilir, duvarlara ırkçı-cinsiyetçi yazılar yazar, bir Fatih gibi davranabilirdin çocuk.
Buralarda bir çatışmada vurulsaydın köylüler sırtında taşırdı seni, ölü bedenini ağaç dallarıyla örterlerdi saygıda kusur etmemek için. O zaman da iplerini elinde tutanlar seni kahraman ilan eder, cennetle müjdelenen şehit mertebesine erişirdin.
Nedense hep benzer şekilde iki göz odalı, kırık dökük evindeki babana haber edeceklerdi, ayakkabısı delik diye babana yardım etmek isteyeceklerdi uğruna canını verdiğin vatanın ‘sahipleri’.
Bak şimdi baban yine ağlıyor, hem de insanın yüreğini dağlayan ölüm şeklini söylemekten bile imtina ettiğimiz bedeninin üzerinde. Hani düne kadar en büyük asker sendin? Hani ‘kahraman’ Mehmetçiktin?
Belki cenazeler de verilmeyecektir, aylardır bu toprakların her karışında aranıldığı gibi. Verilse bile Diyanet'ten açıklama gelmiş sabahlara kadar halkı meydanlara çağıran, ölümünü salık vermek için değil, ölümüne davetiye çıkartan salalardan senin payına düşen olmayacakmış. Bu kez vatan haini şeklini verdikleri cenazenin namazı kılınmayacakmış.
Burada ölseydin hamurun şehit figürüne dönüşecek, anlı şanlı protokollü cenaze törenleriyle, intikam yeminleriyle uğurlanacaktın. Şehitler ölmez vatan bölünmez!.. Şehit de olamadın, vatan da bölünmedi..
Ve biliyor musun; senin yapacağın darbeden en fazla darbeyi alacak olanlar üzüldü senin için. Tankın içinde tekmelerle vurulan kafanı taşlardan korumaya çalışırkenki görüntülerin en çok da sana öcü olarak algılatılan, Kürt demekten imtina edilen ‘doğu’dakilerin yüreğini sızlattı, toz-duman içerisinde endişe yüklü gözünü kapattığında onların gözü yaşardı.
Süresiz bir darbeyi yaşadıkları, linçin nasıl bir vahşet olduğunu çok iyi bildikleri için aynı acıyı hissettiler seninle. Zulme maruz kalanlar anlardı ancak seni. Ne darbeden ne cihattan yana olan bu halk barış ve adaletin herkes için gerekli olduğuna kanaat getirmişti çünkü.
Yaşanan bu şiddet sarmalında bumerang gibi dönüp kendilerini yaralayan generallerin görüntülerini izlerken, 1980 darbesinde tam aksinin yaşandığı anları hatırlayıp ipler kimin eline geçse diğerine aynı şeyi yaptığı bir kez daha görülmüş oldu.
Olan belki de oyun hamuru gibi istenilen şekle konulan, azap askeri gibi ön saflara sürülen askerlere oldu. Bir gecede yüzlercesinin anası ağladı memleketin dört bir yanında, üstelik bayrağa sarılı tabutlarına değil, dini vecibeleri bile yerine getirilmeyecek cenazelerine sarılarak..
Protokolsüz, bayraksız, tabutsuz, mezarsız, vecibesiz, dua yerine beddualarla uğurlanan, her ölünün gömülme hakkına sahip olduğundan hareketle kardeşini gömemeyen Antigonelerle doldu her yer… (Bircan Değirmenci- BİANET)
BİRCAN DEĞİRMENCİ KİMDİR
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Özgür Gündem, Özgür Radyo, TRT, Star ve Esmer Dergisi'nde çalıştı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Birimi Basın Sorumlusu olarak görev yapıyor.