“Gericiliğin egemen olduğu, önemli kavramların içeriğinin boşaltıldığı, bilinçlerin dumurlaştığı bir dönemden geçiyoruz. “Milli irade”, “demokrasi” vb. kavramlar, bilinçleri karartacak bir içeriğe bürünmüştür”


15 Temmuz günü, acemice olduğu için başarısız olacağı başından belli olan askeri darbe girişimi oldu. Önemli kişileri tutuklamayıp, basını ele geçirmeyip, köprüleri tutan bu acemice girişim kafalarda soru işareti yaratmaktadır. Askeri darbe girişimi ve yarattığı sonuçlar bu yazının konusu değil. Bu makaledeki amaç, iktidar ve muhalifler tarafından demokrasi konusunda ileri sürülen düşüncelerin yanlışlığını göstermek, demokrasi ve çoğunluk konusunda yaygın olan görüşleri sorgulamaktadır.

“Halk demokrasi için direndi”, “direnme hakkını kullanan halk askeri darbeyi bozguna uğrattı” vb. düşünceler, Türkiye’de demokrasi bilincinin acınacak halini gösteriyor. Gericiliğin egemen olduğu, önemli kavramların içeriğinin boşaltıldığı, bilinçlerin dumurlaştığı bir dönemden geçiyoruz. “Milli irade”, “demokrasi” vb. kavramlar, bilinçleri karartacak bir içeriğe bürünmüştür.

Sadece Türkiye’de değil, hemen hemen tüm dünyada demokrasi bilincinin geri olmasının birçok nedeni vardır. Üç nedene vurgu yapmakla yetineceğiz. (1) Gerçek demokrasi hareketlerinin günümüzde henüz güçlü bir şekilde politika sahnesine çıkamamasıdır. (2) Burjuva toplumunun yarattığı yanılsamalara ve ideolojik manipülasyona dayanan liberalizmin politik ve ideolojik zafer kazanmış olmasıdır. (3) Demokrasi ve demokrasinin tarihi konusunda toplumdaki bilgi yetersizliğidir. Bu bilgi eksikliği öylesine açık bir durumdur ki, kendini demokrat sanan ve “hukuk devleti”, “hukukun üstünlüğü” gibi sözleri savuran kalburüstü Türkiye entelektüellerinin bile demokrasi konusunda yetersiz bilgiye sahip oldukları görülmektedir. Oysa Alman liberal yazarları bile şunu dile getirebilmektedirler: “Almanya’da hukuk devleti vardı, ama demokrasi yoktu.”

Demokrasi, çoğu zaman “çoğunluk rejimi” olarak adlandırılır ve sunulur. Demokrasiyi “çoğunluk rejimi” olarak ifade eden görüş çok yaygındır; fakat yanlış bir görüştür. Çünkü ilginç bir ayrımı görmezden geliyor: “Çoğunluğa dayanmak” ile “çoğunluğun çıkarlarını savunmak” aynı anlama gelmez. Çünkü çoğunluğun çıkarlarını savunmayan küçük bir azınlık, kendi çıkarları için çoğunluğun desteğini almayı başarabilir. Aristoteles, bu ayrımın farkındaydı; zira oligarşik rejimde de halkın çoğunluğuna dayanmak mümkündür, ama oligarşik rejim, halkın çoğunluğunun çıkarlarına göre politikalar yürütemez. Aristoteles açısından, demokrasi ve oligarşiyi birbirinden ayıran çoğunluk olgusu değil, “demokrasi ve oligarşiyi birbirinden ayıran nokta, yoksulluk ve zenginliktir.”

Demokrasi ile çoğunluk ilkesi arasında otomatik ve özsel bir ilişki yoktur. Aristoteles, çoğunluğa dayanan her sistemin demokrasi olmadığını göstermiştir. Aristoteles’in bu katkısı önemlidir. Zira günümüzde, genel olarak demokrasi ve çoğunluk ilkesi birbiriyle karıştırılmaktadır. Demokrasi, öz olarak nitelikli bir çoğunluk ilkesini, yani eşitlikçi ve özgürlükçü çoğunluk ilkesini ifade ederken, sıradan çoğunluk ilkesi ise basit niceliksel bir çoğunluğu, yani aritmetik çoğunluğu temsil eder. Bir başka deyişle, demokrasilerde eşit olan çoğunluğun çıkarları ağır basar, oligarşik düzende ve liberal demokrasilerde ise, toplumsal özünden soyutlanan çoğunluk ilkesi aritmetik bir oyun haline getirilir.

Demokrasi konusunda yaygın anlayışlara karşı mücadele gereklidir. Demokrasi, esas olarak dört temele dayanmaktadır: Akılcılık; Eşitlik; Özgürlük ve Çoğunluk. Çoğunluğun hangi anlamda anlaşılması gerektiğini yukarıda açıkladık.

İtalyan filozof Luciano Canfora, Demokrasinin Tarihi üzerine yazdığı kitapta, dünyada gerçek bir demokrasinin yaşanmadığını, şimdiye kadar dünyada üç demokrasi (1789 Fransız Devrim, 1871 Paris Komünü ve 1917 Ekim Devrimi) denemesinin başarısızlığa uğradığını vurguluyor.


İktidarın sık sık kullandığı sözcüklerden biri de “milli irade” sözcüğüdür. Oyların çoğunluğuna dayandığı için “milli iradeyi” temsil ettiklerini ileri sürmektedir. Nicel bir oy çoğunluğuna dayanmak “milli iradeyi” temsil etmek değildir. Çünkü her çoğunluk, akılcı, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik değildir. Dolayısıyla akılcı, eşitlikçi ve özgürlükçü olmayan bir iktidar ve onun kitlesiyle karşı karşıyayız. Modernleşen ama gerçek bir aydınlanma süreci yaşamayan bir toplumda akılcılık ve çoğunluk, dinsel düşüncelerin etkisi altındadır. Sol güçlerin asıl sorunu, aydınlanma süreci yaşamamış bir toplumda ikili (gerçek laik ve sosyalist) bir aydınlanma sürecini başarıya götürmek; gerici halkı devrimci halk haline getirme sorunudur. Bu ise zorlaşacağı belli olan koşullar altında çok büyük ve olağanüstü çabaları gerektirmektedir. (YENER ORKUNOĞLU – SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski