Hareketsizliğe zorlanmış olsalar da geniş bir muhalif kitle potansiyeline sahip olduğumuzu biliyoruz. Bu kitleler çeşitli konularda ve çeşitli fırsatlarda harekete geçmektedirler. Başkanlığın somut olarak gündeme gelmesi bu kitleler için yeni bir nedene ve fırsata dönüştürülebilir


Saray yönetemiyor ya da ancak baskı ve şiddetle yönetebiliyor. Milletvekilleri, gazeteciler hukuk ayaklar altına alınarak tutuklanıyor. Akademisyenler işten atılıyor. Belediye başkanları görevden alınıyor, yeni başkanın Belediye Meclisi içinden seçilmesi gerekirken yerine kayyum atanıyor. Televizyonlar, gazeteler, internet gazeteleri kapatılıyor, sosyal medya engelleniyor, sansür uygulanıyor. Sendikaların mitingleri yasaklanıyor, grev ertelemelerin kapsamı genişletiliyor. Kapalı salon toplantıları, paneller, basın açıklamaları dahi valilikler tarafından yasaklanıyor.

Çünkü üç kriz dinamiği; siyasal, ekonomik ve toplumsal kriz, AKP tarihinde ilk kez çakışmış durumda. Ve 15 yılda ülkeyi bu duruma getiren Erdoğan’ın, başkanlığın gücü, yetkileri ve dokunulmazlıkları olmadan bu krizleri yönetmesi mümkün değil.

Milletvekilleri boş kağıt imzalatılarak, açık oy kullandırılarak veya “FETÖ’den içeriye atılma” tehdidi ile yönetilebiliyor. Ordu savaşta tutulabildiği sürece, yargı demeçler ve doğrudan hükümetin talimatlarıyla, başbakan ve Bakanlar Kurulu yakın markaj ve Saray’da toplanarak yönetilebiliyor. Ve bu yönetim tarzının hukuki temeli olmadığından klikler (cuntalar) devreye sokuluyor. Fethullah ile kurulan bu ilişki bir darbe girişimine neden oldu ve bundan sonrakilerin de olmaması için bir neden yok.

Ortadoğu hayalleri çökmüş durumda. Şam’da namaz kılma hayalleri, yerini çoktan Moskova’da Ortodoks Kilisesi’nde günah çıkarmaya bıraktı. Rusya’nın izin vermesi, Esad’ın sözlü itirazla yetinmesiyle TSK, Suriye toprağına sokuldu ve (daha önce desteklenen) IŞİD’in temizliğinde kara ordusu olarak kullanılıyor. Devirmeye çalıştığı Esad’ın düşmanlarını temizliyor.

Toplum parçalanmış durumda. Türk, Kürt, Sünni, Alevi, İslamcı, laik-cumhuriyetçi, bilimden yana, hurafeci, çevreci, yağmacı, kamucu, özel mülkiyetçi… Ve bunlar eğilim farklılıkları veya çeşitlilik değil. Çeşitli kombinasyonlarla birleşen bu parçalanmışlıklar arasında derin düşmanlık yaşanıyor. “Kıvançta, tasada birliği” kaybetmiş, aynı şeylere üzülmeyen ve aynı şeylere sevinmeyen, düşman kamplara bölünmüş bir toplum yaratıldı. Saray bu yapıyı kemikleştirmeye çalıştıkça kırılgan bir yapı ortaya çıkıyor. Mesela Türk-Sünni-erkek senteziyle toparladığı kitleden taşeron işçi olanlarının ekonomik çıkarlarını karşılayamıyor, kadınlara yaklaşımı tabanlarındaki kadınlarında memnuniyetsizlik üretiyor, doğası talan edilenler itiraz ediyor, laik kesim iktidarın kolladığı tecavüzcü zihniyete isyan ederken diğeri tecavüzü savunan-en azından sessiz kalan bir topluluğa dönüşüyor.

Kürt sorununa dair herhangi bir çözüm planına sahip olmayan, dışarıda Kürtlerin siyasal statü kazanmasını engelleme amacıyla sınırlanmış, içeride Kürt Hareketi’nin yasal siyaset kanallarını tümden kapatan, seçilmişlerini hapse atmaya, şehirlerini yakıp yıkmaya dayalı siyaset uzun vadeye yayıldıkça krize girmeye başladı. Kürt Hareketi’nin silahlı kent direnişlerine devlet terörüyle yanıt verilmesi, Suriye’de Kürtlerin siyasal kazanımlarının askeri müdahale ile kırılmaya kalkışılmasına yanıt (PKK’nin savunamadığı eylemleri gerçekleştiren intikam örgütü) TAK’ın kitlesel katliamı hedefleyen terör eylemleri ile geldi. TAK’ın Vodafone Arena Stadı önündeki bombalı saldırısı şimdiye kadarki en kanlı saldırı oldu ve incelendiğinde kitlesel katliamlar yapmakta giderek uzmanlaştığı da görülebilir, bu da halk ve toplumsal muhalefet için de ciddi tehdit oluşturmaktadır. Ayrıca unutulmamalı ki kitle katliamını hedefleyen eylem, terör çizgisini devrimcilerin kabul etmesi mümkün değildir ve karşı çıkılmalıdır. Ancak AKP’nin başta Kürtler olmak üzere tüm topluma uyguladığı devlet terörünü meşrulaştırmakta kullanmasına da izin verilmemelidir.

Ekonomik krizin varacağı boyutlar, Erdoğan’ın 2008’den farklı olarak “teğet” söylemi yerine “Vatan-Millet-Sakarya” edebiyatına başvurmasına neden oluyor. İktidar krizin yükünü emekçilere yıkacağını ve sermayeyi kollayacağını şimdiden taahhüt etti bile. Asgari ücrete sıfır zam, işverenlerin SSK borçlarının faizsiz ötelenmesi, işsizlik fonu birikimlerinin işsizler için değil sermaye ve yatırımlar için kullanılması, KOBİ’lere 250 milyar liralık destek verileceğinin açıklanması ilk hamleler. Krizin kritik eşiklerinden biri AKP’nin en dinamik desteğini oluşturan esnafın hacizlerle boğuşup, dükkanları kapatmasıdır, buna dönük önlemler hayati önemdedir.

Türkiye’nin ekonomik büyümesinin lokomotifi kamu-özel ortak altyapı yatırımları ve inşaat yatırımlarıdır. İnşaat çılgınlığı, mega projelerin lokomotifliğindeki ekonomi, sınırlarına dayanmış durumda. AKP döneminde altın çağını yaşamış, küresel piyasalarla elli yıllık entegrasyona dayalı ekonominin “millici” gürültülü kampanyalarla kurtarılamayacağını en çok da iktidar bilmektedir. Yapılmaya çalışılan fırtına geçene kadar iktidar gemisini yüzer halde tutmaktır.

Erdoğan krizine “Başkan Erdoğan” çözüm olabilir mi?

2001 krizinin yarattığı yıkım, başbakanlığını Öcalan’ı yakalayıp hapse atan Ecevit’in yaptığı koalisyonun üç partisini de baraj altında bırakarak AKP’yi (Erdoğan’ı) kurtarıcı haline getirdi. Erdoğan’ın teğet geçtiğini söylediği 2008 krizi, 2009 yerel seçimlerinde AKP’nin oy oranının yüzde 38,39’a düşmesine neden olmuştu (2007 genel seçiminde oy oranı yüzde 49,83’tü). 2015 Haziran seçiminin ardından Erdoğan’ın koalisyon kurulmasına izin vermeyerek kasıtlı olarak yarattığı iktidar boşluğu ile Erdoğan’ın inisiyatifi olmadan ülkenin yönetilemeyeceği, istikrarsızlığa gömüleceği algısı ve Suruç, 10 Ekim katliamlarıyla yaratılan korku ortamıyla, Erdoğan’ın (tekrar) kurtarıcı olarak görülmesi sağlandı. Erdoğan’ın bir diktatörün kullanabileceği yetkilerle yönettiği bir süreçte yaşanan (ekonomik, siyasal, toplumsal) krizdeki ülkenin kurtarıcısı yine Erdoğan olabilir mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alternatifi Başkan Erdoğan projesi tutar mı? Fetih hayallerinden geriye “bastırılan, susturulan Kürtler” ve dolara karşı savaş kaldı. Kışkırtılmış fakat AB karşısında, Rusya, İsrail, Esad karşısında hezimete uğramış mezhepçi-milliyetçi kitlelerin koşulsuz desteğini, ekonomik krize rağmen sadece Kürtleri yenerek, korumak mümkün mü? Ecevit’i kurtaramamıştı.

Normal şartlar altında mümkün olmadığı gibi bugünkü OHAL şartlarında dahi mümkün değildir! Bunu mümkün kılmak için propagandadan ötesi lazım. Tüm muhaliflerin terörist ilan edilmesine dönük adım adım izlenen taktikler devreye sokuldu bile. Kademeli operasyonların yanı sıra CHP’nin de ince bir işçilikle hedefe konduğu görülüyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’ın “teröre destek” suçlamasıyla kurşunlanması, PM bildirisinin bizzat Erdoğan tarafından “teröre destek”le suçlanması, “FETÖ” bahanesiyle CHP’nin içine operasyon başlatılarak Kılıçdaroğlu’nun eski danışmanının gözaltına alınması, 10 Aralık Beşiktaş Katliamı’nı protesto için yürüyen CHP kortejine AKP’lilerin sataşması ve son olarak AKP milletvekili Aydın Ünal’ın Yeni Şafak’taki köşesinde CHP’yi doğrudan terör örgütleri arasına sokması.

Bunlar karşısında CHP yönetiminin bulduğu formül ise “Yönetemiyorsunuz, ülkeyi kan gölüne çevirdiniz. Biz adayız, kanı durdurmaya, Kürt sorununu çözmeye, komşularla savaş haline son vermeğe adayız” demek yerine; ne anlama geldiğinden kendilerinin de şüphe duydukları “Terörle mücadelede desteğe hazırız” lafları etmek, AKP’nin suyuna gitmektir.

Bütün muhalefete dönük devlet terörü ile siyaseti şoka sokma çabaları, parlamentonun işlevsiz hale getirilmesi, Kürt Hareketi’nin politikanın merkezine Suriye ve Irak’ı koymasıyla HDP’nin işlevsiz hale gelmesi, OHAL uygulamaları ile demokratik alanın kapatılması, kitlesel eylemlerin bombalı saldırı terörüyle zayıflatılması ile diğer baskı ve saldırılara rağmen kitlelerdeki hoşnutsuzluk büyüyerek sürüyor.

Bu büyüyen hoşnutsuzluğu irili ufaklı hareketlere dönüştürmeyi tahayyül edebilmek devrimcilerin işidir. Ekonomik krizin yükünün asgari ücretlilere, taşeronlara, mutfaklara yıkılmasına karşı da hazırlıklı olmalıyız. Erdoğan’ın başkanlık modelinin meşruti monarşiyi bile geride bırakan mutlak monark olmayı hedeflemekte olduğunu kitlelere anlatmaya şimdiden başlamalıyız. Devrimcilerden, sosyalistlerden başka başkanlığa karşı net, tutarlı bir tutum ortaya koyabilecek ne siyaset ne de aktör bulunmaktadır. MHP, AKP’ye başkan yardımcılığı ve kadrolaşma karşılığında yedeklendi. MHP’nin yedeklenmesiyle CHP söylemiyle de eylemiyle de daha da sağa kaydı. Berat Albayrak’ın sızdırılan e-postalarında CHP’nin nötr hale getirilmesi olarak bahsedilen taktiğin devreye alındığı görülüyor. Erdoğan’ın ömür boyu başkanlığı ile kendi çıkarları arasında bir bağ kuramayan, AKP’ye oy veren ciddi bir seçmen kitlesinin öteden beri mevcut olduğunu çeşitli araştırmalardan biliyoruz. AKP’nin politikalarından rahatsız olan yüzde elli kitlenin yanı sıra, krizler nedeniyle hoşnutsuzluğa kapılacak kitleleri de hedefleyen bir başkanlık karşıtı kampanya küçümsenmeyecek etkiler yaratacaktır. Hareketsizliğe zorlanmış olsalar da geniş bir muhalif kitle potansiyeline sahip olduğumuzu biliyoruz. Bu kitleler çeşitli konularda ve çeşitli fırsatlarda harekete geçmektedirler. Başkanlığın somut olarak gündeme gelmesi bu kitleler için yeni bir nedene ve fırsata dönüştürülebilir.


Gezi’de sokağa çıkanlar, hayatlarına dönük saldırılara karşı sokağa çıkan kadınlar, kentleri, doğayı savunan inisiyatiflerimiz, Gezi’nin forumları, barınma, eğitim, ulaşım hakkı meclislerimiz diktatörlüğe karşı direniş komitelerinin temeli haline dönüştürülebilir, yenileri kurulabilir. Tüm muhalif dinamikleri içermeyi hedefleyen, hareket çeşitliliğine ve esnekliğine sahip bu komiteler diktatörlük inşası sürecindeki saldırganlıkları, şiddeti, sansürü, yasaklamaları boşa çıkartabilir. Bunu yapabilecek olanlar kendisine düzen içinde meşguliyet aramayan, pasifizme ve yılgınlığa düşmeyen en zor koşullarda dahi devrimciliğin imkanlarını yaratabilme iddiasına ve coşkusuna sahip devrimcilerdir. (SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski