Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

Nisan’ı Haziran’a çevireceğiz ve bu Türkiye’nin en güzel yazı olacak

Sadece geçmişi unutmayan hafızamızı değil geleceği kuracak olan cesarete de ihtiyacı var insanlığın. Mevsimleri bir anda değiştirebilir, N...

Sadece geçmişi unutmayan hafızamızı değil geleceği kuracak olan cesarete de ihtiyacı var insanlığın. Mevsimleri bir anda değiştirebilir, Nisan’ı Haziran’a çevirebiliriz


Parti, Okyanusya’nın Avrasya’yla hiçbir zaman bağlaşmaya girmediğini söylüyordu. Ama o, Winston Smith olarak, Okyanusya’nın daha dört yıl önce Avrasya’yla bağlaşma içinde olduğunu biliyordu. Peki, bu bilgi neredeydi? Yalnızca kafasının içinde, o da pek yakında yok edilip gidecekti nasıl olsa. Ve eğer başka herkes Parti’nin dayattığı yalanı kabulleniyorsa –eğer bütün kayıtlar aynı masalı söylüyorsa, o zaman yalan tarihe geçecek ve gerçek olacaktı. Parti sloganında ne deniyordu: “Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar.”

Trump seçilince ABD’de George Orwell’in 1984 adlı distopik romanı çok satılanlar arasına girmiş. O da marketlerde alışveriş kasasına gelmeden hemen önceki yerini almış, paranız kaldıysa bir bakın reyonun da yerini almış böylece. Oysa romanda anlatılan ve zaten kederli karakterimiz Winston’un da anlattığı neydi. Geçmişi unutma, o yemeye içmeye benzemez.

ABD kadar Türkiye’de de çok satılanlar arasında mı bilmiyorum. Ama barış isteyen akademisyenlerin satılmasıyla öğrencilerin okullardan uzaklaştırılmasıyla söyleyebilirim ki biz 2016’yı yazmaya başladık bile. Geçmişi unutan ABD kendini yerli sanıyor olmalıydı ki göçenlere ülkeye girme yasağı koyuyordu. ABD’ye kızma hemen öyle Türkiye’de de durum farklı mı? Binlerce yıldır burada yaşayan Ermeniler adını söylediğinde “Yabancı mısınız?” denmiyor muydu?

Binlerce yıldır Mezopotamya’daki yerini tasla terk etmeyen Kürtlere ne deniyordu?

Ne acayip! Senelerce Berlin duvarını eleştirenler şimdi Meksika sınırına da Ermenistan ve Suriye sınırına da duvar örüyordu. Kim giremesin, kimi çıkmasın diye…

1915 soykırımı sonrasında aradan 100 yıl geçmesine rağmen Türkiye’deki Ermeni nüfusu 50 bin diyen de var, 45 bin de. Oysa Ermenilere kodlama yaptığını söylemek zorunda kalan devlet, en ince detayına kadar biliyordur bu rakamları. Biliyor da söylemiyor.

Artık bir varoluş mücadelesi içinde olan Ermenilerin geçmişi unutma hakkı hiç yok ve 1984 romanı onlar için de her zaman başköşede. Geçmişi unuttuğu anda zaten 50 bin olan tüm nüfusu da bir anda yok olabilir.

100 yıl önce 2,5-3 milyon olduğu söylenen Ermenilerin nüfusu yaşayabilseler belki bugün 15-20 milyonu olabilirdi. O Türkiye nasıl bir Türkiye olurdu? Muharrem İnce’nin kastettiği gibi mi olurdu? Ne olurdu Dimitriler yaşayabilseydi? Eldekine bakarak bundan daha kötü mü olurdu? Her kültürün eşit ve renkli olduğu bir ülke de mutluluk bu kadar zor olur muydu? En azından inkarcılar belki bu kadar tarihi çarpıtmak inkar etmek zorunda kalmaz onlar da hakikatle daha doğru bir ilişki kurabilir miydi?

Belki şimdi Trump’a karşı ülkenin bir çok yerinde “Ben de Müslümanım” diye yürüyen insanları anlayanlar “Hepimiz Ermeniyiz”i de anlar mıydı?

Hoş! George Orwell’de herkesin her şeyi anladığını anlatıyor. Yani kimse bilmiyor değil. Biliyor da yapıyor. Yahut bilmeyi tercih etmiyor.

“Ağır koşullarda çalışmaktan, boğaz kavgasından, komşularla didişmekten, sinema, futbol, bira ve en önemlisi de kumar yüzünden kafalarını çalıştırmaya fırsat bulamıyorlardı. Onları denetim altında tutmak hiç de zor değildi. Düşünce Polisi’nin aralarına saldığı birkaç ajan asılsız söylentiler yayıyor, tehlikeli olabileceği düşünülenleri saptayıp etkisiz kılıyordu; ama onlara Parti ideolojisini aşılamak için bir çabada bulunulmuyordu. Proleterlerin güçlü siyasal düşüncelerinin olması istenen bir şey değildi. Onlardan tek istenen, çalışma saatlerinin uzatılmasını ya da tayınların kısıtlanmasını kabullenmeleri gerektiğinde kışkırtılabilecek ilkel bir yurtseverlikti.”

Böyle diyordu.

Elbette bu Ermeniler kadar yaptığını inkar etmek istemeyen, inkar edeceği şeylerin yapılmasını istemeyenler için de önemli.

Şimdiler de sosyal medyada Devlet Bahçeli için de Recep Tayyip Erdoğan için de “Dün ne dedin bugün ne yapıyorsun” videoları “İnsan unutur arşiv unutmaz” diye çokça paylaşılıyor. Geçmişi değiştirme bakanlığı Türkiye’de de var ki bunlar unutturulmaya çalışıldıkça biz hatırlatmaya çalışıyoruz. Ancak burada George Orwell’ın dediğinden farklı olarak bir durum da ortay çıkıyor. Geçmişi biliyor olmak ve evet öyle dememize rağmen geleceği değiştirmeye yetmiyoruz bazen.

Kimi insanlar bildiklerini güçlerine göre değiştirmeyi tercih ediyor.

Ahlaki çürüme tam da bu.

Ama burada başka bir sorun da ortaya çıkıyor. Dün öyle yapan bugün yanında olanlara yarın niye yine öyle yapmasın. İnsan bir kere inkar etmeye başlayagörsün…

Şimdi “Dün dündür bugün bugündür” sloganı Demirel’den sonra bugün de bir şiar haline gelmedi mi?

Sadece geçmişi unutmayan hafızamızı değil geleceği kuracak olan cesarete de ihtiyacı var insanlığın. Cesaret kadar da yeniden inşa etmek için gerekli olan eşitliğe ve bilime. Bilmek ile yapıyor olmak arasında direkt bir bağlantı yok ne yazık ki. Ki çoğu AKPlinin de, referandum da “evet” oyu verecek insanların da neyin ne olduğunu bildiğini düşünüyorum. Meselemiz bu bilinen değiştirebilecek adalet, eşitlik ve özgürlük içinde hep beraber yaşamayı yetecek gücümüzün de olduğunu anlatmak…

“Parti geçmişe el koyabiliyor ve şu ya da bu olayın hiçbir zaman olmadığını söyleyebiliyorsa, bu hiç kuşkusuz işkenceden de, ölümden de beter bir şeydi” diye yazıyordu 1984’te. Orada yazan Türkiye’de 3 sene öncesinin barışını, halaylarını unutmaya benziyordu.

Şimdi Nusaybin Koruköy’den de MGSM’den de yakılma haberleri geliyorken, “Kaybedersek iç savaş çıkar” söylemleriyle “sivillerin” silahlanma haberleri de geliyordu. Tarih keşkelerle ilişki kurmaz. Winston gibi gerçeği geçmişi hatırlayan bir kaç kişinin bölük pörçük hafızasında aramaya gerek kalmadan çok yakın olan dünü hatırlayalım, Gezi’yi!

Mevsimleri bir anda değiştirebilir, Nisan’ı Haziran’a çevirebiliriz.

Bu sefer Kasım’ı olmayan bir Haziran.

Yarım kalmış her büyük aşk mutlaka bir kez daha buluşur. Gezi’den bir gün önce sen de inanamazdın milyonlarca insanın sokaklara döküleceğine. İşte o ruh Gezi Haziranı kadar 7 Haziran’ı da yarattı.

Daha önce yaptık, artık daha iyi yapabiliriz… (KEMAL BOZKURT - SENDİKA.ORG)

EKONOMİ/PARA/PİYASA