“Tüm o parıltılı mitinglerin, şaşalı gösterilerin, nutukların, demagojinin parıltısının arkasında ise aslında devasa bir dekadans/çöküş gizlidir. Yeniden doğuşun vaat edildiği an, çöküş anıdır; akıl, vicdan, ahlak insanlık hepsi çökmüş, büyük bir yalan toplumu esir almıştır. İşte Abdülhamid Han’dan Recep İvedik’e, Necip Fazıl’dan Şahan’a uzanan yol bu esarette gizlidir ve sanıldığından daha kısadır. Kitabıyla, dizisiyle, filmiyle, kahramanıyla, bunların hepsi birer çöküş fenomenidir, çöküş semptomudur. Türkiye İslamcılığının Türkiye’yi getirdiği yer burasıdır, tam da bu nedenle en az Abdülhamid kadar Recep İvedik de Türkiye İslamcılığının, Türk sağının özbeöz çocuğudur”



Abdülhamid Han’dan Recep İvedik’e

Geçen hafta Türkiye’deki yüzlerce sinemada “Recep İvedik 5” adlı film gösterime girdi, salonlar doldu taştı, gişe rekorları kırıldı, filmi iki günde iki milyona yakın kişi izledi. İki gün önce TRT 1’de “Abdülhamid Payitaht” adlı dizi gösterilmeye başlandı, henüz izlenme oranlarını bilmiyoruz ama onun da tıpkı başka bir TRT ve Osmanlı dizisi olan “Diriliş Ertuğrul” gibi ciddi bir ilgiye mazhar olacağını tahmin edebiliyoruz.

Geçen hafta Recep İvedik’in gösterildiği AVM’lerden birinde, “sanat ve sinema aşkı”ndan olsa gerek, bilet kuyruğunda kavga çıktı ve iki kişi birbirine silah çekti, vatandaşlar saldırı paniği yaşadı, polis AVM’yi boşalttı. Ve yine geçen hafta bir kişi “Abdülhamid’in torununa küfür etti” dediği Müjdat Gezen’in sanat okulunu “vatansever hislerle” yakmaya kalkıştı; hâkim yaptığının suç olmadığına kanaat getirmiş olmalı ki önce salındı ama sonrasında savcının itirazı ve kamuoyu tepkisi üzerine tutuklandı.

Abdülhamid’den Recep İvedik’e, Recep İvedik’ten Abdülhamid’e uzanan bir yol var. O filmi izleyenler o diziyi de ayıla bayıla izleyeceklerdir ve o diziyi izleyenler o filmde kahkahaya boğulacaklardır. Film kuyruğunda birbirine silah çekmekten sanat okulu yakmaya, sanat okulu yakmaktan film kuyruğunda birbirine silah çekmeye uzanan bir yol var. O filmin kuyruğunda birbirine silah doğrultanlar gidip bir sanat okulunu yakabilirler ve o sanat okulunu yakan zat o filmi izlemek için kuyruğa girip birine silah doğrultabilir hiç tereddüt etmeden. O filmin çevrilebilmesi, o dizinin çevrilebilmesiyle; o dizinin çevrilebilmesi, o filmin çevrilebilmesiyle ilgilidir çünkü.

“Ulu Hakan” adlı kitabıyla “Abdülhamid Han” mitosunun yaratıcısı olan Necip Fazıl, “Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamaktır” der. Doğrudur, istibdat rejimini, sansürü, hafiye sistemini, jurnalciliği anlamak bugünü anlamak için büyük ipuçları verir ama asıl “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes/Ey kahpe rüzgâr artık nereden esersen es” dizelerini yazan Necip Fazıl’ı anlamak her şeyi anlamaktır. Çünkü Necip Fazıl’ın “sur” dediği Cumhuriyet, “biz” dediği Türkiye İslamcılığıdır ve evet, o gedikler, sol düşmanlığıyla, sol korkusuyla açılmıştır.

Elli altmış yıllık bir zaman dilimine yayılan bu gedik açma faaliyetini anlayamadan Türkiye’yi anlayamayız. Abdülhamid’e tapan, Osmanlı’yı masonların, tapınak şövalyelerinin, İngiliz derin devletinin yıktığına inanan, “Mustafa Kemal’i Samsun’a vatanı kurtarması için Vahdettin gönderdi” diyen, Cumhuriyet’e, laikliğe, aydınlanmaya düşman olan milyonlar son on dört yılın ürünü değildir, bunun bir tarih-öncesi vardır. Tarikatların verdiği “alternatif eğitim”den tutun da imamhatiplere, Necip Fazıl’ların konferanslarından tutun da Milli Türk Talebe Birliği’nin faaliyetlerine uzanan geniş bir yelpazede bu milyonlar özenle yetiştirilmiş, cehaletin saltanatı, güya “resmi tarih”e karşı inşa edilen “İslamcılığın resmi tarihi” üzerine kurulmuştur.
Recep İvedik de bu saltanata ait bir fenomendir, çevrilmesinin de gişe rekorları kırmasının da bu saltanat dönemine denk gelmesi tesadüf değildir. Kurtlar Vadisi’yle, Polat Alemdar’la, Diriliş Ertuğrul’la, dombırayla coşan, gaza gelen, tatmin olan, yeni-Osmanlı parodisinin figüranı kitlelerin Recep İvedik’le kahkahalara boğulması bir tesadüf değildir, çünkü beslendikleri politik ve kültürel iklim aynıdır.

O iklimin özellikleri ise şunlardır: Yerlilik adı altında evrensel değerlere düşmanlık, cehalete, kabalığa, hoyratlığa, yıkıcılığa, nobranlığa övgü, okumuş insana duyulan nefret, alttakilerin sınıf kininin lümpenliğe tahvili ve böyle manipüle edilmesi, sığ bir milliyetçilik ve “vatan-millet-Sakarya” hamaseti, lidere biat, otoriteye tapma ve onunla özdeşleşme…
Bütün faşizmler sokaktaki “küçük adam”ın sınıf kininin manipülasyonu üzerine kurulur, yoksulluk ve sefalet içindeki adama “yeniden doğuş”, geçmişin görkemli, şatafatlı, zafer dolu günlerine dönüş vaat edilir: III. Reich, yeni Roma, yeni- Osmanlı… Bütün faşizmler “küçük adam”dan iradelerini lidere teslim etmelerini, emirlerine uymalarını, hiyerarşiye ve göreve tapmalarını talep eder: Duçe, Führer, Reis… Bütün faşizmler “aklın yıkımı”na dair bir toplumsal mühendislik projesidir, rasyonellik geri çekilir, absürtlük doğallaşır, kötülük radikalleşir ve sıradanlaşır.

Tüm o parıltılı mitinglerin, şaşalı gösterilerin, nutukların, demagojinin parıltısının arkasında ise aslında devasa bir dekadans/çöküş gizlidir. Yeniden doğuşun vaat edildiği an, çöküş anıdır; akıl, vicdan, ahlak insanlık hepsi çökmüş, büyük bir yalan toplumu esir almıştır. İşte Abdülhamid Han’dan Recep İvedik’e, Necip Fazıl’dan Şahan’a uzanan yol bu esarette gizlidir ve sanıldığından daha kısadır. Kitabıyla, dizisiyle, filmiyle, kahramanıyla, bunların hepsi birer çöküş fenomenidir, çöküş semptomudur. Türkiye İslamcılığının Türkiye’yi getirdiği yer burasıdır, tam da bu nedenle en az Abdülhamid kadar Recep İvedik de Türkiye İslamcılığının, Türk sağının özbeöz çocuğudur. 

(FATİH YAŞLI – BİRGÜN – 26.02.2017)
Daha yeni Daha eski