“Adamın cep telefonundan gelen şarkıya teslim oldu. “Hainsin sen” diyerek türbanını sıyırdı, başını koltuğa dayayıp gözlerini kapattı… Kendisini bekleyen müsteşar, vali o gereksiz kalabalık, onca kamera, hatta koca bir iktidar çoktan geride kalmıştı…”


İmam Hatip lisesinin bahçesi epey kalabalıktı. Okulun yüksek, demir parmaklıklı kapısının hemen önünde sıralanmış kırmızı plakalı bir sürü lüks otomobili görenler, içeride “çook önemli” birtakım insanların olduğunu hemencecik anlayıp bu lükse bakarak geçip gidiyorlardı. Bahçenin tam ortasında bir grup takım elbiseli adam ve onların arasında da türbanlı iki kadın hararetli hararetli konuşuyorlar, arada bir gülerek belki de çok sıkıcı buldukları anlamsız bir ciddiyeti bir ucundan tutarak dağıtmaya çalışıyorlardı. Lisenin başları sımsıkı kapalı kız öğrencileri, gruptan biraz ilerideki kantinin yanında kümelenmiş ve grubu meraklı bakışlarla göz hapsine almışlardı.

Dış kapının solundaki bankların birinde oturan parkalı, kot pantolonlu, bıyıklı, esmer adam oturduğu yerden kalkıp, salına yaylana gruba doğru yürüdü. Müsteşar tuhaf ve gereksiz konuşmasına kendisini o kadar kaptırmıştı ki, hemen yanına kadar gelen adamı görmemişti bile. Sonra bir el, müsteşarla valinin arasından uzanıp türbanlı kadınların genç olanını bileğinden kavradı ve gruptan dışarı çekti. Müsteşarın konuşması elin sahibinin kısacık cümlesiyle bitti. “Fazla traş cildi bozar Gülden hanım, şu çiğ börekle İzmir lokmasını yiyelim artık, çünkü ben çok acıktım” Ortalığı bir sessizlik kapladı. Müsteşar ve vali çok şaşırmışlardı. Etraftaki sivil ve resmi polisler gruba doğru hareketlendi. Türbanlı genç kadın “pardon, çok özür dilerim, biraz sonra döneceğim sayın müsteşarım” deyip adamla birlikte gruptan uzaklaşırken kendilerine doğru gelen polisleri “bir şey yok, tanıyorum, benim arkadaşım” cümlesiyle oradan uzaklaştırdı. Onlar dış kapıya doğru yürürlerken, arkalarından bir sürü kamera geliyordu.

Okuldan çıktılar. “Peki nereye gidiyoruz şimdi” dedi kadın. Parkalı adamın cevabı gecikmedi. “E dedim ya çiğ börek yemeye… sonra da lokma!”. “Yemin ederim delisin sen” diyerek güldü kadın. “Hayır” dedi adam ve ekledi; “deli değilim, denizinin kıyısında saatli kulesi olan şehrin çocuğuyum ben, hepsi bu, abartma”. Biraz yürüdükten sonra kırmızı renkli bir  Volkswagen’in yanında durdular. Kadın alışık bir tavırla hemen arka koltuğa oturdu. Adam ön koltuğa otururken direksiyon başındaki genç çocuğa dönerek “biraz beklettik, kusura bakmazsın artık Zaza” dedi. Adama olan saygısını cevap vermek yerine gülümseyerek gösterdi çocuk. Adam biraz da kadını kışkırtmak için konuşmasına devam etti. “Malum içerisi bir sürü yalama, yandaşla dolmuş, her yalama ve yandaş başına en az üç polis düşüyor, görmeni isterdim Zaza… hele kapıdaki lüksün haddi hesabı yok… onlara otomobil denemez, bu lüksü tanımlayacak kelime Türkçe’de henüz icat edilmedi diye düşünüyorum…  bir de israf haramdır derler… ama her gecenin bir sabahı ve her sabahın da bir sahibi vardır anasını satayım” Arka koltukta oturan kadın adamın ağızından çıkan son iki kelimeyi duyunca gülerek “küfrettin işte” deyiverdi. “Etmedim” dedi adam. “Ettin ettin”… “Etmedim”… "Yahu ettin işte, Zaza’ya sor”… Zaza yine sadece gülümsemekle yetindi. Kısa bir sessizlik oldu. Sessizliği kadın bozdu hemen. “Lisenin toplantısını nereden biliyordun… Korkmadın mı oraya gelirken… Bir sürü polis, bir sürü devlet görevlisi… müsteşar, vali falan… ben olmasam polisler seni çoktan almışlardı… gazeteciler, onca kamera… hep bizi çektiler” Kadın devam etmeye niyetliyken adam onu “hayır bizi değil seni çektiler… ünlü olan sensin, ben değilim, kim tanır beni… ama seni herkes biliyor” diyerek susturmaya çalıştı. Kadın devam etmek istiyordu ama yapamadı. Adamın cep telefonundan gelen şarkıya teslim oldu. “Hainsin sen” diyerek türbanını sıyırdı, başını koltuğa dayayıp gözlerini kapattı… Kendisini bekleyen müsteşar, vali o gereksiz kalabalık, onca kamera, hatta koca bir iktidar çoktan geride kalmıştı…  

HAYRİ GÜNEL

("ŞARKILARI OLAN HİKAYELER: 7, HAYAT BİR KURGUDUR ASLINDA")

Daha yeni Daha eski