“Sağcılık, Arapça ezan okunan minarelerin arasına
"Welcome" yazmaktır. Şükretmektir. Tek Parti dönemine sövüp, Kore'ye
savaşmaya gitmektir. Sağcılığın üç rüknü vardır bizim ülkemizde: Türk olmak, Müslüman
olmak ve Amerika'nın yanında olmak. İlk ikisi müstehab, sonuncusu farzdır”
Ülkemizde Sağcılık: "Türkiye NATO'nun İmanlı Bir
Uzvudur"
Sağcılık, Arapça ezan okunan minarelerin arasına
"Welcome" yazmaktır. Şükretmektir. Tek Parti dönemine sövüp, Kore'ye
savaşmaya gitmektir. Sağcılığın üç rüknü vardır bizim ülkemizde: Türk olmak,
Müslüman olmak ve Amerika'nın yanında olmak. İlk ikisi müstehab, sonuncusu
farzdır.
Celal Bayar, 28 Ocak 1954 tarihinde Beyaz Saray'da verilen
ziyafette yaptığı konuşmayı, "Büyük müttefikimiz Amerika'nın saadet ve
refahına içiyorum." diye noktalamıştı.
Aynı gün Amerikalı gazetecilere yaptığı konuşmada ise Türkiye'yi
Amerikalıların ekip biçeceği "münbit bir toprağa" benzetmişti:
"Türkiye'ye sarfedilen her dolar münbit bir toprağa ekilmiş refah ve
bereket filizleri verecek birer tohum gibidir."
Kongre'de yaptığı konuşmada ise Türkiye'yi "NATO'nun
imanlı bir uzvu" olarak tanımlamıştı.
Amerika'nın yanında Kore'de savaşalı 4 yıl olmuştu. Bayar,
yaklaşık 40 gün süren gezisinde, gittiği her yerde gerekli gereksiz Kore'den
bahsedip durmuştu. Amerikan saflarında verdiğimiz kanla gurur duyuyordu. Kunuri'de
Mehmetçik, Amerikalılar geri çekilebilsin diye canlarını feda etmişti. Amerikan
Basın Kulübü'nde yaptığı konuşmada, hızını alamamış, NATO'yu epeyce övdükten
sonra, Ortadoğu'da bir gedik olduğundan dem vurmuş, NATO'yu Ortadoğu'ya davet
etmişti. Gerekçesi ilginçti: "petrol menbaları." Bir yıl öncesindeyse, Bayar ve Menderes ABD
Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'e, bu gediğin kapatılmasında Türkiye'nin
öncü rol oynayabileceğini söylemişlerdi.
O günlerde siyasetçilerimiz ve yazarlarımız Amerika'dan söz
edecekleri zaman, ABD demez; "Büyük Dost", "Büyük Müttefik"
ve "Hür Dünyanın Lideri" gibi ifadeler kullanırlardı.
O yıllarda bir tek düşmanımız vardı: Allahsız Komünizm.
"Hür Dünya"nın yanında değilseniz, şüphesiz ya Komünisttiniz, ya da
"Moskof Ajanı". ABD'yle ilgili istifham uyandıracak küçük bir soru
bile Komünist olmanız için yeterliydi.
Bayar ve Menderes Kore'ye asker gönderme kararı aldığında
Türk Barışseverler Cemiyeti (TBC)
"Adnan Menderes Hükümeti, Kore'de harp etsin diye 4500 Türk
çocuğunu General McArthur'un emrine veriyor. Adnan Menderes Hükümetinin bu
kararı Türk milletine nasıl gösterilirse gösterilsin Amerika'nın menfaatleri
uğruna savaşa katılmamız demektir." demişti de başına gelmeyen kalmamıştı.
Menderes, "Bunların kökü dışarıda" derken, Dışişleri Bakanı Fuat
Köprülü: "Bu tamamen komünizm propagandası ve komünist matbuatın
lisanıdır." demişti. TBC kapatılmış, üyeleri tutuklanıvermişti.
Demokrat Parti'nin, demokrasinin altın yıllarıydı. Ticaret
serbest, matbuat serbest, ezan serbest, Kur'an serbest ama Amerika'yı
eleştirmek yasaktı. Söyledikleriniz, doğruymuş-yanlışmış bir önemi yoktu:
Allahsız Komünizme hizmet ediyordunuz, Moskof ajanıydınız, Kızılların ekmeğine
yağ sürüyordunuz; niyetiniz başkaydı ve kökünüz dışarıdaydı. Satılmıştınız,
uşaktınız, vatan hainiydiniz.
O yıllarda bizler Türk'tük, Müslüman'dık, imanlıydık ve
Amerika'nın yanındaydık. Eğer Amerika'nın karşısındaysanız, Türk ya da Müslüman
olmanız "kökü dışarıdalığınızı" gizlemek için kullandığınız bir
maskeydi sadece. Amerika'nın yanında olmadan ne Türk, ne de Müslüman
olunabilirdi. Bizler NATO'nun imanlı bir uzvuyduk. "İmanlı..."
Elhamdülillah!
Şimdi biraz geriye gidelim. Sağcılığın omurgası olan bu
sözün öncülü olan bir fotoğraf karesine odaklanalım.
5 Nisan 1946 tarihinde Amerika bizi korumak amacıyla
Missouri Zırhlısı'nı Türkiye'ye gönderdiğinde Demokrat Parti kurulmuş, çok
partili sisteme geçilmişti. Amerikalılar coşkuyla karşılanmış, PTT Gemi'nin
gelişini ölümsüzleştirmek için pul bastırmış, Tekel "Missouri"
sigaraları çıkarmış, İstanbul belediyesi sokakları temizlemiş, Amerikalıların
görüş menziline girebilecek binalar boyanmış, ücretsiz otobüs seferleri düzenlenmiş,
tiyatrolardan Amerikan bahriyelilerine yerler ayırtılmış, Valiliğin emriyle
genelev kadınları sağlık kontrollerinden geçirilmiş, genelev kadınları
göbeklerine "welcome" yazmışlardı.
Welcome...
Aynı yazı bir camimizi de süsleyecekti...
Bezm-i Alem Valide Sultan Camii'nin iki minaresi arasına da
"Welcome" mahyası asılmıştı. "Welcome" Amerika demekti ve 5
Nisan 1946'da iki minaremizin arasına girivermişti. Eski Türkiye bitiyor yeni
Türkiye kuruluyordu. Yeni Türkiye'yi dizayn eden tuhaf bir denklemdi bu...
"Welcome", Genelevi ve Cami'yi bir arada tutacaktı. Artık tek parti
devri kapanmıştı; ezan aslından okunacak, camiler, türbeler açılacak,
"Zulmetten Nura" kitabının yazarı CHP'den başbakan bile olacaktı. Hür
dünyanın saflarında yerimizi almıştık. Bu hür dünyada her şey serbestti, sadece
bir tek şey yasaktı: Moskof Ajanlığı!
Sonra yıllar geçti. Kıbrıs'ta sorunlar çıktı. Türkler,
"soydaşlarımız" Rumlar tarafından katlediliyordu. Karşı çıkmak
istedik. Ama bir gece yarısı ABD Büyükelçisi Raymond Hare'in İnönü'nün eline
tutuşturduğu mektup "hayır" diyordu. Sana verdiğim silahları benim
iznim olmadan kullanamazsın diyordu; kullanamadık. ABD Başkanı Johnson
mektubunda ilginç bir şey daha söylüyordu. Yunanistan ve Türkiye NATO
şemsiyesinin altında kardeş olmuşlardı. Şimdi nasıl olurdu da iki NATO üyesi
karşı karşıya gelirdi?
Burnumuzun dibindeki Kıbrıs'a gidemiyorduk.
Tamam... 8 bin km. ötedeki Kore'ye gitmiştik. Ama o
başkaydı, orada Allahsız Komünizme karşı savaşmıştık. Şimdiyse durum farklıydı.
NATO bizleri ve Yunan'ı kardeş yapmamış mıydı? Kardeş kardeşi vurur muydu?
Celal Bayar da, o tarihi gezisinde, 28 Ocak 1954'te şunları
söylememiş miydi:
"Bu binanın dayandığı sağlam temel civanmert komşusu ve
müttefiki Yunanistan ile Türkiye arasındaki hakiki anlaşma ve sıkı kardeşlik,
dostluktur...
Mazideki faydasız kavga ve münazaaların hatıralarını
ebediyen gömen ve mukadderatlarını, kökleri halkın derinliklerine kadar uzanmış
devamlı bir ittifak ve kardeşlikte birleştiren iki memlekete dair tarihte bir
misal varsa o misalin iş bu olduğunu bir kere daha söylemeden geçemem. Bu
beşeriyetin bizzat mevcudiyetini tehdit eden müşterek tehlike karşısında
mahalli ehemmiyetsiz kavgaları realizm ve değerleri doğru ölçmekle bertaraf
ederek neler yapılabileceğinin cidden parlak bir misalidir."
İlginç değil mi: "Civanmert komşu... Mazideki faydasız
kavga ve münazaaların hatıralarını ebediyyen gömen... mahalli ehemmiyetsiz
kavgaları..."
Yeni Türkiye'de artık, Yunan işgali ehemmiyetsizdir,
mazideki faydasız bir münazaadır. Bizler "Welcome" yazısı altında
kardeş olmuşuzdur. Amerika'nın düşmanını düşman, dostunu dost bellemişizdir.
Peyami Safa, 1956'da, İsrail'in Mısır'a saldırmasını
yorumladığı yazısında ne de güzel açıklar bu gerçeği: "Bir okuyucumuz,
Mısır meselesinde, Araplara değil, İsrail’e sempati gösterdiğim için bana sitem
ediyor... Cepheler gizli değil: Mısır Sovyetlerin safında yer almıştır... Küçük
İsrail, Mısır’a karşı savaşırken, yalnız kendi hudut emniyetini sağlamaya
değil, hür milletlerin davasına da, doğrudan doğruya veya dolayısıyla hizmet
etmiştir... Bir Çerkez atasözü: 'Dostumun dostu dostumdur' der. Bu söze ondan
daha az doğru olmayan bir sözü de biz ekleyebiliriz: 'Düşmanımın dostu
düşmanımdır' "
Bu bizim tarihimizdir. Türklerin ve Müslümanların tarihi.
Tarihimizdir amma tarihte kalmamıştır.
Demokrasimizin altın yıllarında 35 milyon metrekare
toprağımız Amerikalıların emrine üs ve tesis olarak kullansınlar diye
verilmiştir. Gün gelmiş bu üslere Türk subaylar alınmamıştır. 25 bin ABD'li
uzman Türkiye'nin en kritik noktalarına getirilmiş, ordumuz NATO ordusu
olmuştur.
Olsun... Ziyanı yoktur; vatanımız tek, bayrağımız tek,
dinimiz ve dilimiz tektir.
O günlerde Kıbrıs'ta "Anavatan"dan silah bekleyen
Türk Mukavemet Teşkilatı Başkanı'na dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri
Korutürk'ün (6. cumhurbaşkanı) şu söyledikleri de bizim
tarihimizdir:"Donanmamızın tüm gemileri NATO emrindedir. En küçük gemilere
varıncaya kadar hepsinin her an nerede olduğu NATO Başkomutanlığı’nca
izlenmektedir... Bu sebeple bir gemi tahsis etmemiz mümkün olmayacaktır."
Olsun... Ziyanı yoktur.
Bayrağımız dalgalanmakta, minarelerimizden ezan,
minberlerimizden Kur'an okunmaya devam etmektedir.
Sağcılık budur.
Sağcılık, Arapça ezan okunan minarelerin arasına
"Welcome" yazmaktır. Şükretmektir. Tek Parti dönemine sövüp, Kore'ye
savaşmaya gitmektir. Sağcılığın üç rüknü vardır bizim ülkemizde: Türk olmak,
Müslüman olmak ve Amerika'nın yanında olmak. İlk ikisi müstehab, sonuncusu
farzdır.
***
46 yaşındayım. 12 yaşında da bir oğlum var. Milli Görüşçü
bir aileden geliyorum. Oğluma şunu söylüyorum:
Erbakan Hoca kimdir, diye sorarlarsa şu cevabı vereceksin:
O, minarelerin arasına "Go Home" mahyası asmak
isteyen adamdır.
O yüzden bu ülkede dövülmüş, horlanmış, yalnız
bırakılmıştır. Dini siyasete alet etmekle suçlanmıştır. Çünkü bizim ülkemizde
minarelerin arasına "Welcome" değil, "Go Home" yazmaktır
dini siyasete alet etmek.
Minarelerin arasına "Go Home" yazmak büyük
günahtır.
Avrupa Birliği değil, İslam Birliği demek büyük günahtır.
Erbakan Hoca o yüzden büyük günahkardır.
Erbakan Hoca, Başbakan olduğunda ilk ziyaretini Washington'a
değil, Tahran'a yaptığı için büyük günahkardır.
Erbakan Hoca bu günahların hepsini işlemiş adamdır ve o
yüzden büyüktür.
Şunu da unutma,
Bu ülkede ABD'ye düşman olduğunda, ABD'nin asıl düşmanı
kimse onun ajanı olmakla suçlanacaksın. Vatan hainliğiyle, kökü dışarıdalıkla
suçlanacaksın.
Bu da bizim kaderimiz, imtihanımız; öpüp başına
koyacaksın.
(MÜCAHİT GÜLTEKİN – İSLAMİ ANALİZ.COM – 9.4.2017)