HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

TÜRKIYE ISÇI PARTISI PROGRAMI (10 Subat 1964)

ANA SAYFA’nın çıkış noktası, “yeni bir örgüt, yeni bir program”dır dedikten sonra bu ikisinin üzerinde yoğunlaşmak, bu ikisi üzerine kafa yo...


ANA SAYFA’nın çıkış noktası, “yeni bir örgüt, yeni bir program”dır dedikten sonra bu ikisinin üzerinde yoğunlaşmak, bu ikisi üzerine kafa yormak, tartışmak, yazıp da paylaşmak, kısacası bu ikisini elden geldiğince büyütmek hiç kuşkusuz kaçınılmaz oluyor. Sözünü ettiğimiz bu “büyütme”, aynı zamanda çetrefilli ve meşakkatli bir üretim süreci niteliği de taşıyor. Bu yazı, işte bu sürece, özellikle de “YENİ BİR PROGRAM”ın gerekliliği savına bir katkı olarak yayınlanmıştır. Ülke tarihinde yerini almış diğer politik parti ve çevrelerin programları da, aynı gerekçeyle ANA SAYFA’da yayınlanacaktır.

TÜRKIYE ISÇI PARTISI PROGRAMI

10 Subat 1964

BÜYÜK MILLET MECLISI'NIN BEYANNAMESI

Emperyalist Devletlerin, Devlet ve milletimizin hayatina açikça kasdetmeleri neticesinde mesru müdafaa için toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, simdiye kadar muhtelif vesilelerle sarahaten veya zimnen ilân ettigi maksat ve meslekini bir kere daha bütün cihana arz için su beyannameyi nesreylemege lüzum görmüstür.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî hudutlar dahilinde hayat ve istiklâlini temin... ahdiyle tesekkül etmistir. Binaenaleyh hayat ve istiklâlini, yegâne ve mukaddes emel bildigi Türkiye halkini, emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak irade ve hâkimiyetinin sahibi kilmakla gayesine vâsil olacagi kanaatindedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayat ve istiklâline suikast eden emperyalist ve kapitalist düsmanlarin tecavüzlerine karsi müdafaa ve bu maksada aykiri hareket edenleri tedip azmiyle kurulmus bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda salâhiyeti Büyük Millet Meclisinin manevî sahsiyetindedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkin ötedenberi mâruz bulundugu sefalet sebeplerini yeni vasitalar ve teskilât ile kaldirarak yerine refah ve saadet getirmeyi baslica hedefi addeder. Binaenaleyh toprak, maarif, adliye, maliye, iktisat ve evkaf islerinde ve diger meselelerde, sosyal yardimlasma ve kardesligi hâkim kilarak, halkin ihtiyaçlarina göre yenilikler ve tesisler vücuda getirmege çalisacaktir. Bunun için de siyasî ve içtimaî umdelerini milletin ruhundan almak ve tatbikatta milletin temayüllerini ve ananelerini gözetmek fikrindedir.

Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet Meclisi, memleketin idarî, iktisadî, içtimaî umum ihtiyaçlarina müteallik hükümleri peyderpey tetkik ve kanun seklinde tatbik mevkiine koymaya baslamistir.

21 ekim 1920 (1336).

ATATÜRK DIYOR KI:

Biz hayatini, bagimsizligini korumak için çalisan emekçileriz, zavalli bir halkiz. Ne oldugumuzu bilelim. Kurtulmak, yasamak için çalisan ve çalismak zorunda olan bir halkiz! Bundan dolayi her birimizin hakki vardir, yetkisi vardir. Fakat çalismakla bir hakki elde ederiz. Yoksa sirt üstü yatmak ve hayatini çalismadan geçirmek isteyen insanlarin bizim toplumumuz içerisinde yeri yoktur, hakki yoktur! O halde söyleyiniz efendiler! Halkçilik toplum düzenini emegine, hukukuna dayandirmak isteyen bir sosyal doktrindir. Efendiler! Biz bu hakkimizi korumak, bagimsizligimizi güven altinda bulundurabilmek için, toptan, milletçe bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karsi ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karsi milletçe savasmayi uygun gören bir doktrini izleyen insanlariz.

1 aralik 1921 (1337)

GIRIS

Halkimizin yüzyillardir süregelen yoksullugu, ancak emekçi halkimizin iktidara geçerek gerekli köklü reformlari gerçeklestirmesi sonunda ortadan kalkacaktir. Bunun için, bütün emekçilerin ve emekten yana olanlarin hizla teskilâtlanarak bagimsiz bir siyasî kuvvet haline gelmeleri sarttir.

Bu tarihî görevi, 13 Subat 1961 günü oniki sendikaci tarafindan kurulan ve tarihimizde dogrudan dogruya emekçi halkin kurdugu ilk parti olan Türkiye Isçi Partisi yerine getirecektir.

Kisi olarak her birimizin insanca yasama sartlarina kavusmamiz, toplum olarak ileri bir ülke durumuna gelmemize baglidir. Toplum olarak ileri bir ülke durumuna gelmemiz ise, kisi olarak her birimizin inan ve sevkle çalismamiza; daha verimli olmamiza; bu inanli, sevkli ve verimli çalisma imkânlarinin yaratilmasina baglidir. Özellikle geri kalmis toplumlarda ekonomik ve sosyal ilerlemenin, bagimsizlik içinde kalkinmanin en büyük dayanagi emektir; emekçi halkin inanli ve sevkli çabasidir. Halkin -emegiyle yarattigi bütün zenginlik ve degerlerin kendisine ait oldugunu bilmesinden gelen- bu sevkli ve inanli çabasi saglanmadikça, ekonomik ve sosyal ilerleme, bagimsizlik içinde kalkinma gerçeklestirilemez. Bu temel sart yerine getirilmeden kalkinma adina atilan her adim, bu adimla orantili olmayan ölçüsüz fedakârliklara, halkin sonsuz iztiraplarina yol açar.

Bunun içindir ki, Türkiye Isçi Partisi, kurtulus yolunu, yurt islerinde söz ve karar sahibi olmus emekçi halkin kendi eliyle çizecegine inanmaktadir. Bu, emekçi halkimizin bagimsiz, gerçek siyasî teskilâti olan Türkiye Isçi Partisi içinde ve onun eliyle olacaktir.

Türkiye Isçi Partisi, Türk isçi sinifinin ve onun tarihî, bilime dayanan demokratik öncülügü etrafinda toplanmis, onunla kader birliginin bilinç ve mutluluguna varmis toplumcu aydinlarla irgatlarin, topraksiz ve az toprakli köylülerin, zanaatkârlarin, küçük esnafin, aylikli ve ücretlilerin, dar gelirli serbest meslek sahiplerinin, kisacasi, emegiyle yasayan bütün yurttaslarin kanun yolundan iktidara yürüyen siyasî teskilâtidir.

Türkiye Isçi Partisi, yurt ve dünya olaylarini Türk isçi sinifi ve emekçi halk yiginlari açisindan degerlendirir; onlarin menfaatlerini savunur; hak ve hürriyetlerinin gerçeklestirilmesi için mücadele eder; yâni Türk ulusunun bütününün haklari, hürriyetleri ve yüksek menfaatleri için mücadele eder. Çünkü ulusun büyük çogunlugunu meydana getiren emekçi halk yiginlari bütün zenginliklerin, bütün degerlerin gerçek yaraticisi, sosyal gelismenin biricik itici kuvveti ve bu gelismenin agir yükünün tasiyicisidir. Bundan dolayi emekçi halk yiginlarinin haklari, hürriyetleri ve menfaatleri için mücadele etmek, gerçekte, Türk ulusunun bütününün haklari, hürriyetleri ve menfaatleri için mücadele etmektir.

Türkiye Isçi Partisi, irk, din, mezhep, deri rengi, kadin - erkek ayirimi gözetmeden, hangi siniftan gelirse gelsin, Parti tüzügünü ve programini benimsemis, emekten yana olan bütün yurttaslara saflarini açik tutar. Ve sunlari gerçeklestirmege söz verir:

Türkiye Isçi Partisi, bugüne kadar adina konusulan, fakat sorumluluk yerlerinden her zaman uzak tutulan isçi, köylü, zanaatkâr, esnaf, memur, ücretli, kisacasi bütün yükü tasiyip da islerin yürütümünde söz ve karar sahibi olmiyan emekçi yurttaslari gerçekten yurttaslik haysiyetine kavusturacak, onlari «Bir Numarali Yurttas» durumuna getirecektir. Türkiye Isçi Partisi saflarinda teskilâtlanarak bagimsiz bir kuvvet durumuna gelen emekçi halkimiz, kendi öz partisine, yâni kendi kendisine verecegi oylarla iktidara gelince, basta Büyük Millet Meclisi çalismalari olmak üzere, bütün ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlerde söz ve karar sahibi olacak; islerini kendi eliyle yürütüp dogrudan dogruya kendisi denetliyecektir

Türkiye Isçi Partisi, insan haklarini, ekonomik ve sosyal haklari her gün uygulanan canli kurallar durumuna getirecektir. Türkiye Isçi Partisi, Anayasayi özü, ilkeleri ve amaciyla eksiksiz, tastamam uygulayacak, sosyal adaleti, sosyal güvenligi hayatimizda gerçekten yararlandigimiz çesitli kurumlar biçiminde gerçeklestirecektir.

BIRINCI BÖLÜM

TÜRKIYE'NIN MADDI, SOSYAL ve POLITIK YAPISI

Türkiye'yi mümkün olan en büyük hizla gelistirmek, ileri bir memleket haline getirmek istiyoruz. Bu gelismenin üstelik demokratik yolda, sosyal adalet ölçüleri içinde olmasini, millî bagimsizligimiza gölge düsürmemesini de istiyoruz.

En kestirme yolun, ileri toplumlarin yolunu tutmak, onlarin yöntemlerini benimsemek olacagi düsünülebilir. Baska milletlerin kalkinma ve ilerleme konusundaki deneylerinden genis ölçüde elbette yararlanilacaktir; çünkü bütün toplumlar için geçerli genel gelisme kanunlari vardir. Ama bütün toplumlarin uygulayabilecekleri tek bir yol yoktur; her toplumun kendi tarihinden gelen ve yapisinda, yasantisinda yansiyan bir takim özellikleri bulunur. Genel olarak ayni yapida olan toplumlar bile, birbirlerinin tipatip esi degildirler. Üstelik toplumlarin gelisme seviyeleri de baska baskadir.

Bundan dolayi, taklitçilige heveslenmeden, kendi gerçeklerimize yönelerek, bilim isiginda Türkiye'ye özgü kalkinma yolunu bulmamiz gerekiyor.

Türkiye'nin gelismesi, çagdas uygarlik seviyesine ulasmasi dâvasinin, her seyden önce bir ekonomik kalkinma isi oldugunu, bugün artik herkes kabul etmektedir.

Ekonomik faaliyetler, tabiat kaynaklarinin, emek gücü ve araçlarla isletilerek yasamayi saglayan ürünlerin elde edilmesi ve bunlarin dagitilmasi için gerekli faaliyet ve hizmetlerin bütünüdür. Bu faaliyetler tek tek kisiler tarafindan degil, bir isbölümü çerçevesi içinde toplu halde yürütüldügünden ekonomik faaliyetlerin tümü bir sistem teskil eder. Bu sistem içinde üretim ve dagitim faaliyetlerine katilan insan gruplari, farkli durumdadirlar. Bu farklilasma sadece is bölümünden ileri gelen bir farklilasma degildir. Önemli olan farklilasma, tabiat zenginliklerine ve üretim araçlarinin mülkiyetine sahip olanlarla, olmayanlar arasindaki farklilasmadir. Çünkü mülkiyet farklari, toplumun çesitli siniflari arasinda gelir ve yasama seviyesi farklari yaratmakla kalmayip, daha önemlisi, ekonomik ve siyasî nüfuz ve hâkimiyet farklari dogurmaktadir.

Bu bakimdan yurt gerçeklerinin incelenmesine, Türkiye'nin tabiat kaynaklarini, üretim araçlarinin ve emek gücünün niceligini ve niteligini, birikmis sermaye ve donatim stoklarini incelemekle baslayacagiz. Bu bize Türkiye'nin maddî yapisi'nin ne oldugunu gösterecektir. Bundan sonra, sirasi ile, ekonomik faaliyetler sistemi içindeki yerlerine göre farklilasan sosyal gruplari, yâni sinif ve tabakalari, karsilikli iliskileri ile bir bütün olarak kapsayan sosyal yapi'yi ele alacagiz. Sosyal yapinin aydinlatilmasi, bizi, kamu gücünün sosyal siniflar açisindan kullanilma biçimi demek olan politik yapi'nin incelenmesine götürecektir.

Temel dâva, Türkiye'nin, mümkün olan en büyük hizla, demokratik düzen, sosyal adalet ve bagimsizlik içinde gelisip ilerlemesi olduguna göre, bütün bu konular, bu nitelikte bir kalkinmayi gerçeklestirmedeki rolleri bakimindan ele alinacaktir.

I. TÜRKIYE'NIN MADDI YAPISI

Türkiye'nin maddî yapisini,

A. Tabiat kaynaklari,

B. Isgücünün niceligi ve niteligi,

C. Birikmis sermaye ve donatim stoklari belirler.

A. TABIAT KAYNAKLARI

Tabiat kaynaklari denince, iklim sartlari, topraklar, akarsular, denizler, göller, ormanlar ve madenler gibi tabiî zenginlikler anlasilir.

Türkiye, yasamaya en elverisli olan mutedil iklim kusagindadir. Ayrica, bölgeler bakimindan iklim sartlarinda büyük çesitlilikler gösterir. Toprak ve iklim sartlarinin çesitli ürünler yetistirmeye, özellikle ihraç edilebilir ürünler yetistirmeye elverisli olmasi, ekonomimiz için temel bir kuvvet kaynagidir. Bununla birlikte Orta ve Güneydogu bölgelerindeki yagis azligi, sulama islerini baslica bir mesele olarak ortaya çikarmaktadir. Bugün ekilen - dikilen topraklarin sadece yüzde 4 kadari sulanmaktadir. Türkiye'nin akarsulari ulastirmaya elverisli degildir; ancak bunlardan enerji kaynagi olarak ve ayrica sulama isleri için yararlanmak mümkündür. Türkiye'nin 5 bin kilometreyi asan kiyilari gerek ulastirma bakimindan, gerek deniz ürünleri bakimindan, gerekse turizm bakimindan çok önemli bir zenginlik kaynagi teskil etmektedir.

Türkiye'nin toprak varligi 781milyon hektar'dir. Bunun yüzde 17'si ürün getirmeyen topraklar, yüzde 14'ü ormanlar, yüzde 37'si çayir ve otlaklar, yüzde 32'si (yüzde 10'u nadasa ayrilan topraklar olmak üzere) ekili - dikili topraklardir. Toprak varligimiz, tarimda olumlu bir gelismeye elverislidir. Fakat geri üretim teknigi ve bugünkü toplum düzeninden dogan olumsuz sartlar, bu gelismeyi önlemekte ve toprak varligimizi tehdit etmektedir.

Orman bakimindan Türkiye bugün baska memleketlere göre zengin sayilamaz. Üstelik asil orman diyebilecegimiz agaçlik bölgeler de az yer tutmaktadir. Dagilis bakimindan da ormanlik bölgeler kiyilarin denize bakan yamaçlari üzerinde toplanmis bulunmaktadir. Orta Anadolu çiplak bir yayla halindedir. Beri yandan ormanlarimizin hizla azaldigi birgerçektir. Bu tehlike ile ciddi sekilde savasilmasi gerektir. Ormanlarimizdan gerek endüstrimizde, gerekse ihraç maddesi olarak yararlanilmaktadir.

Türkiye yeralti zenginlikleri bakimindan da, gerekli incelemeler eksik olmakla birlikte, yoksul sayilamaz. Endüstrilesmemiz için gerekli olan belli basli madenler, kömür, demir, krom, bakir, kükürt, petrol v.s. memleketimizde vardir.

B. ISGÜCÜNÜN NICELIGI ve NITELIGI

Türkiye'nin nüfusu, 1960 sayimina göre 27 milyon 830 bin'dir; her yil yüzde 2,8 gibi çok yüksek bir oranla artmaktadir. Nüfusun bugünkü yas gruplari bilesimi ve bu hizli nüfus artisi yüzünden önümüzdeki 15 - 20 yillik dönemde Türkiye'de isgücü arzinda sürekli bir fazlalik olacagi beklenmektedir. Bu durum, bugün bile çok önemli olan issizlik meselesinin, bugünkü sosyal ve ekonomik sartlarda köklü dönüsümler yapilmadigi takdirde, daha da agir bir hâle gelecegini göstermektedir. Ne var ki, bu gün yönetici çevreler issizlik meselesini sadece nüfusun hizli artisina baglamakta ve gerçekte sosyal ve ekonomik bir mesele olan issizligin ancak sosyal ve ekonomik tedbirlerle ortadan kaldirilabilecegi gerçegini gözlerden saklamaya çalismaktadirlar. Bunun için, çözüm yolu olarak «Dogum kontrolü»nü ileri sürmektedirler. Oysa, nüfus artis oranlari arasindaki hareketler sosyal kanunlara bagli bulunmakta, nüfus artis hizi da kisi yasayisindaki maddî ve kültürel iyilesmelere paralel olarak normal bir seviyeye girmektedir. Nitekim ailelerin geçinme, yasama ve kültür seviyelerinin artmasiyla dogum oranlarinin azaldigini gelismis ülkelerin nüfus istatistikleri ispat etmektedir. Bunun için Türkiye Isçi Partisi, nüfus meselesinin de, bütün millî meselelerimiz gibi, ancak köklü ekonomik ve sosyal dönüsümler sonucunda çözülebilecegine inanmaktadir. Ancak, kisinin çocuk sahibi olma, ya da olmama istegini kisi hürriyetleri açisindan görmekte ve bu hürriyeti kisitlayan yasaklari kaldirmayi da görevleri arasinda saymaktadir.

Hükûmetin Kalkinma Plâni'nda 1962 de issizler sayisi 1,5 milyon olarak hesaplanmistir. Plânli Döneme Geçis için 1962 yili Program Tasarisi'nda «Tarim sektöründe 1958 yilinda 3,5 milyon gizli issiz buiundugu tahmin edilmistir. 1961 yilinda bu rakamin artmis oldugu söylenebilir» denilmektedir.

Bu durum köylerden sehirlere akini hizlandirmakta ve sehirlerde gecekondularin toplandigi yoksulluk bölgelerini gittikçe arttirmaktadir. 1960 yilinda is bulmak amaci ile göç edenlerin orani, toplam nüfusun yüzde 11'ini bulmustur. Böylece, hizla gelismek için bütün is gücünü seferber etmek zorunda olan Türkiye'de bugünkü ekonomik ve sosyal sistemin bozuklugu yüzünden eldeki isgücünün kullanilamadigi, israf edildigi açikça ortaya çikmaktadir. Su halde, issizlige kesin bir çare bulmak, kalkinma dâvamizin gerçeklesmesi konusunda en basta ele alinacak bir mesele olarak karsimiza çikmaktadir.

12 milyon 740 bin olarak tahmin edilen çalisan nüfusun ana sektörlerde yüzde dagilimi, 1962 yili için Plânlama Teskilâti'nin tahminlerine göre tarimda yüzde 77,4, sanayide yüzde 9,8, hizmetlerde yüzde 12,8'dir. Sadece bu rakamlar bile Türkiye'nin az gelismis, geri kalmis bir toplum oldugunu göstermektedir.

Emek gücünün niteligi bakimindan yapilacak bir degerlendirme de bu sonucu esasen dogrular. Nüfusumuzun yüzde 77,4'ü tarimda çalismaktadir. Tarimda ekili - dikili 23 milyon küsur hektar topragin sadece 3 küsur milyon hektari traktör ve ileri teknik seviyede olan araçlarla islenmekte, geriye kalan 18 milyon küsur hektarin büyük kismi en ilkel bir araç olan karasabanla ve en geri tekniklerle islenmektedir. Bunun sonucu olarak çalisan nüfusumuzun yüzde 77,4'ünün teknik bilgi derecesi de karasaban seviyesinde bulunmaktadir.

Devlet Plânlama Teskilâti'nin verdigi rakamlara göre 1962'de sanayi ve hizmetlerde:


Mühendis sayisi 12.000
Teknisyen sayisi 20.000
Ustabasi sayisi 50.000
Yetiskin isçi 686.000
Sira isçisi 1.322.000 olarak görülmektedir.

Bu rakamlarda çesitli derecede teknik bilgi sahibi grupun (ilk dört grupun toplami 768 bin) sira isçisi sayisina oraninin yüksek olusu, ilk bakista isgücümüzün teknik bilgi seviyesi hakkinda yukarida verdigimiz hükümle çatisir gibi gözükmektedir. Oysa bu durum, sanayiimizin genel olarak atölye imalâti seviyesini pek fazla asmamis olmasinin sonucudur. Bu rakamlarin ifade ettigi teknik bilgi, bu çesit az gelismis bir sanayiin belirledigi seviyededir; modern teknikli gelismis büyük sanayiin kullandigi ihtisaslasmis, asiri is bölümüne baglanmis isgücünün bilgisi degildir.

Nitekim, 1960 yilinda imalât sanayii isçilerimizin ancak yüzde 26,8'inin orta ve büyük isletmelerde çalismasi, sanayi isletmelerimizin yariya yakin bir kisminin 4 ilâ 9 isçi çalistiran küçük isletmeler olmasi, üçte birinin de mevsimlik ya da süreksiz çalisan isyerleri bulunmasi, sanayiimizin bu geri durumunu yansitmaktadir. Kaldi ki, bunlar arasinda en büyükleri bile gelismis memleketlerdeki benzerleri yaninda cüce kalmaktadirlar. Böylece, çalisan nüfusumuzun büyük çogunlugu geri teknikle çalistigindan bunlarin üretkenligi ileri toplumlara kiyasla çok düsüktür.

Bundan baska, hüner ve bilgi sahibi isgücünün kendi içinde ayrildigi gruplara baktigimiz zaman, bunlar arasinda, yâni yüksek ihtisas gruplari ile orta ihtisas gruplari arasinda da bir dengesizlik görülmektedir.

Mühendis, mimar, doktor gibi yüksek ihtisas elemanlarinin çalismalarinda daha verimli olabilmeleri için onlara yardimci olan teknisyen, hemsire, laborant gibi orta ihtisas elemanlari sayisinin belirli bir oranda olmasi gerekmektedir. Diger az gelismis memleketlerde oldugu gibi bizde de eksikligi özellikle duyulan elemanlar orta ihtisas elemanlaridir. Bu yüzden yüksek ihtisas gruplarindan geregi gibi faydalanilamamaktadir, bu degerli elemanlar ya kendi ihtisaslari disindaki islerle ugrasmakta, ya da orta ihtisas gruplarinin yardimindan yeteri kadar yararlanamadiklari için kendileri de tam verimli olamamaktadirlar. Bir kisim degerli uzmanlar ise memleket disina gitmektedirler. Ayrica egitim sistemimizle ekonomik faaliyetler arasindaki dengesizlik ve düzensizlik, gittikçe açiga çikan bir aydin issizligi yaratmaktadir. Öbür yandan nüfusumuzun yüzde 60'i hâlâ okur yazar degildir.

Çok yakin zamanlara kadar teknik egitim görerek yetismis insanlar, üretimde çalismak yerine büro islerine ve diger hizmetlere kaymislardir. Ayrica, özellikle son yillarda kalifiye isçilerimiz gittikçe artan sayilarda yurt disina çikmaktadirlar. Türkiye ölçülerine göre bir kisinin çalisma yasina girinceye kadar tükettigi kaynaklarin degeri ortalama olarak 20 bin liradir.

Disariya giden bu yetismis isgücünü, yurt içinde istihdam edemeyisimizin ne büyük bir kaynak kaybina yol açtigi ortadadir.

Son olarak emek gücünün ileri toplumlardakine göre bilgi ve hüner seviyesi bakimindan çok geri olusu, yurdumuzdaki kisi basina üretkenligin çok düsük olmasi ile de ortaya çikmaktadir.

Bununla beraber, Türkiye'de kalkinmayi saglamak için gerekli endüstriyi kuracak teknik kadronun çekirdegi vardir.

C. BIRIKMIS SERMAYE ve DONATIM STOKLARI

Türkiye'nin maddî yapisinin en zayif yani, tabiî servetleri ve isgücünü degerlendirmek için gerekli olan sermaye ve donatim stokunun yetersizligidir. Bu durum zaten geri kalmisligimizin bir sonucu ve belirtisidir. Kisi basina Türkiye'de 1959'da 30,5 dolar yatirim yapildigi halde, ileri memleketlerde, örnegin Ingiltere'de 200, Fransa'da 226, Bati Almanya'da 250, Birlesik Amerika'da 452 dolardir. Aslinda çagdas uygarlik seviyesine ulasmak ve batililasmak, bu rakamlara ulasmak demektir.

Beri yandan Türkiye'de yatirimlarin memleketin ileri teknikle donatilmasini saglayacak olan üretim araçlari sanayiinden çok, diger alanlara yöneltilmis olmasi geri kalmisligimizin baslica nedenlerinden biridir.

Ancak, memleketimiz sermaye donatimi bakimindan, bugün bagimsizliklarina yeni kavusmus memleketlere göre umut kirici durumda da degildir. Gerçekten baslica ekonomik faaliyet kollarinda, Türkiye Isçi Partisi'nin öngördügü temel reformlar yapildigi takdirde, kurulmus olan bazi tesisler memleketimizin yeni bir kalkinma hamlesine basamak olabilir.

Kara ve demiryollariyla baslica sehirlerimiz birbirine baglanmistir. Baslica kiyi sehirlerimizde liman tesisleri ve önemli merkezlerde hava alanlari kurulmustur.

Elektrik enerjisi üreten bazi termik ve idrolik santraller kurulmus ve bunlar tek bir sebeke halinde birlestirilmistir.

Memleketiinizin tüketim mallari ihtiyacinin bir kismini olsun karsilayan tüketim endüstrisi dallari kurulmustur. (Dokuma, seker ve çesitli gida endüstrisi kollari gibi.)

Bundan baska memleketimizde bazi temel sanayi kuruluslari da vardir. Bunlarin basinda, Karabük ve Eregli demir çelik tesislerini, kimya sanayii tesislerini ve çimento fabrikalarini sayabiliriz.

Buna paralel olarak, tarimda da özellikle 1948 yilindan bu yana traktör, biçer - döger gibi ileri teknik araçlari stokunda eskisine göre önemli bir artis kaydedildigini belirtmek gerekir. Fakat sunu da belirtmeden geçemiyecegiz ki, tarimda kullanilacak ileri teknik araçlarin yurdumuzda imâl edilmemeleri ve disaridan ithâl edilmeleri, tarimda donatimin saglam bir temel üzerine oturmamis olduguna isarettir.

Sonuç:

Memleketimizin maddî temel yapisi hakkindaki yukaridaki açiklama, Türkiye'nin geri kalmis bir toplum oldugunu ortaya koymustur. Gerçekten de her seyden önce Türkiye'nin üretici kuvvetlerinin teknik seviyesi çagdas ileri toplumlardaki seviyeden çok düsüktür. Üstelik simdiye kadar aradaki farkin boyuna açildigina da ayrica isaret etmek gerekir. Ancak, Türkiye geri kalmis ülkeler arasinda, gerek kisi basina yatirim ve gelir seviyesi, gerekse gelisme potansiyeli bakimindan en geri durumda degildir. Köklü reformlar yapilir ve bugünkü sosyal sartlar degistirilirse, Türkiye kendi imkânlariyla kalkinip ilerleyebilecektir.

II. TÜRKIYE'NIN SOSYAL ve POLITIK YAPISI

A. TÜRKIYE'NIN SOSYAL YAPISI

1. Hâkim Siniflar

Bütün sanayilesme çabalarina ragmen bugün Türkiye'nin ekonomisi, hâkim niteligi bakimindan tarimsal, geri bir ekonomidir. Bunun için üretim araçlarina sahip olup olmamalarina göre farklilasan sosyal, sinif ve tabakalarin meydana getirdigi sosyal yapiyi incelemeye, ekonominin temel sektörü olan tarimdaki üretim iliskilerini, yâni mülkiyet iliskilerini ele almakla baslayacagiz.

Tarimin millî ekonomide agir bastigini gösteren belirtilerin basinda millî gelirin yüzde 42'sinin tarim sektörü tarafindan yaratilmakta olmasi gelir. Ayrica çalisan nüfusun yüzde 77.4'ü de tarim kesimindedir. Millî ekonominin disari ile iliskisi bakimindan da tarim sektörünün ekonomimiz içindeki hâkim durumu açikça bellidir. Çünkü Türkiye tarimsal ürünler ve ilk maddeler ihracatçisidir; ithalâtini bunlarla karsilamak çabasi içindedir. Türk ekonomisi bu geri tarimsal niteligi ile dis pazarlara bagli, gelismis yabanci ekonomilerin tamamlayici bir unsurudur. Gelismis dis kapitalist ülkelerin ekonomik ve siyasî etkileri de Türkiye'yi tarimsal bir memleket olarak ayakta tutmak yönündedir.

Türkiye'nin tarimsal ürünler ihraç eden bir memleket olmasi durumu, tarimda, genellikle, kaynaklarin ve araçlarin mülkiyetini elinde tutan büyük toprak sahipleri sinifi yararina islemektedir. Küçük, hattâ orta aile isletmelerinin büyük çogunlugu dis pazarlarla ilgisi çok sinirli, hattâ hiç olmayan kapali isletmelerdir.

Türkiye'de eski tarihlerde yapilmis olan anketlere göre, köylü ailelerinin sayisi 2 milyon 700 bin'in üstündedir. Bunlardan 510 bin ailenin hiç topragi yoktur. Topraklarin köylü aileleri arasinda isletme büyüklügü bakimindan dagilimi incelenince, ilk göze çarpan gerçek, orta ve büyük isletmelerin az, yüz dönümden asagi küçük isletmelerin ise çok kabarik olmasidir. 1 - 100 dönüm arasindaki küçük toprak parsellerini isleyen köylü ailelerinin sayisi 2 milyon 122 bin'i biraz asmaktadir; bunlar köylü ailelerinin yüzde 84'ünü teskil etmektedir. Bunlar Türkiye'nin islenen topraklarinin sadece yüzde 39'unu islerler. Buna karsilik, 30 bin dönümden 100 bin dönüme kadar olan topraklar, sadece 40 ailenin mülküdür. 100 bin dönümün üstündeki topraklar ise, sadece ve sadece iki ailenin mülküdür.

Daha sonraki anketler, toprak mülkiyet ve isletmeciliginde bir elde toplanmanin arttigini, orta, hattâ küçük mülk ve isletmelerin ise gittikçe parçalandigini ve bunun sonucu olarak küçük isletmeler sayisi toplaminin çogaldigini göstermektedir.

Böylece tarimda siniflar ve tabakalar arasinda kutuplasma zamanla daha belirli ve keskin bir hâl almistir.

Toprak mülkiyetine paralel olarak topragi islemeye yarayan üretim araçlarinin (çift hayvanlari, makine ve âletler) mülkiyet bakimindan dagilisi da bu kutuplasmayi daha belirgin bir duruma getirmistir. Bundan baska hayvanciligin yaygin oldugu bölgelerde hayvan sürüleri mülkiyeti bakimindan da topraktakine benzer bir kutuplasma vardir.

a. Büyük Toprak Sahipleri

Büyük toprak mülkiyeti, geçirdigi tarihî degismeler sonucunda bugün iki ayri isletmecilik sistemi biçiminde belirmektedir:

Derebeylik kalintisi toprak agaligi sistemi;

Kapitalist tarim isletmeciligi sistemi.

aa) Derebeylik kalintisi toprak agaligi sistemi

Derebeylik kalintisi toprak agaligi terimi, bugünkü toprak agalarinin mutlaka eski derebeyi ailelerinden geldikleri anlamini tasimaz; «kalinti» olan, isletmecilik biçiminin kendisidir.

Öte yandan, bu sistem bugün artik kapali bir ekonomi sistemi degildir. Çünkü, toprak agasi ulusal ve uluslararasi pazarlar için üretim yapmaktadir. Hukuk bakimindan da herhangi bir imtiyazli durumda degillerdir. Ancak bugünkü toprak agalari geleneksel olarak eski derebeylik sisteminden artakalmis nüfuzlarini sürdüregelmektedirler.

Bu sistemin nitelikleri sunlardir:

• Büyük toprak agasi, tipki eski derebeyleri gibi, genellikle kendisi isletmeci degildir; topraginin ranti ile geçinir. Bazi hallerde topraklarinin küçük bir kisminda isletmecilik yaparsa da gene esas geliri toprak rantidir.

• Büyük toprak, isletmecilik bakimindan küçük parsellere ayrilarak ortakçilik ve benzeri derebeylik kalintisi usûllerle isletilir.

• Büyük toprak agasi ile ortakçi ve benzerleri arasindaki iliskiler, sadece bir «kira sözlesmesi» niteliginde olmayip daha çok geleneklere dayanan ve ekonomik iliskiler çerçevesini asan, hattâ agaya politik bir nüfuz sagliyan tamamiyle kisisel baglardir.

• Ortakçi ve benzeri köylü aileler, aganin topraklari üzerinde, agaya ait köylerde yasarlar; kusaktan kusaga ayni aga ailesine hizmet ederler. Topraklar satildigi zaman toprakla birlikte köyler ve köy halki da aga degistirir. Bu köylü aileleri, hukuk bakimindan topraga bagli olmayan hür yurttaslar olduklari halde gerçekte topraga baglidirlar.

• Bu isletme sisteminde, çift, hayvan, sapan gibi üretim araçlari, tohumluk ve benzeri donatim gereçleri genellikle aga tarafindan saglanir. Isletmecilik ilkel teknikle yapilir. Emegin üretkenligi düsüktür.

bb) Kapitalist tanm isletmeciligi sistemi

Kapitalist isletmecilik, tarima özellikle 1948'den sonra girmis ve daha çok Trakya, Bati, Güney ve kismen Güneydogu Anadolu'da uygulama alani bulmustur. Kapitalist isletmecilige geçis, devlet bütçesi ve dis yardimlar büyük toprak sahipleri yararina kullanilarak su üç yoldan gerçeklestirilmistir

• Traktör ve biçer - döger gibi modern tarim makinelerinin bol sayida ithâli:

Traktör sayisi 1936 - 48 yillari arasinda 789 iken 1948 - 57 yillari arasinda 42 bin 394'e yükselmistir. Biçer - döger sayisi ayni yillarda 890'dan 5 bin 600'e yükselmistir. 1948'den sonra beliren bu makinelesme istegi, derebeyi - köylü iliskilerinden patron - isçi iliskilerine geçiste makinenin büyük önemini göstermektedir

• Tarim kredileri:

1947'den sonra Ziraat Bankasi ve Devlet tarafindan desteklenen yari resmi birlik ve kooperatifler kanali ile büyük toprak sahiplerine tarim kredilerinin cömertçe dagitildigini görmekteyiz. 1945 - 1948 yillari arasinda ortalama yillik kredi miktari 200 milyon lira'dan az iken 1949 - 60 yillari arasinda yillik ortalama kredi 1,5 milyar ve hattâ 1957 - 60 arasinda 2 milyar lira'yi asmistir. Bu krediler Ortaçag derebeyliginin zamanimizdaki kalintilarinin büyük bir istiha ile devletin iç ve dis para kaynaklarini kendi kapitalist gelismeleri yararina kullandiklarinin açik bir delilidir.

• Tarim ürünlerine verilen primler ve devletin yüksek fiyat politikasi:

Ikinci Dünya Savasi'nin istisnaî sartlari disinda, kalkinmada sanayie taninan öncelik dolayisiyle, 1947'den önce tarim ürünleri daima düsük fiatlar ile degerlendirilmisti. 1947'den sonra tarim ürünlerine taninan yüksek fiyat ve çesitli primler, sadece bir zümrenin politik iktidarini kuvvetlendirme yolunda «oy avciligi» için olmayip, ayni zamanda, bu zümrenin temsil ettigi büyük toprak sahipleri sinifinin kapitalist dönüsümlerini hizlandirmak içindi.

Baslica bu üç yoldan memlekette derebeylik kalintisi büyük toprak sahiplerinin Ortaçag artigi tarim usûllerini birakarak modern, makineli tarima geçmeleri hizlandirilmistir.

Tarimda kapitalist isletmecilige dogru gelisme sonucunda büyük toprak sahipleri dis pazarla, yabanci sermaye ve çikar çevreleriyle daha siki iliskiler kurmuslardir. Böylece bu sinif daha güçlü, daha nüfuzlu hâle gelmis ve Türkiye'nin ekonomik - sosyal hayati da tutucu kuvvetlerin nüfuzuna daha çok girmistir.

b. Tüccarlar

Türkiye ekonomisinin derebeylik kalintisi bir üretim sistemini hâlâ sürdüren tarim temeli üzerinde az gelismis bir kapitalizm yer almaktadir. Iç pazari gelismemis, ilk maddelerle tarim ürünleri ihracatçisi ve mamûl esya ithalâtçisi olan Türkiye'de bu duruma uygun olarak, ihracatçi ve ithalâtçi tüccarlar, kuvvetli ve hâkim bir tabaka teskil ederler. Bu tabakanin nisbeten daha agir basan büyük toprak sahipleri sinifi ile yakin baglari vardir. Ayrica, büyük toprak mülkiyeti ile ithalât ve ihracat ticaretinin ayni kisiler elinde toplandigina da rastlanmaktadir.

Yabanci sermaye çevrelerine dis ticaret yolu ile bagli olan bu ithalâtçi ve ihracatçi tabaka, sömürücü yabanci sermayenin Türkiye'de araciligini ve temsilciligini yapmaktadir. Türkiye ekonomisinin bagimli kalmasinda, hizla sanayilesmemis olmasinda bu tabakanin tutucu etkileri büyüktür.

Bu tabakanin bir yandan büyük toprak sahipleriyle genel olarak çikar birligi halinde olmasi, bir yandan da yerli sanayiin gelismesini kendi çikarlarina uygun bulmamasi, köklü reformlara karsi çikmasi sonucunu dogurmaktadir.

Ayrica bu durum yabanci sermaye çevrelerinin de çikarina uygun düstügünden, yabanci sermaye bunlarin reformlara karsi tutumunu desteklemektedir. Avrupa Ortak Pazari'na katilma karari, bu iç ve dis çikar beraberliginin bir sonucu olarak görünmektedir.

Iç pazarin gerektigi kadar gelismemis olmasi yüzünden, tüccar tabakasinin iç ticaretle mesgul olan kismi, ithalâtçilar ve ihracatçilar yaninda çok daha güçsüz ve onlara bagli durumdadir. Bununla birlikte iç ticaret grupu da, küçük ve orta tarim üreticilerini ekonomik baski altinda tutmakta, ürünleri onlardan çok düsük fiyatla satin alip sehirlerde çok yüksek fiyatla satarak küçük üreticiler ve sehirli tüketiciler sirtindan zenginlesmektedir. Kasabali tüccarlar ayrica köylüyü borçlandirarak bu yoldan da onlari sömürmektedirler.

Iç pazarin zayifligi dolayisiyle iç ticaret yapan tabaka, ticaretlerini genisleterek modern bir ticaret isletmeciligine gidememekte, biriken sermayelerini genellikle tasinmaz mallara ya da sanayi imalâtinin ilk safhasini teskil eden islere yatirarak ekonomik durumlarini kuvvetlendirmektedirler. Sosyal ve ekonomik tutumlari ve zihniyetleri bakimindan tüccarlar tabakasinin bu grubu da, ithalâtçi ve ihracatçilar gibi tutucu, hattâ onlardan da gericidirler.

c. Sanayiciler

1932 - 39 döneminde devlet eliyle bir sanayilesme çabasindan sonra 1948'den bu yana özel sanayi sektörü oldukça önemli bir gelisme göstermistir. Ama bu sanayilesme ne hizi, ne de yapisi bakimindan Türkiye'nin tam sanayilesip kalkinmasini ve ekonomik bagimsizliga kavusmasini saglayacak nitelikte degildir.

Sanayiimizde en gelismis kol, basit tüketim esyasi yapimidir. Gümrük tarifeleriyle korunan bu sanayi kolu, halen yabanci mamûlleriyle rekabet halinde olmadigindan, millî bir sanayi olarak yabanci sanayie karsi belirli bir direnis göstermemekte, hattâ son zamanlarda onunla isbirligi kurmak egilimindedir.

1950'den bu yana montaj ve ambalâj sanayii niteligini tasiyan bir takim sanayi dallari gelismektedir. Bunlari gerçek anlamda bir sanayilesme hareketi sayamiyaçagimizdan baska üstelik bu yoldan yabanci sermayenin yurt içine girdigini de görmekteyiz. Böylece ticaret kapitali gibi sanayi kapitali de «araci» bir nitelik göstermektedir.

Sanayilesmenin temelini teskil edecek ve millî sanayi diye adlandirilmaya lâyik olacak temel sanayi dallari (agir sanayi) özel sektör alaninda kurulmamistir. Özel sektörün yukarida sözü edilen isletmeleri de henüz genellikle atölye imalâti sinirlarini pek asmamistir.

Ayrica, sanayiciler devlet müdahalesini kendilerine yardim ve kolayliklar saglamak için istemekte; fakat sanayide devlet isletmeciligine siddetle karsi koymakta ve tasfiyesine çalismaktadir. Bir yandan da isçi sinifinin Anayasa teminati altindaki haklarini tanimamak için her çareye basvurmakta, isçi sinifina karsi siki bir mücadele yürütmektedir.

Sanayici grubu aslinda dinamik bir sosyal zümre oldugu halde, Türkiye'de yabanci sermayenin baskisi ve sosyal adaletin saglanmasi yolundaki mücadelelerin siddetlenmesi karsisinda toprak agalari ve tüccarlar ile isbirligi yapmak egilimindedir. Ama, Avrupa Ortak Pazari'nin gümrük duvarlarini kaldirici gelismesi, bu dis baskiyi apaçik bir duruma getirerek, sanayicilerimizi de zamanla yabanci sermayenin etkilerine karsi çikmaya zorlayabilir. Nitekim simdiden bunun ilk belirtileri baslamistir.

Bu kisa incelemeden de anlasilacagi üzere, sanayiin memleket ekonomisindeki yeri zayiftir ve buna bagli olarak sanayiciler, büyük toprak sahiplerinin, ithalâtçi ve ihracatçi tüccarlarin yaninda çok daha güçsüzdür.

Sonuç: Büyük toprak sahipleri, ithalâtçi - ihracatçi tüccarlar, sanayiciler ve malî sermaye çevreleri halk sinif ve tabakalarina hâkim bulunmaktadirlar. Bu duruma tabiat kaynaklarina, üretim araçlarina, birikmis sermaye ve donatim stoklarina sahip olarak gelmislerdir. Bunun sonucu olarak da ürünlerin mübadele sistemini, emegin çalisma sartlarini belirleyerek millî gelirden en büyük payi almaktadirlar. Bu suretle memleket ekonomisini ve politik hayatini kendi çikarlarina etkilemektedirler. Ve böylece bütün emekçi halki sinif ve tabakalarini nüfuz ve hâkimiyetleri altinda tutmaktadirlar.

d. Malî Sermaye Çevreleri

Memleketin ekonomik hayatina hâkim olan büyük toprak sahipleri, ithalâtçi - ihracatçi tüccarlar ve sanayiciler mevcut bankalarda hisse sahibi olarak ve yeniden bankalar kurmak suretiyle malî sermayedarlik merhalesine de ulasmis ve böylece kredi ve sigorta alanlarini da kontrolleri altina almislardir. Ayrica halk tasarrufunu da kanalize etmek suretiyle malî ve ekonomik güçlerini arttirmislardir.

Az gelismis ülkelerin ,bir özelligi de nakdî sermaye kitligidir. Bu durum malî sermayeyi ellerinde bulunduranlara önem kazandirmaktadir. Sermaye kitligi, serbest piyasadaki faiz haddini yükseltir. Oysa bankalarin ve benzeri malî kurumlarin verdigi kredilerin faiz hadleri kanunla çok daha düsük olarak tesbit edilmistir.

Sermaye dagitmak durumunda olanlar ve bunu etkileyebilenler, istedikleri zümreleri -isverenleri ve tüccarlari- bu iki faiz haddi arasindaki farktan yararlandirabilecek durumdadirlar. Buna karsilik, kredi suretiyle dagitilan bu sermayenin toplanmasinda, küçük tasarruf sahibi halka verilen faizin haddi, kanunla çok düsük olarak tesbit edilmistir.

Neticede, küçük tasarruf sahibine az faiz getiren mevduat, iki safhada, is adamlarina (bankacilar ve tüccarlar) büyük kârlar saglamaktadir.

Devlet isletmeciligi

Üretim araçlarinin mülkiyeti konusunda devlet sektörünün de önemli bir yeri vardir. En güclü modern sanayi isletmelerimiz devlet sektöründe bulunmaktadir. Sanayi sektörünün güclü bir kisminin devlet elinde bulunmasi, ilk bakista, özel mülkiyet sahibi siniflarin kuvvet ve nüfuzunu kiran bir faktör gibi gözükebilir. Oysa, devlet sektörü, özel sermayenin gücsüzlügünden dogmus ve bu güne kadar onu güclendirmeye hizmet etmistir.

Cumhuriyet kurulduktan sonra ekonomik hayatin özel sektör eliyle yürütülmesi, bir süre, genel bir ilke olarak kabul edilmistir. Ancak, bu yolda alinan kararlar ve «Sanayii Tesvik Kanunu» gümrük tarifelerindeki koruyucu tedbirlere ve özel sektörü desteklemek üzere kurulan malî kurumlara ragmen, sanayilesme hareketi millî ekonomide beklenen olumlu sonuçlari vermemistir. Üstelik bir yandan da millî savunmamizi daha etkin birhale getirmek ihtiyaci, Cumhuriyet hükûmetini önceleri ekonomik hayata müdahaleye yöneltmis ve daha sonra bir devlet kapitalizmine götürmüstür. Bunun sonucu olarak, ekonomik gücü ve politik gücü elinde tutan bir bürokratik tabaka meydana gelmistir. Devletin ekonomik hayata müdahalesi arttikça, özellikle devlet ihalesinde ve ithalât - ihracat islerinde bürokratik tabakanin üst kademeleriyle özel sektör mensuplari arasinda çok yakin baglar kurulmus ve çikar birlikleri meydana gelmistir. Bu çikar birligi ve baglanti, dis yardim ve krediler dolayisiyle gittikçe kuvvetlenmistir.

2. Orta siniflar

a. Küçük Tüccar, Esnaf ve Zanaatkârlar

Bu sinifa kendi dükkânina sahip, perakende ticaret yapan küçük tüccar ve esnaf ile kendi isyerinde bir iki yardimci ile ya da ailesi fertleriyle çalisan zanaatkârlar girer. Aslinda bu sinif, eski düzen ticaret ve sanayi faaliyetlerinin dogurdugu bir siniftir. Osmanli Imparatorlugu'nun dis kapitalist ekonomilerin hâkimiyeti altina girmesiyle esnaf ve zanaatkârlarin lonca teskilâti bozulmus, fakat büyük çapta tam bir sanayilesme gerçeklesemediginden, ticarette küçük esnaf ve sanayide el sanatlari bugüne kadar süregelmistir. Az gelismisligimizin bir sonucu olarak bu siniflar hâlâ kalabalik ve önemlidir, fakat büyük ticaret ve sanayi sermayesinin baskisini da hissetmektedirler.

Perakende ticaret yapanlar, kasabalarda çogu zaman toprak, mal, mülk sahibi, sehirlerde de arsa, apartiman gibi tasinmaz mallar sahibi olduklarindan, bunlarin durumu genellikle el sanatlariyla ugrasan zanaatkârlardan daha iyidir. Perakende ticaret yapanlarin küçük esnaf diye adlandirabilecegimiz alt tabakasinin durumu daha sikintilidir. Ama yine de küçük ticaret ile büyük ticaret arasinda, el sanatlariyla büyük sanayi arasinda oldugu gibi asilmasi zor bir ayirim bulunmamakta ve küçük ticaret daima büyümeye dogru bir egilim göstermektedir.

Bu orta tabakalardan, durumu gerçekte sallantida ve sikisik olani, küçük el sanatlaridir. Ancak küçük el sanatlari denilince, sirf vergi ve çalisma mevzuatinin yükümlerinden kaçinmak amaciyla çesitli imalât safhalarina göre küçük birimlere bölünen sanayi isletmelerini bunlardan ayirmak gerekir. Bu gibi sanayi isletmelerinin sahipleri, ise emekleriyle katilan ustalar degil, sadece sermaye koyan kisilerdir. Çalisanlar ise, kalfa ve çirak degil, sanayiin gerektirdigi teknik isbölümünun bir safhasina katilan isçilerdir. Bu durum, bütün imalât safhalarini teknolojinin gerektirdigi biçimde bütünlestiren sanayiin sagladigi üstün verimlilige engel oldugu gibi, bu türlü isletmelerde çalisan isçilerin is güvenligi ve is saatleri ile ücret bakimindan en elverissiz sartlar altinda çalistirilmalarina ve istenildigi anda isten atilmalarina imkân vermektedir.

Karma ekonomi düzeninde perakendeci küçük tüccar ile el sanatlarinda çalisan zanaatkârlarin önemli görevleri vardir. Birinciler, mallari tüketicilerin ayagina kadar götürmek hizmetini yerine getirirler. Zanaatkârlar ise, sanayiin her kolunda modern isletmeler kuruluncaya kadar tüketim mallari ihtiyacini karsilamakta önemli rol oynayacaklardir. Hattâ, el hünerinin, sanat zevkinin agir bastigi bazi islerde el sanatlari, tam bir sanayilesme gerçeklestikten sonra da devam edecektir. Bugün zanaatkârlar tabakasi, kredi ve ilkel madde bulamama, mamûllerini geregi gibi pazarlayip degerlendirmeme sikintisi içindedir.

Yukarida kisaca belirttigimiz sartlar dolayisiyla küçük esnaf ve zanaatkârlar tabakasi geçim sikintisi içinde ve geleceklerinden güvensiz durumdadirlar. Bundan ötürü ekonomik ve sosyal gelismelere daha istekli ve egilimli hâle gelmislerdir. Gelir ve vergi dagiliminda adalet, sosyal sigortalarin genisletilerek bunlari da içine almasi, sosyal hizmetlerin halkin ayagina götürülmesi, iç pazarin genisletilmesi, kisacasi Anayasanin temel hak ve hürriyetlerinin ve ilkelerinin tam ve eksiksiz uygulanmasi ve kalkinmanin basarilmasi, bu tabakalarin çikarlarina uygundur; hepsi onlarin yararinadir. Ama bu tabakalar, kendi baslarina güçlü olmadiklarindan, ancak isçi sinifi ve öbür emekçi kitlelerle is ve kader birligi halinde ayni politik teskilât içinde veya etrafinda toplanip hareket ederek toplumun gelisme ve kalkinmasinda ve kendi çikarlarini saglamakta etkili olabilirler.

b. Orta Toprak Sahipleri

Son dönemde, tarimda yer alan gelismelerden büyük toprak sahiplerinin yani sira orta toprak sahipleri de az çok yararlanmis ve bunlardan bir kismi basi darda küçük köylüden satin almak, borç karsiligi saymak, vaktiyle haricen sattiklari topraklar üzerinde ellerinde tuttuklari tapuya dayanarak hak iddia etmek gibi çesitli yollardan yeni topraklar edinip büyüme egilimini göstermislerdir. Bir yandan da köyde bakkallik, traktör, kamyon ve jip isletmeciligi yaparak durumlarini düzeltmislerdir.

Bununla birlikte Türkiye tariminin belirgin niteligi, yarinina güvenle bakan, refahli, kalabalik bir orta köylü tabakasinin bulunmayisidir.

Orta sinif toprak sahiplerinin bir bölümü de, kasaba veya sehirlerde oturan, tarimdan baska islerle ugrasan kimselerdir. Bunlar, topraklarini kiraya, daha çok ortakçiya verip isletirler; bazilari da topraklarini köydeki akrabalarina birakip gitmisler, topragin mülkiyetine sahip buiunmakla beraber, onun isletilmesiyle ilgilerini kesmislerdir.

c. Memurlar, Ücretliler ve Serbest Meslek Sahipleri

Orta sinifin bir baska önemli bölümü de kamu sektörü ile özel sektörün ücretli ve maasli memurlari ve serbest meslek mensuplaridir. Bunlar tümünde çesitli derecelerde okul egitiminden geçmis, toplumun öbür sinif ve tabaklarina kiyasla daha aydin sayilabilecek bir gruptur.

Genellikle bunlar orta sinifa girerler, ama yüksek ihtisas egitimi görmüs bir kisim serbest meslek mensuplariyle özel sektörün yüksek kademelerindeki maasli ve ücretliler, yüksek gelirleri ve bunun sonucunda edindikleri mal ve mülk ile daha ziyade zengin üst siniflarla kader birligi ederler. Idareci kadronun en üst kademelerinde ve politik mevkilerde bulunanlarin da durumu genellikle böyledir. Beri yandan, maas ve ücretleri çok küçük, yasama seviyeleri çok düsük olan alt kademeleri, emekçi halk kitlelerinden saymak yerinde olur. Bunlar, siddetli bir geçim sikintisi içindedirler; üstelik, okumus, yazmis «memur veya serbest meslek sahibi» olmanin verdigi bir «içtimaî mevki» anlayisina da sahip bulunduklarindan, geçim sikintisini ayri bir keskinlikle duymaktadirlar. Yeteri kadar is yapma imkânini bulamayan, yüksek fakat dar gelirli serbest meslek sahiplerinin duruma böyledir. Bu yüzden sehirli orta sinifin bu tabakalari huzursuz, hallerinden sikâyetçi, sosyal degismelere ve gelismelere egilimli, sosyal adalet ve sosyal devletten yanadirlar.

Emekçi halk kütlelerinin bagimsiz bir politik kuvvet olarak teskilâtlanmalari ve böylece güçlenmeleri halinde bu orta sinifin bunlarla is ve kader birligi ederek devrimci cephede yer almasi egilimi gittikçe kuvvetlenecektir.

Yine bu tabaka içinde yer alan aydinlara, yani ülkücü subay ve idarecilerle düsünürlere, yazarlara, bilim adamlarina, ögretmenlere, sanatçilara ve gençlige özel yer ayirmak gerektir. Bu aydin tabaka tarihî gelismemizde sayilarinin azligi ile orantili olmiyan bir rol oynamislar, ülkücü aydinlar, Osmanli devletinin bati uygarligina yönelisini devamli mücadeleleri ile etkilemislerdir.

Kurtulus savasi Türkiyesi, bir yönü ile de ilerici aydinlarin eseridir. Zira tarihimizde ilk defa olarak halkla is ve kader birligi etme firsatina kurtulus savasi yillarinda kavusan aydinlar, halktan esinlenen ölümsüz ATATÜRK'ün önderliginde halkla omuz omuza Cumhuriyet Türkiyesinin temellerini atmislardir.

Toplumumuzun gelismesinde olumlu bir rol oynamis olan bu aydinlar arasinda ikinci Mesrutiyetten bu yana, zayif da olsa toplumcu düsünceyi temsil eden akimlar belirmistir. 27 Mayis hareketi ile Anayasa teminati altinda gittikçe kuvvetlenen, gelisen toplumcu düsüncenin yurt meselelerine kesin çözüm yolu bulmamiza isik tuttugu süphesizdir.

Bugün de ilerici aydinlar ve ATATÜRK'çü gençlik, halkla is ve kader birligi ettikleri nisbette Türkiyenin gerilikten kurtulmasi dâvasinda etkin bir rol oynayacaklardir. Bunun için bu sosyal tabakanin yalnizliktan kurtularak halkla gerçek iliskiler kurmasi gerekir. Böylece hem kendisi düsüncelerini aksiyona geçirmek imkânini bulacak, hem de isçi sinifinin ve halk kütlelerinin politik bilince kavusmasina yardimci olacaktir. Toplumcu düsüncelerin aydinlar arasinda gittikçe yayilmasi ve isçi sinifimizin politik bir varlik olarak güçlenmeye baslamasi, aydinlari ve ATATÜRK gençligini bu olumlu yola hizla itmektedir.

3. Türk Isçi Sinifi ve Topraksiz Köylü

a. Sanayi Isçisi

Türk isçi sinifi hareketinin oldukça eski ve zengin bir tarihi vardir.

Türk isçi sinifi, millî el sanayiinin 19'uncu yüzyil baslarinda çökmeye baslamasi ve ilk fabrikalarin kurulmasiyle dogmustur. 1816 - 1845 yillari arasinda, özellikle ordunun ihtiyaçlarini karsilamak için ilk devlet fabrikalari kurulmustur. 1845'ten sonra yabanci ve gayrimüslim yerli sermayenin kurdugu fabrikalar açilmistir. Böylece Istanbul, Bursa, Izmit, Adana, Izmir, Tarsus gibi sehirlerimizde sayilari hizla artan sanayi isçisi topluluklari meydana gelmistir.

Beri yandan, Adana'da pamuk yetistirilmeye baslanmasi üzerine, 1820'den sonra bu sehirde ilk çekirdegini Misir'dan getirilen tarim isçilerinin teskil ettigi bir tarim isçileri toplulugu ortaya çikmistir.

Avrupa kapitalizmine demiryolu imtiyazlarinin verilmesi ve basta kömür olmak üzere maden ocaklarinin isletmeye açilmasi, isçi sinifimizin kisa zamanda sayica büyümesine ve yurt sathina yayilmasina yol açmistir.

Kurulan fabrikalar ve açilan is yerleri, millî el sanatlarinin çökmesi üzerine sayilari gittikçe kabaran usta ve çiraklarin hepsine is saglayacak sayida ve büyüklükte olmadigindan, emek gücü arzi, istihdam ihtiyacini kat kat asmistir.

Bu durum ve ayrica yabanci sermayenin imtiyazli olusu, isçi gündeliklerinin son derece düsük (4 - 7 kurus) ve çalisma sartlarinin dayanilmayacak kadar agir olmasina yol açmistir. Bu agir sartlar altinda zaten fabrika çalisma düzenini de tamamen yadirgamis olan isçiler, çok geçmeden ortak meselelerini ve çikarlarini kavramaya baslayinca ilk topluca direnme hareketleri kendini göstermistir.

Isçi sinifimizin haklarini kazanmak için giristigi ilk toplu hareketler hakkinda kesin bilgilere sahip degiliz; sadece bazi istidlâllerde bunabiliyoruz. Mesela, 1845 tarihli Polis Nizami'nin 12. maddesindeki: «Isini gücünü terk ile mücerret tatil-i masalihi ibat garezinde olan amele ve isçi makulelerinin cemiyetlerinin def ve izalesiyle ihtilâl vukuunun önü kestirilmesi» hükmü, Türk isçilerinin 1845'ten önce çalisma sartlarinin düzeltilmesi, ücretlerin arttirilmasi için toplu bir halde harekete geçerek hep birlikte islerini biraktiklarini ve o çagdaki iktidarin bundan telâslanarak bu gibi olaylari bir ihtilâl baslangici saydigini ortaya koyuyor. Ama bilinen ilk toplu hareket, 1872 yili ocak ayinda Istanbul Tersaneleri isçilerinin, ücretlerin verilmemesi yüzünden grev ilân ederek, aralarindan 500 - 600 kisilik bir grubu Sadriâzam'a ve Padisah'a dilekçe vermek için yollamis olmalaridir.

Ilk isçi derneklerinin kurulusu da bu tarihlere rastlar. Bunlar daha çok birer yardimlasma sandigi mahiyetinde olan kuruluslardir. Bu hareketleri, çesitli meslek dallarinda çalisanlarin haklarini savunan kuruluslar meydana getirme tesebbüsleri izlemistir.

Bu arada, uyanik bazi isçi liderlerinin politik bilince kavustuklari ve istibdat ile savasan gizli tesekküllere katildiklari görülmektedir. Daha sonralari, bir kisim aydinlar da Avrupa'daki sosyalist akimlara paralel olarak bizde de isçi sifinin hak ve menfaatlerini savunmayi amaç edinen tesebbüslere girismislerdir.

Bu tesebbüsler, 1910'da Osmanli Sosyalist Firkasi'nin kurulusu ile sonuçlanmistir. Bu teskilâtlanma ve hak arama ve direnme hareketlerine paralel olarak özellikle Ikinci Mesrutiyet yillarinda sosyalist görüs ve düsünceleri yansitan çesitli gazete, dergi ve kitaplar yayinlanmistir.

Ikinci Mesrutiyet ilân edilir edilmez, istibdat yillarinda yabanci ve yerli isverenlerin elbirligiyle asiri derecede sömürdükleri Türk isçi sinifi, yeni hükûmetin hürriyet, adalet, müsavat ve uhuvvet ilkelerini gerçekten uygulayacagina inanarak asiri sömürülmeye karsi asgarî haklarini elde etmek için harekete geçmistir.

Selânik'ten Karadeniz kiyilarina, Karadeniz kiyilarindan Akdeniz ve Ege kiyilarina kadar zincirleme grev hareketleri bas göstermistir. Bu hareketler, hürriyet getirme vaadiyle istibdadi devirerek is basina gelen yeni hükûmetin sert tepkisiyle karsilasmis ve bu hükûmetin ilk tasarruflarindan biri, yerli ve yabanci sermaye çevrelerinin de tesvikiyle grevi yasaklamak ve sendika kurma hakkini kaldirmak olmustur.

Türk isçi sinifi, o tarihte ne sayica, ne de politik teskilât bakimindan geregi kadar güclü olmadigi için haklarinin keyfi bir sekilde yeniden çignenmesine maalesef karsi duramamistir. Üstelik, iç ve dis politik sartlar da (Balkan Savasi, Babiâli baskini gibi) hükûmetin demokratik haklari sinirlamasini ve hattâ yok etmesini kolaylastirmistir. Birinci Dünya Savasi'ndan sonra Mütareke ve Millî Kurtulus Savasi günlerinde isçi hareketi, memleketimizde tekrar canlanmistir.

Meslek dernekleri (sendikalar) içinde yeniden teskilâtlanan isçi sinifimiz, yabanci imtiyazli sirketlere karsi israrli grev hareketlerine girismistir. Bu grevlerle memleketimizdeki yabanci menfaatlerin nüfuz ve hâkimiyetlerini zayiflatmaya çalisan isçi sinifi, bir yandan da silaha sarilarak yurdun savunmasina kosmustur. Bu arada, isçi sinifinin bu hareketlerine paralel olarak bazi toplumcu aydinlar da, isçi sinifini politik plânda teskilâtlandirmak tesebbüsünü yeniden ele alarak sosyalist egilimli yayinlar yapmislar ve partiler kurmuslardir.

Isçi sinifinin gerek hür sendikalar kurmak, gerekse politik bir güc olma yolunda teskilâtlanma hareketlerini hâkim siniflar daha o tarihlerde önlemek veya soysuzlastirmak için tedbir almaktan geri kalmamislardir.

Cumhuriyetin ilânindan sonra ise, isçi sinifinin meslek alaninda olsun, politika alaninda olsun teskilâtlanmasina imkân birakilmamistir. 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu'ndan sonra yalniz hükûmetin kanadi altinda bulunan isçi dernekleri faaliyette kalmistir. Bunlar da esasen yardimlasma sandiklari mahiyetinde olan kuruluslardi. ATATÜRK'ün ölümünden sonra hür düsünce gittikçe baski altina girmis ve bu arada her türlü toplumcu yayin kesinlikle yasaklanmistir.

Uzun bir süre 'I'ürkiye'de isçi sinifindan, isçi haklarindan, sendikadan, grevden, toplu sözlesmeden söz açmak bile suç sayilmistir.

Özellikle fasist kanun maddelerinin tercüme edilerek kanunlarimiza alinmasindan sonra isçi sinifinin en tabiî ve en ilkel haklari daha büyük bir siddetle reddedilmistir. 1938'den 1946'ya kadar uzun yillar, isçi sinifi haklarini koruyacak herhangi bir kurulustan yoksun, gerek devlet isletmelerinde, gerekse özel sektör isletmelerinde son derece agir sekilde sömürülmüstür.

Bu durum, Ikinci Dünya Savasi yillarinda daha daha da agirlasmistir. Hattâ, Ikinci Dünya Savasi içinde fasist örneklere heveslenenler, isçi sinifimizi korporatif bir zihniyet ile devrin tek partisi içinde teskilâtlandirmaya kalkismislarsa da basaramamislardir.

Ikinci Dünya Savasi'nin demokrasinin zaferi ile sonuçlanmasi ve özellikle içeride tek parti rejimine karsi gittikçe siddetlenen bir muhalefetin bas göstermesi, hükûmeti çok parti rejimini kabule zorlamistir.

Tek gibi görünen bu muhalefetin, aslinda iki ayri kaynagi vardi:

Birincisi, devletin ekonomik faaliyetlere müdahalesinden sikâyetçi olan toprak agalari ile özellikle büyük tüccarlar zümresinin muhalefeti idi. Bunlar, savas yillarinda daha da zenginlesme yolunu bulmuslar, liberal sistemin devletçiligin yerine geçmesini savunuyorlardi.

Ikincisi, savas yillarinda daha da yoksullasmis olan isçi sinifi ile bütün halk sinif ve tabakalarinin muhalefeti idi. Halkin istedigi, insan muamelesi görmek ve insanca yasayabilmekti.

Ancak iki ayri kaynagi olan bu muhalefetin çok parti rejiminde sesini esitçe duyurmasi ve esitçe teskilâtlanmasi mümkün olamadi. Gerçi Cemiyetler Kanunu'nun 9. maddesinin degistirilmesi üzerine hür sendikalar ve sosyalist adi tasiyan partiler kurulmustur. Fakat çok geçmeden bunlardan bir kismi hakkinda kovusturma ve dâva açildigindan, bu baski ve terör havasinda ötekiler de faaliyetlerine son vermislerdir. Çikarilan Sendikalar Kanunu, sendika haklarini son derece sinirladigindan ve fasist kanunlar daha da agirlastirip büsbütün muglak hâle getirildiginden, sendikalar fiilen hükûmetin kanadi altina girmis ve köksüz, neticesiz bir iki tesebbüs hariç, emegi savunan partiler artik kurulamamistir.

Çok partili rejim böylece toprak agalari ile büyük sermaye çevrelerinin menfaatlerini savunan partilere inhisar etmistir. Kendi hak ve hürriyetlerini kendi öz partileri yoluyla savunmak imkânlarindan yoksun kalan ve bu yüzden politik bilince kavusmak firsatini bulamayan halk sinif ve tabakalari, bu partilerden birini seçmek durumunda kalmistir. Yillarca tek parti diktasi altinda yasamis olmanin etkisiyle halk çogunlugu, seklen muhalefeti temsil eden partiye yönelmistir.

Fakat önüne set çekilen isçi hareketinin büsbütün durdurulamayacagini da gören hâkim siniflar ve hükûmet, baslangiçta sendikalarin basina kendilerine tamamiyle sadik kimseleri getirmislerdir. Bunlar çogunlukla isçi olmayan kimselerdi. Fakat bu hareketin gelismesiyle, bu çesit yöneticileri kullanmak artik mümkün olmadigindan, hâkim siniflar sonralari dolayli yollari tercih etmislerdir. Sendika hareketinin kilit noktalarinda bulunanlari belirli bir yasama seviyesine kavusturmak ve saglanan imkânlardan vaz geçemez duruma getirmek suretiyle isçi sinifinin bilince kavusmasi, haklarina sahip çikmasi önlenmek istenmistir. Her halde uzun bir süre hür sendika hareketi iyice baltalanmis, dolayisiyle isçi sinifinin politik bir varlik göstermesi de önlenmistir.

Ne var ki, isçiler bir kere teskilâtlandiktan sonra onlari kendi gerçek menfaatlerini arayip bulmaktan alakoymak ve sinif bilincine ulasarak toplumun ilerlemesindeki, demokrasinin yerlesmesindeki tarihî görevi yerine getirmelerine uzun süre engel olmak kimsenin elinde degildir.

Nitekim, 1946 - 1960 yillarindaki agir baskilara, aldatma, sasirtma tedbirlerine ragmen, isçiler olumlu yolu aramaktan geri kalmamislar. Türk isçi sinifi, bilincine varmak yolunda agir agir da olsa durmadan ilerlemistir.

1946 - 1960 döneminin çok partili rejim denemesi su gerçegi açiklikla ortaya koymustur:

Demokratik bir rejim, isçi sinifinin ve emegiyle yasayan bütün halk sinif ve tabakalarinin bagimsiz bir politik kuvvet olarak teskilâtlanmasina izin verilmeyecek olursa, katiyen isleyemez ve soysuzlasip iflâs eder. Çünkü, çok partili demokrasi, sermaye kuvvetleri karsisinda emegi temsil eden kuvvetlerin kurdugu bir denge rejimidir. Bu denge, durmadan emekten yana agir basan ve dönüsen bir dengedir. Isçi sinifini açikça haklarini savunmaktan, bagimsiz bir politik kuvvet olarak kanun himayesinde teskilâtlanmaktan alakoymak, toplumun gelismesini köstekleyecegi gibi, üstelik bu gelismenin kösteklenmesinden ileri gelen çok vahim huzursuzluklara da sebep olur. Türkiye'de son 15 yilda görülen manzara bu olmustur.

Sosyal ve politik hayatimizda çok önemli bir dönüm noktasi olan 27 Mayis hareketinden sonra sosyal ve ekonomik meseleler birden yüzeye çikivermistir. Sosyal ve ekonomik dâvalarimiz, dertlerimiz açikça tartisilmaya baslanmis, isçi sinifimizin, sesini duyuran ve gittikçe agir basan dinamik bir kuvvet halinde ortaya çiktigi görülmüstür. 27 Mayis'tan bu yana isçi sinifimizin basarili bir çok hareketleri olmustur. Bu hareketlerin en gösterislisi hiç süphesiz 1961 yili Aralik ayinda 150 bin isçinin, Türkiyedeki bütün sendika temsilcilerinin katildigi Saraçhanebasi mitingi'dir.

Sembolik anlami büyük bir baska hareket de, 1962 baharinda Ankara yapi isçilerinin yürüyüsüdür. Bu arada, isçi sinifinin sömürücü yabanci sermayeye karsi yaptigi mitingleri ve Anayasada grev hakki taninir taninmaz, haklarini elde etmek için giristigi grev hareketlerini de unutmamak gerekir.

Gerek mitinglerde, gerekse sendika toplantilarinda isçilerin, sadece kendilerini dogrudan dogruya ilgilendiren konularda degil, büyük memleket dâvalarinda da söz ve karar sahibi olmaya azimli olduklari gözden kaçmamistir. Bütün bu olaylar, Türk isçi sinifinin politik bilincin esigine varmis oldugunu açikça ortaya koymaktadir. Isçi sinifimizin varligindan veya gücünden süphe edenler, Saraçhanebasi'nda Türk isçi sinifinin varligini da, gücünü de gözleriyle görmek firsatini bulmuslardir.

Türk isçi sinifinin politik bilince kavusmakta oldugunu gösteren en önemli olay, Türkiye Isçi Partisi'nin kurulusudur. Gerçekten de, bu kurulus, tarihimizde asagidan yukari, yâni halktan gelen ilk politik teskilâtlanma örnegidir. Bu kurulusun yüzeydeki ve görünürdeki nedenleri de önemli olmakla beraber, asil derinde bulunan nedeni, Türk isçi sinifinin yüz yili asan acilar ve mücadeleler sonunda ulasmis oldugu bilinç seviyesidir. Halktan gelen ilk politik kurulusun baska halk sinif ve tabakalarindan degil de, isçi sinifimizdan gelmis olmasi önemle üzerinde durulmasi gereken bir olaydir. Halkin öz partisini kurmakla isçi sinifimiz demokratik öncülügünü fiilen ispat etmistir.

Türkiye Isçi Partisi'nin 13 Subat 1961 tarihinde kurulusu, ta 1820 yillarinda baslayan, 1845, 1872, 1903, 1919 - 1925 ve 1946 yillarinda yüzeye çikan ve bu uzun sürede derinden akan bir nehir gibi gelisen Türk isçi sinifi hareketinin 1961'de vardigi merhaledir. Isçi sinifimiz, bu partiyi kurmakla, toplumcu, ATATÜRK'çü aydinlara gençlere ve emegiyle yasiyan bütün yurttaslara kendi öz siyasî kuruluslari içinde toplanmak imkânlarini açmis ve o güne kadar birbirinden ayri kalmis emekçi halk kitleleriyle toplumcu aydinlarin is ve kader birligi etmelerine firsat vermistir.


Ancak, Türk isçi sinifinin da kendi yapisindaki çelisik kuvvetlerin etkisi altinda bulundugunu hatirlamak yerinde olacaktir.

Isçi sinifimizi geriye baglamaya çalisan kuvvetler ile, onu ilerleten kuvvetler, her an ileri kuvvetlerin lehinde gelisen devamli bir mücadele halindedir. Isçi sinifinin ilerleyisini tabiî yönünden saptirmaya çalisan faktörlerin basinda, iç ve dis sermayenin emrindeki bazi sendika liderleri bulunuyor. Bunlar isçi sinifinin bagimsiz bir politik güç olarak teskilâtlanmasini önlemek için olumsuz bir sendikacilik anlayisini savunmakta ve isçi sinifini bu anlayis etrafinda teskilâtlandirmaya çalismaktadirlar.

Fakat gittikçe genisleyen isçi tabanindan gelen baskilari ve istekleri, hâkim siniflarin ve onlara hizmet eden sari sendikacilarin sonuna kadar oyalamasi ve ertelemesi katiyen mümkün degildir. Tarih, bu gibi isçi liderlerini bu açidan görecektir.

Isçi sinifimizin bir an önce politik bilince kavusmasini geciktiren bir baska faktör de, köylü isçilerin, yâni hâlâ köy ile iliskilerini kesmemis isçilerin isçi sinifi içinde azimsanmiyacak sayida olmalaridir.

Ayrica, yerli sanayimizin yapisi dolayisile çok sayida isçinin küçük ve süreksiz isletmelerde çalismasi da isçi sinifinin bilinçlenmesini geciktirici bir rol oynamaktadir.

Fakat baslica engel his süphesiz, hâkim çevrelerin türlü yollardan isçi sinifimizin politik bilince kavusmasini önlemeye çalismasidir.Yillarca, teskilâtlanmasina izin verilmemis, fasist kanunlarla baski altinda tutulmus olan isçi sinifimizin bugün de politik bir varlik olma yolundaki çabalari, dolayli olarak, geciktirilmek isteniyor.

Gerek Türkiye'nin sosyal yapisinin dogurdugu gittikçe derinlesen buhranlar, gerekse dünya sartlari, gerçekleri gören uyanik isçilerin sayisini her gün arttirmaktadir. Üstelik, toplumcu aydinlarin Türkiye Isçi Partisi içinde ve disinda henüz gerçekleri göremeyen isçileri uyarmaga, aydinlatmaga çalismalari da, isçi sinifinin tam olarak politik bilince kavusmasini hizlandiran bir faktördür. Kaldi ki, yukarida isaret edildigi gibi, Türkiye'nin kalkinmak, gelismek için sanayilesmek zorunda olusu, isçi sinifini bilince kavusturan objektif sartlari yaratmaktadir. Kapitalist düzen içinde modern sanayiin çalisma ve yasama sartlari da, isçileri, millî varlik bünyesinde ortak menfaatleri ve haklari bulunan belirli bir sosyal sinif olduklari bilincine götürür.

Toplu halde çalismanin, ayni semtlerde, ayni zor yasama sartlari içinde bulunmanin, dayanismayi ve teskilâtlanmayi çok kolaylastirdigi meydandadir. Ayrica, emegin ve çalismanin sosyal karakteri ile üretim araçlarinin özel mülkiyeti arasindaki çelisme de, isçi sinifinin bilinçlenmesini saglayan en önemli sebeplerden biridir. Üstelik kapitalizmin dalgalanislarindan, yoksullasma, issizlik, insan olmaktan çikmak gibi kaçinilmaz afetlerinden dogrudan dogruya en çok zarar görenler de yine isçilerdir.

Bütün bu faktörlerin etkisiyle yavas yavas bilinçlenen ye teskilâtlanan isçi sinifimiz, hiç degilse isçi sinifinin en bilinçli, en uyanik evlâtlari, toplum hayatinin agir yükünü tasimakta ve öz yurdunda üvey evlâd muamelesi görmekte yalniz olmadiklarini kavramis bulunmaktadir. Gerçekten de, özel tesebbüs ve kâr mihveri etrafinda dönen bir ekonomi sistemi içinde, yanliz isçi sinifi degil, topraksiz veya yeteri kadar topragi olmayan köylüler de, orta köylüler de, zanaatkârlar da, küçük esnaf da, aylikli ve ücretliler de, kisacasi emegiyle yasayan bütün halk sinif ve tabakalari, emeklerinin hakli karsiligini alamiyorlar, derece derece sömürülüyorlar. Uyanik isçi liderleri, bu gerçegi de kavramaya ve halkin, oylarini kendi öz partisi olan Türkiye Isçi Partisi'ne yâni kendi kendisine vererek iktidara gelmesinden ve Anayasanin öngördügü köklü dönüsümleri halkin kendi elleriyle gerçeklestirmesinden baska çikar yol olmadigini anlamaktadirlar. Bunlara uyanik isçi kitleleri de katilmaktadir.

Su halde, isçi sinifimiz, ekonomik, sosyal ve politik aksiyonu ile aslinda bütün halkin haklarini, hürriyetlerini ve menfaatlerini savunmakta ve bunlari temsil etmektedir. Gerçekten de, isçi sinifinin son bilinç merhalesini, bütün çalisan sinif ve tabakalarin menfaatlerinin ortak oldugu ve köklü dönüsümlerle toprak agalarinin ve yabanciya aracilik eden büyük sermayecilerin millet için zararli olan nüfuz ve hâkimiyetlerini önleyecek demokratik yasayis düzeninin elbirligiyle kurulmasi düsüncesi teskil eder. Demokrasiyi, sosyal adalet ve güvenligi köklestirmek, bütün halk sinif ve tabakalarinin ittifakiyla çogunlugu saglayabilmek ve «Yurtta sulh, cihanda sulh» idealini gerçeklestirmek, isçimizin ulasacagi ileri sinif bilinci noktasidir.

Demek ki, bu merhalede sinif bilincinin özü son derece zenginleserek gerçek bir millî bilinç ve bir insanlik bilinci niteligi kazanir. Isçi sinifinin kazandigi menfaatler, artik dar anlamda isçi sinifina özgü menfaatler olmaktan çikar ve en genis, en yüksek anlamda millî menfaatler haline gelir.

Türkiye Isçi Partisi, «Türk isçi sinifinin tarihsel ve demokratik öncülügü» derken buraya kadar özetlenen bütün bu gerçekleri düsünüyor. Türkiye, gelismek, kalkinmak ve çagdas uygarlik düzeyine ulasmak için hizla sanayilesmek zorunda olan bir ülkedir. Demek ki, gelismenin itici ve gerçeklestirici kuvveti, emekçi halk sinif ve tabakalari arasinda daha çok isçi sinifidir. Bundan baska, hizli gelismenin gerektirdigi köklü dönüsümler, politik bir güç halinde teskilâtlanacak olan emekçi halk tarafindan gerçeklestirilebilecegine göre, gerek teskilâti kurmak isinde, gerekse köklü dönüsümleri bilim isiginda belirlemek ve gerçeklestirmek islerinde Türk isçi sinifi, bilimsel, tarihî açidan potansiyel olarak en yetenekli halk sinifidir. Çünkü, isçi sinifi yalniz sosyal yapisi bakimindan degil, ayni zamanda getirdigi ahlâki ve politik degerler ve genel olarak toplum görüsü bakimindan da bu öncülüge hak kazanmis durumdadir. Ancak bu, isçi sinifinin öteki halk sinif ve tabakalari karsisinda her hangi bir üstünlügü oldugu ve imtiyazli duruma sahip bulundugu veya böyle bir duruma getirilecegi anlamina asla gelmez. Çünkü bu takdirde, isçi sinifi kendi kendini inkâr etmis olacagi gibi, üstelik, halk sinif ve tabakalari arasindaki karsilikli güven ve kardesçe dayanisma da bozulacagindan milletin büyük çogunlugunu teskil eden halk sinif ve tabakalarinin bagimsiz politik bir güç meydana getirerek iktidari almalari mumkün olamiyacaktir.

Isçi sinifinin demokratik öncülügü, tarihin akisina uygun bir düsünce, yâni Türkiye'nin gelisme süreci içinde her gün gelismelerle kendini bulan bir gerçektir.

Bu bakimdan, isçi sinifinin demokratik öncülügü demek, bütün isçilerin gelisme hareketine fiilen ve mutlaka öncülük etmeleri gerektigi anlamina gelmez. Hattâ, bugün Türkiye'de oldugu gibi, isçilerden sasirtilmis, aldatilmis olanlar büyük bir sayi tutabilir. Ve böyle bir öncülüge karsi çikabilir. Bu durum, yukaridaki gerçegi asla degistirmez.

Memleketimizi geri kalmisliktan kurtarabilmek için gerekli köklü dönüsümleri, isçi sinifinin tarihsel ve demokratik öncülügü etrafinda toplanmis halk sinif ve tabakalari gerçeklestireceklerdir.

b. Tarim Isçileri, Topraksiz ve Az Toprakli Köylüler

Tarim isçileri, irgatlar, topraksiz ve az toprakli yoksul köylüler, tarim sektörü nüfusunda çogunlugu meydana getirirler. Tarimda makinalasma ve büyük isletmelere dogru gidis, bu topraklari ortakçilikla isleyen köylü ailelerinin açikta kalmasina sebep olmustur. Bunlar, ya toprak isçisi haline gelmisler, ya dag yamaçlarinda ve orman kenarlarinda daha verimsiz topraklara geçmisler, ya da is bulmak için sehirlere göç etmislerdir. Küçük toprakli köylüler de, topraklarin zamanla yetersiz hâle gelmesi ve sermaye kitligi yüzünden topraklarini büyük isletmeciye satmak, kiralamak veya ortakçilikla vermek zorunda kalmaktadirlar. Bunlar, bu sekilde elden çikardiklari topraklar üzerinde isçi olarak çalimakta, ya da is pesinde sehirlere göç etmektedirler.

Tarim isçisi olarak çalisanlarin sayisi 1 milyonu asmaktadir.

Topraktan kopan köylülerin bir kismi da, kasaba ve sehirler etrafindaki mülkler üzerinde yeniden ortakçi olarak yerlesmektedirler; siddetli toprak darligi ve toprak istegi yüzünden bu mülkler üzerindeki ortakçi isletmeleri son zamanlarda artan bir küçülme göstermis, ortakçilik sartlari agirlasmis ve cüce isletmelerle geçimleri ni sagliyabilmek için bu köylü aileler pek çok emek harcamak zorunda kalmislardir. Köklü bir toprak reformu yapilmadigi için, bu topraksiz, az toprakli veya küçük toprakli köylü aileleri, devletin sulama, kredi v.b. tedbir ve yardimlarindan yararlanamamaktadirlar. Bütün bu sebeplerden dolayi köylü kitlelerinde yoksullasma belirgin hâle gelmistir.

Tarimda gizli issizler sayisinin ortalama 3.5 milyonun üzerinde oldugu tahmin edilmektedir. Bu da köylü kitlelerinin yasamalarini güçlestiren önemli bir faktördür.

Tarimdaki degismelerin köylü kitlesi zararina sonuçlari yaninda bir de olumlu sonucu olmustur. Köylü nüfus hareketli bir hâle gelmis, az çok uyanmistir; çileli hayatini eskisi gibi tevekkülle kabul etmemekte, durumunun düzeltilmesini, insanca yasamayi beklemektedir.

Çukurova'nin topraksiz köylülerinin toprak istemek için yaptiklari yürüyüsler, bu uyanisin açik isaretidir.

Köyün eski içe kapanikligi az çok kirilmis; köy, ekonomik, sosyal dis etkiler alanina girmistir. Bu durum, geleneksel, tutucu, hattâ gerici olan zihniyet yerine yoksul köylülerde köklü dönüsümleri destekleyecek bir ruh hali yaratmistir.

Yoksul köylü kitlesinin sosyal gelismemizde özel bir yeri vardir. Emekçi siniflar arasinda en kalabalik sinif olduklarindan, hattâ tüm nüfusun büyük çogunlugunu meydana getirdiklerinden, köylü kitlesinin destegi ve aktif istirâki olmadan reform yapilamaz, Türkiye'nin kalkinmasi gerçeklestirilemez. Köylü kitlesiyle isçi sinifi ve bütün emekçi tabakalarin arasinda siki bir isbirligi ve dayanisma saglanmasi sarttir.

Toplumcu, Atatürkçü aydinlarin emekçi kitlelerle is ve kader birligi ederek kitleleri egitmek, Türkiye Isçi Partisi saflarinda teskilâtlandirmak, bilinçli bir politik güç hâline getirmekte görev almalari, reformlarin yapilmasinin ve yurt kalkinmasinin temeli ve biricik anahtaridir.

Türkiye'nin yüz yillardan beri ihmal edilmis topraksiz ve az toprakli köylülerini, programimizin «Tarim» bölümünde genis bir sekilde izah edildigi gibi, insanca yasama sartlarina kavusturacak tedbirleri almak ve onlari Türkiye'nin kaderi üzerinde söz ve karar sahibi kilmak Türkiye Isçi Partisi'nin baslica amaçlarindan biridir.

B. TÜRKIYENIN POLITIK YAPISI

Politik yapi, son bir tahlil ile, kamu gücünün sosyal siniflar açisindan kullanilis seklidir. Politik yapi ekonomik ve sosyal yapinin etkisi altindadir. Bu etki temel yasalarda her zaman açikça görülmese bile, bunlarin uygulanmasinda mutlaka kendini duyurur. Nitekim toplumumuzun derebeylik kalintisi bir temel üzerine asilanan gelismemis bir kapitalizm biçimindeki ekonomik ve sosyal yapisinin, politik yapi üzerindeki tutucu agirligi, demokratik Anayasa'mizla tatbikat arasindaki çelismelerde açik olarak görülmektedir.

Hâkim siniflar ve onlarin temsilcileri olan siyasi partiler, Türkiyeyi kalkindirmak ve ilerletmek meselesini Türkiye'nin geri kalmasinin baslica nedenlerine ilismeden çözme hayâli pesindedirler. Oysa, toprak agaligi ve araci ticaret sistemi bugünkü haliyle devam ettikçe, Türkiye'nin geri ve ekonomik bakimdan bagimli bir ülke durumunda kalmasi mukadderdir.

1946'dan bu yana uygulanan çok partili demokrasi rejimi, aslinda, halkin bagimsiz bir siyasî kuvvet durumuna gelmelerini çesitli yollardan önleyen ve toprak agalari ile sehirli büyük sermayecilerin hâkimiyetlerini sürdürmege çalisan bir siyasî düzendir.

1946 - 1950 dönemi, hâkim çevrelerin tek parti rejiminden çok partili rejime geçis dönemi olmustur.

1960'dan bu yana halkimiz uyanmaya baslarken, hâkim siniflar, tarihimizde ileri bir adim olan 1961 Anayasa'sini, eksiksiz ve tastamam uygulamaktan kaçinmislardir.

Hâkim siniflar, Anayasa'nin getirdigi insan ve yurttas anlayisini, ekonomik ve sosyal haklari, sosyal adaleti, sosyal güvenligi, sosyal devlet ilkesini günlük hayatta gerçeklesen canli kurallar hâline getirmemisler, ayrica, Anayasa'ya aykiri kanunlari yürürlükte tutarak, Anayasa'ya ragmen, statükoyu korumak ve sürdürmekte direnmislerdir.

Hâkim siniflar, statükoyu korumak için kalkinmanin sadece teknik bir mesele oldugu fikrini ileri sürmüsler, halkin politik bir güç hâline gelmesini ve Türkiye'nin böylece gerçek çözüm yolunu bulmasini önlemeye çalismislardir.

Ekonomik ve sosyal yapiyi degistirecek köklü dönüsümler yapilamadigi için, «Plânli kalkinma» sonunda, külfeti emekçi halka yüklenen, nimeti varlikli siniflara dagitilan bir millî gelir arttirma tavsiyeleri programi olmaktan öteye geçememistir. Karma ekonomi, özel sektör yararina isleyen bir devletçilik ile özel sektörün ortakligi biçiminde yürütülmektedir. Sanayilesme, ulusal bagimsizligimizin ve kalkinmamizin vaz geçilmez sarti olarak degil, tüketim mallari üretmek ve bunlan kârla satmak amaciyla girisilen bir tesebbüs olarak görülüyor. Ne zaman yapilacagi belli olmiyan Toprak reformu, gerçek gayelerinden uzaklastiriliyor. Petrol sanayiindeki ulusal menfaatlere aykiri durum ve tutum devam ediyor. Vergi adaletsizligi bütün korkunçlugu ile sürüp gidiyor. Yatirimi azaltmadan basvurulabilecek zengin vergi kaynaklari, tarim gelirleri ile ithalât ve ihracattan elde edilen gelirlerdir; oysa bu gelirlerin sahipleri siyasî iktidari etkiliyebildiklerinden âdil bir vergileme politikasi güdülmemekte ve kalkinmanin finansmani için ya disaridan yardim beklenmekte ya da enflâsyona basvurultadir.

Hâkim siniflarin yukaridan beri siraladigimiz tutumlari, bunlarin Türkiye'nin bir adim bile ileri götürülmesinde hiç bir tarihî görevleri kalmadigini açikça göstermektedir. Çünkü hâkim siniflarin korumak ve sürdürmek istedikleri ekonomik temel ve bu temel üzerine kurulu sosyal ve siyasî iliskiler, üretici halk kuvvetlerinin gelismesine, Türkiye'nin ilerlemesine, hizla çagdas uygarlik seviyesine ulasmasina kesinlikle engel olmaktadir.

Kurtulus yolu, gerekli köklü dönüsümlerle toplumun yapisini degistirmektir. Bunun içindir ki, çözüm yolu, her seyden önce politik niteliktedir. Türkiye Isçi Partisi, isçi sinifini ve bütün emekçi halk kitlelerini haklari, hürriyetleri ve ödevleri konularinda egitip aydinlatmayi, toplumcu aydinlarin emekçi halk kitleleriyle kaynasmasina ortam hazirlamayi ve böylece kurulacak, asagidan yukari, genis bir halk toplulugu ile demokratik yoldan iktidara gelmeyi ve Türkiye'nin temel meselelerini çözmeyi tarihî bir görev bilir; Türkiye için, yoksul halkimiz için, aydinlarimiz için baska bir kurtulus yolu olmadigina inanir.

Anayasa'mizin gerçekten uygulanmasi, Türkiye Isçi Partisi'nin varligini zorunlu kilar. Çünkü Anayasa'da yazili temel haklar, sosyal ve ekonomik haklar, ancak böyle bir partinin etkin varligi hâlinde kagit üzerinde kalan formüller olmaktan kurtulup emekçi yurttasin yararlandigi canli, uygulanan kurallar biçimini alir. Sosyal siniflar arasinda bir denge rejimi demek olan DEMOKRASI, ancak bu takdirde bos bir söz olmaktan çikar.

IKINCI BÖLÜM

KALKINMA YOLU

Türk toplumunun, diger toplumlarla esit sartlar içinde ve bagimsiz olarak yasayabilmesi için ekonomik bakimdan kalkinmasi gerekir. Bu, sadece bilimsel düsüncenin gerektirdigi bir amaç degil, ayni zamanda toplumumuzun baskisini duydugumuz bir istegidir. Toplumumuz, bu istege uygun biçimde emin ve hizli bir kalkinma yoluna sokulmadikça, huzur ve güvenlik içinde yasamak mümkün olmayacaktir.

Bugün tutulmus olan yol, ileri bati memleketlerinin de bir zamanlar tutmus olduklari özel sektör eliyle kalkinma yolu, yâni kapitalist bir yoldur. Ancak o zamandan beri sartlarda büyük degisiklikler oldugu için bu yolun Türkiye'yi kalkinmaya götürmesi mümkün degildir;

1) Geçen yüzyillarda bati memleketlerinin kalkinmasi, emegin asiri sömürülmesi sonunda meydana gelen ve biriken özel sermaye ve tesebbüs yolu ile mümkün olmustur. Çünkü o tarihlerde isçi sinifi haklarini koruyacak güçlü teskilâta henüz sahip degildi. Oysa, bugün Türkiye'de sendikaciligin ve demokratik kuvvetlerin gelismekte olmasindan ötürü, böyle bir sömürme gittikçe güçlesmektedir.

2) Batililar sermaye biritktirmek için baska memleketleri de sömürmüslerdir. Oysa, Türkiye'nin bugün sömürgeler fethederek, ya da ticari yollarla baska memleketleri sömürerek sermaye biriktirmesi düsünülemez. Kaldi ki, devrimci ve antiemperyalist savaslar yaparak bugüne gelmis olan Türkiye için sömürgecilik ve sömürücülük söz konusu olamaz.

3) Batili memleketler kalkinma yoluna girerken karsilarinda kalkinmis memleketler yoktu. Böylece küçük isletmelerini yavas yavas büyüterek gelisebilmek imkânina sahiptiler. Oysa, Türkiye gelismis memleketlerle rekabet etmek, onlara ragmen kalkinmak zorundadir. Çünkü ekonomimizin bati memleketleri ekonomilerine bagli ve onlarin hâkimiyeti altinda olmasi, kalkinmamizi bir de bu yönden önlemektedir. Ayrica, bugünün teknolojisine uygun dev isletmeler kurarak gerçeklestirilmesi gereken kalkinmayi saglamaya, özel tesebbüslerin gücü yetmemektedir.

4) Batinin gelistigi çaglarda, gelirlerin daha büyük bir kismi tasarruf edilerek, sermaye birikimine ayrilabiliyordu. Oysa, günümüz Türkiye'sinde Batinin simdiki yüksek tüketim seviyesi örnek alinmaktadir. Bu durum, özel sektör eline geçen gelirlerin çok yüksek bir kisminin tüketim harcamalarina gitmesine ve böylece birikimin yavaslamasina sebep olmaktadir.

5) Batinin gelistigi zamanlarda baska bir çözüm yolu, baska bir toplum düzeni oldugu bilinmiyordu. Oysa, bugün kapitalist olmayan bir kalkinma yolu oldugu da bilinmektedir. Bu sebeple toplumun, kapitalist yapisindan dogan çatisma ve dalgalanmalara boyun egmesi beklenemez. Ayrica, kapitalist gelisme mümkün olsa bile arzu edilir bir çözüm yolu degildir. Çünkü kapitalist gelisme yolunu seçmis bulunan memleketler de büyük tezatlar içindedir.

6) Batinin gelismesinin çok yavas oldugu, kisi basina düsen gelirin yilda ortalama yüzde 2'den daha az arttigi da unutulmamalidir. Oysa, Türkiye'nin bugün bu gelisme temposundan 2 - 3 kat daha hizla kalkinmasi sarttir.

Kaldi ki, bu kalkinma yolu memleketimizde ötedenberi denenmistir. Özellikle ikinci dünya savasindan sonraki dönemde en açik ve çiplak biçimi ile izlenen kapitalist kalkinma yolu, tabiatina uygun olarak, mutlu bir azinligin daha da zenginlesmesi, halk kitlelerinin ise daha da yoksullasmasi ve memleket kaynaklarinin israf edilmesi sonucunu dogurmus, kisa zamanda hem ekonomik, hem sosyal, hem de politik dengeyi büsbütün bozarak memleketi bir çikmaza götürmüstür.

Bugün de, ayni yol daha ihtiyatla izlenmektedir. Bütün gayretlere ragmen bir türlü gelisemeyen yerli özel sektörün dis yardim ve yabanci özel yatirimlar ile desteklenmesi ön plâna alinmis, sayisiz ve apaçik sakincalarina ragmen Avrupa Ortak Pazari'na da ortak üye olarak sirf bu amaçla girilmistir.

Öte yandan, ekonomimizin bir plân içerisinde yürütülmesinin kararlastirilmis olmasina ragmen, tutulan yolun gene kapitalist yol olmasi yüzünden bütün bunlar hiçbir olumlu sonuç vermemis ve ödeme bilânçosundaki açiklar gene ve gittikçe artarak devam etmis, gelisme daha da yavaslamis ve yoksul halkin kaderinde degisiklik olmamistir.

Özet olarak yaptigimiz bu açiklamalar gösteriyor ki, Türkiye'nin özel sektör eliyle, yâni kapitalist bir düzen içinde kalkinmasi mumkün degildir. O halde Türkiye için kurtulus, kapitalist olmayan bir kalkinma yoluna girmektir. KAPITALIST OLMAYAN KALKINMA YOLU emekten yana ve emekçilerin yürütümüne ve denetimine katildigi plânli bir devletçilik olarak tanimlanabilir. Böyle bir düzende kamu sektörü esastir ve ekonomiye hâkim olacak kadar genistir. Özel sektör plân çerçevesi içinde kamu sektörünün yardimcisi olarak çalisir ve gelisir.

Büyük arazi sahipleri, ya da büyük tüccar ve sanayiciler elbette ki memleketi kapitalist olmayan bir kalkinma yoluna götüremezler; çünkü, onlarin çikarlari ile bu yol arasinda çelisme vardir. Memleketi kapitalist olmayan gelisme yoluna emekçiler götürecektir; çünkü, kapitalist olmayan yola gitmekle onlarin çikarlari bozulmayacak, aksine bu yoldan yararlanacaklardir. Bu sebeple kapitalist olmayan kalkinma yolu emekçilerin iktidarini gerektirir. Yâni çözüm yolu her seyden önce politiktir.

Emekçi halkin partisi olan Türkiye Isçi Partisi, kapitalist olmayan yoldan kalkinmayi gerçeklestirmek için sunlari amaç bilir:

Isçi sinifini ve bütün emekçi halk kitlelerini egitip aydinlatarak ulusal kalkinma ve ilerlemenin bilinçli itici kuvveti haline getirmek;

Anayasa teminati altinda olan hak ve hürriyetlerine sahip çikacak isçi sinifinin ve emekçi halk kitlelerinin yurt islerinde söz ve karar sahibi olmasini saglamakla, büyük toprak sahiplerinin ve sehirli büyük sermayecilerin, deniokratik rejimi aksatan, ekonomik kalkinmayi, sosyal ve kültürel gelismeyi frenleyen, sosyal adalet ve güvenlige karsi koyan, zararli nüfuz ve hâkimiyetlerini önlemek;

Sanayilesmeye öncelik veren, plânli, emekten yana ve emekçi halk yiginlarinin istirâkiyle isleyen bir devletçiligin, ulusal ekonomide, sosyal ve kültürel hayatimizda düzenleyici ve yönetici temel kuvvet olmasini saglamak;

Özel sektörü, ulusal ekonominin genel plâna bagli yararli bir kesimi haline getirmek;

Ve böylece politik demokrasiye ekonomik ve sosyal bir öz kazandirarak daha ileri bir toplum düzenine demokratik yoldan geçis sartlarini hazirlamak.

Bu maksatla:

1. Ulusal ekonomide kilit tasi vazifesi görenlerden ise baslayarak ve ekonomik kalkinma ve sosyal ilerlemenin gerekli kildigi bir sira izleyerek, büyük üretim ve mübadele araçlarini devletlestirmek;

2. Kurulmamis temel sanayi kollarini devlet eliyle, devlet mali olarak kurmak ve isletmek;

3. Topraksiz veya az toprakli köylüyü topraklandirmak ve en yeni araçlarla, en ileri teknikle donatarak, en verimli isletmecilik sistemi içinde (devlet nümune çiftliklerine, üretim kooperatiflerine ve özel isletmecilige yer veren bir sistem içinde) çalismasini saglamak; sehirlerle köy arasindaki, köyün geri kalmasina sebep olan temelli ayirimlari gidermek;

4. Sanayi ve tarimda kalkinip ilerleme, belirli bir egitimden geçmis emek gücüne ve kadrolara ihtiyaç gösterdiginden, genel ve teknik egitimi ekonomik kalkinmaya paralel olarak ivedilikle yaymak ve ilerletmek;

5. Ekonomik kalkinma ve kültürel ilerleme birbirini karsilikli olarak etkiledigine ve amaç sadece üretimde verimi artirmak olmayip, kafa isçiligi ile kol isçiligi arasindaki ayirimlari kaldirarak, bütün yurttaslarin kisiliklerini sonuna kadar gelistirmelerini saglamak olduguna göre, halk yiginlarinin yaratici güçlerini açiga çikaracak kültür çalismalarina hiz vermek, yurt ölçüsünde kültür merkezleri kurmak;

6. Herkesi is - güç sahibi etmek, issizlige kesinlikle son vermek ve ulusal gelirin dagitiminda emege göre gelir ilkesini hâkim kilmak, yâni herkese yaptigi ise göre ücret, aylik ve gelir saglamak;

7. Ulusal varligimizi ve bagimsizligimizi her seyin üstünde tutan ve kisiligi olan, bütün devletlerle esitlik içinde dostluk münasebetleri kurmayi amaç bilen, Birlesmis Milletler Anayasasi'na bagli, Kurtulus Savasi Türkiye'sine yarisir, barisçi bir dis politika savunmak;

Böylece, ulusal üretimi agir sanayi ve ileri teknik temeli üzerinde toplumun ve emekçi halk yiginlarinin boyuna artan her türlü ihtiyaçlarini karsilamak için hazirlanmis bir genel plâna göre âhenkli biçimde gelistirmek;

Ve INSANIN INSAN TARAFINDAN SÖMÜRÜLMESI SISTEMINE SON VERIP Türkiye'yi, halkin artik yurt islerinde gerçekten söz ve karar sahibi olan ve kardesçe dayanasarak, isbirligi ederek, hürriyet ve esitlik içinde, her bakimdan insanca, dopdolu yasayan, medeniyeti ve kültürü ileri, tam bagimsiz, insanligin hizmetinde, barisçi, tam demokratik bir ülke haline getirmektir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TEMEL ILKELER

I. HER ALANDA BILIME DAYANAN BIR POLITIKA

Türkiye Isçi Partisi, tabiatta oldugu gibi, toplumda da insan iradesinden bagimsiz, objektif nitelikte kanunlar oldugu gerçeginden hareket eder.

Bununla birlikte, toplumda objektif kanunlarin varligi, insanlarin toplumun gidisine iradî müdahalelerde bulunmasina engel degildir. Ne var ki, yapilan müdahaleler, toplumun içinde bulundugu tarihî sartlara ve sosyal gelisme kanunlarina uygun düstügü nisbette ve derecede etkili olur, toplumun gelismesini kolaylastirir, hizlandirir; tersine müdahaleler ise, toplumun gelismesini kösteklediginden, sosyal meseleleri, zorluklari agirlastirir, sarsintilara yol açar. Bu durum, insanlarin sosyal kanunlari ögrenmesini ve müdahalelerini ona göre düzenlemesini mümkün kilar.

Bunun için, Türkiye Isçi Partisi, bilimi biricik yol gösterici olarak tanir ve politikasini bilimsel gerçeklere göre çizer ve uygular.

II. HALKIN GÜNLÜK HAYATINDA GERÇEKLESEN DEMOKRASI

Türkiye'nin maddi, sosyal ve politik yapisinin bilim açisindan incelenmesi, az gelismis, ya da geri kalmis bir toplum oldugumuzu ortaya koymustur. Az gelismis toplumlar, üretim sistemi ve teknigi çagdas ileri memleketlerin seviyesinde gelismemis, ham maddeci, kisi basina geliri düsük, tarimsal ekonomilere bagimli olan toplumlardir. Aralarinda derece farklari bulunmakla birlikte, geri kalmis toplumlarin ortak, belirtici niteligi budur. Türkiye'de bu nitelik, derebeylik kalintisi bir tarim temeli üzerine asilanmis, gelismemis bir kapitalizm (özellikle ticaret kapitalizmi) biçimini almistir. Yukarida belirtildigi gibi, Türkiye'nin geri kalmisliktan kurtulusu ve halkimizin insanca yasama sartlarina kavusmasi amaci, üretimi hizla çagdas seviyeye ulastirmak (hizla sanayilesmek) ve derebeylik kalintisi tarimsal temel üzerine asilanmis az gelismis ve bagimli kapitalizmin tutucu ve geriletici etkilerinden kurtulmak zorunlugunu ortaya koymaktadir.

Bu gerçeklerden hareket eden Türkiye Isçi Partisi, derebeylik kalintisi toprak agaliginin ve yabancilara aracilik eden sehirli büyük sermayecilerin, ekonomik kalkinmayi, sosyal ve kültürel gelismeyi frenleyen, sosyal adalete ve güvenlige karsi koyan ve böylece demokratik rejimin tam gerçeklesip isleyebilmesini köstekleyen zararli nüfuz ve hâkimiyetlerini, temel insan haklarina saygili olarak, önlemek, diger yandan özel sektörü ulusal ekonominin genel plâna bagli yararli bir kesimi hâline getirmek amacini güder.

Türkiye Isçi Partisi'nin demokrasi anlayisina göre demokratik rejimde toplumun yönetici, yürütücü ve itici gücü, Türk isçi sinifi ile emekçi halk kitleleridir. Bu sinif ve tabakalarin politik teskilâti olan Türkiye Isçi Partisi iktidara demokratik seçim yolu ile gelir, insanin insan tarafindan sömürülmesini reddederek, temel insan hak ve hürriyetlerine bagli ve saygili olarak iktidarda kalir ve seçimle iktidardan gider.

Türkiye Isçi Partisi'nin halkçilik anlayisina göre, demokrasi sadece politik hayata ve düzene özgü bir rejim degildir. Sosyal hayatin ve kurumlarin tümü demokrasi kavraminin kapsamina girer. Demokrasi, toplumun bütününü kapsadigi zaman, ancak, biçimde kalan bir rejim olmaktan çikar, ekonomik ve sosyal bir öz kazanarak tam anlaminda gerçeklesir. Devletin emekten yana olmasi, yapilan islemlerin, reformlarin gerçekten halk yararina olabilmesi için halk kitlelerinin toplum hayatinin her kesiminde, bütün kademelerde söz ve karar sahibi olmasi gerekir. Devletin ve toplum islerini yürüten her türlü merkezî teskilâtin halktan kopmus, katilasmis, kirtasiyecilige bogulmus bir hâl almamasi için halkin her kesimde, her kademede aktif istirâki kaçinilmaz bir zorunluluktur. Türkiye Isçi Partisi, demokratik düzende halka çesitli ortak maksatlar için teskilâtlanma imkânini tanir, halkin toplum isleriyle ilgilenmesi için gerekli ortami yaratir, her iste halkin sevkli ve istekli çabasini saglamayi sart sayar. Halk, toplum hayatinin her alaninda yönetim ve denetimine etkili bir sekilde katilacaktir. Üst kademeler ile alt kademeler, merkezî teskilât ile mahallî teskilât kademeleri arasinda karsilikli münasebetler ve etkiler sistemi kurulacak ve bu baglarin kopmamasina, karsilikli alis veris kanallarinin tikanmamasina özellikle dikkat edilecektir.

Halkimizin yurt islerinde gerçekten söz ve karar sahibi oldugu böyle bir demokrasi rejimidir ki; ancak halkimizin insanca yasama sartlarina kavusmasi ve Türkiye'nin ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda hizla kalkinmasi için gerekli ortami kurar; Anayasa'mizin öngördügü gibi, kisinin hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bagdasamiyacak surette sinirlayan politik, ekonomik ve sosyal bütün engelleri kaldirir; insanin imaddî ve manevî varliginin gelismesi için gerekli sartlari hazirlar. Halkin bir numarali yurttas durumuna yükseldigi böyle bir demokrasi rejiminde Türkiye, halki özgür ve bagimsiz yasayan ileri bir toplum haline gelecek ve durmadan ilerleyen, insanca yasama sartlarini gittikçe daha iyi, daha hakli, daha dogru bir sekilde gerçeklestiren, ileri bir toplum düzeninin temellerini kurmak imkânlarina kavusacaktir.

III. EMEKÇI HALKIN, YÜRÜTÜMÜNE DOGRUDAN DOGRUYA KATILIP DENETLEDIGI EMEKTEN YANA PLÂNLI DEVLETÇILIK

Yukarida belirtilen demokrasi anlayisina uygun olarak:

• Plânlama politikasinin temel çizgilerinin ve kaynaklarin temel sektörler arasinda dagiliminin tesbitinde,

• Plânin hazirlanmasinda,

• Plânin hem genel olarak uygulanmasinda, hem de ayri ayri kurumlarda uygulanmasinda halk kitleleri söz sahibi olacaklardir. Uygulama safhasinda Plânlama Teskilâti, halkin buna gösterdigi tepkileri yerinde izleyecek ve merkezi bundan haberdar edecektir. Böylece, halkin plân uygulamasina dogrudan dogruya katilmasi saglanmis olacagindan ve halk plânin kendi yararina isledigini görüp anlayacagindan, halkin sevkli çabasi ile memleketin hizla kalkinmasi gerçeklesecektir.



A. EMEKTEN YANA PLÂNLI DEVLETÇILIK SISTEMI ve KALKINMA

Emekten yana plânli devletçilik, demokrasimizin ekonomik ve sosyal yönüdür. Türkiye Isçi Partisi'nin iktidara gelmesile, devletçilik, halktan, emekten yana, itici, yönetici ve düzenleyici bir kuvvet olarak isleyecektir. Emekten yana plânli devletçilik sistemi, toplumun ve emekçi halkin durmadan artan ihtiyaçlarini, gerek maddi, gerek kültürel alanda karsilamak amaciyla isleyen bir sistemdir. Üretim sistemi çagdas teknik seviyeye devlet eliyle hizla ulastirilir. Millî hasila ve gelir büyük bir hizla arttirilir. Bu amaçla, ulusal ekonomide kilit tasi olanlardan baslanarak ve ekonomilk kalkinma ve sosyal ilerlemenin gerekli kildigi bir sira izlenerek büyük üretim ve ulastirma araçlari ile dis ticaret, bankalar, sigortalar devletlestirilecektir. Türkiye'de bunlar esasen ya devlet elindedir, ya devletin deneti altindadir, ya da devletin ortakligi ile isletilmektedir. Bundan dolayi, Türkiye Isçi Partisi'nin iktidara geldigi zaman yapacagi ilk is, bu devlet tesekküllerinin, bugün oldugu gibi özel sektör yararina degil, emekçi halk yararina çalismalarini saglamak olacaktir. Ayrica, üretimin çagdas teknik seviyede gelistirilmesi, hizli bir kalkinma, sanayilesme programinin gerçeklestirilmesini zorunlu kildigindan, emekten yana plânli devletçilik sistemi, agir sanayi temeline dayandirilacaktir.

Özel sirketlerin tröst ve karteller meydana getirmeleri veya her ne yolla olursa olsun millî pazari tekelleri altina almalari mutlaka önlenecektir.

B. EMEKTEN YANA PLÂNLI DEVLETÇILIK ve ÖZEL SEKTÖR

Kapitalist olmayan kalkinma yolu karma bir ekonomiyi gerekli kilar; bu sistemde bütün ekonomik faaliyetleri devletin kendi üzerine almasinda emekçi halk için bir yarar yoktur. Kalkinma plâninda belirtilecek devlet sektörü disinda kalan ekonomik faaliyet alanlari özel tesebbüsün isletmeciligine birakilacaktir. Ne var ki, kalkinma plâni, tipki kamu sektörü için oldugu gibi özel sektör için de baglayici olacaktir. Özel sektörü plâna baglama, demokratik plân anlayisina uygun düsen araçlarla saglanacaktir.

C. EMEKTEN YANA KALKINMA PLÂNI

Üretimin hizla ve âhenkli biçimde gelistirilmesi, toplumun kalkinip ilerlemesi için ulusal ekonominin ve sosyal faaliyetlerin tümünün belli dönemler için hazirlanmis bir genel kalkinma plânina göre yürütülmesini gerektirir. Ulusal hayatin, ekonomik ve sosyal faaliyetlerin bir azinligin çiikarlari mihveri etrafinda dönmesine, genis halk yiginlarinin gittikçe her bakimdan yoksullasmasina göz yumulamaz. Toplumun ve emekçi halkin durmadan artan maddî ve kültürel ihtiyaçlarinin âhenkli biçimde hizla karsilanmasi, ekonomik ve sosyal faaliyetlerin bir plân içerisinde bu amaca yöneltilmesiyle mümkün olur. Genel Kalkinma Plâni'nin amaci, ulusal üretimi sürekli ve âhenkli biçimde mümkün olan en ileri teknik temel üzerinde, hizla gelistirmek, toplumu maddî ve kültürel bakimdan daima daha ileri götürmek ve halkin durmadan artan maddî ve kültürel ihtiyaçlarini, hâtta bunlarin artmasini tesvik ederek, karsilamaktir.

Kalkinma Plâni, ulusal ekonominin çesitli kesimleri arasinda kalkinma amaçlarimizla tutarli bir oran kurar.

Özellikle toplumun çesitli tüketim ihtiyaçlari ile millî sermaye birikimi ihtiyaçlari arasinda bir oranti bulunmasi sarttir; plân bunu saglar. Millî sermaye birikiminin halkin gittikçe artan tüketim ihtiyaçlarini, nüfusun artisindan dogan ihtiyaçlari ve genel alarak ulusal ekonominin âhenkli biçimde gelismesini karsiliyacak hacimde olmasi sarttir.

Emekten yana plânli devletçilik sisteminde, ulusal ekonomi plâna göre âhenkli ve orantili biçimde hizla gelisecegi için millî hasila ve gelir artacak, dolayisiyla ulusal ekonomiyi yöneten ve bunun sonucu olarak millî gelirden emeklerine göre pay alan emekçilerin alim gücü de hizla artacaktir.

Plânli kalkinmanin gerektirdigi finansman gücünün saglanmasi için toplumun bütün kaynaklari seferber edilecektir. Emekçi halkimizin inanli, gönülden ve sevkli çabasi, hiç süphesiz en degerli kaynagimiz ve dayanagimizdir. Emek gücümüz bol, sermayemiz kit oldugu için plânlamada dikkat edilecek noktalardan biri de, bu bol emek gücünün bütün araç ve usûllerle üretime sokulabilmesidir.

Bundan baska, âdil bir vergileme politikasi ve verimsiz harcamalardan yapilacak tasarruflar, iç borçlanmalar, gerekli sekilde kullanilmayan özel sermayelerin sosyal bakimdan verimli yatirimlara yöneltilmesi, baslica finansman kaynaklarimizdir.

Ulusal bagimsizligimiza aykiri düsmemek sartiyle dis kredi ve yardimlardan da yararlanilacaktir.

D. EMEKTEN YANA PLÂNLi DEVLETÇILIK SISTEMININ ÜRETIM TEMELI

Emekten yana plânli devletçilik sisteminin en basta gelen amaci ve ödevi, memleketi mümkün olan âzamî hizla sanayilestirerek ekonomik donatimi saglamaktir. Türkiye Isçi Partisi, sanayilesmeyi, sadece, disaridan makine ve tesisler ithâl edip fabrikalar kurmak anlaminda degil, her seyden önce, sanayi kollari ve tarim için gerekli makine ve diger araçlari imâl eden sanayii, yâni agir sanayii kurmak anlaminda kabul eder. Tüketim mallari sanayii ile modern tarimin ihtiyaci olan araçlari imâl eden sanayi gelistirilmedikçe, memleket sanayii ve tarim, dis ekonomilere bagli olmaktan kurtulamaz; ekonomik bagimsizlik ve dolayisiyla tam siyasî bagimsizlik saglanamaz. Türkiye Isçi Partisi'nin agir sanayiin gelistirilmesine tanidigi öncelik bu sebeptendir; bu öncelik zamanda bir öncelik olmaktan çok önemde bir önceliktir. Ulusal ekonominin agirlik noktasinin devlet eliyle tarimdan sanayie (agir sanayie) kaydirilmasi asla tarimin ihmali, ikinci plâna atilmasi anlamina gelmez. Tersine, tarimin tam kalkinarak çagdas üretim seviyesine ulasabilmesi için bu sanayiin kurulup gelistirilmesi gereklidir. Genellikle sanayilesme, özellikle agir sanayii gelistirme plâninda, tarimin ihtiyaci olan âlet, makine ve kimyevî maddeleri imâl edecek olan sanayi dallarina önem verilecektir. Böylece tarim, bir yandan derebeylik kalintisi iliskilerin ortadan kaldirilmasi, öbür yandan da millî sanayiin sagladigi araçlarla donatilma sayesinde hizla gelisecektir.

Tarim sektöründeki fazla nüfusun (gizli issizligin) tarim disi sektörlerde istihdamini saglayabilmek için tarimda besin maddeleri üretiminin arttirilmasina özel bir önem verilecektir. Tarim kesimi, halkin beslenme, sanayiin ham madde ihtiyaçlarini karsilar hâle girecek ve tarimsal maddelerin ihracindan saglanacak gelir fazlalari, sanayi yatirimlarinin bir kismini karsilayacaktir.

E. EMEKTEN YANA PLÂNLI DEVLETÇILIK SISTEMINDE EGITIM VE KÜLTÜR

Ekonomik kalkinma ile kültürel kalkinma birbirine baglidir ve birbirlerini karsilikli etkiler. Genis anlamiyla kültürel kalkinma bütün sosyal müesseselerde, egitim, bilim, fen, sanat ve edebiyatta ilerleme ve gelisme ile saglanir.

Egitimin memleket kalkinmasi ile ilgisi, bu bakimdan önemi, üzerinde uzun boylu durmayi gerektirmeyeaek kadar açiktir. Kalkinmanin her alaninda bilgili, yetismis kadrolara ihtiyaç vardir. Öbür yandan, demokrasinin tam gerçeklesebilmesinin bir sarti da, vatandaslarin, okur yazar olmaktan baska, mutlaka bilgi ve düsünce seviyelerinin de yükselmesidir. Bunun için Türkiye Isçi Partisi, hem genel egitime, hem teknik ögretime çok önem verecektir. Bununla beraber, Türkiye Isçi Partisi, klâsik kültür egitimi, teknik ögretim diye kesin ve mutlak bir ayirim tanimamaktadir. Bir kere felsefe, bilim ve sanat alanlarinda beliren meseleler, uzaktan yakindan mutlaka toplumun hayati ve meseleleriyle ilgidir; onun için, bu alanlardaki egitimi de hayattan kopmus bir fildisi kule içinde degil, toplumun genel gidis ve faaliyetleriyle ilgilendirerek yürütmek gerekir.

Öbür yandan, kalkinma için teknik kadrolara siddetli ihtiyaç bulunmakla beraber, bu kadrolarin asiri bir bölümü ile tek tarafli ihtisaslamis elemanlar yetistirilmek suretiyle kurulmasi yanlis olur.

Teknik kadrolari teskil eden elemanlarin, ihtisaslasma yaninda, kisiliklerini bütünü ile gelistirebilmeleri; aydin, bilinçli, kültürlü bir vatandas, tam bir insan olabilmeleri için, egitimin daha genis ve köklü nimetlerinden yararlandirilmalari gerekir.

Kisacasi, egitim politikasinin ve kurumlarinin amaci, kol emegi ile kafa emegi, teknik ögretim ile klâsik kültür egitimi, saf bilim ile tatbikî bilim gibi insan kisiligini ve insan faaliyetlerini sunî olarak bölücü ayirimlari ortadan kaldirmak olacaktir.

Çagdas ekonomilerin ve teknigin ne derece bilime dayandigi bilinmektedir. Simdiye kadar memleketimizde kisir kalmis bilimsel arastirma faaliyetlerini canlandirmak, hizlandirmak ve gelistirmek, Türkiye Isçi Partisi'nin baslica amaçlarindandir. Bütün bu bilimsel arastirma ve çalismalar, memleketin temel kalkinma ve ilerleme meseleleriyle ilgili olarak yürütülecektir.

Sosyal gerçekleri ve insan psikolojisini incelemede, ifadede, elestirmede, insanlari etkilemede, meselelerin bilincine vardirmada ve duygulari egitip harekete geçirmede çok kuvvetli bir araç olan sanat da (güzel sanatlar ve edebiyat), mümkün olan her sekilde tesvik ve destek görecektir. Türkiye Isçi Partisi bütün sanat ve edebiyat kollarini, sanat faaliyetlerinin gerektirdigi yaraticilik ve özgürlügü kösteklemeksizin tesvik etmegi, bunlarin gelisme sartlarini hazirlamayi amaç bilir. Türkiye Isçi Partisi, vatandaslarin bilim ve sanati serbestçe ögrenme ve ögretme, bu alanlarda arastirmalar yapma ve sonuçlarini yayinlama hürriyetlerine saygilidir. Sanatçilarin yaratici güclerini sonuna kadar gelistirmeleri ve eserlerini halka tanitabilmeleri için gerekli her türlü yardim yapilacaktir.

Sanat ve edebiyat faaliyetlerinin halka götürülmesinin yani sira, halkin bu önemli faaliyet alanlarinda aktif bir rol oynamasi da saglanacaktir. Türkiye Isçi Partisi, beden egitimi ve sporun da büyük önemini göz önünde bulundurarak halkin genis ölçüde spor yapmasini saglamak amaciyle beden egitimi ve sporun köylere kadar yayilmasina çalisacaktir.

IV. HALKÇILIK ve CUMHURIYETÇILIK

Insanin ve insan emeginin en yüce deger olarak taninmasi, bizi halkçilik ilkesine götürür. Bütün zenginliklerin, maddi, manevî bütün degerlerin biricik yaraticisi olan emekçi halkimiz, politik iktidarin da kaynagi ve gerçek sahibidir. Halk bu iktidari kendi yararina kullanir. Her sey halktan gelir, halk eliyle, halk için yapilir. Siyasî düzenin amaci, toplumun ve emekçi halkin durmadan çogalan her türlü ihtiyaçlarini, gittikçe artan bir hizla karsilamaktir.

Emekçi halk, isçi sinifindan, köylülerden, zanaatkârlardan, küçük esnaftan, memur ve ücretlilerden, dar gelirli serbest meslek sahiplerinden, fikir isçilerinden, toplumcu aydinlardan, Atatürkçü gençlerden kuruludur. Sinif durumu ne olursa olsun, emekten yana olan herkes emekçi halk kavrami içinde yer alir.

Halkçilik, emekçi halki toplumun itici, yönetici ve düzenleyici kuvveti olarak tanimak ve toplum düzeninin buna göre kurulmasi imkânlarini hazirlamaktir.

Halkçilik, emekçi halki, bir numarali yurttas durumuna yükseltmektir.

Halkçilik, demokrasiyi gerçeklestirmek, toprak agaliginin, yabanciya aracilik eden ticaret agaliginin ve müttefiklerinin, ekonomik kalkinmayi, demokrasiyi, sosyal adalet ve güvenligi köstekleyen gerici ve tutucu etkilerini önlemektir.

Halkçilik, sömürgeciligin her türlüsüne, sömürücülügün her çesidine karsi koymaktir.

Bütün bu ödevlerin yerine getirilmesinde, Türk isçi sinifina ve onunla is ve kader birligi yapan toplumcu aydinlara ve emekçi halk yiginlarina büyük ve agir sorumluluk düsmektedir.

Halkçiligin devlet ve hükûmet sekli, Cumhuriyettir. Cumhuriyetçilik, fert ve zümre hâkimiyetine, saltanat fikrine karsi durur. Türkiye Isçi Partisi, Kurtulus Savasi Türkiyesi'nin bu iki temel ilkesine candan baglidir.

V. DEVRIMCILIK

Halkçilik, emekten yana plânli devletçiligi ve devrimciligi zorunlu kilar. Baska bir deyisle, halkçiligi emekten yana plânli devletçilik sistemiyle devrimci bir toplum görüsü ve devrimci bir davranis tamamlar.

Devrimcilik, geri kalmis bir toplumu ileri bir toplum haline getirmek ve ileri toplumlari durmadan daha çok ilerletmek için, bilim isiginda, köklü reformlar yapmaktir. Bu reformlarin basinda, toplumun geri kalmis üretim kuvvetlerini çagdas seviyeye çikarma isi gelir. Bunun için de, gerici ve tutucu ekonomik, sosyal ve politik iliskilerin Anayasamizin da öngördügü gibi, degistirilmesi gerekir.

Devrimcilik, hayatin yaraticiligina ayak uydurmak, gericilikle, tutuculukla. savasmak demektir.

VI. MILLIYETÇILIK

Türk milliyetçiligi, yüzyillardir bir yari sömürge olarak yasamis halkimizin yabanci boyunduruguna, sömürgeciligine ve sömürücülüge karsi tepkisinin ideolojik plânda ifadesidir.

Kisiligini Kurtulus Savasi'nda bulmus olan Türk milliyetçiligi, halkçiliktan ayri düsünülemez. Türk Devleti'ne yurttaslik bagi ile bagli olan herkes Türk'tür. Türk milliyetçiligi, ulusun bütün fertlerini kaderde, kivançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün sayar; milletimizi, dünya milletleri ailesinin esit haklara sahip, kisiligi olan bir üyesi olarak, bilimde, teknikte, kültürde, ekonomide ve toplum hayatinin her alaninda daima yüceltmeyi amaç bilir. Türk milliyetçiligi, baska milletleri asagi gören, irkçi, saldirgan ve sömürücü bir ideoloji asla degildir. Batida sömürgeci ve saldirgan çevreler, milliyetçiligi, dis sömürücülügün elinde saldirgan ve baska milletleri küçük gören bir ideoloji haline getirmislerdir. Türk milliyetçiligi, milletlerin özgürlük ve kardesçe dayanisma içinde yasamalari esasini benimsedigi için insancildir.

Türk milliyetçiligi, irkçilik ve ona baglanan bütün gerici, tutucu görüs ve sonuçlari kesinlikle reddeder. Türkiye Cumhuriyetine yurttaslik bagi ile bagli herkesi Türk sayar ve yurttaslar arasinda din, dil, irk, mezhep ayrimi ve esitsizlik gözetmez.

VII. HER TÜRLÜ SÖMÜRÜCÜLÜK ve SÖMÜRGECILIGE KARSI OLMAK, BARISÇILIK

Kurtulus Savasi ile yeniden dogan Türkiye'nin bagimsiz yasamasi, çagdas uygarliga bir an önce ulasmasi, her türlü sömürücülüge ve sömürgecilige kesinlikle karsi olmasina baglidir. Kendimiz için oldugu kadar, baska milletler ve halklar için de sömürgeciligi ve sömürücülügü reddederiz. Bütün milletlerin hürriyete kavustuklari bir dünyada baris düzeninin kurulmasi ve korunmasi en yüce dilegimizdir.

VIII. VICDAN, DIN, MEZHEP ve DÜSÜNCE HÜRRIYETLERI, LAIKLIK ILKESI

A. VICDAN, DIN, MEZHEP ve DÜSÜNCE HÜRRIYETLERI

Türkiye Isçi Partisi yurttasin vicdanî, dinî ve felsefî inanç ve mezhep hürriyetine içtenlikle saygilidir ve herkesin de mutlaka saygi göstermesini ister.

Kamu düzenine, genel ahlâka, veya bu amaçlarla çikarilan kanunlara aykiri olmiyan her türlü ibadet, âyin ve dinî tören serbesttir. Hiç kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katilmaya, dinî ve felsefî inancini açiklamaya zorlanamaz. Hiç kimse, dinî ve felsefî inançlarindan dolayi kinanamaz ve baski altina alinamaz.

Türkiye Isçi Partisi düsünce ve söz hürriyetini demokratik hayatin temel sartlarindan sayar ve bu hürriyeti halkin günlük hayatinda gerçekten yararlandigi bir hak haline getirmeyi taahhüt eder.

Herkes felsefî, siyasî ve ilmî; kisacasi her türlü düsüncesini söz, yazi, resim veya baska yollarla, tek basina ve toplu olarak açiklayabilir ve yayabilir.

B. LÂIKLIK ILKESI

Gericilik ile savasta lâiklik, yeni Türkiye'nin vaz geçilmez bir ilkesidir. Türkiye Isçi Partisi gericilik ile mücadeleyi asla din ile mücadele seklinde anlamaz; bununla beraber devleti din temellerine dayanan geri bir toplumun, çagdas uygarliga ulasmak için gerekli düsünce ve hukuk sistemine kavusamiyacagi da bir gerçektir. Bu sebeple dinin, devlet islerinin temeli olmaktan çikarilmis ve kisilerin vicdaninda kutsal ve gerçek yerini bulmus olmasi Cumhuriyetimizin dayandigi temel bir devrimdir.

Kimse, devletin sosyal, iktisadî, siyasî veya hukukî temel düzenini kismen de olsa, din kurallarina dayandirma, politik veya sahsî çikar veya nüfuz saglama amaci ile, her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularini yahut dince kutsal sayilan seyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

C. MÜSLIM ve GAYRIMÜSLIM CEMAATLERIN DIYANET ISLERI

Müslüman cemaatin diyanet isleri, genel idare içinde yer alan Diyanet Isleri Baskanligi'nca yürütülür. Diyanet Isleri Baskanligi, Müslüman cemaatin diyanet islerini görürken, mezhepler arasinda sünni - alevi gibi bir tefrik asla yapmayacak, din ve mezhep hürriyetine tam bir saygi göstererek tarafsizlikla hareket edecektir.

Gayrimüslim cemaatlerin diyanet ve vakif isleri, uluslararasi anlasmalara ve Anayasamizin vicdan ve din hürriyeti ilkelerine uygun olarak bu cemaatlerce yürütülecektir. Okul, ibadet yeri, hastahane, mezarlik gibi gayrimüslim cemaat vakiflarinin mülkiyet hakkina tam bir saygi gösterilecektir.

IX. MÜLKIYET

Türkiye Isçi Partisi mülkiyet ve miras hakkini tanir. Bu haklar ancak kamu yarari amaci ile kanunla sinirlanabilir. Mülkiyet hakkinin kullanilmasi, toplum yararina da olmak gerekir; çünkü mülkiyet hak sahibine ödevler de yükler.

Millî ekonominin kilittasi durumunda olan büyük üretim araçlari, (büyük topraklar, demiryolu sebekeleri, büyük fabrikalar, ormanlar, madenler v.b.) özel mülkiyet konusu oldugu takdirde, böyle bir sistem, insanin insan tarafindan sömürülmesine; ilerlemeyi zorlastirip, aksatan ekonomik buhranlar ve issizlik gibi türlü sosyal adetlerin meydana gelmesine yol açtigi ve halk kitlelerinin mal, mülk edinmesine, refaha kavusmasina engel oldugu için, Türkiye Isçi Partisi, büyük üretim araçlarinin özel mülkiyet konusu olmasina prensip itibariyle karsidir. Bunun disinda, Türkiye Isçi Partisi'nin amaci, yurttasi daha çok mal, mülk sahibi edebilmektir.

X. HER SEY INSAN IÇIN

Tarihin akisi içinde insan varligi, kendinde ve kendisi için bir degerdir. Bundan ötürü, esitlik ve hürriyet, insan varliginin ayrilmaz nitelikleridir. Türkiye Isçi Partisi, insanin fizik ve moral gelismesini köstekleyen ekonomik, sosyal, politik bütün engelleri kaldirmayi, mutlaka gerçeklestirilmesi gereken, bir amaç bilir.

Insan, kula kul olamaz; insan sömürülemez. Türkiye Isçi Partisi, insan hak ve hürriyetlerine, sosyal adalet ilkesine gönülden baglidir.

Her sey insan için oldugu gibi, maddî ve manevî bütün zenginliklerin yaraticisi da insandir, onun üretici emegidir; bunun için emek toplumda en yüce degerdir. Bütün nimetler emege göre paylastirilir, yetkiler emege göre edinilir. ATATÜRK'ün deyimiyle: «Çalismak sayesinde bir hakki iktisap ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatini sâyiden muarrâ geçirmek isteyen insanlarin bizim heyeti içtimaîmiz içerisinde hakki yoktur, yeri yoktur.» Bunun içindir ki, Türkiye Isçi Partisi, millî geliri, «Emege göre gelir» ilkesinin isigi altinda kisiler, siniflar ve bölgeler arasinda hakça paylastiracaktir.

Emegin en yüce deger olmasi; insanin kendine özgü kabiliyetlerini tam gelistirememesi, her yönüyle bütünlesmis olgun bir kisilige kavusamamasi, dis sosyal ve ekonomik sartlarin baskisi altinda maddî bakimdan oldugu kadar manevî bakimdan da ezilmesi ve insanligindan kaybetmesi haline, insanin «yabancilasmasi»na son verecektir. Emegimizin ürünleri, bize karsit; bize yabanci seyler, bizi kölelestiren seyler olmaktan çikacaktir; isimiz, bizi kölelestiren, bize yabanci, sevmedigimiz bir faaliyet olmaktan çikacaktir. Emekçi varligimiz, yaratici varligimiz, bize yabanci, hayvanî varligimizin tutsagi olmaktan çikacaktir. Ve yabancilasmaktan kurtulan insan; kisiligini serbestçe gelistirmek imkânina kavusacaktir. Emek, sadece ekonomik bir deger degil, ayni zamanda ahlâkî bir degerdir.

Emegi en yüce deger sayan bir toplum düzeninin kurulmasi, kardesçe dayanisma ve isbirligi esasina dayanan yepyeni bir ödev ve görev anlayisi, yeni bir insan anlayisi getirecektir. Sosyal iliskiler, insan saygisi üzerine kurulmus yaratici bir öz kazanacaktir. Toplumun maddî yapisinin degismis olmasi, emegi çikis noktasi olarak kabul eden yeni bir ahlâkin dogmasina yol açacaktir.

Business News