"Türkiye'de siyaset veya söz bitmedi. Kendi sözcüsünü, biçimini, cesaretini arıyor. Hepimiz bir şokun içindeyiz hala. Hepimizde bir yönsüzlük ve bir gerçeklik yitimi duygusu hakim. Ama silkeleneceğiz" 


Bu sözlerin yazarı şu anda 1 Eylül KHK'sı ile işinden ihraç edilmiş bir öğretim üyesi olarak Almanya Bremen Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kültürlerarası Eğitim kürsüsünde araştırmacı olarak akademik hayatına devam ediyor.

Giderek daha zor hissedip, daha zor duyuyorum sanki. Yürüdükçe seslerin uzaklaşması gibi, zaman geçtikçe ve ben burada kaldıkça Türkiye'deki seslere dışardanlaşıyorum. Bu bazen kakafonik gibi gelen seslerin netleşmesi gibi hissettiriyor kendini, bazen de bir sağırlık gibi. Bu koşullarda yazdığım her satırın ardından bin kez düşünüyorum. Son KHK’ya kadar şaşkınlıkla Türkiye’de fena bir sessizlik olduğuna dair serzenişleri okuyarak şaşırıyordum. Ben mi yanlıyorum yoksa durum çok mu değişti ve artık ne olup bittiğini Türkiye’de yaşananları anlayamaz mı oldum, diyordum kendime. Daha dün barış isteyen ve sayıları giderek yükselen bir kesimin farkına varmıştık.

Bunlar buharlaşmadı değil mi? Özge Can cinayetini protesto etmek için binlerce insan harekete geçmişti neredeyse kendiliğinden. Bunu da "FTÖcüler" yapmış olamaz sanırım. Ya da biraz daha geriye gidip hepimizin övgüyle andığı Gezi direnişini hatırlayalım. Bunlarla övünmenin bir anlamı yok, eğer yeni siyasal kavramlar ve yöntemler sunmayacaklarsa bize. Gezi bence Türkiye'deki potansiyele işaret ediyordu.

Bu da mı buharlaştı. Evleri başlarına yıkılmakla kalmamış, evleri mezar edilmiş, zorla yerinden yurdundan edilmiş insanlar sizce sessiz olabilir mi?

Sosyal medyadaki paylaşımlara baktığımda bir sessizlik eleştirisidir gidiyordu. Bu minvalde faşizm örnekleri hemen arkasından geliyordu. Ama faşizmdeki destek o kadar kesifti ki. Ülke ırkçı temelde bütünleşmiş ve sadece belirli bir marjinal nüfusu günah keçisi ilan edilmişti. Açıkça ırkçıydı ve din ögesi bu kadar ağırlık kazanmıyordu. Türkiye’de ise rejim daha ziyade zorbalık rejimi. Ne bürokrasi var ne de devlet mekanizması. Çete veya mafya gibi terimler gerçekten Faşizmden daha analitik geliyor bana. Evet, en fazla yüzde ellilik bir oy temeline dayansa da, yeterli bir uzlaşma sağlanmadığı görülüyor. 

Ben daha da ileri gideceğim bu koalisyon rejiminin ki ben ona “şer çetesi” diyorum, yeterli bir toplumsal tabanı olduğunu düşünmüyorum. Bu rejim şu anda gerçek bir kriz sürecinde. Yaşanan bir kriz süreci. Tam da bu nedenle faşizan eğilimler gösteriyor ve faşizan yöntemlerden beslenip ayakta kalmaya çalışıyor. Ama faşist bir yönetim kendini kurumsallaştırmış değil. Kaldı ki demokrasi temelinde birleşebilecek önemli kesimler var. Sorun birleşemiyor olmaları. Ama varlar. Ne sadece Kürtler, ne sadece Aleviler, ne sadece solcular, ne sadece kadınlar, ne sadece LGBTİ’ler, ne de giderek sayıları artan ve muhalif duruşları güçlenen işçiler. Hepsi… Bu muhalif kesimlerin ise ne niteliksel ne de niceliksel açıdan azımsanması doğru değil.

Gerçekten Türkiye’de Alman Nazizmine karşı yaşanan derin sessizlik mi mevcut yoksa bir kakafoni mi bizi sağırlaştıran? Yani herkes ayrı telden çalıyor, ama yine de çalıyorsa ona sessizlik diyemeyiz. Bir de kurumsal bir sessizlik olabilir. Toplum geniş kesiminde bir huzursuzluk hakimdir ama dile getiremiyordur. Çünkü kurumlar teslim olmuştur. Her üniversite rektörü, her televizyon kanalı teslim alınmıştır. Köşe başlarını tutmuşların halkın çığlığını duymadığı kurumlar ağırlıkla kamuya damgasını vurmaktadır. TUSİAD’ın altında toplanmış ülke burjuvazisi dahi çekimser bir edayla eleştirisini yavaşça ortaya bırakıp kaçmaktadır. Ama buna da sessizlik denemez. Ya da ne bileyim bir yükselen homurtu vardır, ama duyulması ne dediğinin anlaşılması imkansızdır. Bence Türkiye sessiz değil.

Türkiye'de siyaset veya söz bitmedi. Kendi sözcüsünü, biçimini, cesaretini arıyor. Hepimiz bir şokun içindeyiz hala. Hepimizde bir yönsüzlük ve bir gerçeklik yitimi duygusu hakim. Ama silkeleneceğiz. Nitekim yavaş yavaş bu içten patlamalı toplumun “hayır” dediğini duymaya başladık. Onu aşmamıza yine siyaset yardımcı olacak. Aslında hepimiz bir yerlerde bir şeyler yapıyoruz. Ama sesimiz birbirine kavuşmuyor. Onları birleştirecek olan siyasal müdahale. Siyasal söz birliğini, etkileşimini kuracağız. Eğer bunu yapamazsak döner siz haklıydınız derim. Ama dileyelim ben haklı çıkayım.

(PROF.DR BETÜL YARAR – BİAMAG)

Betül Yarar

1 Eylül KHK'sı ile işinden ihraç edilmiş bir öğretim üyesi olarak Almanya Bremen Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kültürlerarası Eğitim kürsüsünde araştırmacı olarak akademik hayatına devam ediyor.
Daha yeni Daha eski