Neoliberal yeni sömürgeciliğin Türkiye’deki krizi sömürge tipi faşizmin neoliberal İslamcı bir devlet iktidarı ile reorganize edilerek aşı...
Neoliberal yeni sömürgeciliğin Türkiye’deki krizi sömürge
tipi faşizmin neoliberal İslamcı bir devlet iktidarı ile reorganize edilerek
aşılmak istenmiş ancak bu kez sömürge tipi faşizmin kendisi (kontrgerilla
cihazı) dağılmanın eşiğine gelmiştir. Erdoğan’ın parti devleti de Gülen cuntası
da devlet iktidarı içerisinden bu krize verilen yanıtlardır
Halkın çoğunluğu tarafından reddedilmiş olmasına karşın
yürürlüğe konulan Anayasa değişiklikleri yalnızca Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı
seçildikten sonra yarattığı fiili durumu hukukileştirmedi. Cumhurbaşkanı
seçildikten sonra Erdoğan fiilen yasama ve yürütme erklerini tek elde
toplamıştı. Yürürlüğe konulan Anayasa değişiklikleriyle birlikte yargı erki de
Erdoğan’ın kontrolüne verilerek devletin tüm güçleri tek kişinin otoritesine
tabii kılındı.
AKP Genel Başkanlığı’nı yeniden üstlenen Erdoğan, AKP
hükümetini, AKP meclis grubunu ve AKP örgütünü artık açıkça yönetecek. Böylece
bütün yüksek yargı kurumlarının üyelerinin (bu arada YSK’nin de) büyük
çoğunluğunu doğrudan doğruya belirleyebilecek. (Eski bileşimiyle 16 Nisan’daki
büyük seçim yolsuzluğunu yapan YSK’nin bundan sonraki seçimlerde çok daha
fütursuz bir yolsuzluk ve manipülasyon merkezi haline geleceğini kestirmek güç
değil. Kısa bir süre sonra da neredeyse bütün üyelerini tek başına
belirleyeceği Hakimler Savcılar Kurulu’nu göreve başlatacak. Böylece bütün
yargısal işlemleri doğrudan doğruya kendisine bağlayacak.
Devletin bütün güçlerini kendisinde toplayan Erdoğan’ın bu
gücü 2019’daki (veya kendisinin belirleyeceği bir tarihteki) Cumhurbaşkanlığı,
Meclis ve Yerel Yönetim seçimlerini belirlemek için tepe tepe kullanacağı da
aşikâr. Kısacası “yürürlükteki hukuki koşulların aynı kalması halinde” 16
Nisan’dan sonra Türkiye’nin serbest bir seçim görmeyeceğini, yapılacak bütün
“oylamaların” bütün “parti devletlerinde” olduğu gibi tiyatrodan ibaret
olacağını söyleyebiliriz.
Erdoğan’ın bu parti devlet modeliyle “kendi değerlerini
anayasal norm haline getirmek ve bu temel üzerinde yeni bir devlet kurmak için
mevcut devlet erkini kullanmak”1
istediği bir gerçek. Erdoğan’ın kurmayı hedeflediği “yeni devlet”,
“egemenliğin kaynağı, biçimi ve gerçekleşme kanalları” bakımından bugüne
kadarki Cumhuriyet yapısından temelli farklılıklara sahipmiş gibi görünüyor.
Gerçekten de böyle mi? Erdoğan’ın empoze etmeye çalıştığı
devlet biçimi bugüne kadarki devlet biçiminden radikal bir kopuş mu? Yakından
bakmakta yarar var.
Erdoğan’ın hedeflediği yeni devlette egemenliğin kaynağı
“ulus” değil cemaat, egemenliğin biçimi Sünni-İslam Cumhuriyeti, egemenliğin
gerçekleşme kanalları totaliter-korporatist bir terör aygıtı.
Klasik faşizmi fazlasıyla andıran bu devlet modeli 1950’li
yıllardan bu yana Cumhuriyet şemsiyesi altında inşa edilen sömürge tipi
faşizmin öz ürünüdür. Bu devlet modelinin temel bileşenleri olan siyasi
ideoloji, kurumlar ve kadrolar sömürge faşizminin inşası sürecinde yaratılmıştır.
Komünizmle Mücadele Dernekleri, tarikatlar, cihatçı çeteler, dinci sendikalar
vb. sömürge tipi faşizmin “çatlaklarında” kendisine yer bulmuş sistem dışı
yapılar değil, tam tersine faşizmin siyasi ve kurumsal yelpazesinin asli
bileşenleridir. Birçoğu kontrgerilla örgütlenmesinin ön planında bulunan bu
yapılar 70’li yıllarda ikinci plana düşmüşlerse de 90’lardan itibaren yeniden
palazlandırılmışlardır. Sömürge faşizminin bu kadim damarı, neoliberal yeni
sömürgecilik politikasının siyasi üst yapısının oluşturulması sürecinde yeniden
yapılandırılmış ve 1990’ların ortalarındaki “yerel yönetim stajı”nın ardından
2000’lerin başında iktidara getirilmiştir. Gülen Hareketi 1990’larda Sovyetler
Birliği’nin dağılmasının ardından dünya çapında örgütlenmiş bir emperyalist
misyoner örgütüdür. Neoliberal yerel yönetim stratejilerine İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı olarak üstün başarıyla uyum sağlayan Erdoğan’ın uluslararası
bir proje olarak örgütlendirilen “Neoliberal İslamcı Partiler”in Türkiye
ayağının başına getirilmesi tesadüf değildir. BBP, Hizbullah ve tarikat ağları
üzerinden oluşturularak Afganistan’dan, Bosna’dan Kafkasya’ya, Çeçenistan’a
kadar uzanan geniş bir alanda görevlendirilen cihatçı çeteleri NATO’nun/CIA’nın
bilgisi ve komutası dahilinde Türkiye kontrgerillasının bir parçası haline
gelmiştir. Neoliberal yeni sömürgecilik politikasını yürütmekte ve Ortadoğu,
Orta Asya ve Kafkaslar’daki sömürgeleştirme faaliyetlerine katkıda bulunmakta
en uygun iktidar alternatifi olduğu için AKP-Gülen koalisyonuna emperyalist
merkezler ve oligarşi tarafından “Yürü ya kulum” denilmiştir. AKP-Gülen
koalisyonu emperyalist merkezden ve oligarşiden aldığı bu destekle devlet
iktidarının “eski kullanıcılarını” tasfiye edebilmişlerdir.
Ancak emperyalistlerin empoze ettikleri ekonomik politikalar
ve dış politikalar hem genel amaçlarına ulaşamamış hem de Türkiye’yi
yoksullaştırmış ve istikrarsızlaştırmıştır.
Neoliberal yeni sömürgecilik politikaları muazzam bir
toplumsal ve çevresel yıkım yaratmıştır. Bu yıkım temelinde ortaya çıkan
sınıfsal gerilimler mezhepçiliğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe dayanan saldırgan
bir korporatizm üzerinden kontrol edilmeye girişilmiştir. Bu ise sınıfsal yönü
örtük mezhepsel, etnik, cinsiyet esaslı, yaşam tarzı referanslı bir toplumsal
kutuplaşma sürecini harekete geçirmiştir.
Diğer yandan bölgesel, yerel düzeyde dinsel ve etnik temelli
iç savaşlar, kargaşalıklar üzerinden geliştirilen emperyalist müdahale ve
işgaller planlandığı gibi sonuçlanmamıştır. Emperyalistlerin hedef aldıkları
ülkelerin çoğunda etkin bir sömürgecilik ilişkisi kurulamamış; üstelik
oluşturulan “iç savaş koalisyonları” kontrolden çıkmış ve bizzat emperyalist
merkezi tehdit eden bir cihatçı terörün kaynağı haline gelmiş, “vekil”
devletlerle emperyalist merkezler arasındaki ilişkileri kırılgan hale getiren
sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Suriye’de emperyalistler adına etnik ve mezhepsel bir iç
savaş çıkarmaya girişen AKP-Gülen koalisyonu güçlü ve uyumlu bir politik-askeri
destek oluşturamadı, oluşturulan güçler IŞİD ve El Kaide eksenine kaydı.2 Suriye iç savaşının yarattığı “düzensizlik”
içinde AKP İran’la kurduğu yasadışı altın bağlantısı ile ABD’nin İran’a
uyguladığı ambargoyu deldi, İsrail’le şiddetli bir diplomatik gerilim yarattı.
AKP-Gülen koalisyonundaki ilk çatlaklar, AKP iktidarının
konjonktürden faydalanarak yaptığı bu zorlamalar sırasında ortaya çıktı. AKP
dersaneleri kapatmaktan söz etmeye başladı, 2012 Şubat’ında Hakan Fidan
savcılığa çağrıldı. Başlangıçta bu gerilimler derinleşmeyebilir gibi
görünüyordu. Erdoğan ve Gülen arasında her sürtüşmenin ardından kısa süreli
ateşkesler izleniyordu.
Türkiye’de Kürt barış sürecinin sağladığı özgürlük iklimi
içinde Erdoğan iktidarına karşı gelişen Haziran İsyanı AKP-Gülen koalisyonu
tarafından kanlı bir biçimde bastırıldı. Haziran İsyanı’nın hemen ardından
Mısır’da Mübarek’in yerine getirilen Müslüman Kardeşler yönetimine Mısır halkı
da ayaklandı. Halk ayaklanması ancak Sisi darbesiyle kontrol altına alınabildi.
2013 yaz sonunda ABD Mısır’da ve Suriye’de izlediği
politikanın olumsuz sonuçları nedeniyle Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ni
askıya aldı. ABD ılımlı İslam hükümetlerine dayanan bölgesel egemenlik
stratejisini değiştirince ılımlı İslam hükümetlerinin işine de son vermeye
girişti. Bu noktadan itibaren AKP-Gülen koalisyonu bozuldu. Tasfiye planı 17-25
Aralık operasyonu ile yürürlüğe sokuldu. Devlet iktidarı içinde Erdoğan’ı yargı
önüne getirebilecek bir çatışma süreci başlatıldı.
Bir önceki kontrgerilla merkezini tasfiye eden koalisyon
içerisindeki bu çatışma, sömürge faşizminin kurucu merkezine nüfuz etti.
Kontrgerilla örgütsel bütünlüğünü yitirdi ve 15 Temmuz “Saray Darbesi”3 ne
kadar varan bir cuntalaşma süreci başladı.
15 Temmuz Saray Darbesi sömürge tipi faşizmin kurucu
merkezini tahrip etti. Pentagon sözcüleri “partnerlerini yitirdiklerini,
kaygılı olduklarını” açıkladılar. Erdoğan iktidarı Saray Darbesi’ni
düzenleyenleri etkisiz hale getirmek için ordu, polis, yargı ve bürokrasi
içerisinde geniş kapsamlı bir tasfiyeye girişti. Bu tasfiyeler sömürge
faşizminin kurumsal ve kadrosal temelini bugüne kadar görülmemiş ölçekte
zayıflattı. Kontrgerillanın krizi derinleşti.
Erdoğan’ın 16 Nisan referandumundan aparttığı yetkilerle
kurmaya giriştiği “parti devleti” her şeyden önce kontrgerillanın bu kaçınılmaz
krizini aşmak için oluşturulmuş bir formüldür. Erdoğan ordunun, polisin,
yargının eriyen temel yapılarını bu kurumları doğrudan doğruya kendisine
bağlayarak ve onlara meşreplerine uygun bir “dava” vererek onarabileceğini
düşünüyor.
Erdoğan’ın empoze etmeye çalıştığı bu “yeni devlet
rejimi”nin sömürge tipi faşizmin krizini aşmak için “içeriden” ve faşizmin
“kaldığı yerden” geliştirilen bir alternatif olduğunu ve halihazırda
emperyalistlerin ve oligarşinin bundan başka bir “devleti kurtarma” modeli
bulunmadığını söyleyebiliriz.
15 Temmuz günü Erdoğan’ı devirmek üzere harekete geçen ve
omurgasını Gülen Hareketi’nin oluşturduğu anlaşılan yapının başarılı olması
halinde ortaya çıkacak iktidar yapısının bugünkü “modele” şaşılacak ölçüde benzemesi
de çok büyük bir olasılıktı.
Kısacası 15 Temmuz Saray Darbesi’nin iki olası sonucu da
güçler birliğine dayanan dinci faşist diktatörlüktü. “Kazanan” Erdoğan oldu.
Bu noktada devleti iki dinci faşist diktatörlük versiyonuna
mahkum eden yapısal bir temelin bulunduğunu söyleyebiliriz.
Neoliberal yeni sömürgeciliğin Türkiye’deki krizi sömürge
tipi faşizmin neoliberal İslamcı bir devlet iktidarı ile reorganize edilerek
aşılmak istenmiş ancak bu kez sömürge tipi faşizmin kendisi (kontrgerilla cihazı)
dağılmanın eşiğine gelmiştir. Erdoğan’ın parti devleti de Gülen cuntası da
devlet iktidarı içerisinden bu krize verilen yanıtlardır.
Bu belirlemeden hareketle geleceğe doğru bakarsak,
Erdoğan’ın bugünkü İslamcı parti devletinin ömrünün kontrgerillanın krizine
çözüm sağlama kapasitesiyle doğru orantılı olacağını söyleyebiliriz.
Bu nedenle “devletin bekası”nı temel alan her politik merkez
Erdoğan’ın parti devletinin önünde hizaya geçmek zorundadır. Türkiye’nin temel
sorunu “devletin bekası” değil, faşizmden kurtuluş sorunudur; Erdoğan ve
parti-devleti sorunu bu temel sorunun bugünkü görünen yüzüdür.
(FERDA KOÇ - SENDİKA.ORG)
(FERDA KOÇ - SENDİKA.ORG)
Dipnot:
1) Metin Özuğurlu, 16 Nisan Halkoylaması: Nasıl bakmalı, ne
yapmalı?
2) Bu skandal Suriye
yönetiminin etkili direnişinin, Suriye demokratik muhalefetinin iç savaşa karşı
tavır alışının yanında AKP-Gülen koalisyonunun Kürt sorunundaki ırkçı
tutumundan da kaynaklandı. Hem Suriye’de mezhepsel ve etnik bir iç savaş
kışkırtıldı, hem de Suriye Kürtlerinin bu çatışma sürecinde politik bir özne
olarak yer almaması istendi. Suriye Kürtleri iç savaşın ateşinden korunmak için
“özerk” tutum alınca da Türkiye Kürtleriyle yürütülen barış müzakerelerine son
verildi.
3) Saray Darbesi: İktidar eliti içerisindeki bir grubun
diğerini iktidardan düşürdüğü, sınırlı bir çevrede gerçekleşen darbe.