“Sovyet iktidarı için mücadele iç savaş demektir! Dolayısıyla, barış, iç savaşın politikasıdır. Şubat devrimi sonrasında askerlerin davran...
“Sovyet iktidarı için mücadele iç savaş demektir!
Dolayısıyla, barış, iç savaşın politikasıdır. Şubat devrimi sonrasında
askerlerin davranış kalıpları (“mevzileri savunun, taarruz etmeyin” yaklaşımı,
barış talebi, firarlarda azalma) ile Lenin’in “devrimci bozgunculuk”tan “barış”
talebine geçişi arasındaki paralellikler çarpıcıdır”
1917 EKİM DEVRİMİ: ORDUDAKİ SINIF MÜCADELESİ
Birinci Dünya Savaşı ve savaşın Çarlık Rusyası toplumundaki
yansımaları 1917 Ekim devriminin gelişiminde son derece önemli bir rol
oynamıştır. 1914'te savaş başladığında Rusya, İngiliz ve Fransız emperyalizmi
ile birlikte savaşa dâhil olmuştu. Rusya, emperyalist bir güç değildi. Rus
burjuvazisi komprador nitelikteydi, emperyalizmin acenteliğini yaparak
geçiniyor ve hayatta kalıyordu. Ancak bu Rus burjuvazisinin, emperyalist
paylaşım savaşında yer alma politikası gütmesine engel olmadı.
Savaşta ölenler savaştan beslenenlere karşı
Trotskiy'in ifadesiyle "yabancı finans-kapitalin yarı
yarıya kompradoru olan Rus burjuvazinin, tıpkı işvereninin işlerine gözünü
diken yüzdeci bir acentenin yaptığı gibi, dünya emperyalist çıkarlarında gözü
vardı." Rus hâkim sınıflarının emperyalist savaş vesilesiyle Türkiye'de
Boğazlar, Galiçya ve Ermenistan üzerinde emelleri vardı. Rus burjuvazisi ve
büyük toprak sahipleri savaşın başlangıcında milliyetçi şoven bir laf
cambazlığı ile kitleleri kendi emelleri etrafında bir ölçüde seferber
edebilmişti. Ancak hâkim sınıfların emelleri için yoksul emekçi ve köylülerin
ödedikleri bedeller arttıkça hava dönmeye başladı.
Rus hâkim sınıfları emperyalist paylaşım peşindeydi ancak 15
milyon kişinin silah altına alınmasıyla devasa bir boyuta ulaşan Rus ordusu iki
yıl içinde 2 buçuk milyon ölü, 3 milyon da yaralı ve esir ile İtilaf Devletleri
içindeki kayıpların yüzde 40'ını tek başına vermişti. İlk günlerin zafer
naraları yerini saflarda bozulma, moralsizlik ve firarlarda artışa bırakmıştı.
1915'te ordunun ihtiyacı olan araç-gereçleri sağlama adı
altında milyarlarca rublelik bir havuz oluşturuldu ve bu havuzdaki parayla Rus
burjuvazisine muazzam kârlar sağlandı. Moskova Tekstil Kumpanyası %75, Tver
İmalathanesi %111 net kâr elde ederken Kolçugin Bakır Haddehanesi tek başına 12
milyon rubleden fazlasını kasasına koymuştu. Burjuvazi milyonlarla kazanıyor ve
yoksullar milyonlarla ölüyorken bu savaşın kimin savaşı olduğu sorusu giderek
kitleler nezdinde daha net cevaplara kavuşuyordu.
İşçinin, köylünün, askerin ortak talebi: "Ekmek ve
barış!"
Bu koşullar altında 1917 yılının 8 Mart'ında (eski Rus
takvimine göre 23 Şubat) grev yapan emekçi kadınların çaktığı kıvılcım, o gün
yaşayanların beklemediği ama bugünden bakıldığında gayet anlaşılır bir şekilde
tüm ulusu saran devrimci bir yangına dönüştü. İşçilerin yaşadığı sefaletin en
önemli nedenlerinden birinin savaş olduğu ortadaydı. "Ekmek"
talebiyle başlayan eylemlerde kısa sürede "Kahrolsun savaş!"
sloganları her yanı sardı. Elbette ki Çarlık, asker ve polisi kitleleri
bastırmak için seferber etti.
Kitleler polise öfke ile yaklaşmakta ancak askerlere karşı
çok daha farklı bir duyguyla hareket etmekteydi. İşçiler polise atlı firavunlar
adını takmıştı. Rus askerleri de sertlikleriyle ünlü Kazaklar dâhil ayaklanan
emekçilere karşı yer yer sempati duymaktaydı. "Kazaklar ateş
açmayacaklarına söz verdiler" fısıltısının kulaktan kulağa yayılması
kitlelerin cesaretini arttırıyordu. İşçiler karşılaştıkları her yerde askerlere
atlı firavunlara karşı birlikte hareket etme çağrısı yapıyordu. Bu çağrı her
zaman karşılık bulmasa da askerler “atlı firavunlar”la birlikte kitleyi ezmekte
istekli değillerdi. Günler geçtikçe giderek kitleselleşen grevler, sonunda
çarlığı deviren Şubat devriminin zaferini getirdi.
Ordudaki sınıflar
Devrim, ordu saflarındaki sınıf mücadelesini daha da
keskinleştirdi. Evet, tüm Rusya'da yaşanan sınıf kavgası ordu saflarında da
kendine özgü biçimlerde sürmekteydi. Bunda ordunun yapısındaki değişimin de
payı vardı. Zorunlu askerliğin ihdası orduyu ulusallaştırmıştı. Trotskiy'in
deyimiyle "burjuva devrimini yapmamış olan bir ulusun tüm çelişkilerini
ordunun içine soktu." Ordularda çeşitli uzmanlaşma ve iş bölümleri piyade,
topçu, süvari vb. sınıflarıyla ifade edilir. Rus devriminde ulusun bağrındaki
sınıfsal çelişkiler ordudaki sınıflarda da yansımasını buldu.
Yoksul köylülerin ağırlığını oluşturduğu piyade sınıfında
çözülme en hızlı şekilde yaşanıyordu. Diğer yandan şehirlerde yükselen sınıf
mücadelesi cepheye dolaylı değil doğrudan etki etmeye başladı. Çünkü grevci
işçiler ceza olarak cepheye gönderiliyordu. Böylece cephede hoşnutsuzluk
yaşayan köylü askerler, sınıf mücadelesinin bilgi ve deneyimiyle donanmış öncü
işçilerle siperlerde kader birliği yapmaya başlayacaktı.
Ordu içinde işçi sınıfının en çok yansımasını bulduğu yer
ise deniz kuvvetleri oldu. Bahriyeliler gemilerde yaptıkları iş itibariyle daha
fazla eğitime ihtiyaç duyuyorlardı ve bu yüzden aralarında nispeten daha fazla
şehirli ve işçi kökenli asker bulunmaktaydı. Ayrıca bahriyelilerin gemilerdeki
yaşam koşulları da işçi sınıfının fabrikalardaki iş bölümüne benzer özellikler
taşımaktaydı.
Bu koşullar altında ordunun en kızıl birliklerinin
bahriyelilerden oluşması, Petrograd yakınındaki Kronştad deniz üssünün bir
devrim üssüne dönüşmesi boşuna değildir. Mürettebatının isyan ederek kızıl
bayrak çektiği Potemkin zırhlısının 1905 devriminin sembolü olması gibi 1917
Ekim devriminin sembolü de Kışlık Saray'ı bombalayan Avrora Kruvazörü
olacaktır.
Askerlerin subaylar üzerindeki diktatörlüğü
Elbette ki şehirde patlak veren devrimin cephelere ulaşması
dönemin koşulları yüzünden gecikmeli oluyordu. Subaylar devrim haberini almıştı
ancak Petrograd'dan gelen mektupları askerlere ulaştırmıyor ve şehirden gelen
ziyaretçileri gözaltına alıp askerlerle görüştürmüyorlardı. Devrim haberi
gerici subayların çabaları yüzünden gecikmeli de olsa cepheye ulaştığında bir
devrim de siperlerde oldu. Tüm askerler üniformalarına kızıl kurdeleler
takıyordu. Elbette subaylar içinde de devrime sempatiyle yaklaşanlar vardı ve
onlar da kızıl kurdeleleri üniformalarına iliştirdi. Ancak askerlerin kırmızı
kurdeleleri sökmelerini emreden bazı subayların bizzat askerler tarafından linç
edilmesi gibi olaylar, subay sınıfının kırmızı kurdele takmaya başlamasında çok
daha etkili olmaktaydı.
Ordudaki çözülüş ve devrimin birleştiriciliği
Şehirde işçilerin "kahrolsun savaş" sloganları,
cephede askerler tarafından "mevzileri savunun, taarruz etmeyin"
şeklinde formüle edildi. Askerler taarruz etmeye direniyor ve barış talep
ediyordu. Şubat devriminin öne çıkardığı en önemli taleplerden biri yoksul
köylüye toprak dağıtılmasıydı. Bu beklenti, çoğunluğu köylülerden oluşan
askerler arasında devrimci bir coşku yarattı. Ancak cephedeki köylü kökenli
askerler barış talebine öncelik veriyordu. "Ben burada öldükten sonra
toprağı ne yapayım" diyen köylüler önce barış sonra toprak demeye
başladılar. Böylece ekmek sloganıyla başlayan devrim toprak ve barış
talepleriyle birlikte en ön siperlerden en gerideki köylere kadar tüm ulusu
birleştirdi. Bu anlamda ordudaki çözülüş aslında bir yozlaşma ya da firar
biçiminde cereyan etmedi. Tam tersine devrimle birlikte firarlarda büyük bir
azalma görüldü. Orduda çözülen, sömürücü sınıfların hâkimiyetiydi. Ordu toprak
sahiplerinin ve burjuvazinin boyunduruğundan çıktıkça Rus ulusuyla bütünleşti.
Bu bütünleşmeyi sağlayan köprü devrimdi. Devrim ise işçi sınıfının ve yoksul
köylülüğün oluşturduğu sağlam ayaklar üzerinde yükselmekteydi.
Lenin’in savaş politikası
Solda Lenin’in Cihan Harbi’ndeki savaş politikası son
derecede tek boyutlu ve indirgemeci biçimde ele alınır. Lenin’in “devrimci
bozgunculuk” politikası bütün savaş boyunca geçerli imiş gibi düşünülür. Oysa
Lenin’in savaş politikası “emperyalist savaşı devrimci iç savaşa
dönüştürmek”tir esas olarak. Savaşın başladığı Ağustos 1914 ile 1917 Mart (yani
Şubat devrimi) arasındaki iki buçuk yıl boyunca bu, “devrimci bozgunculuk” yani
her ülkenin proletaryasının kendi emperyalist devletinin yenilgisi için
mücadele etmesi biçimini almıştır. Ama Şubat devriminden itibaren bu taktik
yerini yeni bir yaklaşıma, barış ve siperlerde kardeşleşme politikasına
bırakmıştır.
Bunun nedeni, proletarya devriminin, yani sovyet iktidarının
artık güncel hale gelmesi, Bolşeviklerin doğrudan iktidara aday olmasıdır. Yani
“emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi” süreci tamamlanmıştır. Sovyet
iktidarı için mücadele iç savaş demektir! Dolayısıyla, barış, iç savaşın
politikasıdır. Şubat devrimi sonrasında askerlerin davranış kalıpları
(“mevzileri savunun, taarruz etmeyin” yaklaşımı, barış talebi, firarlarda
azalma) ile Lenin’in “devrimci bozgunculuk”tan “barış” talebine geçişi
arasındaki paralellikler çarpıcıdır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2017 tarihli 93.
sayısında yayınlanmıştır.