HIDE
GRID_STYLE
TRUE
SHOW_BLOG

"Adalet Yürüyüşü’nü İstanbul’da bütün gücümüzle karşılamaya hazırlanalım" (GÜN ZİLELİ)

“geçmişteki birkaç örneğe baktığımızda Doğu Perinçek’in seçim tahminleri pek güven verici değil. Örneğin  geçmişteki seçimlerden birinde “...

“geçmişteki birkaç örneğe baktığımızda Doğu Perinçek’in seçim tahminleri pek güven verici değil. Örneğin  geçmişteki seçimlerden birinde “İP %10 barajını aştı” diye yeri göğü birbirine katmıştı da İP o seçimde %0,5 oy bile alamamıştı. Örgütünü gaza getirmekte D. Perinçek’in üstüne yoktur ama toplasan bin kişiyi bulmayacak, kurumuş, hayatiyetini kaybetmiş bir örgütle milyonlardan oluşan kanlı canlı bir toplum aynı şey mi?”


"TURUNCU DEVRİM" PALAVRASI

Dünyanın neresinde olursa olsun bir gazeteciye, haber yaptığı ya da haberi birilerine sızdırdı diye 25 yıl ceza verildiğinde, orada artık totaliter bir rejimin hüküm sürdüğüne ya da oraya doğru hızla gidildiğine hüküm verilmesi kaçınılmazdır. Hele hele “vatana ihanet” ya da devletin sırlarını satmak” gibi suçlamalar tipiktir. Böyle şeyler ancak Hitler tipi faşist rejimlerde ya da bugün sayıları oldukça azalmış Stalinist rejimlerde görülebilir. Her ikisinin de ortak özelliği totaliter olmalarıdır. 

Hiç kimse özellikle totaliter rejim kurmak istemez. Çünkü böyle bir rejimin ya da diktatörlüğün riskleri çoktur. En büyük risk ise totaliter rejimin çok sayıda muhalif kesimi karşısına alıp bir cephede toplanmalarını sağlaması, bir noktadan sonra bütün konsensüs olanaklarını yitirdiği için gümbür gümbür yıkılıp gitmesidir. Tarihte ve günümüzde çok sayıda örneği vardır. 

Totaliter rejim kuranlar açmaz ve ikilem içindedirler. İktidarlarını koruyabilmek için bir noktadan sonra totaliter tedbirlere başvurmak zorundadırlar. Fakat totaliter tedbirlere başvurmaları aynı zamanda iktidarlarının hızla yıpranmasını, tecrit olmasını ve yıkılmasını getirir. Bu tehlikeyi görüp uzlaşma arayışına girseler, bu sefer böyle davranmaları toplum ve muhalefet tarafından rejimin zaaf içinde olduğu şeklinde algılanır ve bastırılmış toplum daha büyük cesaretle ileri atılır. Yani totaliter bir yola girmiş rejimler için her halükârda yıkılmak mukadderdir. 

CHP muhalefeti, geç kalmış da olsa veya milletvekillerinin tutuklanmasında dokunulmazlıkların kaldırılmasına oy vermek gibi vahim hatalar da yapmış olsa Adalet Yürüyüşü’nü başlatarak doğru bir karar vermiş bulunuyor. Çünkü, Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün dediği gibi, bıçak kemiğe dayanmıştır. Daha doğrusu, AKP iktidarı bıçağını CHP de dahil tüm toplumsal muhalefetin gırtlağına dayamıştır. Bu noktadan sonra ya direneceğiz ya da boyun eğerek boynumuzun kesilmesini bekleyeceğiz. Başka hiçbir alternatif bırakmayan bizzat iktidarın kendisidir. 

Dün itibariyle duruma baktığımızda ne görüyoruz? Her türden muhalif nasıl bu durumun bilincine vararak CHP’nin kararını sevinçle karşılamaktaysa muhalif rolü yapan sahte muhalif, gerçek iktidar destekçileri de o derecede üzüntü içindedirler. Örneğin, artık mahalle aralarında kendi kendilerini trafik polisi ilan edip düdük çalarak arabalara “gel gel” ya da “dur” diyen delilere gittikçe daha fazla benzetmeye başladığım ve Tayyip Erdoğan’ı Asya beşlisinin merkezine VP’nin yerleştirdiğini söyleyerek iyice gülünç duruma düşen Doğu Perinçek, aynı MHP başkanı Devlet Bahçeli gibi durumdan memnun değil. Fakat söylemini de sanki muhalefete akıl verir veya AKP iktidarının yıkılışının doğru yolunu gösterir bir havada ayarlamak zorunda. Bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun,  anayasanın da, anayasa oylamasının da, AKP iktidarının ve uygulamalarının da meşru olmadığına ilişkin beyanını eleştirirken bunu muhalefet için “doğru strateji” adına yapıyor. Efendim, iktidara gayrimeşru denirse önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimine katılmamak gerekirmiş. Oysa Tayyip Erdoğan 2019’daki bu seçimi kesinlikle kaybedecekmiş. Gerçi geçmişteki birkaç örneğe baktığımızda Doğu Perinçek’in seçim tahminleri pek güven verici değil. Örneğin  geçmişteki seçimlerden birinde “İP %10 barajını aştı” diye yeri göğü birbirine katmıştı da İP o seçimde %0,5 oy bile alamamıştı. Örgütünü gaza getirmekte D. Perinçek’in üstüne yoktur ama toplasan bin kişiyi bulmayacak, kurumuş, hayatiyetini kaybetmiş bir örgütle milyonlardan oluşan kanlı canlı bir toplum aynı şey mi? 

Üstelik Perinçek’in “gayrimeşru ilan edersen bir daha seçimlere giremezsin” argümanı da fazla geçerli bir argüman değildir. Gayrimeşru ilan edilen seçimler değil, o seçimlerde yer alan iktidar partisidir. Örneğin %10 barajı da tamamen gayrimeşrudur ama buna rağmen seçime girilmektedir. Bir şeyi gayrimeşru ilan etmek rejim veya sistem içi meselelerde illa total bir tutum almayı zorunlu kılmaz. D. Perinçek, aslında böyle yaparak, iktidarın her türlü gayrimeşru uygulamasını sineye çekmeye davet etmektedir muhalefeti. Onun için diyorum ya, bunlar muhalefetin saflarına sızıp muhalefet yapmayı önlemeye çalışan iktidar trolleridir. 

Örneğin Aydınlık yazarlarından Yavuz Alogan, pek aklı başında bir milli eğitim müfettişi havalarında “çocuklara” “bir uyarıda bulunmak” istemiş ve şöyle demiş: “saat 11’de Güven Park’ta yapılacak yürüyüşe sosyalist parti, grup, hareket ve dergi çevrelerinin katılmamaları  uygun olur. Bugün ve daha sonraki günlerde, CHP kitlesinin dağıldığı koşullarda sosyalistlerin polisle karşı karşıya gelmesi,  şu anda AKP’nin tam da istediği şeydir. Bırakalım CHP kendi milletvekili için adalet yürüyüşünü, KENDİ KİTLESİYLE yapsın. Kılıçdaroğlu’nun fedaisi olmayalım.” 

Buyrun bakalım! Eskiden devrimciler, sosyalistler vb. CHP’yi bencil davranmakla, parlamentonun dışına, sokağa çıkmamakla eleştirirlerdi. Şimdi “sosyalist çocuklar” “kötü niyetli”lere karşı uyarılıyor. Efendim, AKP iktidarının tam da istediği şey sosyalistleri polisle karşı karşıya getirmekmiş. Onun için bırakın CHP kitlesi polisle karşı karşıya gelsin. Biz “iyi aile çocuğu sosyalistler” Kılıçdaroğlu’nun fedaisi olmayalım. Yani yarın diyelim ki polis CHP’nin “kendi kitlesine” saldırdı, “biz sosyalistler” bunu seyredelim. Çünkü AKP bizim polisle çatışmamızı istiyor. Bir zamanlar, 1970’lerin başlarında, TSİP’liler tarafından ileri sürülen “mücadele etmeyin, provokasyon olur” veya “faşizm gelir” mantığı veya öcüsü vardı. Yavuz Alogan nereden bulduysa tarihin çöplüğünden bu öcüyü çıkarıp kullanmaya kalkışmış. 

Teoman Alili adlı bir Aydınlıkçı ise Facebook’ta şöyle yazmış: “Aaaa. Beyaz üstüne turuncu ‘Adalet’ yazısı… Hayret, turunçgil mevsimi değil ama neyse var bu işte bir ‘gayrimeşruluk’ Önce sayın Kılıçdaroğlu 13 Haziran’da ‘gayrimeşru anayasa’ diyor. 14 Haziran’da mahkeme dosyaları ayırıp sadece CHP’li vekile ceza veriyor. Aynı gece sayın Kılıçdaroğlu CNN Türk’te 4 saat konuşuyor. Ergenekon’da CHP’li vekiller de hapis yatarken sahaya inmeyen sayın Kılıçdaroğlu sahaya iniyor. Çok turuncu bir durum değil mi acep?” 

Ciddiye alalım mı? Bence alalım. Çünkü bu “turuncu devrim” meselesi bir kısım ultra ulusalcı tarafından ne zamandan beri ısıtılıp durmakta. “Turuncu devrim” zırvalığına girmeden, bu tür tezlerin kaçınılmaz bileşeni olan “olağanüstü tesadüfler” üzerinde durayım. Neymiş? “Adalet” yazısı turuncuymuş. Bu bir! Enis Berberoğlu’nun mahkûm edilmesinden önce Kılıçdaroğlu “gayrimeşru anayasa” demiş. Bu iki! Berberoğlu’na 25 yıl verilen 14 Haziran gününün akşamı CNN Türk’te Kılıçdaroğlu için 4 saatlik bir konuşma ayarlanmış. Bu da üç! Yani hiçbir şey tesadüf değil. Birtakım gizli eller her şeyi ayarlıyor bu ulusalcı arkadaşa göre. O gizli eller ise elbette Batı’da aranıyor. Çünkü bu tür “turuncu devrim”leri Batı gündeme getirmektedir. Sonuç olarak bu, devrimden de özgürlük mücadelesinden de, her şeyden de vazgeçip iktidara yamanmak anlamına geliyor. Çünkü hazırladığınız pankartın renginden bile anlam çıkaran polis kafalılar sarmış ortalığı. 

Gelelim şu “turuncu devrim” meselesine. Bana soracak olursanız, bu tam bir ultra ulusalcı tevatürdür. Kısaca belirteyim, “turuncu devrim” diye bir şey yoktur. Hiçbir batılı veya emperyalist ülke, bir toplumun içinde bir toplumsal hareket, yapay bir kitle hareketi yaratamaz. Evet, şu olur: Bir toplumsal kabarış gerçekleşir, Batılılar ve emperyalistler bu toplumsal kabarış ya da hareketin kendi istedikleri yönde gelişmesi için etkide bulunurlar. Evet ama bundan doğal ne vardır ki. Rus devriminde de, İspanya devriminde de böyle olmadı mı? Hatta, komplo teorilerini iyice kışkırtacak bir olay olarak, Lenin Rusya’ya Almanların mühürlü treniyle girmedi mi? Böyle oldu diye bu devrimlere “turuncu devrim” adı mı verildi? 

Ayrıca, bir özgürlük mücadelesi varsa, buna gelecek şu ya da bu desteği reddetmek ancak ahmakların iyi olabilir. Eğer Batılılar bugün Türkiye’de faşist gidişata karşı toplumsal muhalefetin yanında yer alıyorlarsa ya da alacaklarsa buna ancak sevinilir. Örneğin şahsen benim Tusiad’ın dünkü, gazeteci tutuklamalarına açıktan karşı çıkan bildirisine sevindiğim gibi. 

Adalet Yürüyüşü’nü İstanbul’da bütün gücümüzle karşılamaya hazırlanalım.