Türkiye Müslümanları, Arap Müslümanlarına benzemiyorlar. Türkiye Müslümanlığı başka bir çizgiye sokmuştur genelde, bunu anlamak iç...
Türkiye Müslümanları, Arap Müslümanlarına benzemiyorlar.
Türkiye Müslümanlığı başka bir çizgiye sokmuştur genelde,
bunu anlamak için “Cami-ül Eser”’in içine girmek bile yetiyor, ben “Cami-ül
Eser”’e birkaç kez girdim. Medreselerini de gezdim, gördüm. Örneğin caminin
içerisinde, o büyük caminin içerisinde çocuklar koşmaca oynarlar ve entarili
Arap yerde yatmıştır, uyuyordu, horlaya horlaya ve entarisi açılmıştır. Cinsel
organı şişe şişe kabarmaktadır, onu ben gözümle gördüm. Türkiye’de camide böyle
birşey olmaz, ister Sünni olsun ister başka şeyden olsun. Yani Türkiye
İslamlığı Türkiyeleşmiştir, Alevilik de bana göre Şii’liğin
Türkiyeleştirilmişidir.
Ama tarikat desem tarikat değil, çünkü bir şeyhten şeyhe
geçmiyor, Bektaşilik gibi bir ruhsat alınarak yeni bir şeyh olmuyor, efendim,
haa, mertebe o filan böyle şeyler, yani biraz somut olarak fiilen var, olan,
ama adı mezhep olmayan, tarikat olmayan bir şeydir. Ve daha çok tabii, Aleviler
daha çok Türkiye’ye özgü bir durumdur. Mertebe derseniz deyin, ama adı bence
adı pek konmamış gibi yanlış şeyler söyleyebilirim. Ama mezhep olmadığına,
tarikat olmadığına göre, bünyesi bakımından olamadığına göre bir ad bulunması
gerekir. Mertebe uygunsa mertebe denilebilir.
Aleviler doğru söyler
Aslında insancıllığın propagandasını yapmış ve Alevilik ile
hoşgörülük bu nedenle birleşmiş. Aleviğin Türkiye’de ve sürekli olarak
hoşgörüyle ortaya çıkarmasının nedeni bana göre muhalefette olmuş olmasıdır.
Çünkü muhalefetin şirketlerde olduğu gibi daima yüzde 50’den fazla şansı
vardır. Yüzde 51, yüzde 52’dir. Türkiye de hiç bir zaman Aleviler iktidar
olmamışlardır. Acaba iktidar olsalardı ne olurdu. Bu bir kuşkudur bende. Çünkü iş
iktidarda olmayınca hep muhalefette kalıyor. Şirketlerde olduğu gibi yüzde 51
onda. Onun için muhalefette olan hep doğruyu, kendine göre hep doğruyu
söylemişlerdir, hoşgörüde yanılmışlardır.
İktidar olarak iktidar vermek zorundadır. Verebildiği
ölçüde. Ama Aleviler hep muhalefette kaldıkları için hep istemişlerdir, isteyen
daha çok haklıdır. En az yüzde 51 hak sahibi olmuşlardır. Aslında konu kaynağı,
Aleviliğin kaynağı beni doğrusu hiç ilgilendirmiyor. Size aykırı gelebilir bu
düşünce, ama ne yapayım ki böyle, ben Ali ile Muaviye arasındaki 1000 yıl
önceki çekişmenin bugün hala sürmesini hiç anlayamıyorum…
Biz ilkokulda iken, Darüşşafaka da okudum. 4. sınıfta
Siyer-i Nebi ya da Siyer-i Enbiya denilen bir ders vardı. Din dersi vardı.
Aslında din dersi değil de peygamberler tarihi Siyer-i Nebi; Peygamber Nebi,
Muhammed Peygamber’in hayatı. Siyer-i Enbiya peygamberler tarihi. Orada bu
Muaviye ve Ali çatışması bize çok uzun ders olarak anlatılmıştı, öğretilmişti.
Ve bu dersi veren hoca tabii, Muaviye’yi haklı bulmuyordu,
kendisi Alevi de değildi. Zaten Muaviye’yi haklı bulan Türkiye’de Sünniler
arasında pek yoktur.
Orada bağnaz, o zamanki bağnaz Alevilerin helalarını Muaviye
adına benziyor diye maviye boyattıklarını söylemişti. Çok ilginç bir saptamadır
bu. Yani helasının duvarını maviye boyarsa hiçbir ilişkisi yok Muaviye’ye
hakaret etmiş olacak. İş bu noktaya kadar gelmiştir ve devam ediyor.
Kahramanmaraş Olayları’nda bunu gördük, can almaya kadar bu düşmanlık
varabiliyor. Benim çocuklarımdan, vakıf çocuklarımdan bir tanesi, bir kız,
Akşehirli bir kız, öğretmen okulunu bitirdi. Sevdiği erkek Alevi. Çok büyük bir
olay oldu Akşehir’de, bir Alevi delikanlıyı bir kızın sevmesi. Bir Sünni kızın
sevmesi.
Oysa o delikanlı ne Aleviliği biliyordu ne de gerçek
Aleviydi. O Sünni denilen kız da ne Sünniydi ne de Sünniliği biliyordu. İki
tane Türk insanıydı. Türkiyeli iki insandı. Ve bu, büyük şeylere birçok
yerlerde varmıştır, cinayetlere kadar, ama o tatlıya bağlandı, aileler dargın
kalmak koşulu ile onlar evlendiler ve üç tane çocukları oldu. Bu bende çok
büyük bir izlenim bıraktı. Bu olay etkilemiştir beni. Bu şey hakkında, bu
düşmanlık hakkında, doğrusu beni 12 imam da, bu size aykırı gelebilir,
bağışlayın beni lütfen çünkü çoğunuz sanıyorum ki Alevisiniz ve benim de bütün
inanmış insanlara saygım olduğu gibi Alevilere biraz daha çoktur saygım, neden
söyleyim…
ÖNEM VERİYORUM
Çünkü…
Hangi tarihsel neden olursa olsun en çok hoşgörüye dayanan
bir inançtır. Ama dinsel inançlara karşı ve dinsiz bir insan olarak… Bu
anlamda, Aleviliği tutmuyorum. İnsancıl yanını ve hoşgörü yanını tutuyorum. Ona
çok değer ve önem veriyorum. Şii’likle ben onu da anımsıyorum ve muharremlerde
10 Muharrrem mi öyle bir şeydir, matem günündeki Şii’likle kaynak olarak
Aleviliğin yakınlığı elbette vardır, hatta şöyle diyebilirim. Yanlış da
olabilir, ama böyle yanlış bir düşünce var kafamda; Alevilik, Şii’liğin
Türkiye’leşmesidir. Türkiye’leşmesidir, çünkü aslında bizim Türkiye
Müslümanları, Arap Müslümanlarına benzemiyorlar.
Türkiye Müslümanlığı başka bir çizgiye sokmuştur genelde,
bunu anlamak için “Cami-ül Eser”’in içine girmek bile yetiyor, ben “Cami-ül
Eser”’e birkaç kez girdim. Medreselerini de gezdim, gördüm. Örneğin caminin
içerisinde, o büyük caminin içerisinde çocuklar koşmaca oynarlar ve entarili
Arap yerde yatmıştır, uyuyordu, horlaya horlaya ve entarisi açılmıştır. Cinsel
organı şişe şişe kabarmaktadır, onu ben gözümle gördüm. Türkiye’de camide böyle
birşey olmaz, ister Sünni olsun ister başka şeyden olsun. Yani Türkiye
İslamlığı Türkiyeleşmiştir, Alevilik de bana göre Şii’liğin
Türkiyeleştirilmişidir.
Türkleştirmek demek istemiyorum, çünkü Türk olmayan Aleviler
de vardır, Kürt Aleviler vardır ama, Türkiyeleştirmiştir ve insancıllığı da
buradan geliyor zannediyorum. Bir de başka birşey var, tabii ırk etkisini öne
almayan bir insanım bildiğiniz gibi, ama en öz Türklerdir onlar; nereden
anlıyoruz, çünkü gelenekleri, Türk gelenekleri, hala sürmektedir, gelenek ve
görenekleri onlarda sürmektedir.
Oysa Türkiye çok karışmış bir ülkedir. Çok iyi karışmış
ayrıca ama, Aleviler o kadar, onlar kadar karışmamışlardır bulundukları daha
çok toprak insanları oldukları için. Yani örneğin Bektaşiler gibi
şehirleşmemiş, daha çok köy insanlarına dayandığı için daha gelenekleri ile
Türklüğü sürdürmüş insanlar olarak görüyorum onları.
Şimdi bugün Aleviliği nasıl yorumlamak gerekir. Ben
düşüncemi söyleyeceğim. Önce Musa idi galiba bu saz çalan arkadaşımız, bu
kohmirem kohmirem diyen Sabir’in yine Azerbeycanlı Sabir’in şiirini okudu,
aslında korhiyir, kohmirim filan yalan…Hem de adam akıllı korhiyir, çünkü
şurdan belli, Sabir’in şiirini bozdu, “Nerede yobaz görirem korhirem”. Öyle
değil ki “Harda Müselman görirem korhirem”. Korktu Müslüman görmekten
korkmaktan…
Hatta bütün dillerde atasözü haline gelmiş bir deyim vardır.
“Kork Allah’tan korkmayandan” derler. Onun için Allah’tan korkmayan biri başa
geldiği zaman ondan Türk Halkı korkar. O deminki Sebir’de de şiirini okuyan,
şiiri okunan Sabir de Şia mezhebinden. Ben bizim din ateşleriyle konuştuğum ve
tartıştığım zaman bana sık sık Aleviğin mezhep olmadığını söylüyorlar. Doğru,
Alevilik mezhep değildir. Ama bir tarikat mıdır, bilmiyorum, siz daha iyi
biliyorsunuz. Elbette, ne olduğunu doğrusu Aleviliğin; önemli, değerli bir şey
olduğunu biliyorum.
Ama tarikat desem tarikat değil, çünkü bir şeyhten şeyhe
geçmiyor, Bektaşilik gibi bir ruhsat alınarak yeni bir şeyh olmuyor, efendim,
haa, mertebe o filan böyle şeyler, yani biraz somut olarak fiilen var, olan,
ama adı mezhep olmayan, tarikat olmayan bir şeydir. Ve daha çok tabii, Aleviler
daha çok Türkiye’ye özgü bir durumdur. Mertebe derseniz deyin, ama adı bence
adı pek konmamış gibi yanlış şeyler söyleyebilirim. Ama mezhep olmadığına,
tarikat olmadığına göre, bünyesi bakımından olamadığına göre bir ad bulunması
gerekir. Mertebe uygunsa mertebe denilebilir.
Ama mertebe cumhurbaşkanlığı da mertebe, Alevi değil, ama
onun için onlar başka bir şey vardır ya da vardı, belki ben bilmiyorum. Bugün
nasıl yorumlanmalıdır. Ben genelde 400 yıl önce ne olursa olsun, en doğru
sözler olsun, bugün aynen onların yürürlükte kalmasından yana değilim. 700 yıl
önce, 750 yıl önceki Mevlana da öyle, tabii bunların içinde ölümsüz değerde
sözler elbette vardır. Ama o felsefe bütünüyle bugüne ait uygulanamaz ve o
yüzden ben Müslüman değilim, yoksa Kuran’da da güzel sözler var. 1300-1400 yıl
önceki sözlerin, kimin sözü olursa olsun, eskiyeceğine inanmıyorum. Eskimiştir.
Bugün Pir Sultan’ı yaşatmak, ondaki gerçeklerin
çağcıllaştırılma, bugünkü çağa uyar hale getirebilsek, o zaman ondaki nedir
onlar, insancılık başta olmak üzere bir de haksızlığa karşı ayaklanmak ya da
karşı gelmek yoluyla olabilir. Bunu sazda, sözde, şiirde yeni Pir Sultan
Abdallar, çağcıl Pir Sultan Abdallar, yeni demelerle yeni deyişlerle ortaya
koyabilirler ancak. Aynen tekrarında bilimsel yararlar vardır, tarihsel
yararlar vardır. Ama bugünün koşullarına hepsi uymaz, uyamaz zaten. Bu mümkün
değildir nokta. Değişime aykırı bir olaydır.
Onda değişmeyen özleri bulup onları sürdürmek gerekir. Şimdi
çok aykırı gelecek size, zannediyorum ki aykırı gelecek, ben saza da karşı bir
insanım. Bu saz böyle devam ettikçe Türk milleti bir adım ileri gidemez. Yunus
zamanında bu saz böyle çalınıyordu, 770 yıl önce Pir Sultan Abdal zamanında da
böyle çalınıyordu, bugün de böyle çalınıyor. Bu sazı alıp da Pir Sultan
Abdal’ın demeleriyle bunu çalarsak bu olmaz; hiçbir ilerleme olmamış demektir.
Türkiye bir adım ileri gitmemiş demektir. Sazda bir hamle, bir atılım, bir
modernlik, bir çağcıllık yaratırsak şiirlerinde ve şarkılarında türkülerinde
yaratabilirsek bunu başarabiliriz. Bu çok güç bir iştir. Ama bu çok güç işin
altından kalkmak zorunda Türkiye. Kalkamıyor bugün kadar.
Almanya’ya giden, Avrupa’ya giden delikanlıları görüyorum,
hepsinin elinde bir siyah torba içinde saz. Düşünün ki bu saz hiçbir öğretim
görmeden kendiliğinden öğreniliyor. Olabilir mi böyle bir şey? Haa sazda
yenilik yapanlar yok mu? Bir kaç tane yenilik yapanlar var. Bunları tanıdık,
yaşadık bunlarla. İşte o yenilikleri ya da başka yenilikleri getirmesek saza,
bu saz kendimizin kendi ayak bağımız olacaktır gibi geliyor bana. Hiç çağcıl
bir olay değildir bu. Tıpkı cami mimarisinde Süleyman, Mimar Sinan’ı taklit
ederek onun yaptığı camiler gibi cami yapmaya benzer. Kocatepe Camii böyle bir
örnektir. Bir zaman sonra bu camiler bir anıtsal ören olarak kalsa, yani cami
kalmasa da diyelim ki 1000 yıl sonra 3000 yılında bunlar yerin altında kalsa,
arkeologlar orayı kazıyıp çıkarsalar, bakacaklar bu ne camisi, Ankara’da
Kocatepe Camisi. Allah Allah, bu cami diyecekler ki yahu Kanuni Sultan
Süleyman’ın yaptığı caminin kötü bir kopyası, hiç Türkler ilerlememiş mi, bunu
soracaklar, sazda da böyle
Türküde de böyle, şiirde de böyle, biz nereye geldik, işte o
zaman Pir Sultan ve onun gibi bunlar toplumsal ve lejander kahramanlardır, onun
yoluna bağlı kalmış oluruz. Yoksa aynen yineleyerek değil.
Aynen yinelemenin yeri tarihtir. Tarih dersidir, tarih
bilgisidir. Bu atılımı yapmamız yine onlara dayanarak olabilir. Pir Sultan’ın
gerçek değerini vererek. Örneğin etkinlik 4. ’süymüş galiba, burada görüyorum,
400 yıllık Pir Sultan’ın 4. kutlama töreni olabiliyor.
Türkiye’de ağır siyasi baskılardan dolayı Pir Sultan Abdal
Derneği’nin Başkanı’nı kutluyorum, candan çok güzel bir çok değerli bir konuşma
yaptı, Sayın Vali’mizi de kutluyorum. Ondan ben Vali’yi kutlamaya alışık
değilim, ama bu Vali’yi elbette kutlayacağım böyle bir Vali’yi…İşte benim
kısaca Pir Sultan Abdal hakkında söyleyeceklerim bunlardır. Özet olarak
tekrarlamak istediğim şu: Pir Sultan Abdal bir kişi değildir, Türk Halkı’nın
büyük çoğunluğudur. O nereden belli, çünkü bir çok Pir Sultan Abdallar vardır,
onu benimsemişlerdir, onun felsefesi doğrultusunda yazmışlardır şairler. Onlar
hepsi, tıpkı bu şeylere benzer; market, mahalle bakkallarını nasıl kaldırırsa
bir tane Pir Sultan Abdal çıkar öbürlerinin aynı yolda olanlarının adını siler.
İşte bizim tarihimizde çok var. Özellikle halk şairlerinde pek çok var.
İkincisi de Pir Sultan felsefesinin doğrultusunda yenilikler ve atılımlar
yapmak zorundayız. Yoksa biz gene biz oluruz, yüzde 60 mı yüzde 90 mı aptal oluruz
belli olmaz.
Sağolun teşekkür ederim… (DÜNYALILAR)