"Sanat alanındaki krizi; estetik üretimini, sınıf mücadelesinin bir parçası olarak kavrayan ve bunu ekonomik ve politik kriz teorisiyle birleştirerek ele alan, sınıf bilinçli proletarya aşabilir."
Sanata ilişkin bir çözümleme, eleştiri ya da değerlendirme yapmak, bizi zorunlu olarak ekonomi ile ilgilenmeye götürür. Daha doğrusu her türden düşün ya da estetik nesne analizi, ekonomiyle ilgisi içinde gerçek açıklamasını bulabilir. Ayrıca ekonomiyi ya da yaşamın üretim sürecini paranteze alan her açıklama, aynı zamanda insanın ve toplumun etik-estetik incelik kazanmasının önündeki engelleri görmede zorluk çeker. Sanat aktif bir unsur olmakla birlikte ekonomik-sosyal ilişkilerin bir üst yapısı olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla ekonomik-sosyal planda bir kriz teorisinden söz eden her düşünce dizgesi, bu krizin sanat alanında da yürüdüğünü kabul etmiş sayılır. Bu yazıda ele alınan konunun ana tezi ve özeti, ilkece bu cümleyle ifade edilebilir.
Kitlelerin yalnızca ekonomik krizle karşı karşıya geldiği düşüncesi, gerçekliği tam olarak yansıtmaz. Kapitalizmin yapısal bir özelliği olan ekonomik kriz, aynı zamanda, kitlelerin etik-estetik incelik kazanmasını da önemli oranda etkilemektedir. Metanın üretim alanında bir krizden söz eden, üstelik bunun yapısal karakterde olduğunu ileri süren sınıf teorisi, estetik planda, sanat üretiminde de bir krizin olduğunu teorisine eklemek durumundadır. Sanatsal krizin aşılması için estetik ürünler veren sanatçılar kuşağı, ekonomik ve sosyal sorunların çözülmesi için de mücadele ediyor demektir. Zira estetik de, sınıf mücadelesinin sanatsal planda yürütülmesinden başka bir anlama gelmemektedir. Evrensel çerçevede Çernişevski, Zola, Gorki, Picasso, Aragon, Brecht gibi isimler bu mücadeleyi yürütenler arasındadır. Yerel plandan hareketle estetik çerçevede varlık gösteren sanatçılardan birkaçı Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Yılmaz Güney ve Muzaffer Oruçoğlu olarak sıralanabilir.
İlkel Birikim Süreci ve Sanat
Sermayenin üretim sürecini analiz; ve buna bağlı olarak ekonomik kriz teorisi Marksist düşüncenin en önemli alt teorilerinin başında yer alır. Buna göre Marksist teorinin özü, kapitalizmle birlikte ortaya çıkan yeni tarz üretim biçimlerini çözümlemeye ve bu üretim biçimini aşmaya dayanmaktadır. Yani Ortaçağ’ın feodal üretim tarzının gerilemesi ve sermayeciliğin (kapitalizmin) gelişip egemen hale gelmesi sürecinin çözümlenmesidir. Feodal üretim tarzı ile kapitalist üretim tarzı arasında ontolojik bir ayrım olduğu da söylenebilir. Marksçı düşünce açısından, yeni üretim tarzının öncekilerden bambaşka nitelikleri bulunuyor. Bu niteliklerden birisi de yeni üretim tarzının, yani kapitalizmin kriz karakterinin varlığıdır. Marx ve Marksist düşünüşe ve analizlere bakılırsa ekonomik krizler, sermayenin ilkel birikim süreçlerinde değil bilhassa sermayenin zirve yaptığı dönemlerde belirgin olmaya başlamıştır. Günümüzde de bu durum fazlasıyla söz konusudur. Bu dönemi kapitalizmin/burjuvazinin gericilik çağı olarak lanse etmek realiteyle uyum içindedir.
Sermayenin ilkel birikim sürecinde, düşün ve konumuz olan sanat ürünlerinde bir radikalizm özelliği saptamak mümkündür. Sermayenin ilkel birikim sürecinde ya da manifaktür üretimin geçerli olduğu çağlarda ve toplumlarda (Avrupa diye okumak gerekiyor) kısmen de olsa felsefi, etik ve estetik etkinliklerin yaratıcı tarzda uygulandığını görüyoruz. Plastikte Rafaello, Michelangelo ve Leonardo; edebiyatta Shakespeare, Cervantes, Rabelais tiyatroda Molière, Racine, Corneille bunlara simgesel manada sadece birer örnektir. Sanattaki bu radikalizm ve yeniliğin varlığı, feodal üretim tarzının baskıcı, sınırlı, asalak, lokal üretim tarzının yerini ona oranla “devrimci burjuvazinin” almasının göstergesidir. Anlaşılıyor ki, ekonomik alandaki, yani üretim sürecindeki yenilik estetik alanda da yenilik getirmektedir. Bu saptamaya mutlaka eklenmesi gereken argüman şöyle ifade edilebilir: Anılan sanatçılar, emekçi sınıfların lehine değil burjuvazinin paralelinde etkinlik göstermişlerdir. Bununla birlikte teolojiye karşı hümanist yapıtlar ortaya koydular. Emekçi sınıflarla ilişkileri ise sınırlı olmuştur. Bunun yanında ilave etmek gerekir ki, her çağda olduğu gibi Rönesans yıllarında da emekçi sınıflara hitap eden estetik üretimlerinden de söz etmek yerindedir. Bu alanın araştırılması,“aşağıdan” sanat tarihi yazanların görevleri arasında olmalıdır.
Sanatta Gericilik Yılları
Burjuvazinin tarih sahnesine çıktığında “ilerici ve devrimci bir rol oynadığı” tezi her ne kadar bir efsaneden ibaretse de, burjuvazinin küçük ölçekli ve sınırlı bazı katkılarının varlığı da tezimizin genel mantığına uygun görünmektedir. Kaldı ki Marksist teori içerisinde bir “sömürücü sınıf” olarak betimlenen burjuvazi, Rönesans yıllarında hümanist değerleri savunurken pozitif bir noktadadır. Bu pozisyon, tarımsal üretimin yerini endüstriyel üretimin almasıyla açıklanabilir. Burjuvazinin barındırdığı “ilerici ve devrimci değerler” ise üretim planında ve siyasal planda ittifak içinde olduğu emekçi sınıflardan gelmektedir. Bu değerlerin başında eşitlik, özgürlük ve kardeşlik idealleri bulunuyor. Söz konusu değerlerin taşıyıcılarını, ressam Bruegel’in tablolarındaki çalışan köylü sınıfları ve emekçileri olarak saptamak olanaklıdır.
Rönesans’ı izleyen yıllarda ortaya çıkan filozoflar kuşağının düşüncelerindeki demokratik değerler de tarih sahnesine yeni çıkmakta olan emekçi sınıfların talepleri olarak okunmalıdır. Montaigne ve Descartes’tan, Leibniz’e; Hobbes’tan Spinoza’ya kadar pek çok filozofun metinlerindeki hümanist fikirleri emekçilerin talepleri olarak düşünmek yanlış değildir. 15. ve 16. yüzyılların hümanist fikirleri, 17. ve 18. yüzyıllarda Aydınlanma olarak devam etmiştir. Burjuvazi için meydana çıkan aydınlanmanın emekçileri de aydınlattığı söz konusu değildir. Tersine hem ekonomiye hem de politik iktidara egemen olan kapitalizm, ekonomiyi olduğu denli sanatsal etkinlikleri de koşullamıştır. Son iki yüzyıllık süreç dikkate alınarak söylenebilir ki kapitalizm, kısmi devrimciliğini bile rafa kaldırmış, estetik çerçevede de gericileşmiştir.
Burjuva İdeolojisi, Değiştirme İlkesinden Yoksundur
Burjuvazinin tek başına iktidar olmasının sanata yansıması ise, estetik alanda bir muhafazakârlaşma olarak kendini göstermiştir. Toplumsal olay ve olguların, yalnızca yorumlanmasını merkezine alan eserler; insanı tanımlayan, sadece onları analiz eden ve değerlendiren eserler egemen olmaya başlamıştır. Özcesi, değişme ve dönüştürme ilkesi burjuvazinin literatüründen çıkmıştır. O artık statükoyu, durağanı temsil etmektedir. Onun tarihine egemen olan da budur. Burjuvazinin değişme kategorisini canlı tutması kendi ayağına kurşun sıkması anlamına geldiği için -çok kısa bir dönem hariç- tutucu olmuştur, her geçen gün de tutuculaşmaktadır. Feodalizme karşı değişimi temel alan, yorumu tali gören bu yeni sömürücü sınıf, iktidarını garanti ettiğinde yorumu temel, değişimi tali plana itmiş hatta gündeminden çıkartmıştır. Günümüzde de bu düşüncenin ve sanat anlayışının geçerli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Ülkemizde yansımasını görmek için yalnızca Yaşar Kemal örneği ilginç olabilir. İnce Memed adlı eser yakından incelendiğinde “ağalık” eleştirisiyle sınırlı kalmış, kurulu düzeni, bir bütün olarak değil, değiştirilmesi gerektiğini göstermek, sermaye eleştirisi bile yapılamamıştır eserde. Üstelik yoksul köylülüğün ekonomik-sosyal durumunu yansıtmış olmasına ve bu nedenle de sol, sosyalist çevrelerce önemsenmesine rağmen.
Devrimci-sosyalist sanat anlayışı ise insan ve topluma dair analiz ve yorumları kabul etmekle birlikte onu aşan bir pozisyonda durmaktadır. Devrimci-sosyalist sanat, yalnızca değerlendiren değil, mevcut olay ve olguları değiştirmeyi hedefleyen, yalnız sorun saptayan ya da insan ve toplumu gösteren değil onları değiştirip dönüştürmeyi amaçlayandır. Bu anlamda sanat, Kant’ın söylediği gibi “kendisi için” yapılan bir etkinlik değildir. Tersine Hegel ve Marx’ın dediği gibi “kamu için” yapılan etkinliktir. Demek ki, ekonomik ve politik planda zayıfken değişimi ve dönüşümü savunan burjuvazinin sanat anlayışı “ilerici ve devrimci” bir öz de taşıdığı halde; iktidara gelmesinden sonra tutuculaşmıştır. Yani burjuvazi, iktisaden güçlenmesinin sonucunda estetik planda da tutuculaşmıştır. Dolayısıyla nasıl ki siyasal ve sosyal devrimlerin öncülüğü proletarya güçlerine geçmişse estetik ürünlerin üretimi de aynı biçimde işçi ve emekçi sınıfların üzerine kalmıştır.
Estetikteki Kriz ve Bunalım Sanatı
1870’li yıllar Batı’da serbest rekabetçi dönemden tekelci kapitalizme geçildiği yıllar olarak gösterilir. Ekonomik kriz teorisi açısından bu tarih burjuvazinin bunalıma girdiği ve gericileştiği yıllar olarak belirtiliyor. Bunu Marx’ın Kapital adlı yapıtından, Rosa Luxsemburg ve Lenin gibi Marksist düşünürlerin söylediklerinden anlayabiliyoruz. Burjuvazinin yalnızca tekelci kapitalizm döneminde değil, tarihi boyunca gerici bir sınıf olduğu tartışması bir yana, anılan yıllarla birlikte estetik alanında bir bunalım yaşanmaya başladığını kabul etmek gerekiyor. Balzac’tan Tolstoy ve Dickens’e kadar pek çok ünlü sanatçının eserlerinde bile gerçekçilik adına yalnızca gerçekler gösterilmiştir. Oysa aslolan gerçekliğin değiştirilmesidir. Bu yaklaşım bize Marx’ın Feuerbach üzerine 11. Tez’ini değişik bir biçimde söyleme imkânı vermektedir: Şimdiye kadar sanatçılar dünyayı yalnızca yorumladılar; oysa aslolan dünyayı değiştirmektir. Kaldı ki Balzac ve benzerleri gibi köklü sanatçılar gerçekliği yansıtmada yeterli olsalar da, “gericilik yıllarının” köksüz sanatçıları gerçekliği bile ortaya koyamayacak denli bunalım içinde olmuşlardır. Proust’tan Joyce, Beckett ve Kafka’ya kadar pek çok sanatçı adeta bunalım sanatı/edebiyatı yapmışlardır.
Ülkemizdeki gelişme de bu anlayışa eşlik etmiştir. Tanzimat’ın ilk kuşak sanatçılarına, Şinasi, Namık Kemal, Hüseyin Rahmi, R. Mahmut Ekrem hatta Tevfik Fikret eserlerinde Osmanlı’nın modernleşmesini göstermekten ileri gidememiş, birçokları da çözümü imparatorluk sisteminin onarılmasının sanatını yapmakta bulmuştur. Bu tarz düşünüş ve davranış tarzının epistemolojisi büyük oranda teolojidir/teolojiktir. Ne Tanzimat kuşağında ne de Cumhuriyet kuşağının yazarlarında emekçiler, yoksul köylüler, ezilen kadınlar ve ezilen uluslar konu edilmiştir. Bu yüzden Cumhuriyet kuşağının sanatına kaynaklık eden epistemolojinin milliyetçilik olduğu söylenebilir. Hatta yukarıda andığım ve halkçı ya da muhalif çizgide olduğunu düşündüğümüz Yaşar Kemal’den Fakir Baykurt’a kadar pek çokları, insanlığı kurtarabilecek biricik sistemin sosyalizm olduğunu sanatlarında göstermemişlerdir. Toplumsal sorunlarla ilgilenmekle yetinmişlerdir. Buna karşılık gelen politik düşünce halkçılık olabilir. Yalnızca girişte adları anılan Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Yılmaz Güney, Muzaffer Oruçoğlu ve bunların temsil ettiği çizgideki yazar, şair, müzisyen, sinemacı ve ressamların kurulu düzeni aşan eserler verdiklerini görüyoruz. Bu kulvarda sanat yapan sanatçıların yaslandığı genel bilinç durumu Marksist epistemolojiye tekabül etmektedir. Ekonomik krizlerin, emekçiler lehine çözülmesinde rolleri olabilecek sanatçılar da ancak bu kulvardaki sanatçılar olabilir.
Sosyalizm: Sanatsal Krizden Çıkışın Yolu
K.Marx, Manifesto’da kapitalizmin neden aşılması gereken bir sistem olduğunu gerekçeleriyle ortaya koymuştu. Ömrünü kapitalist-emperyalist sistemi alaşağı etme mücadelesiyle geçiren Lenin de “Sosyalizm ve Savaş” başlıklı yazısında şöyle yazmıştı: “Sermaye, feodalizme karşı mücadelesi içinde ulusların kurtarıcısı olmaktan, emperyalist aşamasında ulusların karşısındaki büyük zalim haline gelmiştir. Kapitalizm, eskiden ilerici iken bugün gerici olmuştur.”Kapitalizmin eskiden ilerici olup olmadığı tartışması bir yana bugün için gerici olarak tanımlanması tezimiz için yeterlidir. Bu durum öncelikle burjuvazinin üretim alanında da kendi yeteneklerini kullanmayacağı, eski sınıflarla ittifak etmekten çekinmeyeceği; göz açan, bilinçlendiren eserler vermeyeceğini de işaret etmektedir. Yani bir dönemler üretim güçlerinin önünde feodalizm ne denli engel çıkarıyorsa bugün de burjuvazi aynı rolü oynamaktadır. Batı edebiyatının sözgelimi yeni bir Cervantes’i, ya da Balzac’ı olmadığı gibi Rus edebiyatının yeni bir Gogol’u veya Tolstoy’u bulunmuyorsa bunun bir nedeni olmalıdır. Burjuva anlamda bile olsa bir devrimci sanatçı sorunu ve sınırlılığı varsa bu durum estetik krizin varlığını gösterir ve buradaki kriz de ekonomik krizle doğrudan ilişkilidir. Zorlama bir ifadeyle, estetik krizin ekonomik krizden kaynaklandığı bile söylenebilir.
Dünya halklarının ve emekçi sınıfların ekonomik ve estetik krizden kurtulmalarının yolu aynıdır: Sosyalizm. Dünya ve ülkemiz Marksist hareketleri ekonomik kriz kavramına oldukça aşinadır. Bu alanda pek çok literatür de mevcuttur. Ekonomik krizlerin bir sonucu olarak politik krizlerden de söz edilir. Çünkü ekonomik kriz ile politik/siyasal kriz arasında bağ kurmak zor değildir. Ne var ki estetik ve etik alandaki krizler henüz dikkate alınmıyor. Sosyalizm teorisinin içinde estetik krizin yer almaması bir eksiklik olduğu için sınıf mücadelesinde yeterince yararlanılmış değildir. “Sanat cephesi” deyiminde olduğu gibi bir cephe olarak görülse de ekonomik mücadele ya da politik mücadele kadar ön plana çıkmış değildir estetiğin alanı. “Marksist estetik” deyiminin kullanılıyor olması olumludur ve birçok Marksist sanat teorisyeninden söz edilse de; estetik, burada altı çizildiği gibi kriz terimiyle birlikte kullanılmış değildir.
Mistik, milliyetçi/ulusalcı ve liberal kesimlerin maddi ve hukuksal olanaklara rağmen sanat alanındaki yetersizlikleri, kısırlıkları, kötümserlikleri için ne denilebilir? Nobel ödülü verilmiş olsa bile günümüzün ve ülkemizin popüler romancıları olan Orhan Pamuk, ayrıca Elif Şafak, Ahmet Ümit ve benzerlerinin eserlerinin içeriksiz olarak kurulmuş olmasını analiz etmek neden kolaydır? İki sorunun yanıtı da aynı olgu durumunda yatıyor sanırım. Sanatın iki temel özelliği içerik ve biçim olarak düşünülürse, burjuvazinin içeriği oluşturacak sözü, tabir yerindeyse bitmiştir. Çünkü kapitalizm sanatın içeriğini oluşturacak sözleri ilk dönem sanatçılar kuşağına söyletmiştir. Sahkespeare’den G. Flubert’e, Voltaire’den Hugo’ya, S. Dali’ye ve benzerlerine, temsil ettiği içeriği yazdırmıştır/çizdirmiştir. Bu anlamda “burjuva sanatının sonu” ifadesi zorlama bir ifade değildir.
Lekelerden, konserve kutularından, kullanılmış gözlük ve ayakkabılardan yapılan kolajlara sanat denmesi (pop art misali) sanatın bittiğini işaret eder. Rakamlarla şiir yazma ya da noktalama işaretlerini kullanmadan edebi metin, örneğin roman yazma, hiçbir mesajı olmayan, anlamını sözümona izleyiciye bırakan resim tablolarına başvurmak burjuvazinin estetik kriz içinde olduğuna örnekler olarak düşünülebilir. Fransız şair C. Baudelaire, kitabına Kötülük Çiçekleri adını verebiliyor. Bizim “Garip” ve “İkinci Yeni” gibi şiir akımlarını da sosyalist-gerçekçi şiire karşı pozisyon aldıkları için benzer çerçevede değerlendirmek yanlış olmaz. A. Allan Poe’nun insana değil kargaya şiir yazması gibi Orhan Veli de nasır’a şiir yazmıştır.
Estetik Bakışta Paradigma Değişikliği
Bu kötümser anlayış, ağacı gören ama ormanı görmeyen, görüntüyü ve detayı öne çıkarıp öz’ü pas geçen, bir bakıma özsel olanın üzerine perde çekmek anlamına gelir. Dolayısıyla “estetik kriz” tezinden Marksizme bağlanmak olasıdır. Çünkü burjuva estetiğinin kriz içinde olduğunu ileri sürerek savunduğumuz “yeni estetik” Marksizmin açtığı yolda ilerleyerek inşa edilebilir. Devrimci/sosyalist estetik, Marksist düşünce sistemiyle birlikte sanat alanında epistemolojik bir kesinti yaşandığını ileri sürmektedir. Yani toplumcu felsefe ile birlikte sanatta da paradigma değişmiştir. Yeni paradigma sanatın konusunun, biçiminin, içeriğinin ve yönteminin değiştiğini söylemektedir. Sanata emek kategorisi Marksizmle birlikte girmiştir. Emekçi sınıflar, yoksul köylüler, işçiler, kadınlar, ezilenler, mağdur edilenler sanatın figürleri halini almıştır. Sanatın üreticileri ve aktörlerinin sınıfsal konumlarında da değişiklik olmuş; emekçi diyebileceğimiz kesimlerden sanatçılar çıkmaya başlamıştır. Daha önemlisi “yeni estetiğin” (Marksist estetik) sanatçıları olayları, olguları, dünyayı, toplumu ve nihayet insanı Marksist dünya görüşünden izlemeye başlamışlardır. Bu sanatçılar kuşağı dünyayı yansıtırken onun devrimci-sosyalist tarzda yeniden inşa edilmesini savunmaktadırlar. Bu anlamda Marksizm, günümüzün hümanizması olmuş ve üstelik devrimci/sosyalist bir nitelik kazanmıştır; işte bu hümanizm idesi için, adeta burjuvazinin elinde baş aşağı dururken şimdi Marksist sanatçılarca ayakları üzerine oturtulmaktadır denilebilir.
Burjuvaziye paralel olarak gelişen sanatta bunalımı görmek için özellikle 1870’li yıllardan günümüze kadarki sürece bakmak yeterli olabilir. Bu sürede her iki buçuk yıla bir sanat akımı düşüyor denilir ki, oldukça öğreticidir. Burjuva gerçekçiliğinden, dışavurumculuğa, kübizmden dadacılığa, gerçek üstücülükten postmodern sanat anlayışlarına denli pek çok akım ve ekolden söz etmek olasıdır. Görünen o ki, burjuvazinin sanatta bir klasik ekol ya da üslup yaratma yeteneği kalmamıştır. Bu yüzden burjuvazinin günümüzde sanatsal kriz içinde olduğunu tekrar ederek söylüyoruz.Kapitalizm büyük bir estetik kriz içindedir. Bu bakımdan estetik alanda üslup ya da ekol yaratmak, çağa ve dünyaya devrimci bir düzen vermek için sanat yapmak proletaryanın omuzlarındadır.
Sermaye ve“Sanatın Sonu” Meselesi
Ülkemiz gerçeğinden bakılırsa şu soru anlamlıdır: Sol, sosyalist örgüt ve partilerin kültür merkezleri kurmaları, sanat ve edebiyat dergileri çıkartıyor oluşları, birçok maddi, hukuki ve entelektüel zorluğa rağmen nasıl açıklanabilir? Marx’tan Lenin’e; Engels’ten Troçki ve Mao’ya kadar pek çok sosyalist düşünür ve eylem insanı burjuvazinin yalnızca ekonomik kriz içinde değil politik, etik ve estetik alanda da kriz içinde olduğunu -dolaylı da olsa- düşünmektedir. Bu yüzdendir ki özel olarak Marksist sanat kuramcılarının (Plehanov, Kagan, Lulaçarski, Eagletonvs) ve eylem adamlarının estetikle de yakından ilgilendikleri; metin, makale ve kitap çalışmaları yaptıkları biliniyor. Sol/sosyalist kesimlerin ekonomik ve siyasal mücadeleyi estetik mücadeleye bağlamak istemeleri, bu alandaki açmazı aşmayı tasarlamaları manidardır. Ne var ki dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu estetik planda verilen sınıf mücadelesi arzulanan düzeyde değildir. Kanaatimce bu alan -tüm çabalara rağmen- ekonomik ve politik mücadelenin gölgesinde kalmış, etik ve estetik alandaki mücadele küçümsenmiştir. Oysa ekonomik ve siyasal alan gibi estetik üretim alanı da feodal, sermayeci ve emperyalist sistemin en zayıf karnını oluşturmaktadır. Bu alanda yapılacak kuramsal ve somut üretimler kitleleri özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde pozitif yönde manipüle edecektir.
Sömürücü bir sınıf olan burjuvazinin “devrimci barutunu” yitirdiği ifadesinde yer alan “devrimci barut” eğer var idiyse bunun estetik alanda da bitmiş olduğunu söylemek gerekiyor. Bu durumu Hegel, kendi düşünce sitemine bağlı olarak, birçok düşünsel etkinlikle birlikte mimariyle başlayıp; heykel, şiir, resimle devam eden sanatın roman ile sona erdiğini söylemişti. Burada ifade edilen “son” vurgusu burjuvazinin iktidarını sağlama aldığı andır. Aristokrasiyi, teolojiyi ve bunlarla bağlantılı olarak feodalizmi gerilettiği zamana tekabül eder. Bu an aynı zamanda burjuvazinin ekonomik ve politik olduğu kadar estetik krizinin de baş göstermeye başladığı dönemdir. Marksizm ve “diyalektik estetik” ise burjuvazinin “son” gördüğü yerde “süreklilik” görmektedir. “Bu daha başlangıç” şiarı basit bir klişe değil, yaşamın her alanında geçerli olan bir savsözdür.
Marx ve Engels de bir çok metinlerinde estetiği değilse de burjuva felsefesinin (spekülatif) sona erdiğini söylemişlerdir. Günümüzde felsefe ve bilimde yaşanan kriz ayrı bir yazı konusu olduğundan, yalnızca işaret etmekle yetiniyorum. Denilebilir ki kapitalizm yalnızca bir veya birkaç alanda değil, yalnızca maddi üretim süreçlerinde krizde değil entelektüel alanlarda da kriz içindedir. Daha çok teknoloji diyebileceğimiz alanda yarattığı sınırlı özgürlük ortamlarının gücüyle ayakta duruyor. Ürettiği teknolojiyi kullanmada tecrübeli olduğu için ideolojisini de etkin bir şekilde pazarlayabiliyor, yaygın kılabiliyor.
Nesneler Dünyasına ve Şeyleşmeye Karşı; İnsan ve Toplum
Kapitalizmin yalnızca ekonomik planda değil estetik planda da kriz içinde olduğunu hatta yaşamın tüm üretim alanlarında kriz içinde olduğunu söyleyen tezimizin K. Marx’a, bazı noktalarda bağlandığı söylenebilir. Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde iktidarı ele geçiren burjuvazinin, düşün ve sanatsal faaliyetlerle ilgilenmediği, “artı değer sömürüsü”ne kilitlendiği Marx tarafından şöyle açıklanıyor: “Bilimsel burjuva ekonomisinin ölüm çanı çalıyordu. Artık bundan sonra bu ya da şu teoremin doğru olup olmaması değil, ama sermayeye yararlı mı yoksa zararlı mı, gerekli mi yoksa gereksiz mi, siyasal bakımdan tehlikeli mi tehlikesiz mi olduğu sözkonusuydu. Tarafsız incelemelerin yerini ücretli yarışmalar, gerçek bilimsel araştırmaların yerini kara vicdanlı ve şeytanca mazur gösterme eğilimleri almıştı.”(Kapital-1, 2. Baskıya Önsöz). Bu yarışmaları, ekranlardaki bilimsel görünümlü mistik programları, futbol tartışmalarını, magazin sunumlarını, sulandırılmış açık oturumları sıklıkla görmekteyiz. Toplumun aklına, bilgisine değil de duygularına hitap eden programların belirleyiciliği hemen fark edilir. Tarafsızlık adına yapılan karşılaşmalarda emek değerlerine, nitelikli sanat ve düşün ürünlerine de negatif tepki gösterilir.
Ekonomik ve estetik krizden çıkmak amacıyla, kitlelerin duygularına, sezgilerine, milli değerlerine, dinlerine; yani ilkel ya da içgüdüsel diyebileceğimiz yanlarına mesaj verilerek beyinleri yanlış bilinçle kuşatılır. Amaç, maddi ve entelektüel ürünlerden yoksun kalmayı kitlelerin kaderiymiş gibi göstermektir. Burjuvazinin bunu kaba saba bir propaganda faaliyeti olarak düşündüğünü söylemek zordur. Tezimizle çelişir. Propaganda boyutu olmakla birlikte, gerçekte ve daha önemlisi burjuvazinin doğa/çevre, insan ve toplum sorunlarını çözebileceği bir entelektüel enerjisinin kalmadığıdır. İnsansız ve özsüz/içeriksiz sanat eserlerinin yaygınlığı, bu eserlerde nesnelerin ve nesneler arası ilişkilerin; insan ilişkileri ve sınıf ilişkilerinin yerini almış olması bunun kanıtıdır.
Felsefi materyalizm bakımından entelektüel enerji ya da konumuz açısından sanatsal yetenek aristokrasinin miadını doldurması üzerine burjuvaziye geçmişti, çağımızda ve günümüzde ise bu yetenek, yaratıcılık ve yenilik ruhu emekçi sınıflara, proletaryaya geçmiştir. Dolayısıyla pembe ya da beyaz dizilerle, bırakalım gerçekliği yansıtmayı en bariz gerçeklerin bile üzerini örten sanat eserleriyle, biçimden ibaret edebi metinlerle, yalnızca renkleri armonik bir tarzda kullanarak çizilen tablolarla, saçmayı estetik değer sayan tiyatroyla sanatsal krizin aşılması söz konusu olamaz. Sanat alanındaki krizi; estetik üretimini, sınıf mücadelesinin bir parçası olarak kavrayan ve bunu ekonomik ve politik kriz teorisiyle birleştirerek ele alan, sınıf bilinçli proletarya aşabilir.
(MEHMET AKKAYA - http://sanatvehayat.org/ekonomik-kriz-teorisi-sanat-ve-sosyalizm/)