“Elbette namus ve iffet mahallede olduğundan daha fütursuz bir şekilde saldırı sebebi sanal sokaklarda. Çünkü saldıranların sahici kimlikl...
“Elbette namus ve iffet mahallede olduğundan daha fütursuz
bir şekilde saldırı sebebi sanal sokaklarda. Çünkü saldıranların sahici
kimlikleri yok, dolayısıyla küfürlerinin de haddi hesabı yok. Bu küfürler iffet
için, ahlak hatta dini değerler için atılmıyor muydu güya… Öyleyse maskelerin
anlamı ne ve nerede olursa olsun sarf ettiğimiz çirkin cümlelerin hesabını
vereceğimiz bir gün yok mu? Linç kültürü, bir fikre sahip olma korkusunun da
eseri. Fikir zayıflığıyla kalp zayıflığı aslında aynı şey”
Bir profil var, eski mahallelerin racon kesen tiplerini
hatırlatan bir dille sosyal medyada kendince kusurlu kesimleri konuşamaz hale
getirmeyi iş ediniyor. “Söyletmen vurun” tarzına özgü bir dille tutuyor siber
sokakların başlarını. Kaybolmaya yüz tutan mahalleye özgü korunma ve denge
mekanizmaları yok bu sokakların oysa.
Mahallenin racon keseni risk alırdı, kendine has erdemlere
sahip olmak zorundaydı, hiç olmazsa cami avlusunda ezanın okunmasını bekleyen
ihtiyarlardan utanırdı ayıplı bir cümle diline geldiğinde. “Siber zorba”nın
tabi olduğu biricik kural hedef aldığı kişiyi konuşamaz, insan içine çıkamaz
hale getirecek “kezzap” hücumları gerçekleştirmek.
Ona buna ayar vermeye çalışanın cürmü yanına kalacak değil,
küfür öncelikle sahibini tüketir çünkü. Ra’d Suresini n 17. ayetini
hatırlayalım: Sel üstündeki köpük kaybolup gidecek, insanlığa yarar sağlayandır
kıymetli ve kalıcı olan.
Elbette namus ve iffet mahallede olduğundan daha fütursuz
bir şekilde saldırı sebebi sanal sokaklarda. Çünkü saldıranların sahici
kimlikleri yok, dolayısıyla küfürlerinin de haddi hesabı yok. Bu küfürler iffet
için, ahlak hatta dini değerler için atılmıyor muydu güya… Öyleyse maskelerin
anlamı ne ve nerede olursa olsun sarf ettiğimiz çirkin cümlelerin hesabını
vereceğimiz bir gün yok mu? Linç kültürü, bir fikre sahip olma korkusunun da
eseri. Fikir zayıflığıyla kalp zayıflığı aslında aynı şey.
Okumuyor, yazmıyor, ama ön yargıları üzerinden ve cehaleti
de yücelterek düşünen insanları tekfire çağırıyor. Devletin ya da yetkili
kurumların dolduramadığı mevzuat boşlukları, bu sözde bıçkınların ahkam kesme
alanı haline gelmekte…
Bıçkın ahkâmı, kullanan kadın veya erkek olsun fark etmeden
kadınlara “iffet” üzerinden yönelen bir baskıyı yeniden üretiyor. O cümleyi
nasıl kurar, geçmişte neler söylemiş, erdemleri değerleri mi çiğnemiş, profil
fotoğrafı nasılmış, kendini nasıl teşhir edermiş… Memleketin hali ortada, bir
darbe girişiminin yıldönümü yaklaştı, halka ateş açanları yönlendiren üst düzey
sorumlular henüz belirlenmiş bile değil, bununla bağlı yargı sürecinin sebep
olduğu hukuksuzluklar diz boyu, kim FETÖ kim değil karıştıran bir medya dili
kirliliği hakim ortama, İslam Âlemi ırkçılık ve mezhepçilik gibi sebeplerle
birbirini tüketiyor öte yandan… Bunlar yaşanırken bir de birbirimizi öldürmemiz
için sürekli varlığımızı yoksullaştıracak silahlar satın alıyoruz ABD’den,
çeşitli yoksulluklarımızdan bazılarını ortadan kaldırabilecek bütçe birbirimizi
öldüreceğimiz silahlara ayrılıyor. Bu kısır döngüden nasıl kurtulabileceğimizin
sorusu sanki bir kez daha Müslüman kadınların hal ve hareketlerindeki
“yozlaşma” söylemiyle geri planda tutulabilir. “Biz”e ait olan temel ahlaki
meselelerdeki bu indirgemeciliğin bir anlamı olmadığını Musa Carullah yüz sene
önce ‘Hatun’da yazmıştı.
Sosyal medya ayarcısına göre başa gelen belaların başlıca
sebebi ve sorumlusu işte şu şekilde şöyle renkte bir şalla başını örttüğü için
filanca profilin sahibi kız… Kadınlara dönük bir çifte standartla yürüyen
ahlakilik baskısı, ideal kadın olarak hep bir olmayana, mesela uzak bahçelerin
Monna Rosa’sına kıyasla sürüp giden bir kusursuzluk, saflık beklentisine
dayanıyor. Bu beklentilere dair maddelerin dindarlıkla bir ilgisi hiç yok, dini
hassasiyet sadece elverişli bir gerekçe. Aslında sosyal medyada saldırıya
uğrayan başörtülü kızların bütün kusuru hiç mevcut olmayan bir kadın
olamamaktan ileri geliyor, yani bir tür namevcudiyeti gerçekleştirememenin
bedelini ödemeleri gerek.
Dini söylemlere karışan hurafat, fitne fesat kaynağı bir
kadın tanımlıyor ve tuhaftır, bazen kadınları da inandırıyor kolaylıkla yoldan
çıkma potansiyeline. Ahlakı ve iffeti sadece kadın üzerinden tanımlayan bu
yargıçlık yalnızca erkeklerin eseri olmayan ve iyi şeylere özgü umudu tüketmeye
dönük bir yargılar manzumesine sahip. Modernistlerin bu hurafelerden uzak
olduğu söylenemez. Cumhuriyet döneminin ilk kırkı yılının –bazıları Muhsin
Ertuğrul imzasını taşıyan- filmlerinde bir mücevherle sokağa düşecek gösteriş
düşkünü, şirret kadın tipler işleniyor. “Sokağa düşmek” anahtar ibare belki de.
Linç, yoldan çıkmış olanı işaret eder ve damgalar. Kadınları “etekli şeytan”
olarak tanımlayan bir tür zihniyet yüzünden ne çok kadın laf söz olmasın diye
çaba ve emellerini bastırdı!
Hegemonya kurma, tahakküm arzusu, klişelerin hakikatleri
örtbas etmesi gibi bir sonuç ortaya koyuyor. Bununla da terakki sağlanmıyor
tabii.
Sokağın iki yanlı bir tehdit olarak tanımlandığı
Cumhuriyet’in başlarındaki agorafobik dönemin ardından Müslüman kadınlar
kamusal alana –insiyaki olarak- kendilerini çirkinleştirerek çıkmayı bir çözüm
saymışlardı. Yeni kurallarla oluşan kamuda korunma çabası Kemalist kadınların
da eril bir duruş takınma hallerinde kendini gösteriyordu. Benzeri bir eril
maske 1980’lerin, İslamcı kadınlarının ifadelerinde de fark edilebilir.
Çirkinleştirme döneminin depresyonu tüketim. Tüketim aynı
zamanda dönemimizin alâmetifarikası, her kesimde. Fakat genç kızın sosyal
medyadaki profili bir yalandan dolandan ibaretse, ayarcılarınki de berrak,
sahih değil. Profil şemalarında sinemadan, tarihten ödünç alınmış resimler
bulunuyor genellikle.
Fakat bu insanlara da yazık değil mi? Bazen inanç ve vicdan
komiseri oluyorlar bazen tesettür devriyesi. Bunun için mi geldiler dünyaya…
Muhtemelen genç yaşları; böylesine anlamdan yoksun bir hücum ağında kendi
biricikliklerine has olabilecek bütün imkan ve ihtimalleri harcamaları acıklı.
Daha kötüsü ise oluşturdukları etki ağıyla gerçek kişilerin dillerini de
etkileyip yalan dalgasına dahil etmeleri.
Daha tabii olmak, kendi adına konuşmak, kendine ait bir
fikirle meydana çıkmak niye mümkün olamıyor? Mahmut Erol Kılıç, tekke ve
zaviyelerin kapatılması nedeniyle mahrum kalınan edep dilinin altını çiziyordu
bir söyleşisinde. İçeriğini tazeleyebilmiş bir kamusal muaşeretimiz yok.
Üstelik aşina sokaklar hızla yok olurken samimi bir arayış içindeki
gençlerimizin dünyanın gidişatına özgü sorgulamaları siber sokakların karanlık
bekçilerinin şiddet dili içinde duyulmaz hale geliyor.
Orada bir şeyler değişecek oysa, orada bir şeyler henüz
oluşmakta… Rol yapmaya, zorbalığa, yalana talana değmeyecek kadar kısa hayat.
Kendi kendini kandırmaya da o kadar fırsat yok aslında.
(CİHAN AKTAŞ – HABERİYAT.COM)