Page Nav

HIDE

DÜNYANIN SESİ

GRID_STYLE

EN YENİLER

SHOW_BLOG

SON YAZIDAN

İnanç müfettişleri, tesettür devriyeleri…

“Elbette namus ve iffet mahallede olduğundan daha fütursuz bir şekilde saldırı sebebi sanal sokaklarda. Çünkü saldıranların sahici kimlikl...

“Elbette namus ve iffet mahallede olduğundan daha fütursuz bir şekilde saldırı sebebi sanal sokaklarda. Çünkü saldıranların sahici kimlikleri yok, dolayısıyla küfürlerinin de haddi hesabı yok. Bu küfürler iffet için, ahlak hatta dini değerler için atılmıyor muydu güya… Öyleyse maskelerin anlamı ne ve nerede olursa olsun sarf ettiğimiz çirkin cümlelerin hesabını vereceğimiz bir gün yok mu? Linç kültürü, bir fikre sahip olma korkusunun da eseri. Fikir zayıflığıyla kalp zayıflığı aslında aynı şey”


Bir profil var, eski mahallelerin racon kesen tiplerini hatırlatan bir dille sosyal medyada kendince kusurlu kesimleri konuşamaz hale getirmeyi iş ediniyor. “Söyletmen vurun” tarzına özgü bir dille tutuyor siber sokakların başlarını. Kaybolmaya yüz tutan mahalleye özgü korunma ve denge mekanizmaları yok bu sokakların oysa.

Mahallenin racon keseni risk alırdı, kendine has erdemlere sahip olmak zorundaydı, hiç olmazsa cami avlusunda ezanın okunmasını bekleyen ihtiyarlardan utanırdı ayıplı bir cümle diline geldiğinde. “Siber zorba”nın tabi olduğu biricik kural hedef aldığı kişiyi konuşamaz, insan içine çıkamaz hale getirecek “kezzap” hücumları gerçekleştirmek.

Ona buna ayar vermeye çalışanın cürmü yanına kalacak değil, küfür öncelikle sahibini tüketir çünkü. Ra’d Suresini n 17. ayetini hatırlayalım: Sel üstündeki köpük kaybolup gidecek, insanlığa yarar sağlayandır kıymetli ve kalıcı olan.

Elbette namus ve iffet mahallede olduğundan daha fütursuz bir şekilde saldırı sebebi sanal sokaklarda. Çünkü saldıranların sahici kimlikleri yok, dolayısıyla küfürlerinin de haddi hesabı yok. Bu küfürler iffet için, ahlak hatta dini değerler için atılmıyor muydu güya… Öyleyse maskelerin anlamı ne ve nerede olursa olsun sarf ettiğimiz çirkin cümlelerin hesabını vereceğimiz bir gün yok mu? Linç kültürü, bir fikre sahip olma korkusunun da eseri. Fikir zayıflığıyla kalp zayıflığı aslında aynı şey.

Okumuyor, yazmıyor, ama ön yargıları üzerinden ve cehaleti de yücelterek düşünen insanları tekfire çağırıyor. Devletin ya da yetkili kurumların dolduramadığı mevzuat boşlukları, bu sözde bıçkınların ahkam kesme alanı haline gelmekte…

Bıçkın ahkâmı, kullanan kadın veya erkek olsun fark etmeden kadınlara “iffet” üzerinden yönelen bir baskıyı yeniden üretiyor. O cümleyi nasıl kurar, geçmişte neler söylemiş, erdemleri değerleri mi çiğnemiş, profil fotoğrafı nasılmış, kendini nasıl teşhir edermiş… Memleketin hali ortada, bir darbe girişiminin yıldönümü yaklaştı, halka ateş açanları yönlendiren üst düzey sorumlular henüz belirlenmiş bile değil, bununla bağlı yargı sürecinin sebep olduğu hukuksuzluklar diz boyu, kim FETÖ kim değil karıştıran bir medya dili kirliliği hakim ortama, İslam Âlemi ırkçılık ve mezhepçilik gibi sebeplerle birbirini tüketiyor öte yandan… Bunlar yaşanırken bir de birbirimizi öldürmemiz için sürekli varlığımızı yoksullaştıracak silahlar satın alıyoruz ABD’den, çeşitli yoksulluklarımızdan bazılarını ortadan kaldırabilecek bütçe birbirimizi öldüreceğimiz silahlara ayrılıyor. Bu kısır döngüden nasıl kurtulabileceğimizin sorusu sanki bir kez daha Müslüman kadınların hal ve hareketlerindeki “yozlaşma” söylemiyle geri planda tutulabilir. “Biz”e ait olan temel ahlaki meselelerdeki bu indirgemeciliğin bir anlamı olmadığını Musa Carullah yüz sene önce ‘Hatun’da yazmıştı.

Sosyal medya ayarcısına göre başa gelen belaların başlıca sebebi ve sorumlusu işte şu şekilde şöyle renkte bir şalla başını örttüğü için filanca profilin sahibi kız… Kadınlara dönük bir çifte standartla yürüyen ahlakilik baskısı, ideal kadın olarak hep bir olmayana, mesela uzak bahçelerin Monna Rosa’sına kıyasla sürüp giden bir kusursuzluk, saflık beklentisine dayanıyor. Bu beklentilere dair maddelerin dindarlıkla bir ilgisi hiç yok, dini hassasiyet sadece elverişli bir gerekçe. Aslında sosyal medyada saldırıya uğrayan başörtülü kızların bütün kusuru hiç mevcut olmayan bir kadın olamamaktan ileri geliyor, yani bir tür namevcudiyeti gerçekleştirememenin bedelini ödemeleri gerek.


Dini söylemlere karışan hurafat, fitne fesat kaynağı bir kadın tanımlıyor ve tuhaftır, bazen kadınları da inandırıyor kolaylıkla yoldan çıkma potansiyeline. Ahlakı ve iffeti sadece kadın üzerinden tanımlayan bu yargıçlık yalnızca erkeklerin eseri olmayan ve iyi şeylere özgü umudu tüketmeye dönük bir yargılar manzumesine sahip. Modernistlerin bu hurafelerden uzak olduğu söylenemez. Cumhuriyet döneminin ilk kırkı yılının –bazıları Muhsin Ertuğrul imzasını taşıyan- filmlerinde bir mücevherle sokağa düşecek gösteriş düşkünü, şirret kadın tipler işleniyor. “Sokağa düşmek” anahtar ibare belki de. Linç, yoldan çıkmış olanı işaret eder ve damgalar. Kadınları “etekli şeytan” olarak tanımlayan bir tür zihniyet yüzünden ne çok kadın laf söz olmasın diye çaba ve emellerini bastırdı!

Hegemonya kurma, tahakküm arzusu, klişelerin hakikatleri örtbas etmesi gibi bir sonuç ortaya koyuyor. Bununla da terakki sağlanmıyor tabii.

Sokağın iki yanlı bir tehdit olarak tanımlandığı Cumhuriyet’in başlarındaki agorafobik dönemin ardından Müslüman kadınlar kamusal alana –insiyaki olarak- kendilerini çirkinleştirerek çıkmayı bir çözüm saymışlardı. Yeni kurallarla oluşan kamuda korunma çabası Kemalist kadınların da eril bir duruş takınma hallerinde kendini gösteriyordu. Benzeri bir eril maske 1980’lerin, İslamcı kadınlarının ifadelerinde de fark edilebilir.

Çirkinleştirme döneminin depresyonu tüketim. Tüketim aynı zamanda dönemimizin alâmetifarikası, her kesimde. Fakat genç kızın sosyal medyadaki profili bir yalandan dolandan ibaretse, ayarcılarınki de berrak, sahih değil. Profil şemalarında sinemadan, tarihten ödünç alınmış resimler bulunuyor genellikle.

Fakat bu insanlara da yazık değil mi? Bazen inanç ve vicdan komiseri oluyorlar bazen tesettür devriyesi. Bunun için mi geldiler dünyaya… Muhtemelen genç yaşları; böylesine anlamdan yoksun bir hücum ağında kendi biricikliklerine has olabilecek bütün imkan ve ihtimalleri harcamaları acıklı. Daha kötüsü ise oluşturdukları etki ağıyla gerçek kişilerin dillerini de etkileyip yalan dalgasına dahil etmeleri.

Daha tabii olmak, kendi adına konuşmak, kendine ait bir fikirle meydana çıkmak niye mümkün olamıyor? Mahmut Erol Kılıç, tekke ve zaviyelerin kapatılması nedeniyle mahrum kalınan edep dilinin altını çiziyordu bir söyleşisinde. İçeriğini tazeleyebilmiş bir kamusal muaşeretimiz yok. Üstelik aşina sokaklar hızla yok olurken samimi bir arayış içindeki gençlerimizin dünyanın gidişatına özgü sorgulamaları siber sokakların karanlık bekçilerinin şiddet dili içinde duyulmaz hale geliyor.

Orada bir şeyler değişecek oysa, orada bir şeyler henüz oluşmakta… Rol yapmaya, zorbalığa, yalana talana değmeyecek kadar kısa hayat. Kendi kendini kandırmaya da o kadar fırsat yok aslında.

(CİHAN AKTAŞ – HABERİYAT.COM)

YAZI KATKI