İtalyan futboluna damga vuran savunmacılar: Kimileri için oyun zevkinin katili, kimileri içinse bambaşka becerilerin sahibi.


“Coverciano’daki ilk günlerimizde hocamız Ferrari, tahtaya bir çizgi çizdi ve ‘Eğer oyunu bu çizgide sürdürebilirseniz, her an çizginin üstüne yani galibiyete ulaşabilirsiniz. Fakat çizginin altına düşerseniz, galibiyete ulaşmanız imkânsıza yakındır’ diye ekledi.”

Türkiye’nin yetiştirdiği mühim savunma oyuncularından Bülent Eken’in İtalya’daki antrenörlük kursunda, ‘Başöğretmen’ Giovanni Ferrari’den ilk öğrendiği bu mantalitedir. İtalya’nın 1934 ve 1938’deki dünya şampiyonu kadrosunun meşhur sol içi Ferrari, her ne kadar ekürisi Giuseppe Meazza ile rakip savunmalara korku salsa da, savunma onun önceliğidir. Kuşkusuz bu öncelikte, futbol bilgisinin yanında tecrübelerinin de rolü büyüktür. Nitekim İtalya, 1938’de Dünya Kupası’na ulaşırken, Vittorio Pozzo’nun Il Methodo sisteminin ikili savunmasında yer alan isimler Pietro Rava ve Alfredo Foni, İtalyanların o meşhur savunma kültürünün temellerini atar. Henüz 20’li yaşlarında olan savunma erbapları, 2. Dünya Savaşı nedeniyle beynelmilel sahnede çokça yer alamasalar da, bıraktıkları miras, ileriki nesiller için ilham kaynağı olmaya yetecek cinstendir.

2. Dünya Savaşı, politik, sosyolojik ve coğrafi açıdan değişiklikleri getirirken, İtalyan futbolu da bundan nasibini almıştır. Alınan yenilgi, İtalyanların iliklerine kadar işlemiş ve psikolojilerinden, yaşamlarına uzun vadeli etkiler bırakmıştır. Futbola, saha içi yıldızlardan hiç de altta kalır etki yaratmayan La Gazetta Dello Sport Editörü Gianni Brera, kariyerinin yükselişe geçtiği 50’li yıllardan itibaren İtalyan futbolunun nasıl bir evrime tabi olması gerektiğini belirtmeye başlar. 2. Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyetin, İtalyanların fiziksel olarak diğer milletlerden geri olduğunu gösterdiğini düşünen Brera, bunun futbola da yansıdığını ve üstesinden gelmek için stratejiye ve oyun dışı faktörlere yoğunlaşılması gerektiğini belirtir. Brera’ya göre muntazam bir 90 dakika 0-0 neticelenmelidir ve bir takımın gözü her zaman rakibin zaaflarında olmalıdır. Gol için en büyük silahsa ani hücumlardır! Brera’nın bu fikirleri, 50’li yıllardan başlayarak ülke futbolu üzerinde etkili olacaktır…

Brera’nın fikirleri, İtalyan futbolunu derinden etkiledi.

1952-1953 sezonu, Milano’nun mavi-siyahlı takımı Inter için gayet müspettir. Efsane isim Meazza’nın yer aldığı kadro ile 1940 yılında kazanılan şampiyonluktan beri zirveye hasret olan takım, nihayet Scudetto (Serie A şampiyonluğu) ile ligi bitirir. 46 gol atan Inter, 73 gollü takipçisi Juventus’tan daha üretken olamasa da kalesinde 24 gol görmüştür. Bu müdafaa sisteminin mimarı ise tanıdık bir isimdir: Alfredo Foni. 30’lu yıllarda Azzuri savunmasında duvar ören Foni, Brera’nın fikirlerinden yararlanmış mıdır bilinmez ama sakarlığı ve ağırlığı ile nam salmış savunmacı Ivano Blason’u savunmanın arkasına yerleştirerek ‘libero’ kavramının temellerini atmıştır. Blason, ağır yapısında rağmen attığı uzun toplarla, sistemin olmazsa olmazı kontra atakları başlatmaktadır. Artık defansif futbol ile de zafer mümkündür. Bu futbol anlayışının üstünlüğünü sınır dışına kabul ettirenler ise ‘Bay Katenaçyolar’ Nereo Rocco ve Helenio Herrera olur.

Helenio Herrea’nın Serie A ve Avrupa’daki tahakkümünü başlatan ‘Grande Inter’ takımının bel kemiğini oluşturan isim de yine bir liberodur: Armando Picchi. Savunmacı fiziğine aykırı görüntüsü ile ilk anda pek önemsenmese de gerek oyunu geriden yönlendirmesi gerek Herrera’nın saha içindeki sağ kolu vazifesiyle çığır açar. Armando Picchi’nin oyun zekâsına, fiziksel yardımı getirenler ise adam markajı ustaları Tarchisio Burgnich ve Artistide Guarneri’dir. Picchi’nin hemen önünde oynayan ve rakip santrforlara zamkla yapışan Guarneri, İtalyan stoperlere ait olması gereken özellikleri tek bünyede toplamıştır; hızlı, çevik ve inatçı! Milano’nun kırmızı-siyahlı yakasında da savunma, kaliteli durdurucuların hâkimiyetindedir. Nereo Rocco’nun Milan’ında ilk olarak Cesare Maldini’ye emanet edilen müdafaa göbeği, ilerleyen yıllarda Roberto Rosato ile daha da güçlenir.

‘Melek Yüz’ lakaplı Rosato, 1.76’lık boyuna rağmen inatçılığı ve çabukluğuyla ‘İtalyan Duvarı’ ekolünü zirveye taşır. 1969 Avrupa Kupası Finali’nde Ajax’ın çiçeği burnunda yıldızı Johan Cruyff’a sahayı dar eden ‘Melek Yüz’, 1970 Dünya Kupası’nda da İtalya’nın final yürüyüşüne tuğla koyanlardan olur. ‘Yüzyılın Maçı’ olarak adlandırılan İtalya-Federal Almanya yarı finalinde Gerd Müller’e göz açtırmaz; tabii sakatlanana kadar. Müller, 2007’de FIFA’ya verdiği röportajda “En çok zorlandığın savunmacı kimdi?” sorusunu, mezkur maçı da yâd ederek şöyle yanıtlar: “Rosato! İtalyan Roberto Rosato. Çok sıkı markaj yapardı ama aynı zamanda centilmendi. Onunla karşılaşmak zor ve yorucuydu. İkinci yarıda, ceza sahasına girdim ve birden bir düşünce aklıma geldi; ‘Bir saniye! Rosato nerede?’ Arkamı döndüm, yoktu. Artık sahada değildi. Sakatlanmış ve oyundan çıkmıştı. Onun yerine Bugnich beni tutmakla görevlendirilmişti…” Daha sonrası malum; Rosato’dan kurtulan Müller, İtalya ağlarını iki kere havalandıracaktı…

Aynı dönemde Torino’nun büyüğü Juventus da savunmasını emin ellere bırakmayı ihmal etmiyordu. 40’lı ve 50’li yıllarda büyük santrhaf Carlo Parola’ya defansını emanet eden ‘zebra’ların 60’lardaki hücum püskürtücüsü, Sandro Salvadore’ydi. Libero pozisyonunda 12 yıl görev yapan Salvadore, bayrağı büyük bir isme devredecekti. Yeni lider, Gaetano Scirea’dan başkası değildir. Kusursuz tekniği, savunmaya komuta etme kabiliyeti ve topu, olabildiğince hızlı bir şekilde hücum bölgesine taşıması, Scirea’yı kısa sürede bir ‘Savunma Baronu’na dönüştürür.

60’lı yıllarda savunma ve forvet hattı arasında köprü vazifesi gören Sani, Suarez ve Rivera gibi oyuncuların sahneden yavaş yavaş çekildiği, Benetti, Tardelli ve Oriali gibi daha mücadeleci isimlerin defansın önündeki orta saha kontenjanını doldurmaya başladığı bu dönemde, Scirea’nın hem savunma hem de gol bölgesini hareketlendirme yeteneği, İtalyan libero sistemine yeni bir soluk getirir. Daha çok toplu oyunda kendini gösteren Scirea’nın ‘pis işler’deki yancıları Claudio Gentile ve Sergio Brio ise klasik birer İtalyan savunmacısıdır. Scirea da Beckenbauer ile değişen ‘modern libero’ anlayışının temsilcisi… Böylelikle İtalyanlar, bir ucundan da olsa dünya futbolunun değişimine ayak uydurmayı başarmıştır; hem de kendi anlayışlarından ödün vermeyerek.

‘Savunma Baronu’ Scirea

Zoff, Gentile, Scirea ve Cabrini’den oluşan Juventuslu savunma hattı, 1982 Dünya Kupası’nın anahtar bölgesi olur. Juve, bu dörtlüde tek fireyi stoper pozisyonunda vermiştir. Brio’dan rol çalan isim ise Milanlı Fulvio Collovati’dir. Euro 80’deki performansıyla Bearzot’un adamı olan Collovati, 1982 yazında takımı küme düşmesine rağmen dünya şampiyonu Azzuri’nin 11’inde yer alan tek Milanlı olmayı başarır. Uzun boyu, sürati ve çevikliği ile İtalyan raconunu sahalarda sürdüren stoper, kulüp takımındaki mesai arkadaşı Franco Baresi ile de bir hanedanlığın temellerini atmaya hazırdır, fakat işler beklenildiği gibi gitmez. 1982 yılının yazında rakip Inter’e transfer olan Collovati, Milan taraftarı için ‘dönek’ olarak kalacakken; libero Baresi, büyük ortaklık için 80’lerin sonunu bekleyecektir.

80’lerin sonu ve 90’lı yıllar, Brera’nın arzuladığı defansif muntazamlığın doruklarda olduğu dönemdir. Dönemin defans oyuncularıyla bol bol mücadeleye giren Gianluca Vialli, otobiyografisinde 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan ve 90’lı yıllarda dahi etkisini sürdüren bu savunma kültürünü, “İtalyan sistemi, çocuklara kendilerini korumaları gerektiğini öğretir. İtalyan futbolunun temelinde ise realizm vardır. Ödül, her zaman kazanana gider; iyi çocuklara ya da kurallar dahilinde oynayana değil!” sözleriyle özetler.

Evet, İtalya bu dönemde sonuca odaklı futboluyla çok canlar yakmış ve aynı derecede canlar da sıkmıştır. Oynadığı muhteşem hücum futboluyla bu can sıkıcı performansların dışına çıkan Sacchi’nin Milan’ı dahi, muhteşem bir savunma temelinin üzerine kurulmuş ihtişamlı bir yapıttır. Scirea, Salvadore, Picchi ve Cesare Maldini gibi ‘nazik’ libero anlayışını yerle bir eden Franco Baresi liderliğindeki Milan savunması, Tasotti, Costacurta ve Maldini ile hem yetenekleri hem de uyumlarından mütevellit kullandıkları sinir bozucu ofsayt tuzağı ile rakiplerine göz açtırmaz. Milli takım cephesinde ise bu dörtlüye, Inter’in haşin çocukları Bergomi ile Ferri eklenir. Rakip futbolcu ve taraftarların sinir katsayısı testi temelli zorlaşmıştır…

Brera zihniyetinin son meyvelerinden: Maldini ve Nesta.

Futbolda 90’lı yılların sonuyla başlayan değişim ve globalleşme, ‘İtalyan Tipi’ savunmacıların da sonunu hazırladı. Brera zihniyetinin son meyveleri, büyüklerinden öğrendiği savunma numaralarını kariyerinin sonlarında stoperde gösteren Paolo Maldini, ‘kısa savunmacı’ kontenjanından Fabio Cannavaro ve ‘son model libero’ Alessandro Nesta oldu. Üçlünün Euro 2000’deki ortaklığı ve Hollanda maçındaki direnişleri, bir nevi İtalyan savunma felsefesinin çırpınışlarıydı belki de. Adam adama savunma usulden sahalarda yok oluyordu ve bir nevi ‘futbol kültürleşmesi’ ile takım hâlinde topun arkasına geçmeyi beceren her takım savunma işini görebiliyordu. Picchi ile standartları belirleyen, Scirea ile değişimi yakalayan ve Baresi ile farklılık yaratan İtalyan futbolu, bir kez daha evrimi denese de, ortaya çıkan sadece ‘cyborg’ müdafilerdi. ‘Yeni model’ savunmacılar, yetenekleriyle değil, sistemlere ve birbirlerine olan uyumla başarılı olma peşine düşeceklerdi…

Bir kenara çekilip, “Niye eskisi gibi savunmacılar çıkmıyor?” sorusunun cevabını ustalara bıraktığımızda, kendi döneminin markaj uzmanı Guarneri, “Artık yetenek çok mühim değil, alanlar ve sistemler ön planda.” derken; ‘Büyük Şef’ Baresi ise olaya farklı bir açıdan yaklaşmıştı: “Devir, forvetlerin devri!” (İLHAN ÖZGEN - Socrates dergisi Temmuz 2015)
Daha yeni Daha eski