"Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadelenin Haziran İsyanı’nda, 7 Haziran’da, 16 Nisan’da somutlaşan “halk dinamiği”nin ön plana çıktığı bir konjonktürdeyiz. Ancak her konjonktür gibi bu konjonktür de değerlendirilebilirse işe yarar. Sol bu konjonktürü mutlaka ve şimdi değerlendirmek durumundadır"


Erdoğan kontrgerillanın krizini aşabilmek için kontrgerillanın açık ve doğrudan siyasi yönetimine başvuruyor. Siyasi birliğini kaybetmiş bir kontrgerilla cihazını, neoliberal sömürge kapitalizminin dört bir yanından patladığı koşullarda kontrgerillanın kurucu iradesi olan emperyalist merkezle didişerek düzene sokmak, bunun üzerinden de devlet iktidarına hâkim olmak mümkün değildir. Erdoğan’ın açık faşizm girişimi çökmeye mahkumdur. Sorun bu çöküş anını ortaya çıkaracak sürecin heterojen tabiatını doğru bir biçimde saptamak ve Erdoğan faşizminin çöküş anını sömürge faşizminin yıkılış anına dönüştürmektir.

Erdoğan faşizminin çöküş süreci heterojen bir süreçtir. Erdoğan faşizminin çöküş sürecinin iki güçlü kurucu çelişkisi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Erdoğan iktidarı ile emperyalist merkez(ler) ve oligarşi arasındaki çelişkidir. İkincisi ise devrimci sınıflar ve toplumsal kümeler ile Erdoğan faşizmi ve dinbaz-neoliberal yıkıcılık arasında bulunan (ve artık bir halk isyan(lar)ı sürecini başlatmış olan) çelişki ve çatışmalardır. Erdoğan faşizmini yıkıma götüren sürecin kurucusu olan bu iki güçlü çelişki kümesi birbirinden kategorik olarak farklı kaynaklara ve siyasal-toplumsal güç merkezlerine dayanmaktadır. Sürecin heterojen karakteri bu heterojen temelden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Erdoğan faşizminin yıkılışı süreci sömürge faşizminin yıkılışına varabileceği gibi onarımı sonucunu da verebilir.

Emperyalizmin ve oligarşinin gönlünde yatan

Emperyalist merkezler ve oligarşinin Erdoğan karşısında gönlünde yatan siyasi alternatifin iki vazgeçilmez unsuru bulunmaktadır: Türkiye kontrgerillasının emperyalist stratejiyle uyumlu bir siyasi birliğinin sağlanması ve neoliberal sömürge kapitalizminin krizinin benzer krizlerde olduğu gibi bir “iflas planı”na alınması. Bugün, yarın veya orta vadeli gelecekte ama mutlaka yaşanacak olan Erdoğan faşizminin çöküş anında emperyalizm ve oligarşinin arkasında duracağı siyasi alternatif bu iki temel politikayı kabullenen bir formül olacak. Tıpkı Mübarek yıkılırken doğan siyasi boşluğu Mursi’nin, Mursi yıkılırken doğan siyasi boşluğu Sisi’nin doldurmasında olduğu gibi.

Emperyalistlerin ve oligarşinin bu tercihini gerçekleştirmek için Erdoğan’ın yıkılış anını bekleyeceğini de düşünmemeli. Türkiye’deki düzen partilerinin emperyalistlere ve oligarşiye hoş görünecek bu tip bir alternatifi üretmek için hiçbir girişimde bulunmadığı da düşünülmemeli. Her iki kesim de çoktandır bu çöküş sürecinin kendi meşreplerine uygun alternatiflerini üretmeye çalışıyorlar.

2013 Haziran’ından bu yana her iki taraf da böyle bir alternatifi somutlaştırmanın peşinden koşuyor. Böyle bir alternatifinin olmazsa olmazının “merkez sağın hegemonyasındaki bir sağ-sol koalisyonu” olduğu anlaşılıyor. Haziran İsyanı’nın ardından bu nitelikte bir alternatifi Mart 2014 yerel seçimlerinde Mustafa Sarıgül ve Mansur Yavaş üzerinden pişirmeye çalıştılar; olmadı. Ardından Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu ile aynı yönde bir tuluat sergilendi; yine olmadı. Çünkü merkez sağ hegemonyasındaki bir koalisyon, halkın Erdoğan faşizmine karşı direniş enerjisini dışlamaktadır ve halkın enerjisini dışlayan siyaset mühendisliklerinden Erdoğan’ı devirebilecek bir iktidar alternatifi çıkmamaktadır.

“Sola odaklı” halk inisiyatifi

7 Haziran seçimleri sürecinde sosyalist hareket ve CHP’nin sol kitlesi bu basiretsizliğe son vermeye yöneldi ve CHP’nin “göbekçi[1]” kurmaylarının elini kolunu bağladı. Demokratik halk muhalefeti “merkez sağın hegemonyasındaki bir sağ-sol koalisyonu”nun alternatifini “sola odaklı bir halklar birliği” ile aşağıdan oluşturmaya yöneldi ve AKP’ye ilk büyük sandık yenilgisini tattırdı. 7 Haziran, düzen merkezinin “sağa odaklı” muhalefet mühendisliğinin değil, “sola odaklı” halk inisiyatifinin başarılı olabileceğini gösterdi. 7 Haziran akşamı artık CHP’deki “basiretsizliğin” sona ereceği düşünüldü. Ama CHP’nin göbek takımı bu zaferi hovardaca harcadı. “İstikşafi görüşmeler”le Erdoğan’ın önlerine döktüğü kumda oynadılar. Oysa o gün Erdoğan’ın yarattığı fiili durumlara, oyalama ve savaş provokasyonuna karşı sokağa çıkılabilseydi, ortaya bir başka Türk-Kürt kardeşliği ekseni çıkabilecek ve 3 yıldır yaşadığımız kan banyosu ve zulüm ortamının doğmasının önü kesilebilecekti.[2]

Erdoğan-Fethullah koalisyonunun birbirine silah çekerek parçalandığı ve Erdoğan’ın kazandığı 15 Temmuz iç çatışması bütün düzen partileri için muazzam bir siyasi boşluk yarattı. Düzenin temel referansı olan kontrgerilla sistemi özerk varlık temelini yitirdi. Erdoğan bu boşluğu kontrgerillayı kontrolü altında yeniden yapılandırarak doldurmaya girişti. Sömürge faşizmin tek görünür “çıkış yolu”nun bu olduğunu düşünen bütün kontrgerilla unsurları (Bahçeli, Perinçek, Feyzioğlu) Erdoğan’ın arkasına dizildi. 16 Nisan referandumu bu projenin stratejik bir adımıydı. Ancak Erdoğan bu stratejik adımda kaybetti ve yine çamura yattı.

Halkın 16 Nisan zaferi bu “sola odaklı halklar birliğinin” diktatörlük karşıtı mücadele çizgisinin bir başarısı olarak gündeme geldi. (MHP’nin parçalanması ve AKP seçmeninin sandığa gitmemesi, bu sol odaklı mobilizasyona eklemlendi; solun bir araya geliş sürecinin sağdaki parçalanmayı derinleştirdiği görüldü.)

Her konjonktür değerlendirilebilirse işe yarar

16 Nisan zaferinin çalınmasının sonrasında ortaya bir başka siyasi süreç çıktı. Bu siyasi süreçte düzen güçlerine istinat eden “mühendislik” çalışmalarındaki sağ odağın çok zayıflamış olduğu görülüyor. Akşener etrafındaki “Milliyetçi-Muhafazakâr Merkez Sağ Parti” girişimi ancak bugünkü demokratik halk direnişinin sağladığı iklim içinde gelişebiliyor. Öte yandan, 2019 seçimlerine bugünkü durumda bir değişiklik yaratmaksızın gidilmesi halinde siyasi ölüye dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya olan CHP durumu değiştirmek için sokağın, yani halkların sola odaklı birliğinin enerjisine başvurmak zorunda kalıyor. Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadelenin Haziran İsyanı’nda, 7 Haziran’da, 16 Nisan’da somutlaşan “halk dinamiği”nin ön plana çıktığı bir konjonktürdeyiz. Ancak her konjonktür gibi bu konjonktür de değerlendirilebilirse işe yarar. Sol bu konjonktürü mutlaka ve şimdi değerlendirmek durumundadır.

Kılıçdaroğlu’nun 9 Temmuz deklarasyonunu sola odaklı bir diktatörlük karşıtı mücadelenin asgari zemini olarak değerlendirip değerlendiremeyeceğimiz ayrı bir tartışma konusudur. Ancak, halkın diktatörlük karşısındaki direnme eğiliminin 9 Temmuz sonrasında güçlendiği; “biz çoğunluğuz” duygusunun sokakta oluşmasının muhalefete kazandırdığı gücün deneyimlendiği; bu gücün görünürlüğünü süreklileştirmeye ve Erdoğan’ın azınlık iktidarını kuşatmaya yönelen yeni bir demokratik muhalefet stratejisinin yolunun açıldığı da ortadadır. Sola odaklı bir diktatörlük karşıtı mücadele cephesinin pratik imkânı doğmuştur. CHP’nin sol kitlesine bu imkânı göstermek bugün hayati önemdedir. “Adalet” mücadelesini 9 Temmuz’un gerisinde kalmayacak bir eylem çizgisiyle sürdürecek cephesel hareket temelleri Haziran İsyanı ve sonrasındaki forumlar ve meclisler olarak bugüne taşınmıştır. Bu cephesel hareket organlarını, “Hayır”ın %60’ları geçtiği merkezler başta olmak üzere bütün yerelliklerde içinde bulunduğumuz sürecin ruhuna uygun bir tarzda canlandırmak mümkün ve gereklidir.

Sol politikanın olanakları

Bugünkü halk direnişine böylesi bir demokratik siyasi zemin sağlayabilir ve bu zeminlerin iradesini başta CHP olmak üzere tüm diktatörlük karşıtı siyasi merkezlere dayatabilirsek, düzenin yeni kontrol hamlelerini bu kez püskürtebiliriz. Çünkü halk bu zeminlerde birleşerek sokağa döküldüğünde elinde tuttuğu bayrağı da devrimcileştirmekte, halkın diktatörlük karşıtı birliğinin nirengi noktası katışıksız sol politikalar olmaktadır. Erdoğan faşizmine karşı “adalet” bayrağı altında birleşen milyonların hareketinin sürekliliği iki düzlemde, genel ve yerel düzlemde sağlanacaktır. “Genel hareket düzlemi” hali hazırda CHP Genel Merkezi’nin inisiyatifiyle belirlenmektedir. Bununla birlikte, CHP bu inisiyatifi ancak kendisini “anonimleştirerek” sağlayabilmektedir. CHP’nin kendisini “anonimleştirerek” oluşturduğu çatının altında CHP’yi misliyle aşan bir genişlik oluşmaktadır. Bu genişliğin oluşumunda HDP’nin, sosyalistlerin, kadın hareketinin, devrimci gençlik hareketlerinin, ilerici emek ve meslek örgütlerinin, ilerici aydınların katkısı belirleyicidir. CHP’nin siyasi başarısı bu genişliğin sürdürülmesindedir. Bu nedenle CHP, hareketin yerel sürekliliğinin de anonim biçimler altında sağlanmasına zorlanabilir. Demokratik muhalefetin yerel düzeydeki anonim hareket organları Haziran İsyanı’ndan bu yana yerel sol güçlerin hegemonyası altında, forumlar ve yerel meclisler şeklinde oluşmaktadır.  Kontrgerillanın onarılmasına, değil dağıtılmasına, neoliberal yeni sömürgeciliğin kurtarılmasına değil yıkılmasına yönelmiş bir diktatörlük karşıtı iradeyi, diktatörlük karşıtı hareketi bu yerel temele dayandırarak hegemonik hale getirebiliriz. 

(FERDA KOÇ – SENDİKA.ORG)

Dipnot:

[1] 60’lı yılların sonlarında devrimciler CHP’nin “merkezci” (büyük sermayeye odaklı devletçi) kurmaylarına “göbek takımı” adını takmışlardı.

[2] Buraya mim koyalım. Çünkü bu noktadaki suçu CHP’nin göbekçi kurmaylarının üzerine atıp kenara çekilmek doğru değildir. Çünkü CHP’nin göbekçi kurmaylarının işi bu; halk isyanını kontrol altında tutmak, düzene eklemlemek. Yerel Seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bunu başardılar. Ama bu göbekçi kurmay demokratik muhalefetin kitlesine her zaman her istediğini yaptıramayacağını 7 Haziran sürecinde gördü ve o an için geri çekildi. Demokratik halk muhalefeti 7 Haziran’a kadar elinde tuttuğu inisiyatifi 8 Haziran’da CHP’nin göbekçi kurmayına bıraktı. 7 Haziran zaferini kazanan Türkiye demokrasi güçlerinin kazandıkları zafere sahip çıkamamasındaki objektif ve subjektif zaafiyetleri saptayıp aşamazsak, şu an içinde bulunduğumuz mücadele sürecinin de hakkını veremeyeceğimizi hepimiz bilmeliyiz.
Daha yeni Daha eski