"Devrimciler, daha önceki deneyimlerine dayanarak kendilerine güvenmeli; ancak aynı özgüvenle eksiklerini giderme iradesi de göstermelidirler. Farklı kesimleri kapsayan bu harekete uzak durmaları değil, bağımsız bir politik perspektifle, kısa ve uzun vadeli programlarla müdahil olmaları gerekir"
AKP, bir diktatörlük rejiminin taşlarını döşerken, mevcut siyasal sistemi işlemez hale getirdi. Bu süreçte parlamenter muhalefeti devre dışı bırakıp, yargıyı iktidarın kılıcı gibi kullanarak, sokak muhalefetine ağır saldırılarını sürdürürken, beklemediği bir anda başlayan Adalet Yürüyüşü ülkenin gündemini belirledi. Hem de AKP’nin yeniden doğuş fırsatı anlamında Erdoğan’ın “Allah’ın bir lütfu” olarak kutsadığı 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünün arifesinde, bunu başardı. Erdoğan ve kurmayları, 25 gün boyunca yürüyüşü engellemek, itibarsızlaştırmak, olmadı başka gündemlerin gölgesinde bırakmak için bir yol bulamadı. Enis Berberoğlu’nu tutuklayarak başlatılan CHP’yi köşeye sıkıştırma operasyonu, Kılıçdaroğlu’nun karşı hamlesi ile elinde patlamıştı ve geri tepmeli yeni bir hamle göze alınamadı. Sonuç olarak söylediklerinin artık bir değeri kalmamış havuz medyasının “ne yaptığını bilemez” haldeki çırpınışları ve iktidarın “AKP’ye muhalif olan herkes teröristtir”e varan inandırıcılığını yitirmiş demeçleri dışında, aslında seyretmek zorunda kaldılar.
Bu AKP’nin enstrümanlarının ne kadar tükendiğini gösteriyor. Suriye ve Ortadoğu savaşında oyun kurucu olma, teröre karşı vatan savunması iddiaları; “herkes bizi kıskanıyor ve parçalamaya çalışıyor, herkes terörist ve herkes bir projenin parçası” demagojileri; Kürt düşmanı milliyetçilik, Alevi alerjili mezhepçilik gibi uzun süre kullandığı ideolojik argümanlar oldukça aşınmış, iş göremiyor artık. Bunların inandırıcılığını yeniden sağlamak için Bahçeli’nin, Perinçek’in yalancı tanıklıklarından ve CHP cenahından kimi ulusalcı tanıklardan alınan destekler yeterli olamıyor. Elde baskı ve zordan başka bir şey yok. Baskı ve zoru meşrulaştırma argümanları inandırıcılıklarını yitirmiş. Bu nedenle CHP, “Erdoğan bizi Kürtlerle yan yana göstererek itibarsızlaştırır, daha önce yaptığı gibi genel başkanın Aleviliğini diline dolayarak Sünni kitleleri bizden uzaklaştırır” kaygılarının geçerliliğinin oldukça zayıfladığını görmelidir.
Geçti o günler
Ne hamam eski hamam ne de tas eski tas. Erdoğan’ın Rabia Sistemi’ne[1] iltihak ederek siyasal varlık kazanabileceklerini sanan Bahçeli’nin, Perinçek’in, Feyzioğlu’nun ve Kocasakal’ın halkta karşılık bulamamaları, hatta itibarsızlaşmaları, AKP’nin yıllarca beslendiği argümanların fonksiyonlarını önemli oranda yitirdiğinin, kalan kısmının ise AKP’nin varlığını sürdürmeye dahi yetmediğinin kanıtıdır.
Kürtlerin ve Alevilerin demokratik haklarının tanınmasına dair asgari bir yaklaşım ortaya konarak, toplumun yeniden inşasının koşulu olarak halka benimsetilmesi için zaman oldukça uygundur. Böylece üzerinde durduğu siyaset zemini Erdoğan’ın ayağının altından çekilmiş olacaktır.[2]
Gezi’den başlayan, 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye barajı aştırarak AKP’yi hükümet kuramaz hale getiren, “hayır” kampanyasında yüzde ellileri bulan toplumsal muhalefet dalgalarının ortak özelliği, siyasal iktidarı hedefleyen politik öncülükten yoksun olmalarıydı. Bu nedenle AKP, baskı, terör ve gayri meşru yöntemlerle muhalefeti bastırabilirken iktidarını yeniden tesis edebilmişti. Yirmi beş günlük yürüyüşün ardından milyonluk mitingle Kılıçdaroğlu, AKP karşıtı muhalefetin önderliğine soyunduğunu ilan etti. Erdoğan, artık tek başına siyaset kurma avantajını yitirmiştir ve bu yeni bir durumdur. Kılıçdaroğlu, adaletsizlikle mücadelede sokağı etkin kullanacakları söylemine uygun olarak “CHP, artık eski CHP olmayacak” sözü ile de partinin de şimdiye kadarki hareket tarzını değiştireceğini ilan etti. Partiden ayrı olarak kişisel misyonuna da vurgu yapması hem muhalefetin tamamına liderlik yapma hem de partinin geleneksel yapısının olası direncini kırma iddiasını ifade ediyor.[3] “Her Firavun’un bir Musa’sı, her Nemrut’un bir İbrahim’i vardır. Firavun’u ve Nemrut’u biliyorsunuz. Musa buradadır, İbrahim de buradadır” cümlesi kişisel iddiasının ifadesidir. Kabul görür mü? Bir ay önceki Kemal Kılıçdaroğlu’nun toplumdaki yeri ile bugünkü yeri arasındaki mesafeye bakıldığında pek ala mümkün. Daha önceki (Ekmeleddin, dokunulmazlıklar gibi) kritik kararlarından dolayı sert eleştiri ve suçlamalara muhatap olan Kılıçdaroğlu, bugün geniş toplumsal kesimlerin temkinli de olsa saygı gösterdiği etkili bir siyasal figüre dönüştü ve bundan sonraki pratiği, iddiasının kabul edilip edilmemesinde belirleyici olacak.
Harekete güç dengeleri yön verecek
Kılıçdaroğlu, ana muhalefet partisi (ve cumhuriyetin kurucu partisi) olmanın gücü ve avantajı ile kendinden önce başlayıp süren tek tek adalet mücadelelerini bir adalet siyasetine dönüştürüp, adalet başlığı altında bir demokratik program halinde mitingde deklare etti. Açıkladığı programın içeriği daha önce de çeşitli kesimlerce ifade edilmişti; Kılıçdaroğlu’nun yaptığı, siyasal bir eyleme dönüştürmesidir. Mitinge katılımın milyonlarla ifade edilmesi, en geniş muhalefet kesimlerini kucaklama iddiasının bir karşılığı olacağını göstermektedir. Ancak kucaklanan kesimlerin adalet anlayışları arasında ortaya çıkacak gerilimleri “sistemin güç odakları” arası dengelere bakarak çözmeye kalkışması CHP’nin en muhtemel eğilimi olacaktır. Güç odağını işçilerin, kadınların ve diğer kesimlerin oluşturacağı adalet mücadeleleri bu durumu değiştirebilir veya başka bir hareket kanalı açabilir. Yürüyüş boyunca sosyalistlerden ve emek örgütlerinden katılımlar hem adalet yürüyüşünün içeriğine hem de Kılıçdaroğlu’nun inisiyatifine olumlu katkıda bulunmuştur. Bu, katılımcıların sürece rengini vermesinin mümkün olduğunu gösterdiği gibi, bundan sonra adalet hareketini halkın özlemleri doğrultusunda ilerletmeye dair sorumluluklarını da artırmaktadır.
Kapsayıcı ama bağımsız bir politik perspektifle…
Devrimciler, daha önceki deneyimlerine dayanarak kendilerine güvenmeli; ancak aynı özgüvenle eksiklerini giderme iradesi de göstermelidirler. Farklı kesimleri kapsayan bu harekete uzak durmaları değil, bağımsız bir politik perspektifle, kısa ve uzun vadeli programlarla müdahil olmaları gerekir. Sosyalistlerin toplumsal mücadelelerde en etkin kesim oldukları 1 Mayıs mücadeleleri, Gezi İsyanı, kent ve doğa hareketleri, kadın mücadelesi, işçi direnişleri ve gençlik hareketlerinde daha önce defalarca görülmüştür. Bugün KHK ile işten atılmaya karşı Nuriye ve Semih’in başlattığı ve süren mücadele başka bir örnektir. Ancak bunların hiçbirinin lafzi eleştiriler ile başarılamayacağı, hareketin içinden veya dışından ilerletici inisiyatiflerin alınması ile mümkün olabileceği de akılda tutulmalıdır. Bu mücadelenin neoliberal-kapitalist sistemin “olağan” işlediği bir “sistemde” değil; bu temel üzerine oturan ancak faşist bir diktatörlük inşasının sürdüğü bir siyasal ortamda yapıldığını, program ve ittifakların bunu göz önünde bulundurması gerekliliğini tekrar hatırlatalım. Adalet üst başlığı altında diktatörlük inşasına karşı solun önderliğinde ancak solu aşan mücadele ittifaklarının oluşması güçlükler yaratsa da bu olumlu bir gelişmedir ve sosyalistler için yeni bir deneyimdir.
Bir yandan politik programı tartışırken, aynı anda güçlü ve deneyimli olduğumuz zeminlerden başlayarak, adalet hareketini ileri zorlayacak ve taşıyacak bileşenleri açığa çıkarmalıyız.
Somut mücadele gündemleri
Kadınlar için eşitlik ve adalet; KHK ile işten atılanlar ve Soma’da iş cinayetlerine kurban edilenler başta olmak üzere işçiler[4] için adalet; eğitimde yıkımı beraberinde getiren gericileştirmeye karşı eğitimde laiklik ve adalet; kent-doğa, üniversite, gazeteciler, Aleviler ve Kürtler için adalet mücadeleleri, bir adalet hareketinin sürükleyici bileşenleri haline getirilerek mücadelenin gidişatını ve geleceğini belirleyecek başlıklardır.
Adalet mücadelesini güçlendirmenin uğraklarından yakın bir örnek olarak Cumhuriyet gazetesi davası değerlendirilmelidir. Bu yıl hazırlanan müfredatta şeriat hukukunun, cihatçılığın çocuklara empoze edilmesine karşı eğitim hakkı meclisleri yaratarak eğitimde laiklik ve adalet hareketi başlatılması bir diğer önemli somut iştir. Somut işler çoğaltılabilir. Bunlar örgütlendikçe adalet mücadelesinin içeriği de geleceği de öncülüğü de belirlenebilir. İş bilenin kılıç kuşananındır.
Dipnotlar:
[1] Erdoğan her ne kadar Rabia’yı, “Tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek vatan” olarak ifade etse de aslında Nazilerin “Tek halk, tek imparatorluk, tek lider” sloganından ilham alan “tek liderin yönetiminde, tek milletin ve tek mezhebin egemenliğinde ötekileri baskı altına alan bir devlet” vaadidir.
[2] Suriye ve Ortadoğu başta olmak üzere dış politikada, Kürt sorununda, Avrupa ile ilişkiler, emperyalizm, sermaye, kalkınma vb temel konularda AKP iflasın eşiğinde iken, CHP’nin alternatif politikalar ortaya koymasının da tam zamanıdır. Koyar mı, yoksa AKP’nin söylem ve politikalarını revize etmekle mi yetinir?
[3] Daha önce partinin direncini kırma iradesini Ekmeleddin projesinde olduğu gibi partinin gerisine düşen deneyimlerinin de olduğu da akılda tutulmalıdır.
[4] Bunlara ek olarak; işçilerin uğradığı sömürü başta olmak üzere, insanca yaşanacak bir asgari ücret talebi ve ciddi gelir adaletsizlikleri de sayılabilir. (SENDİKA.ORG)