18 Eylül 2017 günü 41’inci yaşını kutlayan ve gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan biri olduğu tartışmaya kapalı olan El Fenomeno için sözü rakiplerine ve takım arkadaşlarına bıraktık
GIANLUIGI BUFFON
İtalya’nın Dünya Kupası kazanan kalecisi, El Fenomeno 1997 yılında Inter’e transfer olduğunda Parma’da yeni yeni piyasaya çıkıyordu. O sezon Brezilyalı golcü katı savunmacılarıyla meşhur Serie A’da çıktığı 47 maçta 34 gol attı.
“Kariyerimde birçok iyi oyuncuyla birlikte ya da karşılıklı oynadım ve aralarında en iyisi hiç şüphesiz Ronaldo’ydu. Adeta başka bir gezegenden gelmişti. Onunla kariyerinin zirvesinde Inter’de oynarken karşılaştım. Yaptığı hareketleri yeryüzünde başka bir oyuncunun daha yaptığını görmedim.
Futbol tarihinde Ronaldo’nun adı, Maradona ve Pele gibi futbol tanrılarıyla anılacaktır. Buna rağmen büyük pişmanlık duyacağından da eminim çünkü gelmiş geçmiş en iyi oyuncu olabilirdi. Tanrı ona her türlü yeteneği bahşetmiş ama o bunları tam anlamıyla değerlendiremedi.
Dünyanın en iyisi olmak için ne gerekiyor? El Fenomeno iki Dünya Kupası, üç FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu ödülü, iki Ballon d’Or… Unutmayın ki Brezilya Milli Takımı’nda oynarken bile tek başına maç kazanabiliyordu. Şu an bunu yapabilen bir oyuncu yok. Gelecekte olur mu bilemem!”
LUIZ FELIPE SCOLARI
2002’de “Büyük Phil” verdiği röportajların birinde Brezilya’yı beşinci Dünya Kupası zaferine nasıl ulaştırdığını anlattı. En büyük amacı, iki önemli sakatlık yaşamış olan golcüsünden en iyi şekilde yararlanmaktı.
“Yıldız oyuncularla çalışmak hiç de kolay değildir. Hatta aksine, karışık ve zor bir iştir. Bu oyunculara diğer oyuncuların onlardan neler beklediğini anlatmanız gerekir.
O ana kadar kazandıkları tüm başarıları ülkelerine bir Dünya Kupası zaferi yaşatmak için kullanmaları gerektiğini anlatmalısınız. Hedeflerinizin aynı olduğunu ifade etmeli ve istediklerinizi net olarak belirtmelisiniz.
2002 yılında Ronaldo’nun aklında tek bir şey vardı; yaşadığı diz sakatlığı. Elemelerdeki ilk maçımızda onun bizim sürpriz golcümüz olacağını fark ettim. Herkes onun artık sıradan bir oyuncu olduğunu konuşuyordu. Ancak bana göre o her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlüydü. Böyle söylediğimde de herkes bana gülmüştü.
Sakatlığını atlatmak için tedavi gördüğü üç yıl boyunca sıklıkla yüz yüze konuşma fırsatı bulmuştuk. Düzeldiğinde ona sürekli bu fırsatı değerlendirmesini söylüyordum. ‘Buraya gelmek için üç yıl çok sıkı çalıştın. Şimdi bu çalışmanın karşılığını almak için elinden geleni yapmalısın. Asıl zorluk şimdi başlıyor’ diyordum.
Ben de ondan çok şey öğrendiğimi söylemeliyim. Baskı altında davranışları ve ruhu beni derinden etkilemişti. Ronaldo’yla çalışmak inanılmaz bir deneyimdi.”
MICHEL SALGADO
İspanyol sağ bek, Ronaldo’nun 2002’de 45 milyon euro karşılığında Real Madrid’e transfer olduktan sonra 127 maçta 83 gol atmasına yakından tanıklık etmişti. Sakatlıklar yakasını bir türlü bırakmasa da Brezilyalı tarihinin en iyileri arasına girmeyi başardı.
“Fenomen! Real Madrid’e transfer olduğunda belki eskisi gibi değildi ama ne kadar özel bir oyuncu olduğunu hâlâ görebiliyorduk. Onu Barcelona’da, Inter’de ya da milli takımda eşsiz yapan şeyleri herkes hatırlıyordu. İki diz ameliyatı geçirmiş olmasına rağmen gördüğüm en iyi golcüydü. O yaz Dünya Kupası’nı kazanmıştı ve gol kralı olmuştu. ‘Bitiricilik’ kelimesi onda başka bir anlam kazanmıştı. Son vuruşları onun gibi yapan başka bir oyuncu daha görmedim. Bire birde durdurulması imkansız biriydi.
Aniden hızlanıp rakipleri şaşırtabiliyor ve güçlü bacaklarıyla bir anda durup dengesini ayarlayabiliyordu. Hiç de normal değildi ve yaptığı hareketler herkese çılgınca geliyordu; diğer oyuncular o hareketleri yapmayı düşünemezdi bile. Real Madrid’deyken fazla antrenman yapmazdı ama açıkçası diğer oyuncular olarak bunu çok önemsemezdik çünkü herkes tarafından çok seviliyordu. Ayrıca ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu söylememe de gerek yok sanırım! Çok özel biriydi ve hepimiz bunun farkındaydık. O sıralar teknik direktörümüz Vicente Del Bosque’ydi ve ona sürekli ‘Ronnie koşmak istemiyorsa onu zorlamayın. Maçlarda iyi oynadığı sürece bunun ne önemi var ki?’ derdik. Ve bu da işe yarardı. Birçok gol attığını ve neredeyse hiç pozisyon kaçırmadığını iyi hatırlıyorum. Bence ona sert ve katı bir yaklaşım gösterilseydi bu kadar başarılı olamazdı. Ronaldo bize bir keresinde şöyle demişti: ‘Endişelenmeyin, birazdan iki tane atacağım.’ Ve sonra çıkıp iki gol atmıştı.”
MAURO SİLVA
Brezilya’nın efsane ön liberosu, El Fenomeno ile ilk kez 1994 Dünya Kupası’nı kazanan kadroda buluşmuştu.
“Milli takımımız 1994 Dünya Kupası’na hazırlanmak için toplandığında hiç kimse onu tanımıyordu. Buna rağmen bir anda kendini kabul ettirmeyi başardı ve hemen kaynaştık. Hepimiz onun ne kadar özel biri olduğunu anlamıştık.
O Dünya Kupası’nda sanırım henüz 17 yaşındaydı. Hatta ondan sonra en genç oyuncumuz 23 yaşındaki Cafu’ydu. Üçüncü kalecimiz Gilmar 35 yaşındaydı; yani Ronaldo’nun babası olacak yaşta!
Ben 26 yaşındaydım ve bence bu yaş, bir oyuncunun Dünya Kupası’nda kendini göstermesi için en ideal yaştır. Ancak Ronaldo bu seviyeye o kadar erken ulaşmıştı ki daha ehliyet alacak yaşta bile değildi. Tıpkı Pele gibi… Bu yüzden onun ne kadar özel bir oyuncu olduğunu daha iyi anlamıştık.”
AAD DE MOS
Bu gezmeyi çok seven Hollandalı antrenör, 1994 Dünya Kupası’nın ardından Ronaldo’yu PSV’ye önererek transferini sağladı.
“Brezilya’ya Ronaldo’yu izlemek için gittiğimizde iki iyi oyuncu daha keşfetmiştik; Rivaldo ve Roberto Carlos. Ancak kulüp üçünü birden transfer edip risk almak istemedi ve sadece Ronaldo’yu seçti. Bence içlerinde en iyisi de zaten oydu. Ancak Ronaldo’nun PSV’ye gelme konusunda tereddütleri vardı. O sıralar PSV’nin futbol piyasasına kazandırdığı en ünlü oyunculardan bir diğer Brezilya efsanesi Romario, genç oyuncuyu ikna etmeyi başardı ve transfer gerçekleşti.
İlk antrenmanda Ronaldo, sıcaklık 30 derece olmasına rağmen uzun bir kıyafet giymişti. Biraz gergin olduğu her halinden belliydi. Zamanla alışmaya başladı ve bir Leverkusen maçında tam dört gol atarak herkese ne kadar yetenekli bir oyuncu olduğunu gösterdi.
O kadar çabuk hızlanıyordu ki onu savunmak çok zordu. Ayrıca bacakları çok güçlüydü ve daha o yaşta girdiği pozisyonların birçoğunu dünya çapında bir golcü ustalığında gol yapmayı başarıyordu. Üzerinde durduğumuz tek konu savunmasıydı; maçlarda ileride durup topun ayağına gelmesini bekliyordu. Takımdaki bazı oyuncular bundan epey şikâyetçiydi.
Luc Nilis takıma katıldığında 4-4-2 oynamaya başladık ve böylece El Fenomeno olabildiğince az savunma yapıp daha az yorulacaktı. Bu sayede güçlü kalıp hücumda takıma daha fazla katkı yapacaktı. Gol atıp asist yaptığı sürece takım arkadaşları sesini çıkarmayacaktı; bu taktiğin ne kadar işe yaradığını belirtmeye gerek yok sanırım! Ona öğretmemize gerek kalmayan belki de tek şey gol atmaktı; doğuştan yetenekli olduğunu ifade etmeliyim. Daha o yaşında ne kadar büyük bir golcü olacağını ve onu elimizde tutmanın ne kadar zor olacağını görmüştük.”
BOBBY ROBSON
1996 yılında Ronaldo’yu PSV’den 15 milyon euro karşılığında Barcelona’ya transfer etti. Brezilyalı golcü Katalan ekibinde sadece bir sezon oynamasına rağmen 49 maçta 47 gol atmayı başardı. O sezonun sonunda Robson, FFT’ye şunları söylemişti:
“Barcelona’ya geldiğimde forvet oyuncularının birbirine çok benzediğini fark ettim. İlk hedefim Blackburn’den Alan Shearer’ı almaktı ancak yaptığımız üç teklif de reddedildi. Ondan sonra aklımda Ronaldo vardı. Henüz 19 yaşındaydı ama başkana onu kesinlikle almamız gerektiğini söyledim çünkü sadece iyi bir oyuncu almakla kalmayacak, gelecek için de iyi bir yatırım yapmış olacaktık. O çok farklı, nadir bulunan ve heyecan verici bir oyuncu.
Sahip olduğumuz diğer forvetlerden çok farklı yeteneklere sahip. İnanılmaz dripling yapıyor; adeta George Best ya da Chris Waddle’ı andırıyor. Ayrıca doğru zamanda doğru yerde olmayı başarıyor. Bu biraz doğuştan gelen bir yetenek, biraz da fiziksel özelliklerinin getirdiği bir avantaj. Çok güçlü, ayakları yere sağlam basıyor ve inanılmaz süratli. Onun kadar patlayıcı bir oyuncu daha görmedim. Onu transfer etmek için 15 milyon euro ödedik ama başkana bu paranın her kuruşunun geri geleceğini söyledim (Robson’ın ne kadar haklı olduğu o sezon sonunda Ronaldo 28 milyon euro karşılığında Inter’e transfer olunca anlaşıldı).
Altıpas civarında plase vuruşlarla gol atmayı fazla düşünmüyor ancak zamanla bunları da yapacak. Ayrıca fiziği gelişip güçlendikçe hava toplarında da başarılı olacak. Tabii hızında nasıl bir artış olacağını düşünmek bile korkutucu!
Barcelona’dayken bütün spotlar Ronaldo’nun üzerindeydi; her gün kulübe 50’ye yakın gazeteci gelirdi. Barcelona dünyanın en büyük kulüplerinde biri ve maçlarını yüzlerce kanal canlı yayınlıyor. Buna rağmen Ronaldo asla şımarmadı çünkü büyüklerini dinlemeyi ve tavsiye almayı seviyor. Brezilya’dan ayrıldığında 18 yaşındaydı ve farklı bir dil ve kültüre sahip bir ülkeye gitmişti. Şimdi aynı şeyleri İspanya’da yaşıyor ve hiç zorluk çektiğini görmedim.
Onunla ilişkimiz çok iyi; her gün konuşuyoruz ve umarım burada iyi şeyler öğrenmiştir. Öğrendiğinden eminim. Diğer oyuncularla ilişkisi de çok iyi çünkü herkese çok saygılı davranıyor. Oyuncuların çoğu Ronaldo’nun kendilerinden daha fazla para kazandığını biliyordur ama onun ne kadar özel bir oyuncu olduğunun da farkındalar.” (FOURFORTWO)