“Haksızlığa uğrayanın mezhebine, ırkına, inancına bakarak tavır almak ırk, inanç, mezhep temelli ‘bizden-onlardan’ ayrımıyla politika belirlemek ne insanlığa, ne demokratlığa, ne de vatanseverliğe sığar. Hele bilim insanlığına, entelektüel birikime hiç sığmaz. Yakışmaz da. “Musul’u, Kerkük’ü alalım, Türkmenleri koruyalım” derken Türkiye’yi bölüyorsunuz. Farkındasınız değil mi?”


Ülkede korkunç bir milliyetçilik rüzgarı esiyor.

Ülkeyi değil, kendi çıkarını düşünen siyasetçiler bundan nemalanıyor.

Fakat yazarlar, aydınlar, kanaat önderleri, bilim insanları…. neredeyse toplumun bütünü giderek milliyetçi söylemlere teslim oluyor.

Hele “Erbil ve Kerkük Türklerini görmezden gelemeyiz” diyen İlber Ortaylı gibi çok kıymetli bir tarihçinin, bir bilim insanının böyle bir yaklaşımı benimsemesi anlaşılır gibi değil.

“Bir dakika meseleye ırk, kimlik, inanç, mezhep üzerinden bakmayalım bunlar çağdışı kalmış tanımlamalardır, esas olan ülkedir, vatandaşlık bağıdır” diyen herkes neredeyse vatan haini ilan ediliyor.

Esasında yapılan milliyetçilik de değil düpedüz ırkçılık.

Çünkü yapılan, kendi ülkesini sevmek, kendi ülke vatandaşlarının iyiliğini istemek, o ülkenin havasına, türküsüne, karpuzuna, tütününe, kemençesine, deyişine, ağıtına… bir ülkeyi ülke yapan bütün değerlere kıymet vermek, el üstünde tutmak, ülkenin daha iyi olması için çalışmak, bunu yaşamının önceliği kılmak değil.

Açıkça bir ırk vurgusu yapılıyor. Duygusal bağ o ırk üzerinden kuruluyor. Politikalar buna göre belirleniyor.

Bu yaklaşım ülke için gerçekten büyük bir kötülük.

Farklı etnik kökenden, farklı inançtan, farklı mezhepten insanların yaşadığı Türkiye gibi bir ülkede ırk, inanç, mezhep vurgusu yapmak o ülkedeki duygu birliğine darbe vurmaktır. O ülkenin toplumsal bütünlüğüne zarar vermektir.

Son zamanlarda herkesin dilinde Musul, Kerkük, Türkmenler vurgusu var.

Lafı dolandırmadan açıkça yazayım: “Musul, Kerkük bizimdir, Türkmenleri korumamız gerek” gibi söylemler birleştirici, değil bölücüdür. Bütünleştirici değil ayrıştırıcıdır.

Bu görüşümün çok sert, çok radikal olduğunun farkındayım.

Ama ne yazık ki durum böyledir.

Neden mi?

Anlatayım.

Eğer siz Türk derseniz bir başkası da Kürt, Arap, Çerkez der.

Eğer siz Sünni derseniz bir başkası da Alevi der.

Eğer siz inanç derseniz bir başkası da inançsızlık der.

Eğer siz “Sınırın öte yanındaki Türkmenler bizim için çok önemli, bunun için gerekirse ölürüz” derseniz bir başkası da “Sınırın öte yanındaki Kürtler, Araplar bizim için çok kıymetli gerekirse onlar için ölürüz” der.

Eğer siz toplumsal bağı Türklük üzerinden kurarsanız bir başkası da Kürtlük ya da Araplık üzerinden kurar.

Siz demografik yapıya bakarak “Musul, Kerkük Türklerin şehirleridir, sınırlar buna göre belirlenmeli” derseniz bir başkası da aynı mantıkla “Diyarbakır, Hakkari Kürtlerin şehirleridir sınırlar buna göre belirlenmeli” der.

Yani bu değerler üzerinden bağ kurulmaya başlandığında herkes kendinden olanı önemser, kendinden olanla bir arada yaşamak ister.

Bu da bizim ülke olarak var olmamızın, aynı amaç için çalışan bir toplum olmamızın önüne geçer.

‘Biz ve onlar’ ayrımı derinleşir.  Toplumsal bütünlük yara alır.

Ve bütün bunların sonunda da o ülke, toplumun farklı kesimleri için cazibesini kaybeder.

Çünkü toplumun farklı kesimleri kendini o ülkede yabancı, ikinci sınıf vatandaş hissetmeye başlar.

Neticesinde de bütünlük zarar görür.

Kendi bütünlüğünü koruyamayan ülkeler hiçbir yerin, hiçbir şeyin sahibi olamaz.

Bir taraftan “Türklük bir ırkın adı değil, Türk demek bu ülkede yaşayan bütün toplumun adı, kimliği demektir, bu nedenle ülkeye vatandaşlı bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” deyip diğer taraftan da Türk ırkına dayalı politikalar üretmek olacak şey değil.

Musul’u, Kerkük’ü diline dolayıp sonra da Kobani’yi, Erbil’i, Süleymaniye’yi diline dolayan, Irak’taki Suriye’deki Kürt oluşumlarından heyecan duyan Kürtleri kınamak tek kelimeyle iki yüzlüktür. Düşünce sefaletidir.

Veyahut tam tersi olarak “Musul, Kerkük Türk şehridir” diyenleri kınayıp sonra da farklı ülke vatandaşları ve Kürtlük üzerinden bağ kurmak aynı derecede sorunludur.

“Irak’taki, Suriye’deki Türkmenlerin dilleri tehdit altında, eşit vatandaşlık hakları gasp ediliyor” deyip sonra da Türkiye’deki Kürtlerin dil hassasiyetlerini, eşit vatandaşlık taleplerini bölücülük saymak en hafif tabirle cehalettir.

Kobani için savaşmaya giden, Suriye Kürtlerinin kazancını kendi kazancı gören insanlar Musul için ölmeye hazır olduğunu söyleyen ülkücülere ‘pis ırkçı’ gözüyle bakıyor.

Ya da Musul için ölmeye hazır olduklarını söyleyen ülkücüler, Kürt kazanımları için canını feda eden Türkiye vatandaşlarını ‘terörist, ırkçı’ olarak yaftalıyor.

İkisinin durumu da akıl alır gibi değil. Esasında iki tarafın da birbirinden farkı yok. Aynı saçmalık üzerinden birbirleriyle kavga ediyorlar.

Fakat Türkiye devlet olarak, aydınlar, yazarlar, kanaat önderleriyle bu ırkçılık kervanına katılırsa bundan en büyük zararı Türkiye görür.

Birliğini, bütünlüğünü koruyamaz hale gelir.

Ortadoğu’da yaşanan mezhep, kimlik, kavgaları yüzünden ülkemiz zor günler geçiriyor.

Bölgede ortaya çıkan yeni durumlara karşı oluşturulan ırk temelli politikalar Türkiye’deki toplumsal bütünlüğü zedeliyor.

Hepimiz aklımızı başımıza almak zorundayız.

Irk, inanç, mezhep, ideoloji üzerinden toplumsal bağ kurmak çağdışı bir yaklaşımdır. Geri kafalılıktır.

Esas olan vatandaşlık bağıdır.

Çünkü aynı ülke vatandaşları birbiriyle kader ortağıdır.

Aynı ülke vatandaşları birbirinin acısından, hüznünden, mutsuzluğundan hatta mutluluğundan etkilenir.

Bundan dolayı hepimiz için öncelik, kendi ülkemiz, kendi ülke vatandaşlarımızdır.

Onların huzurunu, refahını, mutluluğunu, eşitliğini, özgürlüğünü yani insan gibi bir yaşam sürmesini sağlamaktır.

Bütün bunları yaptıktan, yani toplumun bütün kesimleri için insan gibi, huzur içinde eşit, özgür, adil bir yaşamı tesis ettikten sonra sınırın öte yanındaki herkesin sorununu dert edinebiliriz.

Kimliğine, inancına, mezhebine bakmadan haksızlığa uğrayan herkese imkanlarımız dahilinde el uzatabiliriz.

Kobani’deki Kürt de haksızlığa uğradığında yanında oluruz, Musul’daki Türkmen de haksızlığa uğradığında yanında oluruz.

Irak’taki Yezidi’nin de yardımına koşarız, Yemen’deki Şii’nin de.

Bu yaklaşım bizim bütünlüğümüzü de güçlendirir.

Haksızlığa uğrayanın mezhebine, ırkına, inancına bakarak tavır almak ırk, inanç, mezhep temelli ‘bizden-onlardan’ ayrımıyla politika belirlemek ne insanlığa, ne demokratlığa, ne de vatanseverliğe sığar.

Hele bilim insanlığına, entelektüel birikime hiç sığmaz. Yakışmaz da.

“Musul’u, Kerkük’ü alalım, Türkmenleri koruyalım” derken Türkiye’yi bölüyorsunuz.

Farkındasınız değil mi? (LEVENT GÜLTEKİN – DİKEN.COM)
Daha yeni Daha eski