Akademisyen Fatih Yaşlı:
“Erdoğan partiyi, egemenliğin mekânının değişmesine uygun
bir şekilde dönüştürmek istiyor, kafasındaki siyasi yapıda partiler ve kendi
partisi önemli bir yere oturmuyor, parti sadece devlete egemen olmak için bir
araç adeta artık.”
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Fatih Yaşlı, iç ve dış siyasete dair önemli
başlıkları VeGaste’ye değerlendirdi.
Röportajın birinci bölümü iç siyasetin genel ahvali üzerine…
AKP’nin “Başkanları” MHP’nin “yardımcı oyuncu” rolü, CHP’nin
“sağcılık yarışı” ve siyasette “yeni merkez” Akşener Partisi.
Türkiye; iktidarı döneminde siyaset yapma biçimiyle kuşkusuz
Türk siyasi tarihinin en önemli figürü haline gelen AKP Genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geleneksel sağ siyaset hakimiyet alanın
ötesine geçen yeni rejim inşasının gölgesinde siyaset üreten partiler ülkesine
dönüşmüş durumda.
15 yıllık AKP iktidarının Türk siyasetini getirdiği nokta 15
Temmuz sonrasında ülke yönetme biçimi olan KHK ve OHAL rejiminin “başkanlık
sistemi” evrilmesini beklemek.Yetkisiz meclis ve işlevsiz partiler ülkesi
haline getirilen Türkiye siyasetini Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Fatih Yaşlı’ya sorduk.
Akademisyen Fatih Yaşlı AKP iktidarının ve bu iktidarın
“tek” temsilcisi Erdoğan’ın Türk siyasetini getirdiği noktaya ilişkin
sorularımızı iç politika ve dış politik konumlanma olarak iki başlık altında
yanıtladı. (Ayşe Işıl Manisa)
1.Bölüm:Erdoğan ve Diğerleri
1. Öncelikle ülke gündemini değerlendirelim isterseniz. Erdoğan’ın
belediye başkanlarına ilişkin istifa hamlesini nasıl yorumluyorsunuz,etkileri
neler olacaktır? Zamanlaması,yöntemi ve karşılığı nasıl okunmalı?
Bunun birden fazla nedeni olduğunu düşünüyorum. Öncelikle
referandumda alınan sonuçlar.. Ankara, İstanbul ve İzmir’de, yani büyük
şehirlerde, Trakya, Ege ve Akdeniz kıyı şeridi ile birlikte Güneydoğu’daki
büyük illerde “hayır” çıkması, bütün yatırımını 2019 seçimlerine yapan Erdoğan
açısından dikkate alınması gereken bir durumdu, şimdi tam da onu yapıyor gibi
görünüyor. Ayrıca, Erdoğan partiyi, egemenliğin mekânının değişmesine uygun bir
şekilde dönüştürmek istiyor, kafasındaki siyasi yapıda partiler ve kendi
partisi önemli bir yere oturmuyor, parti sadece devlete egemen olmak için bir
araç adeta artık. Ve bunun dışında İstanbul ve Ankara özelinde ise rant
meselesine ayrıca bakmak gerekiyor. Daralan ekonomi ile birlikte her iki şehrin
rantının nasıl paylaşılacağına dair kavga büyüyor ve muhtemelen Saray bu ranta
Topbaş ya da Gökçek gibi aracılar olmaksızın tek başına el koymak istiyor. Yine
de burada riskli bir durum var, toplumsal algı bu belediyeleri başkanlarının
istifasının istenmesini ve üstelik bu istifaların hemen gerçekleşmemesini bir
tür zafiyet ve yönetememe hali gibi okuyabilir ki, bu da Erdoğan’ın “güçlü
lider” imajına vurulacak en büyük darbelerden biri olacaktır.
2. Erdoğan’ın “İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz”
cümlesinin ardında ne yatıyor? Hemen ardından Topbaş’ın istifasının gelmesi
tesadüf değil deği tabi ki?
İstanbul rantın, paranın, sermayenin, insan kaynağının
merkezi, Türkiye İslamcılığının ve tarikatların, cemaatlerin kalesi,
İstanbul’daki seçim sonuçları Türkiye siyasetinin belirleyici unsuru olmuş her
zaman. Tam da bu nedenle İstanbul’un düşmesi İslamcılığın, onun para ve insan
kaynaklarının düşmesi anlamına gelecektir, dolayısıyla Erdoğan bunu söylerken
haklı kendi durduğu yerden.
3. Ve Ankara…Gerçekten “Gökçek reisten büyük mü? Erdoğan
neden alamadı Gökçe’in istifasını o gece Saray’da?
Gökçek elbette ki “Reis”ten büyük değil ama bu tür rejimler
feodaliteye benzer biraz. En tepede en büyük bey yer alır ama yönetebilmek için
başka yerel beylere de muhtaçtır ve onlara belli bir “göreli özerklik” tanır.
Gökçek de Ankara’yı ailesi ve adamlarıyla birlikte feodal bir beylik gibi
yönetti, suyun başına oturdu ve rantla semirdi. Bu ise ona bir tür göreli
özerklik kazandırdı. Tam da bu yüzden gidişi kolay olmadı, ancak yine de en
büyük beyin isteğine çok uzun süre karşı koyamayacaktır bana göre ve belki de
bu röportaj yayınlandığı günlerde kendisi istifa etmiş olacaktır.
4. Siyaset okumalarınız ve öngörüleriniz ile bügüne kadar
birçok kez haklı çıktınız.AKP 2019 ve sonrası için ne düşünüyor sizce?Ya da
2019 öncesi yeni seçim hamlesi görüyor musunuz?Daha önce “bildiğimiz anlamda seçimlerin
sonuna geldik” gibi bir tespitiniz vardı.2019 veya öncesindeki seçimleri bu
tespit doğrultusunda değerlendirir misiniz?
“Bildiğimiz anlamda seçimlerin sonuna geldik” cümlesi 7
Haziran seçim sonuçlarının fiilen tanınmayıp tekrar seçime gidilmesine ve 16
Nisan referandumundaki şaibeye işaret ediyordu. Bunun ötesinde devletin bütün
olanakları kullanılarak, devasa bir propaganda aygıtıyla ve teslim olmuş bir
ana akım medyayla, ele geçirilmiş yargıyla, susturulmuş üniversiteyle, OHAL’de
ve KHK rejimiyle gidilecek bir seçimi “serbest seçimler” kategorisine koymak
mümkün değildir. Önümüzdeki süreçte de iki şeyin karşımıza gelmesi olasıdır:
Birincisi sağ seçmeni konsolide etmek için sınır ötesinde birtakım
operasyonlar, ki bunun ilk halkası İdlib’dir bana göre ve ikincisi de seçim
sistemini değiştirerek, alınabilecek en çok vekilin alınabileceği bir sisteme
geçmek. Tam da bu nedenle evet önümüzdeki seçim “seçimden başka her şeye
benzeyecek bir seçim” olacaktır.
5. Türkiye’de çok uzun zaman sonra siyasette etkili olacağı
düşünülen bir parti kuruluyor.Şimdilik Akşener Partisi diyelim.Bu yeni oluşumun
Türk siyasetinde “dizayn etkisi”olacağını düşünüyor musunuz?Sağ seçmende veya
meclis aritmetiği açısından etkisi ne olur?
Eğer küresel sistem ve onun içerideki uzantıları, mevcut
rejim inşasının düzenin uzun vadeli çıkarlarını zedelediğini düşünüyorlarsa ,
ki buna dair ciddi işaretler var, o zaman Türkiye’yi “fabrika ayarları”na
döndürecek ve rejimin düzen açısından zararlı yanlarını törpüleyecek bir
restorasyon sürecine ihtiyaç duyuyorlar demektir. Merkezi bitirip kendisi
merkezdeki boşluğu dolduran bir parti olarak AKP zamanla kendi rejimini inşa
etmeye başladıkça merkez partisi olma hüviyetini yitirmiş ve bu da merkezde bir
kez daha boşluk yaratmıştır, bu boşluğu CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun
liderliğinin doldurması ise, kendileri ne kadar isterlerse istesinler nesnellik
nedeniyle imkânsızdır, çünkü Türkiye’de merkez demek esas itibariyle merkez sağ
demektir ve Kılıçdaroğlu ve etrafındakiler istedikleri kadar partiyi sağa
çekmeye çalışsınlar bunun bir sınırı vardır. Tam da bu nedenle düzen siyaseti
açısından bir merkez sağ parti ihtiyacı hasıl olmuştur ve buna bugün en büyük
aday Akşener Partisi’dir.
6. MHP bildiğimiz anlamda Türkçü -İslamcı parti rolünü
kaybedecek mi?
MHP’nin bildiğimiz anlamda Türk-İslam sentezci bir parti
rolünü yitirme ihtimalinin asıl nedeni Akşener’in kuracağı parti değil,
Erdoğan’ın izlediği ve izleyeceği siyaset olabilir. Kürt sorununda masanın
devrilmesiyle birlikte Erdoğan “biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına
aldık” söylemini bir kenara iterek, İslamcılığının yanına da bir de
milliyetçiliği ekledi, özellikle 15 Temmuz süreciyle birlikte durumu “İkinci
Kurtuluş Savaşı” olarak ilan etti ve buradan Türk sağının bütün renklerine seslenmeyi
hedefledi. Bu ise MHP’nin oyun alanını iyice daralttı, çünkü artık elindeki
devlet olanaklarıyla milliyetçiliği ondan çok daha iyi icra eden bir parti
vardı. Bahçeli’nin yeni iktidar bloğunun bir parçası olmasını biraz da bunun
üzerinden okumak lazım. Eğer MHP iktidar bloğunun dışında kalsa giderek
etkisizleşen bir partiye dönüşecekti, oysa şimdi devlet ve iktidar içerisinde
bir güç durumunda, atamalarda, işe alımlarda, rantın dağıtımında kendisine
kısmen bir pay veriliyor ve da şimdilik siyaset sahnesinden inmeyi engelliyor.
7. Bir dizi CHP,Akşener Partisi sorusuyla iç siyaseti
bitirelim isterseniz.
Şimdi; “Akşener Partisi”nin CHP’nin siyaset yapma biçimi
üzerinde bir etkisi olur mu?CHP özellikle batıda tabanının bu partiye
kayışından endişe duymalı mı?CHP yeni partiye göre bir dil mi geliştirmeli ?
Özellikle CHP’nin bu konuda dikkatli olması gerektiğini söyleyen “kanaat
önderleri” var CHP’nin bunları dikkate alması gerekiyor mu gerçekten?
Akşener’in kentli orta sınıfın hassasiyetlerine seslenecek
bir merkez siyaseti inşa edebilmesi, CHP’li seçmenin en azından bir bölümü
üzerinde etkide bulunacaktır, AKP’nin merkez sağ siyaseti oyun alanının dışına
itmesiyle birlikte “kerhen” CHP’ye oy veren bir toplamın olduğunu biliyoruz,
bunların oranı ne kadardır o ayrı bir tartışma konusu ama varlıkları inkâr
edilemez. Ancak eğer CHP yönetimi, halen devam etmekte olduğu gibi, Akşener’in
partisiyle de AKP’yle yaptığı sağcılık yarışına girerse, oradan hiçbir şekilde
başarıyla çıkma şansı olmayacaktır. AKP’yle yarış için söylediğimizi burada da
söyleyebiliriz: Aslı varken suretine kimse oy vermez ve Türkiye’deki sağ seçmen
bunun gayet iyi bilincindedir. Dolayısıyla “yeni partiye göre dil geliştirmek”,
sağcılığı koyulaştırmak anlamına geliyorsa bunun bir anlamı yoktur, ama
kastedilen “ülkede yeterince sağ parti var, sol değerleri egemen kılan bir
anlayışla yürümeliyiz” ise elbette ki bunun bir anlamı olacaktır.