Bayern Münih maçına araba ile gitmişti... Süleyman Seba'nın 5 bin kilometrelik deplasman macerası UEFA Şampiyonlar Ligi son 16 turun...
Bayern Münih maçına araba ile gitmişti... Süleyman Seba'nın
5 bin kilometrelik deplasman macerası
UEFA Şampiyonlar Ligi son 16 turunda Beşiktaş'ın Bayern
Münih ile eşleşmesi akıllara 1997 yılındaki Bayern Münih eşleşmesini getirdi.
İlk kez Şampiyonlar Ligi'ne katılan Beşiktaş'ta dönemin kulüp başkanı Süleyman
Seba, Beckenbauer'in davetine uçak korkusu nedeniyle Münih deplasmanına araba
ile gitmişti. İşte o yolculuğun hikayesi...
SÜLEYMAN SEBA'YLA 5.000 KİLOMETRE
Beşiktaş, Eylül 1997’de ön elemelerde Slovenya’nın Maribor
takımıyla karşılaşmış, ilk maçta golsüz berabere kaldığı rakibini deplasmanda
3-1 yenerek tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi’ne katılmaya hak kazanmıştı. İlk
maç deplasmanda oynanacak, rakip Bayern Münih olacaktı. Karşılaşmanın detayları
belli olur olmaz kulüp yöneticileri bir eksikle uçak biletlerini almış, tüm
hazırlıklarını yapmıştı; başkan, Münih’e gitmeyecekti.
Kaynar o günü “Hepimiz bir olsak da kestirip attı. ‘İlaç
alırsın’ dedik, ‘2 saat uyursun’ dedik ama dinletemedik” diye anlatıyor. “Ben
de en son ‘Hayır!’ diye bağırmasından sonra susmuş, başıma geleceklerden
habersiz yanında oturuyordum. Yöneticilerden biri ‘Başkanım, Beckenbauer sizi
özel olarak davet etmiş, sizin için bir yemek verecekmiş. Ona ne diyeceğiz?’
diye sorduğunda işler değişti. Bana şöyle bir bakıp ‘Gider miyiz?’ dedi.
‘Gideriz abi’ dedim. Ne bileyim! Meğer arabayla gitmekten bahsediyormuş. Olan
olmuştu artık, ona ‘Hayır’ diyemezdim.”
Seba gibi kendini ön plana çıkarmaktan hazzetmeyen bir
başkanın peşindeki iki gazetecinin yola çıkışı da ani olmuş. “Benimki tamamen
tesadüf oldu” diyor Güvenç. “Süleyman abinin uçağa binmeyeceğinden emin olduğum
için gitmez diye düşünüyordum. Erol abiyi arayıp kaç uçağıyla gideceğini
sordum. O da ‘Ne uçağı Allah aşkına!’ dedi. Ağzından kaçırdı, yoksa hayatta
söylemez! ‘Aman haa, gelmeye kalkma!’ deyince ben de ‘Ne işim var ya! O yol
arabayla çekilir mi!’ dedim. Oysa o sıra Televole’yi yapıyoruz. Bu iş de tam
Televole’lik! Hemen Şansal Büyüka’yı aradım. ‘Hazırlıklarını yap, gidiyorsun’
dedi.”
Hazırlananlardan biri de Ümit Kül. “Normalde başka bir
kameraman gidecekti. Onun bir işi çıkmış, beni aradılar. Vizemin olmadığını
söyledim ama ‘Sırbistan’a kadar gider, oradan dönersin’ dediler” diyor.
Bu arada Kaynar kendisine bir yardımcı aramaktadır.
“Süleyman abiye ‘Gideriz’ dediğim günün gecesinde sabaha kadar uyuyamadım. Onu
vazgeçirmeleri için araya başkalarını soktum ama dinlemedi. ‘Bir şoför bulalım’
dedim, karşı çıktı. Sonra aklıma Avusturya’da yaşayan bir tanıdığım geldi. Onu
araba kullanırken bana yardım etmesi için İstanbul’a çağırdım. Süleyman abiyle
yiyeceğimiz bir yemeğe onu da götürüp, ‘Abi senin köyündenmiş’ dedim. Neyse ki
uzaktan da olsa akraba çıktılar. Ben de ortamın sıcaklığından faydalanıp
‘Avusturya’ya gidecekmiş, bizimle gelse ya. Arabayı kullanmama da yardım eder’
diye bir şekilde kabul ettirdim. Yoksa o kadar uzun süre arabayı tek başıma
nasıl kullanayım?”
Ancak Kaynar bir sorunu hallettiğini düşünürken karşısına
yenisi çıkar. “Hasan’la yemekten ayrıldıktan sonra hazırlık yapmak için bir
alışveriş merkezine gittik. Bir çıktık ki bizim arabanın arka farını kırmışlar.
O saatte tamirci bulmam mümkün değil, sabah 8’de Süleyman abiyi evinden
alacağız ve Avrupa’da kırık farla gezersem ne olacağını çok iyi biliyorum! Baktık
olacak gibi değil, şeffaf bantlarla farı parça parça yapıştırdık.”
“Bas! Bas! Kurtul şunlardan!”
Ve ertesi sabah, büyük gün! Kaynar, Seba’yı almak için
geldiğinde Güvenç’in sürpriziyle karşılaşır. “Kaçta yola çıkacaklarını
bilmediğimiz için sabahın köründe evinin önüne gidip beklemeye başladık.
Arabamı yeni almışım, ilk defa otomatik vites kullanacağım, Erol abinin son
model ciple gideceğini ve Süleyman abinin bizi kabul etmeyeceğini biliyorum.
Şehir içinde bile araba takip etmek zor. Biz uluslararası yol gideceğiz, hem de
istenmeyen birisi olarak! Neyse ki bizi görünce sadece yolcu edeceğimizi
düşünüp bir şey demedi.” Kaynar onunla aynı fikirde değil. “Ona öyle geliyor!
‘Kim haber verdi bunlara? Nereden duydular?’ diye köpürdü!”
Seba’nın takip edildiklerini anlaması epey zaman alır çünkü
arkadaki araba onlara görünmemeye çalışmaktadır. Ne var ki Bulgaristan sınırına
yaklaştıklarında Seba onların farkına varır. “Arkamızdan geldiklerini görünce
gerçekten çok sinirlendi. Bana ‘Bas! Bas! Kurtul şunlardan!’ diye bağırmaya
başladı. Ben de gaza bastım!”
Güvenç de o anı hatırlayınca heyecanlanıyor. “Bizi fark
edince Erol abinin başını yiyeceğini, bizi atlatmak isteyeceğini tahmin ettim,
ben de basmaya başladım.” Kameramanı da onu doğruluyor. “Bassan ne olacak!
Onların altında son model cip var, bizde sıradan bir araba. Bir de o yollardan
defalarca gitmişler, biz tabelalardan bir şey anlamıyoruz! Sonunda kaybolduk
zaten.”
“Bir taraftan gaza basmak zorundaydım ama gözden
kaybolduklarında da kaza yaptılar diye evhamlanıyordum” diye anlatmaya başlıyor
Kaynar. “Benzin almak için durduğumuzda Süleyman abiye ‘Bizi yakalamaya
çalışırken ölecekler. Artık dönecek halleri yok. Bırakalım kaçmayı’ dedim.
Biraz yumuşadı, o sırada bizi buldular da rahatladım.”
Güvenç’in sevinciyse fazla uzun sürmemiş. “Biz de benzin
alalım diye durduk, Süleyman abi bir şey demedi. Aldığımız yakıtın parasını
vermek için gittiğimde ‘Küüt!’ diye bir ses duydum. Ümit, sen al arabayı,
otomatik vites diye becereme, git öndeki arabaya vur! Neyse ki iki arabada da
çok hasar yoktu.”
Sonunda Bulgaristan sınırına ulaşırlar. Öndeki arabadan inen
Seba, elindeki pasaportu sallayarak “Ben gidiyorum efendi, seni görelim!” diye
eğlenir. Memurluğundan dolayı sahip olduğu diplomatik pasaporta güveniyordur.
Ancak işler umduğu gibi gitmez. Polis, pasaportunu alıp “Vize?” diye sorar.
Kaynar açıklıyor: “Ben normal pasaportum var diye vizelerimi
aldım ama kulüp müdürümüz, Süleyman abiye ‘Size vize sormazlar’ demiş. Kaldık
mı öyle! Adamlar almıyor. ‘Kendisi Beşiktaş kulübünün başkanıdır, yardımcı
olamaz mısınız?’ Maça yetişmemiz gerekiyor’ dedim. Bizi konsolosluğa
gönderdiler ama akşam olmuş. Hafta sonu, kapı duvar!” Geceyi Bulgaristan’da
geçirmek zorunda kalırlar.
Bulgaristan o dönem bağımsızlığını ilan edeli yedi yıl
olmuş, iç karışıklık devam etmekte… Arabaların başına bir iş gelmemesi için
pahalı otellerden birine gidip sabahı beklerler. Ertesi gün erkenden konsolos
bulunur ve vize işi halledilir.
“Süleyman abi tutturdu soğan da getirsinler! Bir de cücüklü
soğan!”
“Sabahın köründe yola düştük, acıktık ama başkan durmadan
biz de duramıyoruz. Gittiğimiz yolu da sürekli Türk TIR şoförleri kullandığı
için her yerde ‘Kuru fasulye-pilav’ tabelaları var. Neyse ki sonunda durdular”
diye anlatıyor Kül. Kaynar devam ediyor: “Kuru fasulye-pilavı anladılar ama
Süleyman abi tutturdu soğan da getirsinler! Bir de cücüklü soğan! Kırıp
yiyecekmiş! Adamlar Yugoslavcadan başka bir şey bilmiyor, gel de bunu anlat!
Garsona Almanca, Türkçe, İngilizce söylüyoruz ama katiyen anlamıyor. Süleyman
abi devreye girdi.” Gerisini Güvenç anlatıyor: “Masaya döndüğümüzde ‘Soğanlar
nerede?’ dedi. ‘Anlamıyorlar’ dedik. ‘Çağırın, ben anlatırım’ dedi,
garsonlardan birini çağırdık. Eliyle masaya soğan koyuyormuş gibi yaptı, üstüne
vurdu, içinden cücüğü aldı, ağzına attı, ağzı yanmış gibi yaptı… Adam anladı
biliyor musun? Soğanı getirdi, yedik.”
Yemekten sonra küçük molalarla Avusturya sınırına ulaşırlar.
O sınırda da bir vize krizi yaşanır ama bu sefer başrolde Seba değil, kameraman
Ümit Kül var. “Herkes geçti, ben kaldım. Hasan abi sağ olsun, orada yaşadığı
için görevlilere durumumuzu anlatıp bir haftalık vize aldı. O sırada Süleyman
abi de yanımızda duruyordu. İşimizi hallettik, tam ayrılacakken arabanın
bagajından iki çanta çıkarıp adamlara verdi. Çantaları yanımızda açtılar,
içinden Beşiktaş flamaları, bayrakları, atkıları çıktı. İzni Beşiktaş’ın maçına
gittiğimiz için alabildik, o da bunun altında kalmadı.”
Güvenç’in de buna ekleyecekleri var: “Kaza yaptığımız benzin
istasyonunda kendime bir şeyler almak için kasaya gittiğimde elimi tuttu,
hiçbir şey almadığı halde parayı o ödedi. Bir de cebinden para çıkarması var;
ortalık yerde para göstermemek için iki büklüm!”
“Yol boyunca klimadan rahatsız olmuş ama söylememiş”
Bu şekilde peş peşe Avusturya’ya kadar giderler. Tek kişilik
destek kuvvet Hasan Özkan onları yaşadığı şehir olan Graz’da, orman içinde bir
restorana götürür. “Kahraman” burayı çok sevdiği için bu kez acele etmez ama
bunun başka bir sebebi daha vardır. “Eylül ayı olmasına rağmen hava çok
sıcaktı. Biz de araba kullanırken klimayı hiç kapatmadık. Süleyman abinin de
bir huyu var, asla arkada oturmaz. Yol boyunca klimadan rahatsız olmuş ama
söylememiş. Burnunu silip öksürmeye başlayınca fark ettim. O kadar üzüldüm ki
anlatamam” diyor Kaynar. “Çünkü bencillik yapacak bir insan değil, bunu benim
düşünmem gerekirdi.”
Sonunda Münih’e vardıklarında onları kalabalık bir protokol
karşılar. Türkiye’den milletvekilleri, bakanlar, kulüp yöneticileri… Franz
Beckenbauer’in Süleyman Seba onuruna verdiği yemekteyse sadece yedi kişi
vardır. Bir sonraki gün oynanan maçta Beşiktaş 2-0 yenilir ve Seba aynı
kadroyla bu kez dönüş yoluna çıkar.
Kaynar “Dönüşte unutamadığım bir şey var” diye anlatmaya
başlıyor. “Yugoslavya’dan Bulgaristan sınırına geçerken bir tane küçük baraka
vardı. Yugoslavya’nın Free Shop’u! Alışveriş yapmak için durdum. Süleyman abiye
de istediği bir şey olup olmadığını sordum. Cebinden küçük bir kağıt parçası
çıkardı. Üzerinde bir kadın parfümü ve bir sigara adı yazıyor. ‘Şunların
fiyatına bak, bana söyle ama sakın sormadan alma’ dedi. Arabadan indik, kapının
önündeki kayaya oturdu, bir sigara yaktı.” Güvenç “Bize de gün doğdu, kayıt
yapmaya başladık” diye araya giriyor.
“Süleyman abi emekli maaşıyla geçinen bir adam, cebindeki
paranın ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum” diyor Kaynar. “Kağıtta yazanlar
da oldukça para tutuyor. İçeri girip fiyatlara bakıyormuş gibi yaptım. Yarısı
kadar para söyledim. O zaman da mark geçiyor, bir de onu çevirttirdi. ‘Bana bak
çok az bu, beni mi kandırıyorsun sen!’ dedi. ‘Burada vergi yok abi, ondan ucuz’
diye ikna ettim. Çıkarttı parayı verdi de aldım.”
Son sözü alan Ümit Kül, Seba’nın ‘Cuma namazı kılacağım’
diye tutturmasını hiç unutamıyormuş. “Hiç kaçırmazmış. Graz’da bir camiye
gitmek için yolumuzu 4 saat uzattık. Sonra bir an önce Türkiye’ye varmak için
sabırsızlandı. Yine gaza yüklenmeye başladılar. Biz de Kapıkule’den girişini
çekelim diye önlerine geçtik, çekim için yerleştik. Bir baktık, başkanın
arabasını durdurdular. Görevlilere ‘Ne yapıyorsunuz? Diplomatik pasaportu var,
Beşiktaş başkanı’ dedim ama dinlemediler. Bagajda, arabanın içinde ne varsa
dışarı çıkarıp tek tek aradılar. Ağzını açıp tek kelime etmedi. Biz söylenince
de ‘Bırakın işlerini yapsınlar’ dedi.” (FOURFOURTWO)