“Bir istiladır
sabahtan çöken
Bir tuzaktır
karanlıkla gelen
Yüküm ağırdır Ana
Barım ağırdır...
İki bidon mazot, iki
paket şeker midir benim katilim…
Bir katırın sırtında
dönmek midir benim hakkım
Bedenimin yarısını
hududun ötesinde bırakarak…”
KATLİAMIN ÜZERİNDEN 6 KOCA YIL GEÇTİ…
TSK’ya ait savaş uçaklarının Roboski’de 34 sivili
bombalayarak katletmesinin üzerinden dört yıl geçti. Peki, 28 Aralık 2011 günü
yaşanan katliamdan bu yana sorumlular cezalandırıldı mı? Kürt sorununu çözme
iddiasındaki hükümet ne gibi adımlar attı? Dört yıl sonra adalet açısından
hangi noktadayız?
1. Hafızalarımızı tazeleyelim. Gerçekte ne oldu?
28 Aralık 2011 günü saat 21.39 ila 22.24 arasında, Türkiye
ordusu Irak sınırında kaçakçılık yapan bir grubun üzerine dört adet bomba
bıraktı. Grupta 38 erkek ve çocukla en az 50 katır bulunuyordu. Katırlar petrol
ve sigara taşıyordu. Sadece dört kişi hayatta kalabildi. Ölenlerden 19’u henüz
reşit bile değildi.
Öldürülen 34 kişinin isimleri: Salih Ürek, Bedran Encü, Adem
Ant, Erkan Encü, Şivan Encü, Muhammed Encü, Bilal Encü, Aslan Encü, Mehmet Ali
Tosun, Savaş Encü, Orhan Encü, Nadir Alma, Celal Encü, Fadil Encü, Mahsun Encü,
Şervan Encü, Yüksel Ürek, Cemal Encü, Cihan Encü, Vedat Encü, Serhat Encü,
Salih Encü, Özcan Uysal, Hüseyin Encü, Nevzat Encü, Hamza Encü, Selim Encü,
Zeydan Encü, Seyithan Enç, Hüsnü Encü, Selahattin Encü, Osman Kaplan,
Abdulselam Encü, Şerafettin Encü.
“Daha yaşım 13 benim.
Muhammed derler adıma… Daha yaşım 13
benim… Daha yaşım 13 benim… Nasıl siper ederim bedenimi ben dört uçağın dördüne
birden. Benim yaşımdaki çocuklarına uzaktan kumandalı oyuncak uçak alanlar,
benim üstüme dört uçak saldılar düşman üstüne salar gibi… Hatırlar mısın daye,
bir at almıştı babam bana beyaz mı beyaz.
O mu gelen bu gece vakti ışıl ışıl, yoksa alıp götüren bomba mı
bedenimin yarısını şu dağ başında. Dedim ya, 13’ündeyim ben ömrümüm ve hep öyle
kalacak yırtılmış, yanmış kimliğimde yaşım benim”
2. Hükümetin savunduğu gibi, bu bir kaza mıydı gerçekten?
Muhtemelen hayır, kaza değildi. Biraz mantık çerçevesinde
düşününce, bunun bir kaza olmadığı ihtimali ağır basıyor. Siz karar verin:
Hükümet diyor ki, kaçakçı grubu PKK militanı zannetmişler. Sizce neredeyse 30
yıldır PKK’yle savaşan Türk ordusu, PKK militanlarıyla bir avuç kaçakçıyı ayırt
edemez mi?
Grupta 38 erkek vardı; halbuki PKK, bütün gerillalar gibi,
en fazla sekiz ila 10 kişilik gruplar halinde hareket eder. Kaçakçıların
yanlarında 50’ye yakın katır vardı. PKK bazen binek hayvanlarla silah taşısa
da, asla 50’sini birden kullanmaz.
Ayrıca kaçakçıların yaşadığı Ortasu (Roboski) ve Gülyazı
(Bejuh) köylerinde korucular da yaşıyordu. Korucular askerle temas halindeydi.
Ordu, bölgede herhangi bir askeri harekat olacaksa korucuları uyarır ve
kaçakçılığı ertelemelerini söyler normalde. Ama 28 Aralık 2011 akşamı herhangi
bir uyarı yapılmadı.
“Yıldızlar daha mı
yakın bu gece
Hudut daha mı uzak
Ölüm mü yoksa uçaklar
mı daha ırak
Güneş daha mı hızlı
aydan, kamerden bu gece
Bu ne ışık, bu ne
aydınlık
Roboski’ye güneş mi
doğuyor
Uçaklar mı geliyor,
semadan
Yoksa bomba mı o
savrulan
Hani nerede benim
kolum
Hani nerede benim
katilim…”
3. Peki bu insanlar neden bombalandı? Herhangi bir sebep
olmaksızın değil, herhalde?
Bombardıman muhtemelen, PKK’nin19 Ekim 2011’de Çukurca
Hakkari’de yaptığı, 24 askerin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgiliydi.
Hükümet ve ordu PKK’den intikam almak istiyordu. Muhtemelen, PKK’nin Irak
sınırındaki hareketleri hakkında aldıkları yüzeysel bir istihbaratı, Bahoz
Erdal kod adlı PKK komutanı Fehman Hüseyin’in Türkiye’ye geçip saldırı
düzenleyebileceğine ve bir grup kaçakçının arasında saklandığına dair kanıt
olarak kullandılar.
Söylenene göre, bu istihbarat sadece, iletişim aygıtlarının
kullanımında bir artış yaşandığından ibaretti. Ordu kurallarına göre, böylesine
bir bilgi, başka istihbarat verileriyle desteklenmediği sürece, askeri bir
hamlenin temeli olarak hiçbir zaman kullanılamaz.
Fakat bu yüzeysel bilgi, bir operasyon planlamak için
kullanıldı. Eğer Fehman Hüseyin bu grubun içerisinde çıksaydı, devlet 19
Ekim’in intikamını almış olacak ve kaçakçıları, ‘teröre yardım eden‘ veya
‘bizzat terörist olan‘ kişiler olarak gözardı edilecekti. Kimse onlaru
umursamayacaktı.
Ama Erdal’ın bu grubun içinde olmadığı ortaya çıktı. Bu
insanlar suçsuz sivillerdi. Hükümet bombardımandan hemen sonra saldırıyı bir
kaza olarak sunmaya başladı. Aralarında o zamanki içişleri bakanı İdris Naim Şahin’in
de olduğu bir grup hükümet yetkilisi, bu köylülerin PKK’ye yardım ettiklerini
bile savundu. Ölmeleri kendi suçlarıydı; verilen mesaj buydu.
“Kimin sesidir bu
gelen
Ordular ileri ilk
hedefiniz
Roboski!
Katletmeden dönmeyin
Kaçakçı bebeleri!
Kim kırdı kalemimizi
Bu gece vakti
Kim”
4. Olan biten hakkında neden hep ‘muhtemelen’, ‘olası’,
‘söylenene göre’ deniyor? Emin değil miyiz?
Hayır, değiliz. Katliama ışık tutabilecek önemli belgelere
kısa süre içinde ‘devlet sırrı’ damgası basıldı. En önemli belgelerden biri,
bombalamadan hemen sonra İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan rapordu.
Ancak 11 Ocak 2012’de (yani ancak iki hafta sonra) oluşturulan meclis araştırma
komisyonu bu raporu kullanamadı. Raporu sadece görmelerine ve not almalarına
izin verildi ama tek bir kopya ya da
fotoğraf alamadılar.
Komisyon, hükümet yetkililerinin ve devlet kademelerinin
tepe isimleriyle de görüşemedi. Hava Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkanı,
savunma ve içişleri bakanları ve (dönemin) başbakanı Erdoğan ifade bile
vermedi. Bu arada, komisyonda beş AKP’liye karşılık üç muhalefet partili vekil
vardı.
Dolayısıyla yukarıda anlatılan senaryo, köylerde ve
kaçakçılık rotasında yapılan araştırmalara, katliamdan kurtulan Servet Encü ve
ölenlerin aileleriyle yapılan görüşmelere, meclis araştırma komisyonunun nihai
raporuna, Komisyon üyelerinden Ertuğrul Kürkçü (HDP) ve Levent Gök’le (CHP)
söyleşilere, onların kendi hazırladıkları raporlara ve biraz mantığa dayanarak,
o gece neler olduğunun muhtemel açıklamasıydı.
Ama gerçekte ne oldu, neden oldu, bu sadece bütün deliller
ele geçirildiğinde ortaya çıkabilir.
“Canımız mıdır?
Yanan bedenimiz midir?
Senin gözyaşların
mıdır?
Yoksa
Kolumuz, bacağımız,
Yarısı hududu aşamayan
Bedenimiz midir?
İki bidon benzinin
İki paket şekerin
Vergisi…”
5. Saldırı emrini Erdoğan mı verdi?
Orası çok net değil. İlginç olan şu ki, katliam günü Milli
Güvenlik Kurulu toplanmıştı. Fehman Hüseyin’in Uludere (Kürt ismiyle Qilaban)
civarında olduğuna dair iddianın o toplantıda konuşulmuş olması pek muhtemel
değil.
Fakat o saldırıda herhangi bir somut karar alınıp alınmadığı
veya Fehman Hüseyin konusunda ne yapılacağının Hava Kuvvetleri Komutanı’na,
hatta altındaki komutanlara bırakılıp bırakılmadığı bilinmiyor. Bunu kimse
araştıramıyor çünkü bu konuya dair savaş kaideleri bir sır. Bombardımandan
hemen önce sahadaki emir komuta zincirinin belirsiz olmasının sebebi de bu.
Erdoğan’ın bombardıman emrini doğrudan verip vermediği
bilinmese de, kendisi bu katliamda siyasi sorumluluk taşıyor.
“Önce umutlar vuruldu
yüreğimde, sonra tebessümüm dondu dudaklarımda. Yarım kalmış bir sevda,
yıkılmış bir dünya ve benim bedenim paramparça…
Uçaklar burada, bombalar burada, katliam burada… 34 can var parçalanmış
ortada…
Katil yok be ana
Suçlu yok
Tek suçlu ben miyim?
Yoksa
Şu iki bidon benzin
İki paket şeker mi
Benim katilim?”
6. Olay Fehman Hüseyin yüzünden geliştiyse, bu durum PKK’nin
de sorumlu olduğu anlamına gelir mi?
KCK Yürütme Koneyi üyelerinden Rıza Altun bu soruya
yanıtında, PKK’nin katliamda herhangi bir rolü veya sorumluluğu bulunmadığını
söyledi.
Altun, Mart 2014’te kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle
konuştu: ‘’Biz o bölgede aktif değiliz. Ayrıca Türkiye’de bir Kürt sorunu
olmasaydı, hükümet bu sorunu çözmek için adım atmış olsaydı, katliam da
yaşanmayacaktı. Hükümetin yaptıklarından ötürü kimse bizi sorumlu tutamaz.’’
“Ben ölünce ana hudut
kurtuldu. Bayrak şahlandı… Kaçakçılık da bitti kanunsuzluk da… Oysa neden
çalışmadım ki ben koca koca fabrikalar varken diyarımda… Ne işim vardı benim
kaçak yollarda, dar patikada katır sırtında…
Dağına taşına altınlar, gümüşler ekerken koca devlet köyümün, benim de gözüm pek açmış be ana. Köyümde boş dururken fabrikalar plazalar ben
peşine düştüm iki bidon mazotun iki paket şekerin…
Buna devran diyorlar
be ana
Ya da çark-ı felek
Döner elbet bir gün
bizden yana da.
Şu Fırat’ın kıyısında
Kan damlarken
kurtların dişinden
Korkmaz mı bu zalimler
Mahkeme-i Kübra
güneşinden.”
7. Şu anda soruşturmanın yasal statüsü nedir?
Bütün soruşturmalar kapatıldı. Önce sivil mahkeme katliamı
araştıracaktı ama sonra dava askeri mahkemeye transfer edildi. Ölenlerin
yakınları bu duruma itiraz etti ve doğru düzgün bir soruşturma talebiyle imza
kampanyası başlattılar. Zira askeri mahkemenin, askeri adımları özenli ve
dürüst bir biçimde araştıracağına güvenmiyorlardı.
Protestolar işe yaramadı. Ocak 2014’te, askeri savcı ordunun
suçu olmadığına ve yargılanmayacağına hükmetti. Ölenlerin aileleri bunun
üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma kararı aldı.
“Karlara göm beni,
benden kalan parçaları
Şan olsun, nam olsun beni vuranlara
Bulunamayan kolum,
yanık bedenim.
Sen beni özlerken gül
kokulu anam
Ben mahşerin
sevdasındayım.
Elbet o gün yapışırım
yakalarına
Haykırırım onlara
Hani nerede
jetleriniz, hani nerede beni yakan bombanız
Suçum neydi benim,
günahım neydi benim
Ben mi istedim iki
bidon mazot
İki paket şeker için
öleyim…”
8. Köylüler ne istiyor?
Katliamla ilgili bütün dosyaların açılmasını ve emri veren
kişinin kimliği dahil olmak üzere, gerçeğin su yüzüne çıkmasını istiyorlar.
Sorumluların cezalandırılmalarını bekliyorlar. Ölenlerin anneleri ve aile
yakınları, her perşembe mezarlığı ziyaret edip katliamın doğru düzgün bir biçimde
soruşturulması talebiyle basın açıklaması yapıyorlar.
Roboski katliamı, Türkiye’de çözülemeyen yüzlerce cinayet
vakasından sadece biri. 1990’larda işlenen çok sayıda cinayeti anımsatıyor:
Herkes devletin sorumlu olduğunu biliyor ama gerçeğin üstü hep örtülü.
“Dedim ya daha
13’ündeyim ben ömrümün
Ve 13 kalacak yaşım
benim…”
9. Gerçek bir gün ortaya çıkacak mı?
Bir gün, evet. Ama bu Kürt meselesi çözülmeden önce
olmayacak tabii.
Kuzey İrlanda ve Güney Afrika’da olduğu gibi devlet
tarafından yapılan katliamlar, o ülkedeki bu cinayetlere imkan sağlayan sistem
düzeltilmedikçe doğru dürüst soruşturulamıyor. Ancak değişimden sonra gerekli
özürler dilenebiliyor.
Dolayısıyla düzgün bir soruşturma yapılmadan önce
Erdoğan’dan gelecek bir özür, onun oynadığı siyasi oyunun parçası olarak
görülmeli.
SELAHATTİN DEMİRTAŞ’TAN ROBOSKİ MESAJI
Selahattin Demirtaş'tan Roboski mesajı: Belki inanmayacaksınız
ama bu sözleri duydum...
Selahattin Demirtaş, Roboski katliamının 6. yılı dolayısıyla
gönderdiği mesajında, Uludere Devlet Hastanesi koridorlarında katledilen
çocukların cenazelerine tek tek baktığını belirterek, "Battaniyeye sarılı
ölü çocuklar sanki bana 'Bizi öldürdüler başkan, geç kaldınız. Biz hep
yoksulduk, hep çalışıyorduk. Vatanımızın tel örgülerle bölünmüş iki parçası
arasında ticaret için gidip gelmekti tek suçumuz. Vatanımız paramparça, şimdi
de biz paramparçayız. Geç kaldınız başkan, geç kaldınız başkan. Biz her zaman
yoksulduk, hep öldürülüyorduk. Bak bu sorunları çözemediniz, yine ölen biz
olduk. Hoş geldin ama geç kaldınız başkan, geç…' dedi" ifadelerini
kullandı.
HDP, Roboski Katliamının 6'ncı yıl dönümü dolayısıyla,
İstanbul Şişli'de bulunan Kent Kültür Merkezinde bir anma etkinliği düzenledi.
Anmaya, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da bir mesaj gönderdi. Film
yönetmeni Ezel Akay tarafından okunan mesaj şöyle:
“Saygıdeğer dostlar, değerli arkadaşlarım,
Yakın tarihimizin en acımasız katliamlarından birinde,
Roboski’de yitirdiklerimizi anmak için bir araya gelen siz değerli halkımızı
özlemle selamlıyorum.
İnsanlığın evrensel değerlerini kendi coğrafyamızda da hakim
kılabilmek için yürüttüğümüz demokrasi mücadelesinin en önemli unsurlarından
biri, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkarılması konusudur.
‘ÖFKEMİZİ KİN VE İNTİKAMA DEĞİL, ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNE KATIK
YAPTIK’
Maalesef ki, tarihimiz ve yakın geçmişimiz soykırım,
katliam, sürgün ve infazların acılarıyla doludur. Bizler yaşanan bütün acılara
rağmen tüm ezilenlerin bir arada özgürce yaşayabilmesi için, bu acıların
yarattığı öfkeyi kin ve intikam için kullanmak yerine, öfkemizi özgürlük
mücadelemize katık ve gerekçe yapmayı tercih ettik.
Ermeni Soykırımı’ndan Dersim Katliamı’na; Maraş, Çorum ve
Sivas’tan Roboski, Suruç ve Ankara’ya kadar bütün acıları yüreğimizde
hissetmekle birlikte, bu katliamların acılarını hafifletmek ve hesaplaşmak için
hakikatle yüzleşmeyi mücadelemizin bir gerekçesi olarak talep etmeye devam
edeceğiz. Sorumlular tarih ve yargı önünde hesap verinceye kadar çabalarımızı
sürdüreceğiz.”
‘ROBOSKİ ÇOK BAŞKAYDI…’
“Roboski’de yoksul ve emekçi Kürt çocuklarının savaş
uçaklarıyla bombalandığı gecenin sabahında Eşbaşkanımız Gültan Kışanak ile
birlikte oradaydık. Hayatım boyunca, mesleğim ve yürüttüğüm mücadele içerisinde
çok sayıda ölüme, cenazeye, otopsiye tanıklık ettim. Elbette ateş en çok
düştüğü yeri yakıyordu. En çok da katledilenlerin aileleri, yakınları bu acıyı
derinden hissediyordu. Ama Roboski Katliamı’nda durum bambaşkaydı. Ateş sadece
düştüğü yeri yakmıyordu. Zerre kadar vicdan kırıntısı taşıyan herkes Roboski’ye
düşen ateşle yandı, yanıyor.”
‘ÇOCUKLAR BANA ‘GEÇ KALDINIZ’ DEDİ…’
“Katledilen çocukların Uludere Devlet Hastanesi
koridorlarında ve odalarında battaniyelere sarılmış mazot kokan cenazelerine
tek tek baktım. Çok sayıda cenazenin yerde yan yana dizildiği boş bir hastane
odasında birkaç dakika cenazelerle baş başa kaldım. Battaniyeye sarılı ölü
çocuklar sanki bana şunları söylediler ve sanki ben gerçekten onları duydum.
Dediler ki, “Bizi öldürdüler başkan, geç kaldınız. Biz hep
yoksulduk, hep çalışıyorduk. Vatanımızın tel örgülerle bölünmüş iki parçası
arasında ticaret için gidip gelmekti tek suçumuz. Vatanımız paramparça, şimdi
de biz paramparçayız. Geç kaldınız başkan, geç kaldınız başkan. Biz her zaman
yoksulduk, hep öldürülüyorduk. Bak bu sorunları çözemediniz, yine ölen biz
olduk. Hoş geldin ama geç kaldınız başkan, geç…”
Belki inanmayacaksınız, ama ben bu sözleri duydum.
Mahcubiyetle, derin bir kederle Roboskili kardeşlerimin başında ağladım. Bunun
hesabını sormak için de bundan sonra katledilmememiz için de elimden gelenin
fazlasını yapma sözünü orada o çocuklara verdim.”
‘ROBOSKİ MÜCADELESİNDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ’
“Şimdi Edirne Hapishanesi’ndeyim. Sözümün arkasında olduğum
için buradayım. Ant olsun ki, Roboski katillerinin hesap vermesi için
canımızdan vazgeçeceğiz, ama bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Roboski dağlarında
bıraktığımız otuz dört canın, otuz dört yoksul Kürt çocuğunun kutsal
emanetlerini yüreğimizde saygıyla taşıyarak dimdik duracağız.”
‘HESAP SORMANIN EN ETKİLİ YOLU ONURLU BİR BARIŞ VE
ÖZGÜRLÜKTÜR!’
“Biliyorum geç kaldık çocuklar, haklısınız. Ne deseniz
haklısınız. En az yüz yıl geç kaldık. Ama siz rahat uyuyun. Afrin’den
Kobani’ye, Hewler’den Mahabat’a, Botan’dan Amed’e, Serhat’a yüz binlerce yiğit
halk evladı, hep birlikte bu geç kalmışlıkla yitirdiklerimizin aziz hatıraları
için özgürlük ve barış sözü veriyoruz.
Sizi katledip üstünü örtenlerden, hatıranız için dikilen
anıtları sökenlerden, Roboski’nin sağ kalmış çocuklarından, Ferhat’ı zindana
atanlardan hesap sormanın en etkili yolu eşit, onurlu ve adil bir barışı
getirmektir. Biliyoruz, başaracağız!”
‘GÜZEL ÜLKEMİN DİRENEN BÜTÜN GÜZEL ÇOCUKLARINA BİNLERCE
SELAM OLSUN’
Güzel ülkemin öldürülen, hapsedilen, direnen bütün güzel
çocuklarına binlerce selam olsun. Hepsinin anısı önünde saygıyla eğiliyor,
Roboskili aileleri, bütün halkımızı, dostlarımızı hasretle kucaklıyor,
selamlarımı iletiyorum.”