“OHAL’de referandum yaptılar. Bütün devlet imkanlarını kullandılar. Oluk oluk para akıttılar. Medyayı bütünüyle teslim aldılar. Bütün ayak...
“OHAL’de referandum yaptılar. Bütün devlet imkanlarını
kullandılar. Oluk oluk para akıttılar. Medyayı bütünüyle teslim aldılar. Bütün
ayak oyunlarına rağmen aldıkları sonuç yüzde 51. Üstelik o günden bugüne
değişen çok şey var. Geçtiğimiz günlerde bir anket şirketi yöneticisiyle
konuştum. AK Parti’nin Nisan 2017’deki kararsızlar dağıtılmadan önceki oy oranı
yüzde 47 iken kasım ayında bu oran yüzde 37’ye düşmüş. Yani gidişatın
vahametinin farkında olan kimi AK Partililer odalarından çıkmış, gidecek bir
alternatif görmedikleri için de “Kararsızım” diyerek kapının önünde duruyorlar”
ERDOĞAN SEÇİMLE GİTMEZ Mİ?
‘Erdoğan seçimi kaybetse de gitmez’ şeklinde bir görüş var
ortalıkta.
İyi niyetle, şartların vahametine dikkat çekmek amaçlı
söylendiğini düşünsem de bu görüşe birkaç nedenle itirazım var.
Birincisi: Bu görüşü dillendirmenin toplumu yılgınlığa,
umutsuzluğa, çaresizliğe sevk etmekten başka hiçbir anlamı yok.
Halbuki toplumun cesarete, umuda, heyecana ihtiyacı var.
İnsanlar ‘Ben bir şey yaparsam işler düzelir’ anlayışından
uzaklaşırsa nasıl çıkacağız bu girdaptan?
Kaldı ki ‘Sen ne yaparsan yap hiçbir şey değişmez, boşuna
uğraşıyorsun’ anlamına gelen bu cümle
esasında Erdoğan’ın işine yarıyor.
Çünkü yukarıda da dediğim gibi, yapılanları çaresizce sineye
çekmeye itiyor toplumu.
İtirazımın ikinci nedeni ise: Erdoğan seçimi kaybetse de
gitmez görüşüne teslim olacaksak o zaman niye yazıyor, konuşuyor, mücadele
ediyoruz? Kendimizi tatmin etmek, vicdanımızı rahatlatmak için mi yapıyoruz tüm
bunları?
“Erdoğan seçimle gitmez” diyenler bize tam olarak ne
öneriyorlar?
Ne yapalım? Teslim mi olalım? Oturup sessizce boyun mu
eğelim?
Bir kere şunu kabul etmemiz gerek: Politikalarından memnun
olmadığımız bir iktidarı değiştirmek için seçimden başka yol yok.
Bütün zorluklara, bütün engellere, bütün antidemokratik
uygulamalara rağmen seçim, sandık sığınacağımız tek liman.
Onu da anlamsız kılacak, onu da umut olmaktan çıkaracak bir
görüşü yaygınlaştırmaya çalışmak topluma “Teslim olun, ne yapsanız boş”
demekten başka bir şey değil.
İtirazımın bir başka nedeni ise: ‘Seçimi kaybetse de gitmez’
görüşü zaman zaman bende de oluşsa da, gitmemek o kadar da kolay değil.
Evet, seçim yenilgisini kolay kolay kabul edeceğe
benzemiyorlar.
Ama dünyada özellikle bizim gibi ekonomisi yabancı sermayeye
bağımlı hiçbir ülkede iktidar toplumsal desteğini kaybettikten sonra hükmünü
sürdüremez; yönetemez, ayakta kalamaz.
Erdoğan’ın şu anda elindeki tek sermayesi arkasındaki
toplumsal destek. Yani aldığı yüzde 40-50 civarındaki oy.
Buradaki çoğunluğu kaybettiğinde bu fark edilir.
Bunun tek göstergesi sandık değil.
Onu herkes hisseder. Kendisi bile hisseder.
Üslubu, yaklaşımı, her şeyi değişir.
Şu anda ‘Kolay kolay gitmem’ izlenimi vermesindeki en önemli
neden, toplumsal desteğinin devam ediyor olması.
Peki ne öneriyorum?
Evet, şartlar çok zor. Adil bir seçim yapmak neredeyse
imkansız. OHAL var.
İnsanlar, bir sabah birdenbire işini kaybediyor.
Medya gücü bütünüyle iktidarın elinde.
Devlet parti devletine dönüştüğü için devlet imkanları bir
partinin kontrolünde.
Ellerinde dinî hamaset gibi korkunç bir silah var.
Hak, hukuk, kural tanımıyorlar.
Seçimin şartlarını kendi lehlerine göre ayarlıyorlar. Sandık
güvenliği sıkıntılı.
İtiraz eden, varlık gösteren, sesini yükselten herkesi bir
şekilde susturuyorlar.
Tamam ben de tüm bunların farkındayım.
Bütün bunlara rağmen gene de ‘Hiçbir şey değişmez’ psikolojisine teslim olmak kötülüğe, berbat yaşama ve nihayetinde muhtemel bir yıkıma razı olmaktır.
Hayır, bu kötü kadere razı olamayız. Olmamalıyız.
Hukukun olmadığı, özgürlüklerin kısıtlandığı, çatışmanın
arttığı, adam kayırmanın ayyuka çıktığı, yolsuzluğun cezasız kaldığı, eğitimin
çöktüğü, yoksulluğun, işsizliğin artığı KHK ile şiddetin teşvik edildiği bir
ülkede insan gibi bir yaşam süremeyiz.
Bu kötü gidişatı durdurmak zorundayız.
Bunun için bütün olumsuzluklara, engellere rağmen elimizdeki
tek araç sandık.
Onu da “Nasıl olsa bir şey değişmez” diyerek
anlamsızlaştıramayız.
Sorunu tespit edip susmak olmaz. Çözüm bulmak, oturduğumuz
yerden kalkmak, işe koyulmak zorundayız.
Korkuya teslim olmuş, akıl terazisini, vicdanını,
sağduyusunu, yönetme yetisini yitirmiş adeta cenazeye dönüşmüş bir iktidar var.
“Bu iktidar gitmez” demek “Bu cenaze kalkmaz” demek gibi bir
şey.
Cenazelerin kendileri gitmiyor, kaldırılmaları gerekiyor.
Bir ülkede esas olan toplumdur.
Bu nedenle toplumun farklı kesimleriyle diyalog kurmanın,
konuşmanın, uzlaşmanın endişelerimize ortak etmenin yollarını bulmalıyız.
Meselenin farklı toplum kesimleri, partiler, ideolojiler
arası bir iktidar mücadelesi değil, daha iyi yaşam sürme, daha huzurlu bir ülke
olma mücadelesi olduğunu anlatmalıyız. Sadece anlatmak da yetmez hal ve
hareketlerimizle de göstermeliyiz.
Herkes için eşit, özgür, huzurlu bir yaşam talebiyle
oluşacak güçlü bir toplumsal tavrın karşısında hiçbir iktidar duramaz.
İstediği kadar tehdit etsin. Seçim kanunlarından istediği
ayarlamayı yapsın. Medyayı kapatsın. Bütün devlet imkanlarını kullansın, yine
de toplumla baş edemez.
Hatırlayın referandumu.
OHAL’de referandum yaptılar. Bütün devlet imkanlarını
kullandılar. Oluk oluk para akıttılar. Medyayı bütünüyle teslim aldılar.
Bütün ayak oyunlarına rağmen aldıkları sonuç yüzde 51.
Üstelik o günden bugüne değişen çok şey var.
Geçtiğimiz günlerde bir anket şirketi yöneticisiyle
konuştum.
AK Parti’nin Nisan 2017’deki kararsızlar dağıtılmadan önceki
oy oranı yüzde 47 iken kasım ayında bu oran yüzde 37’ye düşmüş.
Yani gidişatın vahametinin farkında olan kimi AK Partililer
odalarından çıkmış, gidecek bir alternatif görmedikleri için de “Kararsızım”
diyerek kapının önünde duruyorlar.
“Niye başka partiye gitmiyorlar ki?” diye kızmak kendimizi
kandırmaktan başka bir şey değil.
Gitmiyorlar çünkü mevcut partilerden hiçbirini umut olarak
görmüyorlar. Mevcut partiler arasındaki mücadeleyi daha huzurlu bir Türkiye
mücadelesi değil, farklı mezhep, inanç,
ideolojiler arasındaki iktidar mücadelesi olarak görüyorlar.
İnanç, mezhep, kimlik, ideoloji kıskacında sıkışmış partiler
de zaten herkese açık davet gönderemiyor.
Çünkü muhaliflerin de çoğu, günümüz dünyasını, demokrasiyi,
eşit yurttaşlığı anlamaktan aciz.
Siyaseti hâlâ Soğuk Savaş şablonlarıyla algılıyorlar.
Siyaset, Türkiye’deki en geri faaliyet alanı.
Hepimize zarar veren de bu saçma sapan, akılsız, ilkel
siyaset anlayışı zaten.
Vaktimizi alan, canımızı sıkan, hayatımızı zorlaştıran ve
hepimize suçlu nazarıyla bakan akılsız ve ruh hastası bir siyaset anlayışı var.
Günün 24 saati konuşan, sürekli yalan söyleyen, cahil,
çıkarcı, vasıfsız siyasetçilerin lakırdılarından fal bakar gibi yorumlar
çıkarıyoruz.
Bu çökmüş siyaseti ciddiye alarak, onun çürümüşlüğünü,
bozukluğunu gizlemiş oluyoruz.
Peki yapabilir miyiz? Bütün bu engellere rağmen başarabilir
miyiz? Bu zilletten, utançtan kurtulabilir miyiz?
Yani aslında soru şu: Yıkılmış, bitmiş, kimseye
(içindekilere bile) umut vermeyen siyaseti bütünüyle bir kenara itebilir miyiz?
Bunu yapmak gerçekten ama gerçekten çok mu zor görünüyor
size?
Bunu da benim aklım almıyor.
Cenaze kaldırılamaz, öyle mi?
Müflise muhtacız yani?
Bakın…
Neredeyse her hafta bir şehre konferansa giden, farklı
kesimlerden binlerce insanla konuşan biri olarak söylüyorum ki evet
yapabiliriz.
Topluma ulaşıp duygu ve amaç birliği kurabiliriz. Bu
birliktelikten doğan güçle sandık güvenliği dahil bütün zorlukların üstesinden
gelebiliriz.
Tekrar edeyim: Herkes huzurlu bir yaşam istiyor.
Herkes çocuğunun iyi eğitim almasını, okulu bitirdikten sonra
iş bulmasını, yüzünün gülmesini istiyor.
Herkes ayrımcılığın, adam kayırmanın, yoksulluğun,
yolsuzluğun olmadığı, ağız tadıyla insan gibi bir yaşam sürmek istiyor.
Sağcı solcu, seküler, dindar, Alevi, Sünni, Kürt… herkes.
Tek sorun birlikteliği sağlayamamak.
Bütün bu zorlukları hesaba katarak bir strateji geliştirmek
yerine “Kaybetse de gitmez” demek kötü yaşama teslim olmaktır.
Teslim olamayız, bu berbat yaşama razı olamayız. Daha iyisini yapabiliriz.
(LEVENT GÜLTEKİN – DİKEN.ORG)
(LEVENT GÜLTEKİN – DİKEN.ORG)