İran'da 28 Aralık'ta başlayan protesto gösterileri, 2009'daki gösteri dalgasının seviyesine ulaşamadıysa da, ülkenin uygulanan...
İran'da 28 Aralık'ta başlayan protesto gösterileri,
2009'daki gösteri dalgasının seviyesine ulaşamadıysa da, ülkenin uygulanan
neo-liberal politikalarla derinleşen ekonomik sorunlarına ve özellikle 2013
yılında varılan nükleer mutabakat ekseninde Ruhani yönetiminin yarattığı
umutların çöküşüne işaret ediyor. 'İran Baharı' beklentisi içinde olan ABD,
İsrail ve Suudi Arabistan üçlüsü ise, “Suriye senaryosunu” uygulamaya çalışarak
“İran Kışı”nı zorlayabilir…
I) Gösteriler nerede ve nasıl başladı?
İran'ın muhafazakar kenti Meşhed'de 28 Aralık'ta başlayan ve
hemen hemen ülkenin bütün eyaletlerine yayılan gösteriler aslında bir süredir
İran'da devam eden küçük çaplı protesto gösterilerinin devamıydı. İran'da çoğu
"muhafazakar" kesimlere ait "Kooperatif şirketler"in arka
arkaya batışıyla, paralarını bu kurumlara kaptıran İranlılar, bir süredir
özellikle başkent Tahran'da seslerini duyurmaya çalışıyordu. 1990'larda
ekonominin özelleştirilmesi kapsamında açılan bu kurumlar aslında bir çeşit
"mini-banka" olarak faaliyet yürütüyordu ve şeklen farklılıkları olsa
da 1980'lerden sonra Türkiye'de ortaya çıkan “bankerler”e benzer bir işlev
görüyorlardı. 2007 yılında İran meclisi, bu kurumların Merkez Bankası
tarafından denetlenmesi ve bankacılık düzenlemelerine tabi olması kararı
aldıysa da bu karar fiilen hayata geçmedi. "Kooperatifzedeler" de
2007'deki bu kararın uygulanmadığına dikkat çekerek, zararlarının devlet
tarafından karşılanması gerektiğini söylüyor. Ancak 2013'teki nükleer
mutabakatla, ekonomik olarak kötüye giden İran'ın bu zararı tazmin edebilecek
kaynağı bulunmuyor.
II) Gösteriler 'kendiliğinden' miydi?
Meşhed'deki ilk gösteriler kısa sürede Cumhurbaşkanı Hasan
Ruhani'ye yönelik tepkiye dönüştü. Bu aşamada Tahran yönetimi ve yönetim
yanlısı medya kuruluşları, göstericileri mayıs ayındaki seçimleri kaybeden cumhurbaşkanı
adayı İbrahim Reisi ile ilişkilendirdi. Ayrıca gösterilerin ikinci gününde
"Hasan Ruhani'ye ölüm", "İngiliz molla istemiyoruz"
sloganlarını, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad yanlılarının attırdığı
ileri sürüldü. Ruhani'nin yardımcısı İshak Cihangiri, eylemlerin kontrolden
çıkabileceğine işaret ederek, “Hükümete karşı eylem yapanlar bilsin ki, bu
yaptıkları işin dumanı onların gözüne dolar” uyarısında bulundu. Reisi ise
gösterilerle ilişkili olduğu iddiasını yalanladı. Zaten gerçek şu ki, ne
şekilde başlamış olursa olsun, artık eylemler “Muhafazakarların Ruhani'ye
yönelik perde arkasındaki oyunlarına” sığdırılamayacak kadar büyük boyutta.
III) Göstericilerin 2009'daki eylemlerden farkı ne?
İran'da 2009'daki seçimlerden Ahmedinejad'ın zaferle
çıkmasıyla, "ılımlı" kanat seçimlere hile karıştırıldığını iddia
etmiş ve kısa zamanda Ahmedinejad'a tepki olarak başlayan eylemler,
"rejime karşı" bir görünüm kazanmıştı. Bu eylemler, ortak bir paydada
birleştikçe, İranlı orta gelir düzeyine sahip kentli emekçi kesimlerden geniş
destek almıştı. Ancak son eylem dalgası nicelik açısından 2009'un gerisinde.
Örneğin 2009'un motoru, 16 milyonluk başkent Tahran'da son gösterilere katılım
500 kişiye ulaşabildi. 2009'un ana güçlerinden olan Tahran Üniversitesi'ndeki
rakam ise en iyimser tahminle, 100 kişi civarındaydı. Bunda eylemlerin farklı
amaçlara sahip olması ana neden... Bu da gösterilerin “İran rejimine karşı”
birleşeceği ve bir çeşit “İran Baharı"nı tetikleyebileceği yönündeki
beklentileri boşa düşürüyor. 6 gündür devam eden eylemler farklı sloganlara,
eylem biçimlerine ve amaçlara sahip gruplarca organize ediliyor.
IV) Göstericilerin talepleri ve sloganları neler?
İsfahan gibi kentlerde İran İslam Devrimi ile iktidarına son
verilen Şah Pehveli'yi öven, dini lider Ayetullah Ali Hamaney'e karşı sloganlar
göze çarpıyor. Arap nüfusun çoğunluğu oluşturduğu Ahvaz'da İran'ı hedef
tahtasına oturtmaya çalışan Suudi Arabistan Kralı Selman'a selam yollanıyor.
Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu bölgelerde İran bayrakları yakılıyor.
Ekonomik yıkıma tepki gösteren ve şu anda sokaktaki çoğunluğu oluşturan
İranlıların eylemlerinde ise "rejim karşıtlığı" değil "hükumete
tepki" baskın. Bu nedenle bazı eylemlerde göstericiler kamu binalarını
yakacak kadar ileri gitse de, eylemlerin genelinde barışçıl ton hakim. İran
medyası ve İranlı yetkililer de gösterilerde 'rejim karşıtı' motiflerin
marjinal olduğunu ancak buna rağmen kasten ön plana çekildiklerini iddia
ediyor. Bu sosyal medya manipülasyonunu Suudi Arabistan ve İsrail'in yürüttüğü
öne sürülüyor. Nitekim 31 Aralık itibarıyla İranlıları sokaklara çağıran 72 bin
200 tweet'in yüzde 27'si Suudi Arabistan'dan atılmıştı. Ancak aynı tweetlerin
sadece yüzde 26'sı İran'dan paylaşıldı. Ayrılıkçı grupların eylemleri dışında,
hükumete yönelik tepki, eylemlerdeki ana ton. Enflasyonun yüzde 10,5 olduğu
İran'da, Ruhani'nin 2018 bütçesini sadece yüzde 6 oranında artırması, kamu
hizmetlerinde kesintiye gidileceğini gösterdiği için tepki çekmişti. 2018
bütçesinde ayrıca bazı vergilerin artırılacak olması da İranlıları sokaklara
yöneltti.
V) Ruhani modeli çöktü mü?
Ruhani'yi iktidara taşıyan formülünün çerçevesini, 2010
yılında kaleme aldığı “İran'ın Ekonomik Sistemi ve Ulusal Güvenliği” kitabında
bulmak mümkün. Ruhani, dostane uluslararası ilişkilerin ekonomik kalkınmanın
yolunu döşeyeceğini ve ekonomik kalkınmanın da ülkeyi daha istikrarlı ve
güvenli hale getireceği tezini işliyordu. Çarpıcı olansa Ruhani'nin kitabında
İran ekonomisine sunduğu çözüm planının IMF'nin ekonomik programlarına
benzemesiydi. Ruhani, IMF'nin “Kamu harcamaları enflasyonu artırır” gibi bir
dizi örnekte yanlışlanmış iddiasını İran'a uygulayarak, İran'daki enflasyonu
kamu harcamalarının yüksekliğine bağlıyordu. Ona göre İran'ın emek yasaları da
fazla korumacıydı ve serbest piyasanın gelişimini sekteye uğratıyordu. Ekonomi,
bu alanı daha iyi bilen özel sektöre bırakılmalı, asgari ücret özel sektörün
önünü açmak için kaldırılmalıydı.
Ahmedinejad döneminde İran ekonomisinin ağır uluslararası
yaptırımlar nedeniyle ekonomik krize sürüklenmesi nedeniyle Ruhani'nin “nükleer
mutabakatla küresel sisteme ekleniş ve neo-liberal dönüşümün hızlandırılması
ile özel sektöre dayalı büyüme” formülü alıcı buldu.
Ancak, Ruhani'nin iddiaları, İran'ın 1979'dan sonra tüm
sanayileşme ve altyapı hamlelerinin devletin öncülüğünde yapıldığı gerçeğiyle
çelişiyordu. İran, Ruhani döneminde milli gelirini artırsa da, bu daha çok
petrol gelirlerinin tahsil edilmesiyle sağlandı. Nitekim 2013'te yüzde 10,4
olan işsizlik bugün yüzde 12,4'e ulaştı. Genç işsizlik oranı ise yüzde 31
seviyesinde... Bu da büyümenin petrol gelirleriyle sağlandığını ve reel büyüme
yaşanmadığını gösteriyor.
Ruhani döneminde sağlık sektörü hariç tüm kamu
harcamalarında kısıntıya gidildi. 4,4 milyon yoksul İranlıya ucuz konut
sağlayan proje başarılı olduğu halde Ruhani tarafından durduruldu. Bütün bu
kesintilere rağmen 2013 sonrası enflasyonda baş gösteren düşüş eğilimi, 2017'de
tersine döndü. 1,5 artan enflasyon 10,5'e ulaştı.
Bu nedenle İran'da gösteriler durulsa bile, mevcut ekonomik
tablo, geniş emekçi sınıflar içindeki hoşnutsuzluğun ileride yeni gösterilere
yol açacağına işaret ediyor.
VI) Nükleer mutabakat bir başarı öyküsü mü?
Ruhani, 2013 yılında BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi
ve Almanya ile varılan nükleer mutabakatı bir başarı öyküsü olarak sundu.
Gerçekten de uluslararası yaptırımlar kalktı ve İran petrol ihracatından
sağladığı geliri tahsil edebildi. Ancak İran nükleer programından taviz
vererek, uranyum zenginleştirmesini yüzde 20 oranından yüzde 5'e düşürdüyse de
dönemin ABD Başkanı Barack Obama tek taraflı yaptırımları kaldırmadı, halefi
Trump bunları daha da katılaştırdı. Oysa ki, Ruhani, İran'ın küresel kapitalist
sisteme entegrasyonu ile bu ihtilafların aşılacağını düşünüyordu. Ancak şimdi İran,
ABD'nin saldırgan politikalarını engelleyebilmek için Fransa, İngiltere ve
Almanya'ya verdiği ticari tavizleri artırdı. Bu tavizler arasında yer alan
ithalat vergilerini düşürme, İran'ın reel üretimini baltalıyor.
VII) Eylemler İran'ın dış politikasına tepki mi?
Gösterilerin başlamasıyla, Twitter'daki mesaisinin önemli
bir bölümünü İran'a ayıran ABD Başkanı Donald Trump eylemleri olabildiğince
İran yönetiminin dış politikasına bir tepki olarak yansıtmaya çabalıyor. Çok
benzer bir iddia Facebook üzerinden yayımladığı videoyla İranlı göstericilerle
dayanışma içinde olduğunu söyleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu
tarafından dillendirildi. Bu iddiaya göre, zengin bir ülke olan İran,
kaynaklarını halkının refahına değil, bölgedeki yayılmacı amaçlarını finanse
etmekte kullanıyor. Bu iddia, elbette ki eylemlerden kısa bir süre önce ABD ile
İsrail'in İran'a karşı mutabık kaldığı "önlemler"le örtüşür
nitelikte. İki ülke, İran'ın "Suriye'den çıkarılması" için istihbarat
alanında bir dizi ortak adımlar atma kararı almıştı.
Bazı eylemlerde, İran'ın Ortadoğu politikasının adeta
şahsında cisimleştiği Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin posterlerini
yırtılması ve “Ne Gazze, ne Lübnan, İran'a canım feda olsun” sloganlarının
atılması, Trump'ın iddiasını destekler görünse de, bu eylemcilerin, İran
halkının kanaatini ne kadar yansıttığı tartışmalı. ABD'deki Maryland
Üniversitesi'nin yaptırdığı 2016 tarihli bir araştırma İran'ın Ortadoğu
politikasının halk nezdinde geniş bir desteğe sahip olduğunu ortaya koyuyor.
Araştırmaya göre İranlıların yüzde 85'i, İran'ın IŞİD'le mücadeleye askeri
destek vermesine olumlu bakarken, yüzde 65'inin Suriye'ye İranlı asker veya
milis güçlerinin gönderilmesini destekliyor. Araştırmadaki en çarpıcı sonuç
ise, Kasım Süleymani hakkında olumlu görüş bildiren İranlıların oranının yüzde
85'e ulaşması ve bölge politikasının mimarının "en güvenilir İranlı devlet
adamı" listesinde açık ara birinci çıkması.
VIII) 'İran Baharı' tutar mı?
İran'daki gösterilerde şu ana kadar 14 kişi yaşamını
yitirmiş durumda ve Tahran yönetimine göre bunların 6'sı polis. İran İçişleri
Bakanlığı göstericilere ateş açanların güvenlik güçleri olmadığını ve
provokatörlerin İran'ı karıştırmak istediğini ileri sürüyor. İran Cumhurbaşkanı
Ruhani başta olmak üzere bir dizi İranlı yetkilinin, göstericilerin dış
güçlerin maşası olarak görülmesine itiraz ederek protesto hakkına saygı
duyduklarını açıklaması, Tahran yönetiminin 2009'dan dersler çıkardığını ortaya
koyuyor.
ABD, İsrail ve Suudi Arabistan ittifakıysa, gösterilerin
İran'da "rejim değişikliği" getirmesini umduklarını açık sözlerle
ifade ediyorlar. Son olarak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, “İranlılar
rejimi devirmeyi başarırsa, İsrail ve İran arasında dostane bir ilişki kurulur”
diye eylemlerden muradını açıkça ortaya koydu. ABD Başkanı Donald Trump da
twitter üzerinden rejim değişikliği çağrısında bulundu. İran kamuoyunu
etkilemeye çalışan bu mesajların tam tersi bir etki yaratması kuvvetle
muhtemel.
IX) İran'da Suriye senaryosu mu?
Eylemlerin beklenilen "Bahar"ı getiremeyecek
olduğu ortaya çıktıkça şiddet olaylarının artış kaydetmesi dikkat çeken bir
diğer gelişme. İran karşıtı üçlü ittifakın, ülkedeki eylemleri kanlı bir boyuta
taşıyarak, ülkeyi daha fazla istikrarsızlaştırabilecek araçları bulunuyor.
Ancak sorun şu ki, Suriye'de bile tutmayan bu modelin İran'da tutması oldukça
zor. Gösterilere silahın karışması, şu anda eylemin ana gövdesini oluşturan
kesimlerin evlerine dönmesine ve olayların güvenlik güçleriyle ayrılıkçı
gruplar arasında çatışmalara kadar gerilemesine yol açabilir.
Üçlü koalisyonun planı, Obama döneminde ortaya konulan,
AB'nin de onayını alan, İran'ı sistemin dışına itmeme ve hatta belirli
alanlarda işbirliğine girişerek, İran'ı zamanla tümüyle sistemin içine çekme
planlarından kesin bir dönüşe işaret ediyor. Bu anlamda İran'da uygulanmaya
çalışılacak olası bir “Suriye modeli”, Obama'nın 2011 yılında Devlet Başkanı
Beşar Esad'a karşı sahip olduğu uluslararası destekten çok daha azına sahip.
Suriye'de İran'la bir çeşit kader birliğine gitmiş olan Rusya'nın da İran'ı
destekleyeceği, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un “Bazı ülkelerin İran'ı
istikrarsızlaştırma girişimleri kabul edilemez” çıkışıyla netlik kazandı.
İçeride de Trump'ın işi zor. Gerek ABD yönetimi içinde ve gerekse medyada,
Trump'ın İran karşıtı politikasının somut bir stratejiye sahip olmadığı ve
ortaya çıkabilecek yeni gerilimleri ihmal ettiği belirtiliyor. Planın
muhalifleri ayrıca Trump'ın müttefikleri Suudi Arabistan ve İsrail'in Suriye'den
sonra Lübnan ve Yemen'de İran'la bilek güreşini kaybettiklerini hatırlatıyor.
X) İsrail, ABD ve Suudilerin araçları neler?
Üçlü koalisyonun İran planlarının başarısızlıkla
sonuçlanmasının kuvvetle muhtemel oluşu, bu ülkelerin İran içinde önemli araçlara
sahip olduğu gerçeğini dışlamıyor. İşte o araçlar:
2012'de ABD tarafından terör örgütü listesinden çıkarılan
Halkın Mücahitleri Örgütü "İran Kışı" planlarının en önemli aracı. Bu
örgüt, 2007-2012 yılları arasında İsrail tarafından, İran'ın nükleer faaliyetlerinde
çalışan beş bilim insanının bombalı saldırı ve zehirleme gibi yöntemlerle
öldürülmesinde rol oynamıştı. Yine İran'ın nükleer tesislerini vuran İsrail-ABD
ortak yapımı Stuxnet virüsü, Natanz nükleer tesisine erişimi olan bir Halkın
Mücahitleri militanı tarafından bulaştırılmıştı. ABD yönetiminden yetkililer,
Stuxnet saldırısındaki rollerini kabul ederken, 5 bilim insanına yönelik
saldırının Halkın Mücahitleri'ne bağlı militanlarca düzenlendiğini ve İsrail
tarafından organize edildiğini de ifşa etmişti. Son eylemlerde militanlarının
aktif rol aldığını iddia eden ve Tahran yönetimine karşı "cephelerin
artırılması" çağrısında bulunan Halkın Mücahitleri Örgütü, İran tarafından
“Suudi planının parçası” olarak nitelendirildi.
IŞİD: Üçlü koalisyonun tek aracı Halkın Mücahitleri Örgütü
değil. Geçen Haziran ayında IŞİD'in Tahran'da 17 kişinin hayatını yitirmesiyle
sonuçlanan çifte saldırısı, ABD tarafından bile IŞİD'le bağlantıları
reddedilmeyen Suudi Arabistan'ın veliaht Prensi Muhammed Bin Selman'ın “Savaşı
İran'a taşıyalım” sözlerinden bir ay sonra gelmişti.
Nizal Hareketi: Muhammed Bin Selman'ın “Oradaki
kardeşlerimize ulaşmanın yolunu bulacağız” dediği Arap çoğunluklu Ahvaz'da da
Nizal Hareketi bulunuyor. İran bu grubun, Irak'ın kuzeyi üzerinden Suudi
Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından silahlandırıldığını
düşünüyor. Suudi Arabistan'ın bu gruba sadece 2015 yılında 50 milyon dolar
yardımda bulunduğu biliniyor.
Sistan-Belucistan bölgesinde de ayrıca Ensar'ul Furkan adlı
El Kaide bağlantılı grup faaliyet gösteriyor. Yine Suudiler tarafından Pakistan
üzerinden desteklenen bu grup, son olaylarda bölgedeki bir petrol boru hattını
havaya uçurdu. Ahvaz, Suudilerin son dönemde İran karşıtı bölgesel bir kamp
kurabilmek için sıklıkla dile getirdikleri "Fars yayılmacılığına karşı
Arap milliyetçiliği" söylemi için de uygun bir zemin.
PKK ve Barzani bağlantılı örgütler: İran içinde silahlı
militanları bulunan iki Kürt örgütü de bu koalisyonun parçası olma isteğini
açıkça dile getirmişti. Barzani bağlantılı İran KDP'si ile İran güçleri
arasındaki çatışmalar son dönemde tırmanmıştı. Şimdi bu güç Kirmanşah gibi
kentlerde polisle çatışmalara giriyor. PKK bağlantılı PJAK da eylemlere katılım
çağrısı yaptı. Suriye'deki PKK bağlantılı PYD ve YPG'den bir süredir İran'ın
yayılmacı politika yürüttüğü iddialarına yer verilen açıklamaların ardından
Suudi Arabistan'ın Körfez Bakanı Semir es-Sahban Rakka'yı ziyaret etmiş ve
Riyad yönetiminin kentin yeniden imarı için kesenin ağzını açmıştı.
Son olarak Trump yönetiminin CIA'in İran operasyonlarının
başına "Ayetullah Mike" lakaplı Michael D'Andrea'yı getirmesi,
Trump'ın daha sonra Ortadoğu Vizyon Belgesi'nde ortaya koyduğu, “İran'da yakın
dönemde rejim değişikliği öngörülmüyor. Askerî seçenek masada değil. İran'ın iç
dinamiklerini hareketlendirmek lazım” perspektifiyle uyuşuyor: Lübnan
Hizbullahı'nın Hasan Nasrallah'tan sonraki en önemli ismi İmad Muğniye'nin 2008
yılında öldürüldüğü suikastı yöneten “Ayetullah Mike”, Afganistan'dan İran'a
uzanan bölgede cihatçı gruplarla ilgili en deneyimli isimlerden biri.
“Ayetullah Mike” El Kaide lideri Usame Bin Ladin'in öldürülmesi operasyonunu da
yönetmişti.
(ALİ ÖRNEK - SOL.ORG)