Devletin Gerçek Yüzünü Gösteren Pencere: Hrant Dink Hrant Dink davasında 10 yıl geride kaldı. Nasıl ki geçmişte “korunanlar” ve terfi et...
Devletin Gerçek Yüzünü Gösteren Pencere: Hrant Dink
Hrant Dink davasında 10 yıl geride kaldı. Nasıl ki geçmişte
“korunanlar” ve terfi ettirilenler bugün gözden çıkarılabiliyorsa, yarın da
bugün korunanlar gözden çıkarılacak…
AŞAĞIDA YER ALAN METİN, BUNDAN TAM 1 YIL ÖNCE ELİF AKGÜL TARAFINDAN KALEME ALINDI VE BİANET'TE YAYINLANDI. İLGİNİZE SUNUYORUZ.
(GAZETE DEMOKRAT)
Bu yazıyı yazmak için, artık benim için çok aşina gelen ama
her anlatışımda içinde kaybolmuş hissettiğim Dink davasının on yılına baktığımda
bir resim çizmek kadar, o resmi anlaşılır kılmak da çok zor.
Ama Hrant Dink, hiç kendisini tanımamış olsam da benim
hayatımda devleti, yargıyı ve hatta insanları biraz daha anlamamı sağlayan bir
pencere oldu.
19 Ocak 2007 günü Hrant Dink’in öldürüldüğünü öğrendiğimde
Nevizade’deydim. Hiçbir şeyden haberi olmayan biri olarak politik
arkadaşlarımdan öğrenmiştim cinayeti. Kim olduğu, ne yazdığı, neden öldürüldüğü
hakkında hiç fikrim yoktu.
23 Ocak’ta yüzbinlerin katıldığı cenaze sırasında ben
Bağcılar’a bir staj görüşmesi için ulaşmaya çalışıyordum. Eminönü’nde otobüs
beklerken bir kadının söyledikleri hala aklımda: “Gavur ölür, çilesi müslümana
düşer.”
Ben Hrant Dink’i böyle tanıdım. Kim olduğunu, ne
anlattığını, neden hedef haline getirildiğini öğrenmem bir anda olmadı. Nasıl
öğrendiğimi de hatırlamıyorum. Ama geç öğrendim. Çok geç.
Gazeteciliğe başladığımda ilk takip ettiğim dava, ilk adliye
haberim de Hrant Dink cinayeti davasıydı. Sadece kimin yargılandığından öte bir
bilgimin olmadığı davayı izlerken yargı haberciliğini öğrendim.
Dink’in hedef haline getirilmesi sadece Sabiha Gökçen
haberiyle olmadı. Öldürülmesi, bir grup bilgisiz, sorgusuz gencin “milliyetçi
duygularının” depreşmesinin sonucu olmadı.
Bu ülkenin “amirali” ilan edilen gazetenin bir köşesinde,
gazetecilik ilkeleri katledilip cımbızla laf seçilirken Dink hedef gösterildi.
Amiralin peşine takılan tekneler de az değildi.
Genelkurmay, Valilik, Milli İstihbarat Teşkilatı… 2004-2007
arasında, Dink her zaman bu kurumların bir “meselesi”ydi. Gerek resmi
açıklamalarla, gerek “sohbetlerle” “ayar çekmeye” çalıştıkları bir gazeteciydi.
Fethullah Gülen cemaati ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
sıkı fıkı oldukları dönemlerde kendilerine “mesele” etmelerine rağmen, Dink’i
tehditlere karşı korumayan, cinayete çanak tutan, başlarını çeviren devlet
çalışanlarının yargılanması hep engellendi.
Yargıtay’ın bozduğu kararın verildiği gün, 17 Ocak 2012’de,
salonda isyan vardı. Dava 2013’te yeniden başladığındaysa sebat.
Dava yeniden başladığında artık ülkedeki siyasi ittifak
bozulmuş, Dink’i gerçekten adalet isteyenlerin altı yıldır dile getirdikleri
cinayette sorumlu kamu görevlilerinin yargılanması için bir imkan ortaya çıktı.
Vaktiyle adliye önünde Hrant’ın Arkadaşları tarafından
adliye önünde yargılanmaları için çağrılan ama hep birilerince korunan isimler
birer birer savcı karşısına çıktı. Kimisi dokunulmazlığını korurken kimisi
hakkında dava açıldı.
Dava birleştirilip yeniden görülmeye başladığında, artık
tetikçi Ogün Samast da, dönemin İstanbul İl Emniyet Müdürü olan Celalettin
Cerrah da, yeni görevden alınan eski İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç de,
cinayet döneminde Trabzon İl Emniyet Müdürü olup İstihbarat Daire Başkanlığı’na
yükselen Ramazan Akyürek de aynı sanık koltuğundaydı.
Dava hala sürüyor.
Savunmalar alınırken devletin içindeki siyasi ittifakların
nasıl birbirlerinden istihbarat kaçırdığına, gerektiğinde de nasıl birbirlerini
korumak için yan yana geldiklerinde tanık oluyoruz. Siyasi yakınlaşmaların
nasıl fiziksel yakınlaşma haline dönüştüğünü görüyoruz.
Sanık sandalyelerindeki “taraflar” belli.
Cinayet dönemindeki Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ve Trabzon
İl Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube görevlisi sanıklar İstanbul İl Emniyet
Müdürlüğü görevlisi sanıkları suçluyor.
İstanbul İl emniyet Müdürlüğü ve İl Emniyet Müdürlüğü
İstihbarat Şube görevlisi sanıklar Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ve İstihbarat
Daire Başkanlığı görevlisi sanıkları suçluyor.
İstihbarat Daire Başkanlığı görevlisi sanıklar İstanbul İl
Emniyet Müdürlüğü görevlisi sanıkları suçluyor.
Ve tüm sanıklar Trabzon Jandarma Komutanlığını suçluyor.
Sanıkların ifadelerinden anlıyoruz ki, bir cinayet
istihbaratı gelmiş, o cinayet istihbaratının “cinayet” anlamına geldiğinin
üstünü örtmek için taklalar atmışlar, o cinayet istihbaratını yeniden duymamak
için resmen kulaklarını tıkamış, gözlerini yummuşlar, cinayet olduğunda bari
arkamızdaki izleri silelim demiş ama birbirlerine düşmüşler.
Savunmalar hala devam ediyor, hali hazırda bir de Dink’in
evinin önünde keşif yapan jandarma görevlilerinin iddianamesini bekliyoruz.
Görülüyor ki, devletin kendi içindeki kavgasını daha çok
izleyeceğiz. Ve etkin soruşturmanın önündeki her bir engel, bu çırpınışların
bulandırdığı suyu daha da çamurlaştıracak.
Ancak nasıl ki geçmişte “korunanlar” ve terfi ettirilenler
bugün gözden çıkarılabiliyorsa, yarın da bugün korunanlar gözden çıkarılacak.
Öyle ya da böyle, Dink cinayeti her anlamda devletin gerçek
yüzünü göstermeye devam edecek. Keşke bu yüze daha fazla insan tanık olsa, daha
çok kişi salonu doldursa. Tıpkı davanın ilk günlerindeki gibi.
Bugün, Dink'in öldürülmesinin üzerinden tam 10 yıl geçti.
Ben 10 yıl önce Nevizade'de otururken bir Ermeni gazetecinin öldürüldüğünü
öğrenen Elif'ten çok başka bir yerdeyim. Benim için yaşarken hiç farkında
olmadığım ama geriye dönüp baktığımda hayatımda bir mihenk taşı olan bir gün 19
Ocak 2007. Tıpkı Türkiye için olduğu gibi. (ELİF AKGÜL – BİANET - 18 Ocak 2017)