"Bir yanda, AKP’siyle, MHP’siyle, zır ulusalcısıyla diktatörlük ve savaş cephesi; diğer yanda, CHP’siyle, HDP’siyle, sol hareketiyle,...
"Bir yanda, AKP’siyle, MHP’siyle, zır ulusalcısıyla
diktatörlük ve savaş cephesi; diğer yanda, CHP’siyle, HDP’siyle, sol
hareketiyle, Gezicisiyle, AKP karşıtı ulusalcısıyla özgürlük ve barış cephesi.
Herkes tercihini yapsın!"
Pek gazete okumuyorum. Bazen yolda yürürken bir bakkalın
önündeki gazetelerden birinin manşeti gözüme birkaç sanayi içerisinde
takılırsa, o kadar işte. Televizyon da izlemiyorum. Sadece öğle yemeği yerken 5
dakika kadar alt yazılara şöyle bir bakıyorum. Akşamları yapılan o “tartışma”
ya da “birbirini ağırlama” programları galiba hâlâ devam ediyor. Ruh
sağlığınızı korumak için onlardan uzak durmanızı tavsiye ederim.
Galiba Türkiye Suriye’nin içinde bir yerlere müdahale
edecekmiş, kulağıma uzaktan şöyle bir çalındı. Bir de bugün öğlen yemek yerden,
CNN Türk’te karşıma Dışişleri Bakanı olduğunu sandığım zat çıktı. Karşısında da
göz aşinalığım olan bir hanımefendi vardı. Onun, soru bile denemeyecek
sorularını tam bir “devlet adamı” kibriyle yanıtlıyordu. Anladığım kadarıyla,
Rusya’nın rızasını alırlarsa Afrin adlı Suriye kabasına bir sefer
düzenleyeceklermiş. Af-e-rin onlara… mı desek!
Son yüzyılın tarihinde savaş açıp bir yerlere saldırdıktan
hemen sonra yıkılan o kadar çok diktatörlük örneği vardır ki, hangisini ele
alacağımı bilemiyorum. Hitler, çok genel geçer bir örnek, bu yüzden onun
üzerinde durmayalım. Fakat Falkland savaşının Arjantin cuntasının sonunu
getirdiği malum. Yunan cuntası da Kıbrıs’ta bir darbe düzenlemesinin hemen
ardından yıkılmıştı. Çarın başını da I. Dünya Savaşı’nın yediği bilinir.
İttihat Terakki diktatörlüğü de aynı savaşın sonucunda yıkılıp gitmişti.
Aslında hayırsever bir “araştırmacı-yazar”, bizlere iyilik yapıp son yüzyılda
savaşa girip yıkılan diktatörlüklerin bir listesini sunsa ne iyi olurdu.
Sosyal medyaya şöyle bir bakayım dedim. İlk gözüme
takılanlardan biri de, OdaTV’nin bando mızıka takımına katılıp savaş marşları
çalmaya başlaması oldu. Sözcü zaten bando majörü konumunda, her zamanki gibi.
Gayriresmi genel kurmay başkanı Doğu Perinçek’in ise, karşısındaki “pasör”
gazetecinin sorularını cevaplandırırken harita üzerinde savaşı idare eden bir
komutandan farkı yok gerçekten. Geçen gece uyku tutmayıp uykum gelsin diye
Ulusal Kanalı açtım da oradan biliyorum. Rekor kırıp yarım saat kadar izledim.
Bence Dışişleri Bakanı’ndan bile daha yetkin bir havadaydı. Böyle programlarda
emekli subayları yanına almıyor nedense. Belki de kendini onlardan bile daha
yetkin görüyor askeri konularda. Ulusal Kanal artığı emekli generalleri galiba
şu sıralar daha çok HalkTV istihdam ediyor.
Bu ulusalcıları gerçekten tuhaf buluyorum. Tuhaf dergisi yöneticilerinin yerinde olsam
onlardan birkaçını alırdım dergiye. Bence tuhaflıklarıyla Tuhaf’a büyük
katkıları olurdu. Neden tuhaflar? Şundan: Ne iktidardan vazgeçebiliyorlar, ne
muhalefetten. İkisi de benim olsun istiyorlar ama hayat insana o kadar geniş
olanak bahşetmez ki. Nerde o yoğurdun bolluğu! Hem AKP’yi destekleyerek
iktidarın nimetlerinden yararlanmak istiyorlar (kayyum görevlileri falan
vererek bunu yapıyorlar da), hem de AKP’ye muhalefet gibi önemli bir damarı da
yine elimizde tutalım diyorlar. Tabii sonuçta, iktidarları acılı turtaya,
muhalefetleri de pekmezli dolmaya benziyor. İkisi de yenmiyor yani! Hem CHP’ye
karşı AKP’den bile sert saldırılarda bulunuyorlar, hem de CHP içinde bir kanat
oluşturup yönetime oynayabilir miyiz diye düşünmekten geri kalmıyorlar. Tamam,
CHP içinde farklı ve daha ulusalcı bir politikayı savunabilirsiniz ama bunu
CHP’yi en büyük düşman haline getirerek yapamazsınız ki. CHP’nin bugünkü
yönetimini beğenmeyebilirsiniz ama yeni seçilen il Başkanı Canan
Kaftancıoğlu’nu manşetten “baş düşman” gibi hedef alır ve 1970’lerin
sonlarındaki ihbarcılık siyasetini hatırlatan manşetler atarsanız o zaman bu
partinin içinde kimse sizi ciddiye bile almaz.
Toplumlar kendi içlerindeki belli başlı eğilimleri
kaçınılmaz bir şekilde bazı şahısların veya hareketlerin varlığıyla ortaya
koyarlar. Bugün CHP içinde ortaya çıkan iki şahsiyet bu eğilimlerin
başlıcalarını ortaya koymaktadır. Bunlardan biri, CHP’de başkanlığa adaylığını
koyan Ümit Kocasakal’ın temsil ettiği ulusalcı; diğeri de Canan
Kaftancıoğlu’nun şahsında temsil edilen özgürlükçü eğilimlerdir. CHP sözcüsü
Bülent Tezcan’ın, Ümit Kocasakal’la ilgili olarak dün gece bir ara kulağıma çalınan,
“hiç kimse CHP’nin pozisyonunu kendi keyfine göre tartışmaya açma yetkisine
sahip değildir” sözlerine katılmak mümkün değil. Çünkü eğer biri CHP’nin
pozisyonundan memnun değilse ve bu amaçla başkanlığa adaylığını koyuyorsa amacı
elbette bu pozisyonu değiştirmektir ve bu pozisyonu tartışmaya açmasından daha
doğal hiçbir şey olamaz. Kanımca Bülent Teizcan, şaşkınlıkla tipik bir iktidar
refleksi göstermiştir bu konuda.
Neyse bunu geçelim de, Kocasakal’ın CHP’yi nasıl bir
pozisyona sokmak istediğine bakalım. Kocasakal’ın, CHP’nin yeterince ulusalcı
bir tutum almadığından şikâyetçi olduğu anlaşılıyor. Bu şikâyetin, hardcorn
ulusalcı VP ve Doğu Perinçek’ten beslendiği açıktır. Aydınlık ve Ulusal Kanal bütün gücüyle bu propagandayı
sürdürmektedir ve zaten CHP içinde, Kılıçdaroğlu, Sezgin Tanrıkulu gibi
şahsiyetlerin yanı sıra, en yeni olarak Kaftancıoğlu’nu hedef tahtasına
koymalarının nedeni budur. Kısacası, ulusalcılar, daha doğrusu zır ulusalcılar
CHP’yi, bugün izlediği görece daha özgürlükçü politikalardan kopartıp devlet
ulusalcılığının hizmetine koşmak peşindedirler. Kocasakal bu eğilimin
temsilcisidir.
Kaftancıoğlu da toplumdaki bir başka ve zıt eğilimin
temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır: Özgürlükçü eğilim. Bu eğilim de CHP
yönetimini yeterince özgürlükçü olmadığı, ulusalcılığa taviz verdiği, devletin
Ortadoğu’daki saldırgan politikaları karşısında kraldan fazla kralcı bir tutum
aldığı, Kürt meselesinde gereğince net adımlar atmadığı için eleştirmektedir
ama, bunu asla ulusalcılar gibi yıkıcı bir tarzda yapmamaktadır. Kaftancıoğlu,
özgürlükçülüğün gereği olarak, diktatörlüğe ve savaş kışkırtıcılığına karşı
CHP-HDP ittifakı da dahil tüm özgürlükçü güçlerin bir araya getirilmesi
çabasının temsilcisidir. Selahattin Demirtaş ile resmi yayınlandığı zaman, “bundan
rahatsızlık duymuyorum, ona selam söylüyorum” demesi ise özlediğimiz net ve
kararlı duruşun güzel bir örneğidir.
Bir yanda, AKP’siyle, MHP’siyle, zır ulusalcısıyla
diktatörlük ve savaş cephesi; diğer yanda, CHP’siyle, HDP’siyle, sol
hareketiyle, Gezicisiyle, AKP karşıtı ulusalcısıyla özgürlük ve barış cephesi.
Herkes tercihini yapsın!
(Gün Zileli - 18 Ocak 2018 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com)