Aydın Doğan’ın grup içindeki genel yayın yönetmenlerini
arayarak, ‘Dayanacak gücüm kalmamıştı’ dediği ve veda ettiği teyit edildi. Şu
yöndeki bir iddianın da dillendirildiğini belirtmeliyim: “Demirören’in verdiği
para (en azından bir kısmı) Katar’dan deniliyor.”
Doğan Medya Grubunun Demirören Grubuna satılması, medya
alanında birçok açıdan kritik bir öneme sahip. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bu
grup arasındaki, bir süredir çeşitli yönleriyle yansıyan gerilim de zaten bu
önemden kaynaklanıyor.
AKP’nin iktidara gelişinden sonra yaptığı ilk işlerden
birinin, 3 Kasım 2002 seçimlerinde yüzde 7.25 oy alarak kendisine karşı yabana
atılamayacak bir rakip olduğunu kanıtlayan Cem Uzan’ın medya ve iş alanından
süpürülmesi yönünde operasyon başlatmak olduğu biliniyor. Erdoğan liderliğindeki
AKP o süreçten sonra da yargı ve diğer etkili kurumlarda hegemonyasını
sağlamlaştırmaya yönelik adımlar atarken, medya alanında da aşama aşama hakim
olmaya yönelik hamleler yaptı.
SATIŞ BİR SÜREDİR GÜNDEMDEYDİ
İktidarın belirli sermaye gruplarını bir araya getirerek ve
onlara çeşitli imkanlar vadederek medya alanında hakim olma savaşındaki son
hamleyi Doğan Grubunun satışı oluşturuyor.
AKP dönemi, Doğan Grubunun patronu Aydın Doğan için iş
imkanlarının giderek daraldığı bir dönem olurken, elindeki son medya
yapılarının Demirören Grubuna satılması ise bu grubun en azından bugün, 40
yıldır bulunduğu medya sektörüne veda etmesi anlamına geliyor.
Doğan Grubunun satılacağına dair söylentiler iki yıldır
çeşitli vesilelerle gündeme geliyordu. Geçtiğimiz yılın nisan ayı ise bunun
güçlü işaretlerinin yansıdığı bir dönem olmuştu. 20 yıldır çalıştığı
Hürriyet’teki son görevi yönetim kurulu başkanlığı olan Vuslat Doğan Sabancı,
grup içinde bir veda mesajı yayımladığında, bunun ne anlama geldiğini anlamak
için grup içinde yaptığım görüşmelerde, Hürriyet’in satışı ile ilgili bir
görüşme yapıldığı ve alıcı olarak da Katarlı bir şirketten söz edildiği ifade
edilmişti. Posta da bu satış sürecinin bir parçası olarak anılıyordu.
Güvendiğim isimlerden aldığım bu bilgiyi, Evrensel’de 8 Nisan 2017 tarihinde
‘Hürriyet’teki kilit veda ve satış hazırlığı iddiası’ başlığı ile yazdım.
Birçok başka mecranın da kullandığı bu haberin ardından, Hürriyet yönetimi
tarafından 20 Nisan 2017 günü şu açıklama yapılmıştı: “Son günlerde Hürriyet
gazetesinin satılacağı, hatta daha ileri gidilerek bir alıcı ile görüşmeler
yapıldığı şeklinde medyada yer alan haberler maksatlı ve tamamen gerçek
dışıdır. Kimsenin bu gerçek dışı yayınlara ve spekülasyonlara itibar etmemesi
gerekir.”
Sonra o süreç, muhtemel yeni dengeler ve ‘çözüm arayışları’
içinde bir süre uykuya yatırıldı. Ama bu arada yeni satış iddiaları da ara ara
gündeme gelmeye devam etti. Son olarak da bu satışın daha kapsamlı bir biçimde
gerçekleştiğine tanıklık ettik.
Satışa dair grup içinde yaptığım görüşmelerde, Aydın
Doğan’ın grup içindeki genel yayın yönetmenlerini arayarak, ‘Dayanacak gücüm
kalmamıştı’ dediği ve veda ettiği teyit edildi. Şu yöndeki bir iddianın da
dillendirildiğini belirtmeliyim: “Demirören’in verdiği para (en azından bir
kısmı) Katar’dan deniliyor.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Doğan Grubu arasında süren
gerilimin bir sonucu olarak gündeme gelen bu satış için Demirören’e çeşitli
imkanlar sağlanmış olması şaşırtıcı olmaz. Bu iktidarın çeşitli yollarla içeriden
sağladığı bir mali imkan olabileceği gibi, kurulan siyasi köprü ile Katar’dan
da olabilir. İşin bu kısmını beni tam olarak ikna edecek biçimde henüz teyit
edemediğim için sadece bir iddia olarak yazıyorum.
DOĞAN GRUBU ELBETTE EVLİYA DEĞİLDİ
Meselenin buraya kadarki kısmı dışındaki önemli diğer
yanlarına gelelim şimdi. Doğan Grubunun satışının yol açacağı yeni durum
tartışılırken sosyal medyada yapılan paylaşımlarda da dikkati çeken, kanımca
problemli ve indirgemeci kimi yaklaşımlara da yanıt olmak üzere şu noktaların
altını çizmek gerekiyor. Elbette Doğan Grubu deyince medya alanında bugüne
kadar çok sayıda gazeteciyi işten atmış bir medya holdinginden bahsediyoruz. Ve
Doğan Grubu merkez medyadan sendikayı da atan gruptur aynı zamanda.
İktidar tarafından ‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ diye
ifade edilen başkanlık referandumunda
“hayır” kararını açıkladığı için Kanal D Haber Spikeri İrfan Değirmenci’nin
işine son verilmesi henüz hafızalarımızda çok taze. Yani Doğan Grubu derken bir
evliyadan söz etmiyoruz.
KISMİ DE OLSA NEFES ALMA İMKANIYDI
Ancak tüm bunlarla birlikte medya alanında iktidarın
hegemonyası ile görece de olsa farklı haber ve yorumlara sayfalarını,
ekranlarını açabilen bir medya grubunun varlığı kısmi düzeyde de olsa bir nefes
alma imkanı sağlıyordu.
Örneğin basın üzerindeki baskıların giderek arttığı ve rekor
düzeyde gazetecinin Türkiye cezaevlerine konulduğu süreçte, son 3 yıl içinde,
gazetecilik inisiyatifleri ‘Ben Gazeteciyim’ ve ‘Dışarıdaki Gazeteciler’in
kampanyalarının Hürriyet ve Posta gazetelerinde duyurulmasında, oralardaki
dostlarımızın ve ilişkilerimizin yardımı ile yer bulabiliyorduk. Bunlar
gerçekten küçümsenemeyecek şeyler. Ayrıca çeşitli seçim süreçlerinde bu grup,
iktidarın karşısındaki kesimlerin de görece de olsa yer bulabildikleri bir
platformdu. Şimdi o kapı kapanmış oldu.
DAĞITIM ALANINDAKİ YENİ DURUM VE İHTİYAÇ
Sürecin dağıtım imkanları ile ilgili boyutu da diğer önemli
yanını oluşturuyor. Doğan Grubuna ait dağıtım şirketi tarafından dağıtılan
bizim gibi gazeteler açısından bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceğini zaman
içinde göreceğiz. Aynı dağıtım şirketi tarafından dağıtılmaya devam edilse dahi
yarın iktidarın aleyhine önemli ve etkili manşetler attığımız kritik zamanlarda
gazetelerin çeşitli teknik numaralarla okura ulaşmasında sorunlar yaşanır mı
bunu zaman gösterecek. Ancak tüm bu riskleri de dikkate alarak, bir süredir
kafamızda döndürdüğümüz komşu gazetelerle ortak bir dağıtım ağı oluşturmanın
imkanlarını şimdi güncel bir ihtiyaç olarak daha ciddi düşünmenin zamanıdır.
ÇATIDA DURANA ‘ATLA ATLA’ DEMEK
Doğan Grubunun satışının gerçekleşmesinin ardından bu
gruptaki gazetecilere yönelik ‘istifa’ çağrıları ise, sevgili meslektaşım ve
dostum Mehveş Evin’in, Twitter’da yazdığı “Çatıda durana ‘atla, atla’ der gibi”
yersiz bir tutumdan başka bir şey değil.
Duruma bir de şu açıdan bakalım. Örneğin benim iletişim
fakültesi öğrencisi olduğum dönemde Türkiye’de sadece 4 iletişim fakültesi
vardı. Bugün sayıları benim de tam olarak bilemediğim kadar çok. Her yıl yüzlerce
gazeteci adayı iletişim fakültelerinden mezun oluyor. Alternatif medya
yapılarının istihdam imkanlarının da son derece sınırlı olduğunu düşünürsek, bu
insanlar nerede çalışacaklar? Ayrıca dışarıdan bakanlar daha çok merkez
medyadaki ünlü simaları bilir ve onlar üzerinden değerlendirme yapmaya
eğilimlidir. Oysa bu medya yapılarında, mesleğin çeşitli bölümlerinde çalışan
ve isimleri yansımayan yüzlerce muhabir, editör, sayfa sekreteri, operatör var.
Bu tür grup satışlarından sonra genel eğilimin kitlesel gazeteci kıyımı olduğu
da dikkate alındığında basın sendikalarının şimdi olası bir kıyıma karşı
hazırlıklı olmaları gerekiyor. Böylesi dönemler basın sendikaları açısından da
sınav dönemidir. Basın sendikaları ve meslek örgütlerinin başarıları,
gazetecilerin haklarını savunmak konusunda, kritik zamanlarda ne yapıp
yapmadıkları ile ölçülür.
TEK SES DÜZENİ DERİNLEŞİRKEN
Yazıyı bağlarken şunu da özellikle vurgulamak gerekiyor.
Medya alanındaki tekelleşmenin ve bunun siyasal iktidar lehine derinleşmesinin
halkın haber alma hakkı açısından ciddi bir tehdit olduğu düşünüldüğünde, ‘tek
ses düzeni’ anlamına gelen bu gidişata karşı mücadelenin, Türkiye’de demokrasi
ihtiyacı olan tüm kesimlerin derdi olması gerektiği açıktır. Dolayısıyla mesele
bir grubun meselesi olmanın çok ötesinde. (FATİH POLAT – EVRENSEL)