Programınızda saz çalıp türkü söyleyen Selahattin
Demirtaş’ın nasıl ve neden hapse atıldığı, hakkında 142 yıl ceza istendiği
halde neden sözünden sakınmadığı üzerine düşünün. Tahir Elçi’nin sizin
programınızda söyledikleri üzerine başlatılan linç kampanyasını müteakip
katledilişini, konuğunuzun ifade hürriyetini bile savunmaktan aciz oluşunuzu
düşünün...
İktidarın devamı için yeni koalisyonlar kurmaya yönelen
güçlere dair “analiz” yaptığınız geçen günkü yazınızda tam da bu güçlerin
arkasına geçip HDP’ye şu “sorularla” parmak sallamışsınız:
DÜŞÜN HDP DÜŞÜN
Düşün: Niye kimse seninle ittifak yapmak istemiyor?
Düşün: Niye seninle ittifak yapmak, baştan kaybetmek
anlamına geliyor?
Düşün: Niye seninle yan yana olmak, bir yıpranma vesilesi
oluyor?
Düşün: Niye bu ötekileştirme çabasını aşabilecek bir tek
cümle bile kuramıyorsun?
Düşün: Niye kendi seçmenin bile bu durum karşısında
yeterince öfkelenmiyor?
Bir kere gazeteci olarak bu soruları herhangi bir HDP’li
siyasetçiyi TV programınıza davet edip soramayışınız üzerine düşünün Ahmet
Hakan.
2012 yılında Yeni Aktüel dergisinde yaptığımız söyleşimizin,
“Belki 28 Şubat benzeri bir süreç yaşansa, benim safımı seçmem gerekse, o zaman
işim daha zor” cümleniz üzerine devam eden şu kısmı hakkında düşünmek ister
misiniz?
İrfan Aktan: Ne yaparsınız o zaman?
Ahmet Hakan: Bilmiyorum. Şartlar neyi getirir… Çok cesur
olduğumu, Hürriyet’e rest çekeceğimi, mağdurun yanında yer alacağımı şimdiden
söylemem zor. Çok cesur, erdemli, gelecek kaygısı gütmeyen, bütün pozisyonunu
bir tarafa bırakacak bir adam mıyım, değil miyim? O şartlar oluşmadan, şimdiden
esip savurmanın gereği yok.
İ.A.: Ama en azından buna dair bir iddianız olması gerekmez
mi?
Ahmet Hakan: Elbette ben asker goygoyculuğu yapmam, bana
kimse türban üniversitede yasaklanmalı dedirtemez… Hiçbir güç ve pozisyon,
birisi bel altından dövülürken, dövenlerin yanında olmamı sağlayamaz. Yine de
bunların dereceleri var.
İ.A.: Kişiliğinizi tenzih ederek; yazılarınıza bakıldığında,
eleştirirken gösterdiğiniz cesarete bakıldığında, paradoksal olarak, bir hayli
korkak görünüyorsunuz. Çünkü çok yaraya dokunuyorsunuz ama “Ahmet Hakan, şu
konuda zinhar ödün vermez” diyebileceğimiz bir…
Ahmet Hakan: Değerim mi yok…
İ.A.: Hayır, değer değil, öyle bir siyasi duruşunuz olmadığını,
kıyamet koptuğunda nerede duracağınızı bildiremediğinizi veya bildirmediğinizi
düşünüyorum…
Ahmet Hakan: Valla böyle düşünürseniz çok üzülürüm. Son
cümlelerime dikkat ederseniz, hiç kimse bana şunları şunları dedirtemez dedim.
Benim bir çizgim, gerileyebileceğim bir nokta var. Nereye kadar
gerileyebileceğime, hangi ilkeler üzerinden hareket ettiğime dair genel
prensiplerim var. Aslında benim üç-beş senelik çok kısa bir köşe yazarlığı
hayatım var, ama hiçbir yazımda bu temel değerlere aykırı bir şey yazmadım.
Sizinki yanlış bir hissiyat bence. Zaman zaman bu hissiyatı doğurabilecek
tutumlar olsa da, arka planına, benim ne yaptığıma, ne yazdığıma bakıldığında
hiçbir zaman bir linç kampanyasının parçası olmadığım görülür.
***
2012’deki bu söyleşimizin üzerinden çok sular aktı, çok
linçler yaşandı. “Hiçbir zaman bir linç kampanyasının parçası olmadığım
görülür” diyen kişi olarak hangi linç kampanyalarının parçası olduğunuzu, son
zamanların sosyal medya fenomeni Palulu amcanın tabiriyle, “Anlatmaya hiç gerek
yok, görüyorsunuz! Vay şöyle olmuş, böyle olmuş, konuşmam! Görüyorsunuz!”
Görüleni herkes görüyor, “düşünülmesi gerekeni” de herkes
düşünüyor.
Peki siz HDP’ye parmak sallayışınız üzerine biraz düşünmeye
hazır mısınız?
Mesela icazetle gazetecilik yapışınız, sizi hizaya getirmek
için hakaret ve tehditlerden sakınmayanlarla uzlaşmaya çalışmanız, güçlüden
gelen yumruğu alttan alıp güçsüzden gelen eleştiriye kükreyişiniz üzerine
düşünün.
Güçlünün hedef gösterdiği mağdurla yan yana görünmemek için
yolunuzu değiştirmekle kalmayıp, güçlünün arkasına sığınarak mağdura parmak
sallayışınızın üzerine düşünün.
HDP’yle ittifak kurmak “istemeyenlerin”, tıpkı sizin
HDP’lileri programınıza davet etmekten duyduğunuz korkaklıktan mustarip
olmaları üzerine düşünün.
HDP şimdiki pozisyonunu koruduğu halde yeni bir çözüm süreci
başlasa, kimden demeç alıp almayacağınız dikte edilmemeye başlansa, HDP’ye
parmak sallamaktan vazgeçip vazgeçmeyeceğiniz üzerine düşünün.
HDP üzerine düşünün diyemem, ama HDP’ye dair ettiğiniz
sözleri neden, hangi ruh haliyle, kimlerin hoşuna gideceği hesabıyla sarf
edişiniz, sarfetmek “durumunda” kalışınız üzerine düşünün.
Islık çalmanın cezalandırıldığı bir dönemde şarkı
söyleyenleri düşünün.
Programınızda saz çalıp türkü söyleyen Selahattin
Demirtaş’ın nasıl ve neden hapse atıldığı, hakkında 142 yıl ceza istendiği
halde neden sözünden sakınmadığı üzerine düşünün.
Tahir Elçi’nin sizin programınızda söyledikleri üzerine
başlatılan linç kampanyasını müteakip katledilişini, konuğunuzun ifade
hürriyetini bile savunmaktan aciz oluşunuzu düşünün.
2015’ten bu yana on bine yakın üyesi ve yöneticisi gözaltına
alınmış, neredeyse yarısı tutuklanmış, mitingleri ve binaları bombalanmış, eş
genel başkanları ve milletvekilleri tutuklanmış, faaliyetleri fiilen
yasaklanmış olan HDP’lilerin tüm bu “yumruklar” karşısında kişiliklerinden,
hedeflerinden, siyasetlerinden, ilkelerinden bir gıdım geri adım atmayışı
üzerine düşünün.
İktidarın yazdığınız gazete, program yaptığınız kanal dahil
tüm anaakım medyaya Efrîn savaşı konusunda nasıl haber yapacağına, kimden demeç
alacağına kadar doğrudan direktif verdiği bir ortamda HDP’nin “savaşa hayır”
diyerek otuz bin kişilik kongre yaptığını, bu kongreye gelen insanların içeri
kulaklık, makyaj malzemesi ve hatta kalem dahi sokmasına müsaade edilmediğini,
ama kürsüye çıkan HDP’lilerin “çözüm sürecinde” ne söylüyorlarsa “savaş
sürecinde” de aynı şeyleri, neredeyse harfiyen tekrarlayışlarını, güçlünün
yumruğundan korkmayışlarını düşünün.
HDP kongresine en yüksek katılımın, 2015’ten sonra en büyük
yıkımın yapıldığı Cizre ve Şırnak’tan gerçekleşmesi üzerine düşünün.
Çözüm sürecinin bitirilişinin ve HDP’ye yönelik amansız
baskıların bahanesi yapılan Ceylanpınar katliamı sanıklarının aslında olayla ilgilerinin
olmayışını, ama bunu TV programınızda tartışamayışınızın üzerine düşünün.
Bir zamanlar sıkı muhabbet kurmaya çalıştıklarınızın
yüzünüze bile bakmamalarından duyduğunuz gizli “huzuru” düşünün.
Mahallede hep güçlü abiye yanaşmaya çalışan, onun arkasına
sığınıp hasımlarına parmak sallayan korkak oğlan çocuğunun eleştirellik süsü
verilmiş yaltaklanmalarına, zulme uğrayan karşısındaki tarafsızlığa dair oturup
bir düşünün.
Cesurun, verdiği bedellere rağmen, yaydığı umudu, korkağın
kazandığı ödüllere rağmen yaydığı kokuyu düşünün.
HDP’yle yan yana görünmenin neden kaybetmek anlamına
geldiğini düşünün.
İktidarın yumruğu karşısında anaakım medyadaki yüzlerce
gazeteci gibi aynı hizada konumlandığınızı; dolayısıyla sıradanlığınızı, ama
binlerce gazetecinin de gazetecilik ahlâkı dolayısıyla “herhangi bir linç
kampanyasının parçası” olmayı reddederken sergilediği sıradışılığı bir kez daha
düşünün.
Niye yalnız olmadığınızı, niye çoğunluk olduğunuzu düşünün
Ahmet Hakan.
(İRFAN AKTAN – GAZETEDUVAR)