Aydın Doğan'ın genel yayın yönetmenlerini arayarak, 'Artık
dayanacak gücüm kalmadı ve satış gerçekleşti' dediği ve Doğan Medya'nın
satışını duyurduğu haberi, akıllara Doğan'ın 'neye dayanacak gücünün kalmadığı'
sorusunu getirdi. 2002 öncesi AKP'nin iktidara gelişine nasıl destek verdiğini
hatırlamaya mı, AKP iktidarında servetine nasıl servet kattığını hesaplamaya
mı, vergi cezası sonrası kurumu yavaş yavaş nasıl AKP karşıtlarından
arındırdığını anımsamaya mı, tüm kritik anlarda AKP'ye verdiği desteği düşünmeye
mi gücü kalmadı?
Erdoğan'ın iktidara gelişini "sosyal patlama" olarak gören Hürriyet, Erdoğan'a ilişkin halkın endişeleri gidermek için de "6 güvence" sıralıyordu.
2002 seçimleri öncesinde kurulan AKP, en büyük desteklerden
birini medyadan görmüştü.
Aydın Doğan, seçim öncesi AKP'yi parlatma rolünün de
liderliğine soyunmuş, seçimden Erdoğan'ın zaferle çıkışını şu manşetle
duyurmuştu:
Erdoğan'ın iktidara gelişini "sosyal patlama" olarak gören Hürriyet, Erdoğan'a ilişkin halkın endişeleri gidermek için de "6 güvence" sıralıyordu.
ABD'si, patronları ve patronların medya patronu Aydın Doğan,
Erdoğan'a oynadıkları seçimden zaferle çıkmıştı.
Doğan da AKP'nin ilk yıllarında yaptığı bu yatırımın
karşılığını fazlasıyla alacaktı. Aldığı reklamlar, yaptığı yatırımlar bunun
işareti olacaktı.
BİSİKLET TİCARETİNDEN MEDYA PATRONLUĞUNA
Peki, kimdi bu Aydın Doğan?
1958 yılında kendi şirketini kuran Doğan, lastik, bisiklet,
radyo, ticari araç, iş ve inşaat makineleri tüccarlığı, nakliyecilik ve
müteahhitlik yaptı. 1970 yılına kadar da zahirecilik ve ecza depoculuğu ile
uğraştı. 1974’ten sonra da İstanbul Ticaret Odası Meclis ve Yönetim Kurulu
Üyeliği’nden sonra Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği’nde
bulundu. 1977 yılından bu yana İstanbul Ticaret Odası vergi rekortmenleri
arasına girdi. 1979 yılında Milliyet gazetesini satın alarak medya sektörüne
girdi, Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası Başkanı oldu.
1999 senesinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet Üstün Hizmet
madalyası ile ödüllendirildi.
HÜRRİYET'İ ALDI, BÜYÜDÜ VE BÜYÜDÜ...
Basın dünyasına Abdi İpekçi'nin öldürülmesi sonrası
Milliyet'i alarak giren Aydın Doğan, 1990 yılında Meydan adlı bir gazete
çıkardı.
Ancak medya alanında en büyük hamlesini 1994 yılında
Hürriyet'i alarak yaptı.
Hürriyet'in alınmasını Posta, Fanatik, Gözcü ve Radikal'in
kurulması izledi. Sadece gazetelerle de yetinmedi Doğan, 1994'te Kanal D, 1999'da CNN Türk, 2005'te de Star
TV'nin sahibi olacaktı. (Star'ı 2011'de Ferit Şahenk'e sattı.)
Medya dünyasının patronuydu artık Aydın Doğan...
"Merkez Medya" denilen efsanenin başındaydı, her daim iktidarın,
düzenin destekçisi oldu ancak kendisine "dokunulmaz",
"tarafsız" gibi sıfatları "merkez" efsanesiyle birlikte
sağlamayı bir süre de olsa başardı.
28 Şubat sürecinde de, öncesinde de sonrasında da düzenden
yana konum almayı hiç ihmal etmedi Doğan...
Bu kadar "güçlü" olmayı nasıl başardığı hep soru
işareti oldu, efsaneler yaratıldı bu başlıkta. Türkiye'de geleneksel sermaye
ile çok güçlü bağları bulunduğu, buradan büyük destek gördüğü hiçbir zaman sır
olmadı, bu sırra bir de "aile bağı" efsaneleri eklendi zaman içinde
ama sonuç olarak bir koca medya patronu vardı artık Türkiye'nin...
AKP'YE 2002'DE DESTEK, 2007 SONRASI TÖKEZLEME
Haberimizin ana konusu, Doğan Medya'nın doğrudan AKP'li bir
gruba satılışı... Bu ifadenin kendisi sanki AKP'ye karşı bağımsız ve güçlü bir
medya alanı varmış gibi bir çağrışım yaratıyor. Oysa Aydın Doğan örneğinde bunu
hiçbir dönemde tam olarak görmek mümkün olmadı...
Ortada AKP'ye karşı mücadele eden bir figür değil, 2002'de
AKP'yi iktidara taşıyan sürecin medya ayağının en etkili şekilde ören isim
duruyordu ne de olsa.
Sadece bu da değil, AKP'nin iktidarının ilk yıllarında
AKP'nin özelleştirme ve AB palavralarını en çok öven ve destekleyen de yine
Doğan Medya'ydı.
2007 ise Aydın Doğan'ın ifadelerine göre bir kırılma anı
oldu. AKP'nin Cemaat'le fiilen ittifaka başladığı tarih de olan bu dönemecin
sonrasında, Almanya'dan Deniz Feneri hamlesi gelmiş, Doğan Medya'da da bu
haberler yer almıştı.
Aydın Doğan bu sürece ilişkin 2009 yılında Taraf'a yaptığı
açıklamada şunları söylüyordu:
Tayyip Bey’le ilişkilerimde hiçbir meselem yoktu. Ta ki 2008
eylülündeki Deniz Feneri olayına kadar. Deniz Feneri olayından evvel de artık şey
başlamıştı, bizimle ilgiyi azaltmaya. İlgi demeyeyim de, bize kızmaya
başlamıştı. Soğukluk başlamıştı...
Benim anladığım şu, Tayyip Bey 2007 seçimleri sonrası
balkondan güzel bir konuşma yaptı. Çok güzeldi, hepimiz alkışladık. “İnşallah
Türkiye böyle olur” dedik. Ama çevresinde aşırı bir grup, grup demeyeyim de,
Doğan Grubu’na husumet besleyen birtakım menfaat birikimleri oldu. Bunlardan
bir tanesi de yandaş medya.
ERDOĞAN'IN PETROL OFİSİ ÇIKIŞI...
Aydın Doğan'ın aynı röportajda AKP'yi nasıl desteklediklerine
ilişkin açık itiraflarını tekrar hatırlayacağız ancak önce Erdoğan'ın bu arada
yaptığı bir çıkışa dikkat çekmek gerekiyor.
Erdoğan 2008 yılında Aydın Doğan'a karşı ilk kez bu kadar
sert bir açıklama yapıyordu, Deniz Feneri sürecinde:
“Sayın Doğan, Hilton’un önündeki devasa boş alanı, benden
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıma bu noktada talimat vermek suretiyle
rezidans yapmak üzere ricada bulundu. (…) RTÜK’te hangi işiniz var?
Açıklamadığın takdirde açıklayacağım. RTÜK Başkanını peşinen suçlu ilan
etmenizin çıkar hesaplarınızla alakası var mı, yok mu? (…) Bundan sonra artık
saygılı götürelim, gizli götürelim yok, her şeyi açık ve net millete
duyuracağız.”
Yani sürecin bir diğer ayağı da patronlar arasındaki bir
rant kapışmasıydı.
Kavganın hangi boyutlara ulaşacağını ve nerede duracağını
Erdoğan'ın hamlesi belirleyecekti.
Maliye Bakanlığı, 2005, 2006 ve 2007 hesap dönemlerine
ilişkin inceleme sonucunda Doğan Grubu'na toplam 3 milyar 755 milyon TL vergi
cezası keserek bir rekora imza attı.
Bu rekor cezayı engellemek için artık Doğan'ın adım atması
gerekiyordu...
Attı da.
2009 yılında Doğan Medya'ya ilişkin açıklamada bulunan
Erdoğan, yazarların kovulmasını isteyecek kadar ileri gidecekti: "O kadar
para verdiğin yazarlarına müdahale etmeyecek misin?"
Bu çağrının ardından Doğan Medya 7 Haziran 2015'e kadar
geçen süreçte AKP'ye zarar vermeyecek konum neyse onu aldı.
7 Haziran seçimlerinde HDP ve CHP'ye verdiği desteği ise 7
Haziran sonrası insanüstü gayretle AKP'cilik yaparak telafi etti.
AYDIN DOĞAN, ERDOĞAN DESTEKÇİLİĞİNİ NASIL İLAN ETTİ?
Vergi cezasının kesildiği günlere, Aydın Doğan'ın Taraf'a
verdiği röportaja dönüyoruz yeniden...
"Tayyip Bey çok yaşlı olduğum için özel sohbetlerde
bana 'abi' diye hitap ederdi ama bu özel sohbetlerdi. Tabii, kamuoyu önünde de
'Aydın Bey' derdi. Tayyip Bey öyle çok can ciğer kuzu sarması gibi değildir.
Ama kontrollü bir dostluğumuz da vardı. Kızının düğününe de gittim. Dedikodu da
yaptılar" diyordu Aydın Doğan, orada bırakmıyor ve geçmişe de dönüyordu:
"Tayyip Bey’i İstanbul İl Başkanlığı’ndan beri
tanıyorum. İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde çok defalar görüştük. Tayyip
Bey, mahkûm olduğu zaman kendisine geçmiş olsun dileklerimi ilettim bir-iki
arkadaşla. Ama kendim gitmedim çünkü gazete sahibiydim. Hiçbir problemim yok
Tayyip Bey’le. Sonra, partiyi kurduğu zaman biz Almanya tesislerinin açılışını
yapıyorduk. Tüm siyasi parti liderlerini orada görmek istedik. Tansu Hanım,
Mesut Bey, MHP’den Tunca Toskay ve DSP’den de İsmail Cem geldi. Tayyip Bey’in
de gelmesini rica ettik. Almanya’daydı “Gelirim” dedi. Ben oteline gittim davet
ettim, geldi. Açılış törenine katıldı. O akşam bizim misafirimiz de oldu
otelde."
Cumhuriyet'in tasfiyesi sürecine nasıl sessiz kaldıklarını
da, inançlarının nasıl örtüştüğünü de açıklıyordu Aydın Doğan:
"Yani ilişkilerde en ufak bir şey yoktu. Hatta onlar
demokratikleşmeyi istiyordu. İnançlarımız örtüştüğü için destek verdik. Onun
müdafaa ettiği değerleri bizde müdafaa ediyorduk. Yalnız Cumhuriyet’in
nitelikleri konusunda zaman zaman sitem ediyorlardı. Ben de Cumhuriyet’in
nitelikleri konusunda hassasım ama daha toleranslı yaklaşabiliyorum. O konuda
hükümetle aramızda büyük problemler çıkmadı. Eleştirdiğimiz de oldu iyi şeyler
yazdığımız da oldu."
"Erdoğan'ı devirmek" için atılan adımların
karşısında olduğunu da açıkça ilan edecekti Doğan. AKP'nin kapatılmasına nasıl
karşı çıktıklarını, Erdoğan'ı hep manşete taşıdıklarını şu sözlerle
anlatacaktı:
Yani derin devlet yoluyla benim onlara mani olma veya
onların önünü kesme gibi bir gayretim olmadığını, tersine gayretim olduğunu
biliyordu. Tayyip Bey biliyor ki, Aydın Doğan birtakım güçlerle işbirliği
yaparak bu iktidarın gitmesini veya bu partinin kapatılmasını istemez. Nitekim
benim yayın grubum bu partinin Anayasa Mahkemesi’ndeki kritik zamanında “AKP
kapatılmasın” diye manşetler attı. Ben özel temaslarımda herkese, “Bu siyasi
partiyi halk seçti, nasıl kapatırsınız” diye karşı çıktım. Hürriyet gazetesi de
nitekim mahkeme kararından iki-üç gün evvel karşı çıktı, biz onu bilerek yaptık
yani. Tayyip Bey’i hep sürmanşete taşıdık, güzel şeylerle. Güzel duygularla
verdik. Biz partinin kapatılmasına kökten karşıyız. Ben o dediğiniz derin
güçlerle işbirliği yaparak AK Parti’nin önünü kesmek gibi bir niyetin içerisinde
hiçbir zaman olmadım.
Yandaş medya çok rahatsız oluyor. Tayyip Bey ile yakın
olmamızdan rahatsız oluyor. Cumhuriyet mitinglerinde de beni devamlı “Tayyip
Bey’in adamı” diye eleştirdiler. Talihsizliğime bakın, İzmir’e gittim. Bir
lokantada yemek yiyoruz. “Medya burada, Aydın Doğan nerede” diyor. Bir baktım
benim televizyonum bunu diyor.
ÇALIK KIRGINLIĞI...
Aydın Doğan, konuşmasının ilerleyen bölümünde sadede
gelerek, kendi istediği alanın Çalık'a verilmesine duyduğu kırgınlığı
anlatıyor. Öyle ya, ülke toprakları Erdoğan'ın, o da talep eden patronlara
canının istediği gibi verebilecek:
Tayyip Bey’e gittim, “Ben Ceyhan’da rafineri kurmak
istiyorum. 2,5 milyar dolar param var. Sizden teşvik istemiyorum, kredi
istemiyorum. Direkt üç bin 500 kişiye endirekt 15 bin kişiye iş veriyorum.
Türkiye’nin ithal ettiği mamulleri yapacağım ve kendim tüketeceğim” dedim. “Ne
istiyorsun” dedi, “Bana müsaade verin” dedim. “Avusturyalılarla beraber sadece
şey istiyorum” dedim. “Samsun’da kursan olmaz mı” dedi. “Olmaz efendim” dedim.
“Niye” dedi.
“Ben Amerikalılara araştırma yaptırdım, 1,5 milyon dolar
para harcadım. Onlar bana bu işin ancak güneyde olacağını söylediler” dedim.
“Orayı bizim Çalık’a söz verdim” dedi.
KIRGINLIK ÇABUK BİTTİ
Kırgınlık çabuk bitecekti. Aydın Doğan, tasfiye sürecine
Emin Çölaşan'la başlayıp ardı arkası kesilmeyen bir avcılığa başlayacaktı.
Doğan Medyası'nın önemli ve "muhalif" isimleri
artık birer birer kapı dışarı edilirken, Doğan'ın gözde gazetesinin başına Eyüp
Can getirilecekti.
Sonrasında yaşananlar biliniyor, oldukça düşük dozda AKP
karşıtlığı, gazetelere yapılan AKP'li takviyeleriyle Doğan kendini kurtarırken,
yeniden Erdoğan'ın gözüne de girmeyi başardı.
Kırılma anlarında AKP'yi zorlamayı hiç aklından geçirmedi.
Destek gereken tüm anlarda AKP'nin yanı başında yer aldı.
İLK DİYET: VATAN VE MİLLİYET
Gözcü zaten kapatılmış, tasfiyeler de tüm hızıyla sürerken
Milliyet ve Vatan gazetesi Demirörenlere satılacaktı.
Artık yeni dönemin Aydın Doğan'ı hazırlanıyordu ve bu isme
havuzun adayı olarak Demirören seçilmişti.
Aydın Doğan ödediği bu ilk diyetten yıllar sonra tüm
gazetelerini ve televizyonlarını Demirörenlere satarak medya defterini
kapatacağını henüz düşünmüyordu muhtemelen...
MAİLLERDEN ÇIKAN GERÇEK
Hürriyet'e yapılan Abdulkadir Selvi takviyesi, Ahmet
Hakan'ın gazete ve Kanal D'de oynadığı rol, Doğan Medya'nın CEO'su Mehmet Ali
Yalçındağ'ın düzenli olarak AKP'ye rapor sunması... İşte Doğan Medya buydu.
Redhack, Erdoğan'ın damadı ve Enerji Bakanı Berat
Albayrak'ın maillerini hacklediğinde ortaya çıkan maillerden biri oldukça
çarpıcıydı.
Doğan Medya'nın CEO'su Mehmet Ali Yalçındağ'ın düzenli
olarak Berat Albayrak'a rapor verdiğini ortaya çıkaran maillerde, Yalçındağ,
Sedat Ergin'in yerine Hürriyet'in başına Ahmet Hakan'ın getirilmesi gerektiğini
ve kendisinin Hakan'a kefil olduğunu söylüyordu. Bu maillerin ortaya
çıkarılması sonrası bu adım atılamadı ancak Hakan, Kanal D haberin başına
geçti.
Ahmet’te şunun farkındaki biz birbirimizi anlamalıyız ki birlikte
çalışalım. Sonunda gördüm ki ben Ahmet’e kefil olabilirim. Benimle çok paralel
düşünüyor. Ayrıca sadece size bağlı olursam çalışırım, Vuslat hanım müdahale
ederse çalışamam diyor. Bugün gazeteciler.com da çıkan haber ilginç. Çoğu
doğru. Vuslat’ın kendi yapmak istediği, Aydın beyin olmaz dediği dahil doğru.
Vuslat genel yayın müdürü olacakmış. Olmaz dedi. Ben Ahmet ile bu işi
yapabileceğimizi düşünüyorum. Düşünmekte fayda görüyorum.
15 TEMMUZ'DAN SONRA BAŞKANLIĞA 'HAYIR' DEMEK BİLE SUÇ
Süreç ilerledi ve 15 Temmuz'a geldi... 15 Temmuz'da yıllar
önce söylediklerini doğrulayan bir Aydın Doğan vardı sahnede.
Hande Fırat'la 15 Temmuz'un parlayan yıldızı olmayı başaran
Doğan Medya, 15 Temmuz'dan sonra başkanlık referandumu sürecinde
"hayır" dediği için sunucu kovacak kadar ileri gidecekti.
Seçim yolsuzlukları muhalif basın tarafından gece gündüz
duyurulmaya çalışılırken, Hürriyet sadece süreci savuşturuyordu, tıpkı
Kılıçdaroğlu CHP'si gibi...
İş artık son noktayı koymaya gelmişti...
Aydın Doğan, 1979'da girdiği gazetecilik macerasından Petrol
Ofisi'nin sahibi bir büyük patron olarak çıkmayı başardı.
Her dönem düzenin yanında yer aldı, AKP'yi zora sokacak adım
attığında bedelini hemen ödemesini bildi. AKP'ye yönelik en ufak bir eleştiriye
bile artık gazetesinde yer vermediği bir dönemin sonunda, gazetelerini ve
televizyonlarını gönül rahatlığıyla ve 1 milyar dolar karşılığında AKP'ye
sattı.
Neredeyse 40 yılı bulan basın macerasında işçi ve
emekçilerin karşısında patronların, medya emekçilerinin karşısında kendi
cebinin, muhalefetin karşısında iktidarın yanında yer almayı her zaman görev
bildi Doğan.
Şimdi gönül rahatlığıyla servetinin tadını çıkarma zamanı...
Türkiye'de halkı ve basın emekçilerini her gün biraz daha
karanlığa iten bir süreç yaşandığı malum, ancak çözümün patron Aydın Doğanlarda
değil, yine emekçilerde olduğu da ortada...
(ALİ UFUK ARIKAN-SOL.ORG)
(ALİ UFUK ARIKAN-SOL.ORG)