Bugün için temel mesele Erdoğan eliyle gerçekleştirilen diktatörlük
sürecinin durdurulmasıdır. Öncesi ve sonrasıyla seçim süreci bu hedef
doğrultusunda değerlendirilmelidir. Yani birincil şart, seçim sonrasını da
kapsayacak biçimlerde bugünden itibaren sokağın aktif bir biçimde
örgütlenmesidir…
MAHALLELERDEN MEYDANLARA MİLYONLARLA TAMAMLAYACAĞIZ
Neoliberal dönüşümün icracı gücü AKP iktidarı kendi mezarını
kazdı. Şaşalı günler çoktan bitmişti. Belli ki Siyasal İslamcılığın, krizi
milliyetçilikle tahkim ederek sandıkla aşma projesi de son günlerini yaşamakta.
Kriz yapısal. Ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak çok
yönlü yaşanıyor. Açık bir biçimde görülmektedir ki; köklü bir altüst oluş
yaşanmadan, neoliberalizme karşı devrimci bir çıkış oluşturulmadan aşılamaz.
Şimdilik tüm siyasi aktörler yöntem farklı olsa da “neoliberal politikaları
sürdürmeyi” önermektedir. Sorun, sistemin hangi biçimde ve kim ya da kimler
tarafından idare edileceği sorunudur. Erdoğan’ın “tüm yetkileri tek elde toplayarak”
krizi aşmak için rejimi değiştirme çabaları da krizi daha da
derinleştirmektedir.
İlk karşılığı ekonomide görüldü. Belli ki Erdoğan popülist
siyasetin sınırlarını çoktan aştı. Hatiplikle idare ediyordu, prompter bitince
o da bitti. Öyle “Ne kuru ya hepsi hikaye”, “Dolarsa da dolmasa da” naraları
atmakla kriz çözülmüyor, derinleşiyor. Kapitalizmin beşiğine gidip “Merkez
Bankası’na müdahale edeceğiz” deyince piyasalar karıştı. Dolar anında 4,92’yi
gördü ve Abdulkadir Selvi uyardı; seçimlere gittiğimiz sırada dolar sadece
dolar değildir, siyasi sonuçları olur!
Selvi haklı. 30 milyonun yaşamını borçlanarak
sürdürebildiği, hane halkı borcunun Ocak 2018 itibariyle 536,5 milyar TL’ye
çıktığı, vergilerin %70’inin tüketimden toplandığı bir ülkede doların
yükselmesinin de faiz artışıyla dengelenmeye çalışılmasının da karşılığı açık.
Seçim sonrası ekonomideki tüm yükün halkın sırtına yükleneceği de ortada. Ne
çelişkidir ki, tüm ülkenin kaderi Erdoğan’ın iki dudağı arasına hapsedilmeye
çalışılırken, Mehmet Şimşek finans kapital temsilcilerine “Erdoğan’ı
dinlemeyin” diyerek güven vermeye çalışıyor. Ardından da faiz artırımı ve seçim
sonrası yapısal reformları hızlandırma garantisi veriyor.
Kriz koşullarında “Baskın basanındır” diyen Erdoğan,
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da oluyor. Seçim mitinglerinde
görüldüğü üzere, AKP iktidarı artık kendi tabanının önemli bir bölümünü ikna ve
mobilize etme yeteneğini yitirmiştir. Bu yüzden “Saadet Partisi’ne verilecek
her oy CeHaPe’ye gider” propagandasıyla “Kafası karışık olan kardeşlerimizi
ikna edelim” çağrıları yapılmakta, İyi Parti’ye “FETÖ” salvoları organize
edilmekte, belediye işçileri işsizlikle tehdit edilmektedir. Bedelli askerlikse
“Seçimden sonra değerlendirilecek, gereken yapılır” gibi umut pazarlayan
açıklamalarla oy kaçışı engellenmeye çalışılmaktadır.
Ancak bütün bunlar yeterli olmamaktadır. Bolu’da,
Akhisar’da, Ordu’da, hatta %61,8 oy oranına ulaştığı Giresun’da da görüldüğü
gibi miting meydanları boş, bir şekilde gelenlerin/getirilenlerin ise enerjisi
yok! Ancak bu görüntünün “Erdoğan artık kaybetti” sonucunu oluşturmak için
yetersiz olduğunu vurgulamakta da fayda var.
Erdoğan, Saadet Partisi ve İyi Parti ile kavga etmenin kendi
tabanını toparlamaya yetmeyeceğinin farkında. Buna rağmen 24 Haziran’a kadar
her türlü engelleme, tehdit, şantaj ve karalama elbette yapılacaktır. Ancak
Erdoğan tabanı toparlamanın, düzen içi muhalefetin sesini kısmanın ve meclis
çoğunluğunu sağlamanın farklı bir yolunu denemeye kararlı. Yirmi gün boyunca
Kürtlere, sola, sosyalistlere saldırarak ırkçı, gerici duyguları kaşımak! HDP’yi
sandığa gömme çağrıları, Demirtaş’ın sürekli hedef gösterilmesi ve seçimlere 20
gün kala Kandil’in hatırlanmasının sebebi budur. Son günlerde görüldüğü gibi
HDP seçim çalışmalarına ve parti merkezlerine dönük saldırıların da giderek
artma olasılığı vardır. HDP’nin terörle eşdeğer, teröre destek veren parti
görüntüsü oluşturmaya çalışmanın temel amacı; HDP’nin barajı aşması gerektiğini
düşünen, yüzü sola dönük CHP seçmeninin tavrını değiştirmektir.
Açık ki “HDP’nin baraj sorunu yok” yanılgısına kapılmak süreci
kaybetmekle sonuçlanabilir. Tıpkı Afrin’de olduğu gibi Erdoğan tarafından savaş
siyaseti ekseninde atılacak her türlü adım, diktatörlüğü inşa etme amacına
yönelik olacaktır. Bu gerçeklik sol, sosyal demokrat tüm kesimleri kavrayacak
biçimlerde yüksek sesle dile getirilmek durumundadır. Devrimciler Erdoğan’ın
ırkçılığı, milliyetçiliği tırmandırarak süreci kazanma hamlelerinin karşısına
“diktatörlüğe karşı direnişi” odak haline getirerek Erdoğan’ı yenmenin, olası
engelleri aşmanın yollarını bulmak durumundadır. Erdoğan’ın hamlelerine karşı
her an tetikte olmak, “Tamam”da olduğu gibi, “Sıkıldık”ta olduğu gibi anlık
reflekslerle tersine döndürmek gerekli.
Erdoğan, diktatörlüğünü inşa etmek için meşruluğunu sandıkla
sağlamaya çalışmaktadır. Türkiye solu ise mevcut koşullarda ne yazık ki bir
iktidar alternatifi değildir. Devrimciler açısından sandık/seçim tavrını
belirleyen de bu gerçekliktir. Yani somut olarak bugünkü koşullarda “sandık”
yokmuş ya da “tek belirleyen solmuş” gibi davranarak kadrolarınızı koruyabilir,
hatta “bir miktar” diri tutabilirsiniz. Ancak siyasal kırılma noktalarında
aktif bir tutum almadan, yani suya sabuna dokunmadan bu süreçten devrimci bir
çıkışı yaratma iddiası da zayıflamış olacaktır.
Bugün için temel mesele Erdoğan eliyle gerçekleştirilen
diktatörlük sürecinin durdurulmasıdır. Öncesi ve sonrasıyla seçim süreci bu
hedef doğrultusunda değerlendirilmelidir. Yani birincil şart, seçim sonrasını
da kapsayacak biçimlerde bugünden itibaren sokağın aktif bir biçimde
örgütlenmesidir. Ekonomik krizden eğitime, muhalefete dönük saldırılardan
gericiliğe karşı mücadeleye kadar yürütülecek aktif mücadele solun inisiyatif
alanını genişletecektir. “Ne yapar eder kazanır, oyları çalacak, gitmezse iç
savaş çıkartır” ya da tam tersinden “Erdoğan çekilecek” gibi algılar halkın
gerçek bir devrimci özne olarak örgütlenemediği koşullarda büyük güçlere bel
bağlamanın yarattığı yanılsamalardır. Bu durum ancak Haziran İsyanı’ndan bugüne
kazanabileceğini düşündüğü tüm momentlerde inisiyatif geliştiren eşitlik, özgürlük,
barış talep eden milyonların iradesiyle değiştirilebilir.
Haziran İsyanı’ndan beri solun kitle temeli tüm baskı tehdit
ve şiddete rağmen giderek genişlemektedir. Kendisini herhangi bir siyasal
partide/kurum ya da örgütte ifade etmese de eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı
taleplerle hareket edenler tepkilerini bireysel davranışlardan örgütlü
mücadeleye aktaracakları kanalları oluşturmaya çalışmaktadırlar. Park
forumlarından kent dayanışmalarına, Kuzey Ormanları Savunması’ndan Hayır
meclislerine kadar kendini çeşitli zeminlerde daha önce ifade etmiş
inisiyatiflerin başka biçimler altında da olsa ilerletilmesi hedeflenmelidir.
Bugün itibariyle somut olarak, milyonların seferber olacağı
yer sandık ve sokaktır. Önümüzdeki 15 günün küçük büyük demeden yapılacak halk
toplantıları ile “Tamam” ya da “Memleket Biziz” diyerek atılacak çeşitli
adımlarla örgütlenmesi ve adaylık ekseninde ilçe ilçe, semt semt çalışma
ekiplerinin oluşturulması/ilişki ağlarının yaygınlaştırılması ve meclis/komite
gibi çeşitli biçimlerde kurumsallaştırılması önemlidir. Bugüne kadar
biriktirdiklerimize önümüzdeki 15 gün ne eklersek 24’ü akşamı ve sonrasında
müdahalemiz o kadar etkin olacaktır.
Bu anlamda seçim gününde sandık güvenliğinden, seçim
sonrasında kent meydanlarında kazanımı garanti altına alacak kitlesel
çağrıların organize edilmesine kadar yüzü sola dönük kitlelerin bütün
renklerinin seferber edilmesi bugünden bunun adımlarının atılması
gerekmektedir. Tarihsel ezberi tekrarlamakta fayda var; diktatörler seçimle
gitmez, faşizm sandıkta yenilmez!
Ve yaşadığımız tarih bizlere çok önemli dersler
çıkarmaktadır. 7 Haziran – 1 Kasım süreci ve 16 Nisan referandumu neyin
yapılmaması gerektiğini göstermiştir. Ve bilinmelidir ki bu süreçler yalnızca
devrimcilere değil, aynı zamanda bu süreçlerin parçası olan binlere milyonlara
da ders olmuştur. Şimdi sorun bütün bu birikimle bizlerin önümüzdeki bir ayda
sürece ne katacağı ve milyonlarla birlikte nasıl ilerleyeceği sorunudur!
(SENDİKA.ORG)