Baskın seçime gidilmesini zorunlu hale getiren ekonomik ve siyasal kriz dinamiklerinin artarak devam edeceği bir süreçte, Erdoğan’ın sürekliliğini sağlayabilmesi Türkiye solunun bu direniş potansiyelini örgütleyip örgütleyememesine bağlıdır…


İktidarını kalıcılaştırmak için rejim değişikliğini zorlayan ve meşruluğunu sandıkla, “kitle desteğiyle” sağlamaya çalışan Erdoğan “şimdilik” istediğini aldı. Bu destek rejim değişikliği için ya da devlet aygıtı içerisindeki krizini çözmek için yeterli görünebilir. Ancak bilinmelidir ki “hem dinamizmi hem de matematiğine” bakıldığında Haziran İsyanı’ndan bugüne gelişen “toplumsal karşı duruşu” bastırarak iktidarının sürekliliğini koruyabilmesi için yeterli değildir.

Baskın seçim kararı tam da bu sebeple alındı. Ekonomik, toplumsal ve siyasal krizin derinleştiği koşullarda Erdoğan’ın kitle desteği daha fazla erimeden aldığı seçim kararı ile son hamlesini yaptığı, sonuçlar itibariyle ortaya çıkmıştır. Seçim süresince Erdoğan herhangi bir ekonomik siyasi programı önererek değil, tersine sürekli geçmişi hatırlatarak gericiliği/ırkçılığı kaşıyarak seçmenini tutmaya çalışmıştır. OHAL’in sürdürüldüğü, tamamen eşitsiz ve adaletsiz koşullarda gerçekleştirilen ve tüm muhalefetin “terörist” ilan edildiği bir seçim süreci sonucunda, Erdoğan MHP’nin %11’lik desteği ile ancak cumhurbaşkanı olabilmiş(1) ve AKP 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi bir kez daha Meclis çoğunluğunu tek başına sağlayamamıştır. 1 Kasım seçimlerine göre oy oranı %49’dan %42’ye düşmüştür.

Siyasal İslamcı iktidarın milliyetçilikle tahkim edilmesi taktiği ise sahibine yaramıştır. MHP “beklenmedik biçimde” %11 oy oranıyla Cumhur İttifakı’nın küçük ama vazgeçilemez ortağı haline gelmiştir. 7 Haziran seçimlerinden itibaren Kürt savaşı/sol düşmanlığı ekseninde tırmandırılan ırkçılığın ve kırıntılarından da olsa iktidardan nasiplenmenin karşılığı olarak MHP, 1 Kasım’da AKP’ye kaptırdığı seçmenini geri kazanmıştır. Ayrıca Bahçeli’nin bir ay boyunca af tartışmasını gündemde tutması, Alaattin Çakıcı ile temsil edilen mafyatik ilişkileri kapsaması ve devlette, özellikle özel tim/polis/uzman erbaş kadrolaşması bu sonucun gerçekleşmesinde etkili olmuştur.

Böylece Cumhur İttifakı MHP’nin inisiyatifini artırdığı ve bu durumun her fırsatta kullanılacağı çelişkili/krizli bir ittifak haline gelmiştir. Bahçeli’nin “denge ve denetleme görevi” vurgusu ile Alaattin Çakıcı’nın seçim sonrası “Devletin sahibi sen değilsin” çıkışı ilk mesajlardır.(2) Erdoğan tam da tek adamlığın görüntüsü altında iktidarı paylaşmaya zorlanmaktadır!

Seçimin hayal kırıklığı yaşayanları ise Millet ittifakı ve CHP’dir. Sol’unu tırpanlayıp, İyi Parti ve Saadet Partisi ile ittifak kurarak sağı Meclis’e taşıma taktiği başlangıçta başarılı bir taktik gibi algılansa da “sağı parçalamak” hedeflenen düzeyde gerçekleşmemiştir.  CHP, Haziran İsyanı’ndan sonraki yerel seçimlerden itibaren bütün seçimlerde aynı aklı örgütlemiştir. Sağcı adayları listelerine alarak ya da sağ partilerle ittifak kurarak sağ seçmenin oyunu almaya çalışmıştır. 24 Haziran seçimlerinde milletvekili sayısını artırsa da, bu çizginin sonucu CHP %22,64 ile 2011’den sonra en düşük oy oranına ulaşmıştır.

İyi Parti ve Saadet Partisi oylarının beklentilerin altında kalmasının sebeplerinden biri ise AKP’den uzaklaşma eğiliminde olan seçmen diliminin (sol) CHP ile ittifaka ikna olmamasıdır. Özellikle Saadet Partisi sürekli Ecevit-Erbakan örneğini vererek seçmenini ikna etmeye çalışmakla uğraşsa da, sağ seçmende dinci gerici değerlerin yitimi kaygısı ve otoriteye bağlılık her seferinde olduğu gibi bir kez daha üstün gelmiştir. İyi Parti ise bütün bunlara rağmen bu seçimin kazananıdır. Merkez sağ siyasette oluşan boşluğu hedefleyecek altı aylık bir parti için %10 oy oranı güçlü bir başlangıç açısından yeterlidir. Bu aynı zamanda, Meclis aritmetiğinde MHP karşısında AKP ile girilecek olası pazarlıklar açısından da Akşener’in elini güçlendirecektir. Ancak cumhurbaşkanlığında alınan oy oranları gerek Akşener’in gerekse de Karamollaoğlu’nun liderliklerinin sorgulanacağı bir sonuç da yaratmıştır.

Bütün bu tablo içerisinde seçim sürecinde, Haziran İsyanı’ndan bugüne dinamizmini farklı biçimlerde de olsa sürdüren, ülkenin eşitlikçi, özgürlükçü, barışçıl bir biçimde yeniden kurulmasını isteyen büyük bir kesimi, İnce’nin ikinci tura kalması ve HDP’nin barajı aşması için sokakta ve sandıkta seferber olmuştur.

24 Haziran seçimlerinde HDP’nin 7 Haziran 2015 seçimleri öncesindeki atmosferi yakalayamayacağını düşünenler yanılmıştır. Egemen siyasetin sağ merkezli yapılandığı bir süreçte, HDP’nin Veli Saçılık, Ahmet Şık, Erkan Baş, Oya Ersoy gibi sol değerlerle simgeleşmiş kadroları aday göstererek onların deyimiyle “solla ittifak taktiği” başarılı olmuştur. Özellikle, hayatında CHP dışında herhangi bir partiye oy vermemiş, hatta Kürt hareketine fazlasıyla mesafeli olan bir topluluk bu seçimlerde ilk defa HDP’ye oy vermiştir. HDP, batıda neredeyse bütün illerde oylarını artırmıştır. Sol/sosyal demokrat seçmenlerin ağırlıkta olduğu Artvin, Eskişehir, İzmir ve Antalya(3) gibi illerdeki oy oranları kayda değer bir biçimde yükselmiştir. Bu durumun basit bir matematiksel tercih değil, sandıkta AKP’nin geriletilebilmesinin tek yolunun HDP’yi desteklemek olduğunu gören bilinçli seçmen tercihi, politik bir tercih olduğunu görmek gerekir. Bu politik eğilimin güçlendirilebilmesi de ancak sol/sosyalist adayların bundan sonraki süreçte kendi kimliklerini koruyabilmeleriyle mümkün olduğu kadar HDP’nin siyaset yapıcılarının izleyeceği adımlara da bağlıdır.

Vurgulamakta fayda var; tıpkı 7 Haziran’da ve 16 Nisan referandumunda olduğu gibi 24 Haziran seçimlerinde de açığa çıkan dinamizm basit bir “oy potansiyeli” değildir. İnce’nin yenildiği yer tam da burasıdır. Tüm iyimserliğine rağmen kendini her seferinde düzen dışı kanallarla sokakta ifade eden bu dinamizm düzen içi sınırlara hapsedilemez. 24 Haziran akşamı okullarda, sandık kurullarında seferber olanların sahip çıktıkları basit bir biçimde oyları değildi. Bu sahip çıkış, başını kadınların ve gençlerin çektiği; yoksulların, Alevilerin, aydınların ve tabi ki devrimcilerin; ülkenin eşit, özgür ve kamusal bir biçimde yeniden kurulması için mücadele edenlerin irade beyanıdır.

Baskın seçime gidilmesini zorunlu hale getiren ekonomik ve siyasal kriz dinamiklerinin artarak devam edeceği bir süreçte, Erdoğan’ın sürekliliğini sağlayabilmesi Türkiye solunun bu direniş potansiyelini örgütleyip örgütleyememesine bağlıdır. Kürt halkı ile batıdaki sol/demokrat seçmen arasında önemli bir sinerji oluşmuştur. Bu Kürt illerinde Demirtaş yerine İnce’ye oy veren, Batı’da CHP yerine HDP’yi tercih eden yaklaşık 3-3,5 milyonluk dinamik bir toplumsal kesimdir. Haziran İsyanı’ndan beri etkisi artmakta olan ve ağırlığı sandığa müdahale olarak belirlense de önemli bir siyasal işlev edinebilecek olan bu kesimin henüz bir örgütü ve önderliği yoktur.

Devrimciler, şimdi bu çok merkezli ve inişli çıkışlı anti-faşist mücadele dinamiklerini faşizme karşı doğrudan eylem içinde bir araya getirerek, diktatörlüğü yıkacak somut bir örgütlenmeyi kurmak hedefiyle hareket etmelidir. Halkın diktatörlük karşısında birliğini sağlayabilecek yol ve yöntemleri geliştirme görevi bir başkasına devredilemez.

Açıktır ki faşizme karşı mücadele ne düzen içi siyasetçilere ne de sözde radikal, özde pasifist demagoglara bırakılamaz. Devrimciler önümüzdeki mücadelenin tüm gereklerini sırtlanabilecek dinamik örgütleri yaratmakla yükümlüdür. (SENDİKA.ORG)

Dipnotlar:

(1) 2014 CB seçimlerinde %51 ile Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan milliyetçi tahkimat ile (MHP+BBP)  %52 alabilmiştir.

(2) MHP’nin, FETÖ’den öğrendiği taktiklerle Erdoğan’ı talepleri ile sıkıştıracağı kesindir. Şimdiden haberler sızmaya başladı bile. Yeni Akit’in iddiasına göre MHP pazarlığı YÖK Başkanlığı’ndan açmış bile.

(3) HDP’nin bu illerde aldığı oylar 7 Haziran seçimlerinin de üzerindedir; Antalya’da 90.644’ten 100.981’e, Eskişehir’de 18.957’den 21.889’a, İzmir’de 273.089’dan 319.812’e, Artvin’de ise 2.943’den 5.076’ya yükselmiştir.
Daha yeni Daha eski