18 Ocak 2017 tarihinde, 16 Nisan 2017’de oylanan anayasa
değişikliğiyle ilgili bir ‘bilgilendirme’ yazısı kaleme almaya çalışmıştım
Diken’de. Çok sayıda yazar çizerin, hukukçunun ve anayasacının çabası ne yazık
ki sonuç vermedi ve atı alan Üsküdar’ı geçti. Türkiye, ‘yönetilemezlik’ vadeden
bir sistemi kabul etti
Uzun ve ‘tekrar’ bir yazı. Affola…
Demokratik seçimin pek çok niteliğini taşımayan bir ‘seçim’
yapıldı ve hiç kimsenin birbirine ve kurumlara güven duymadığı Türkiye’de
sonuçlar açıklandı!
AA birkaç gün önce ‘yanlışlıkla’ o sonuçları nasıl/neden
yansıttı? Bilmiyoruz. Neden hiç bir lider ortalıkta görünmedi o gece?
Bilmiyoruz. Muharrem İnce neden açıklama yapmadı ve kendisi için, Türkiye için
koşuşturan insanları ortada bıraktı o gece? Bilmiyoruz. CHP yönetiminden
birileri, birbirine taban tabana zıt açıklamaları iki saat arayla neden yaptı o
gece? Bilmiyoruz. Muharrem İnce, ertesi gün, neden “Aradaki fark 10 milyon”
diyerek yalnızca kendisi ile olan farka işaret etti ve dinleyenleri yanılttı?
Bilmiyoruz.
Bilmediğimiz pek çok şey var. Dedikodulara itibar etmenin de
anlamı yok. Böyle ‘ileri’ demokrasiye, böyle seçim; böyle iktidara böyle
muhalefet. Tencere kapak meselesi…
Bu yüzden, seçim ve rakamlar üzerinde durmayı anlamlı
bulmuyorum doğrusu. Bu konulara dair, konuyu benden çok daha iyi bilip iyi
yazılar yazanlar ve derli toplu analizler yapanlar var zaten. Uzun süre
yazılacak da. Bundan sonraki seçim yazısında da, rakamları değil, eğer
başarabilirsem AKP seçmen kitlesi hakkındaki amatör gözlemlerimi yazmak
istiyorum.
Şimdilik ve yalnızca şu bir iki cümle: Evet, Türkiye sonu
kestirilemeyecek bir tek adam rejimine girdi. Bu, anayasal bir tespit. Eğer
İnce kazansaydı da, bunun adı tek adam rejimiydi. Yalnızca ‘adamlar’ farklı
olacaktı. Tarihte, bunu yapan ve inatla duvara çarpmayı ‘seçen’ toplum
çoğunlukları var; biz tek örnek değiliz.
Evet, Türkiye seçmeninin yüzde 52 küsuru, Erdoğan’ın yönetim
biçiminden, üslubundan ve bugüne dek yaptıklarından son derece memnun olduğunu
gösterdi. Lamı cimi yok.
Evet, Devlet Bahçeli çay kahve içerek ve arada bir garip
cümleler kurarak, yüzde 11’in üzerinde oy aldı. Hiç kimse beklemiyordu bunu ve
zaten muhalefetin planlarını/öngörüsünü (bizlerin de!) bozan bu oldu. Ve MHP,
Allah’ın bir hikmeti olsa gerek, Güneydoğu illerindeki oylarını artırdı!
Evet, İYİP ile Saadet beklenenden az oy aldı.
Karamollaoğlu’nun Müslümanlıktan anladığı ve son derece makul tavrı, AKP
seçmeni dindar çoğunluğa hiç bir şey ifade etmedi.
Evet, AKP ‘7 Haziran’ seviyesine geriledi.
Evet, İnce ve Demirtaş’ın oy toplamı yaklaşık yüzde 40.
Evet, muhalefet uzun süredir görülmediği kadar canlıydı.
Evet, muhalefet patilerinin ilkesel düzeyde bir araya
gelebilmeleri çok önemli bir kazanımdı.
Evet, çokça kazanım ve çokça kayıp oldu.
Ve evet, Türkiye, umutlanmak için de umutsuzluğa kapılmak
için de çok yanlış bir memleket.
Yaşayıp göreceğiz bu gereksiz maceranın tüm sıkıntılarını,
hep birlikte. Ne yazık ki…
Şimdi gelelim, asıl konuya. Biz nasıl bir sisteme geçtik?
18 Ocak 2017 tarihinde, 16 Nisan 2017’de oylanan anayasa
değişikliğiyle ilgili bir ‘bilgilendirme’ yazısı kaleme almaya çalışmıştım
Diken’de. Çok sayıda yazar çizerin, hukukçunun ve anayasacının çabası ne yazık
ki sonuç vermedi ve atı alan Üsküdar’ı geçti. Türkiye, ‘yönetilemezlik’ vadeden
bir sistemi kabul etti.
Şimdi, aynı yazıyı, bir iki sözcük ve cümle değişikliğiyle
yeniden yayınlıyorum. Yazıda, ‘tek adam’ diyorum çünkü o esnada kimin
seçileceğini bilmiyorduk. Siz o ifade yerine ‘Erdoğan’ı koyabilirsiniz artık.
Üstelik, TBMM’de Bahçeli ‘koalisyonuna’ muhtaç olan, Erdoğan’ı…
Recep Tayyip Erdoğan ‘yemin ederek göreve başladığı tarihten
sonra’ (bir ikisi, bir küsur yıldır yürürlükte) tanık olacağımız sistem:
* Cumhuriyet tarihi boyunca duymaya ve görmeye alıştığımız
bazı kişi, makam ve kurumlar tarihe karıştı. Artık, bir ‘başbakan’ ve ‘bakanlar
kurulu’ olmayacak. Onların yerine, ‘bir kişi’ göreceğiz.
* O ‘bir kişi’ TBMM seçimleri ile birlikte seçilecek. Yani
seçim zamanları birleştirildi. Milletvekili için sandığa giden seçmen, o ‘bir
kişiyi’ de seçecek. Üç gün önce yaptığımız gibi.
* Parlamenter sistem terk edildiği için, artık TBMM
bakanları denetleyemeyecek. Bir tür sorumlulukları olacak, ancak bugünkü gibi
değil. Diyeceksiniz ki, “Bugüne dek denetliyordu da ne oluyordu?” Siz de
haklısınız!
* O ‘bir kişi’ şimdi olduğu gibi, kabul edilen yasaları
‘geri gönderme’ yetkisine sahip olacak ancak bu geri gönderme, ‘veto’ya
yaklaştı olacak. Çünkü o ‘bir kişi’nin geri gönderdiği yasanın TBMM’den
geçmesi, şimdikinden farklı olarak ancak üye tamsayısının yarısından bir
fazlası ile mümkün olacak. Yani 301 vekil ile.
* Parlamenter sistem terk edildiği için, TBMM’nin yürütme
organını denetlemesi, örneğin, artık bir bakanlar kurulu olmayacağı için
‘gensoru’ verilmesi mümkün olmayacak.
* Çünkü hem bakanlar hem de o ‘bir kişi’nin yardımcıları
(cumhurbaşkanı yardımcıları) TBMM’ye değil, artık o ‘bir kişiye’ karşı sorumlu
olacak. Söz konusu kişiler, görevleri sona erdikten sonra dahi ancak aynı
usuller izlenerek yargılanabilecek (görevleriyle ilgili suçları nedeniyle).
* Artık, devletin başındaki ‘bir kişi’ kararname
çıkarabilecek.
* Artık, bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görev ve
yetkileri, teşkilat yapısı, merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması o ‘bir
kişi’nin çıkaracağı kararnameler ile gerçekleşecek.
* Devlet başkanı olan ‘kişi’ en fazla iki kez seçilebilecek.
Yani 10 yıl. Öyle mi? Hayır şekerim, öyle değil: Eğer TBMM, seçimlerin
yenilenmesine, yani ‘erken seçime’ karar verirse ve o esnada devlet başkanı
olan kişi, örneğin ikinci döneminin sonundaysa, yeniden aday olabilecek. Bu da
demektir ki o ‘bir kişi’ koşullar uygun düşerse, 15 yıl görevde kalabilecek.
Unutmadan, Erdoğan ikinci kez seçildi. Yandaşların yaratmaya çalıştığı ‘ilk kez
seçildiği’ izlenimi, kendi değiştirdikleri anayasaya aykırı.
* Seçilen ‘bir kişi’ yardımcılarını atayabilecek.
Bakanlarını atayabilecek. Onların görevlerine son verebilecek. Sayıları filan
belli mi? Ne gezer!
* Seçilen ‘bir kişi’ üst kademe kamu görevlilerini
atayabilecek. Tamamını. Görevlerine son verebilecek. Atanmalarına ilişkin
esaslar da, o ‘bir kişi’nin çıkaracağı kararname ile belirlenecek. Konuya dair
mevzuat? Yetki çatışmaları? Allah kerim.
* Seçilen ‘bir kişi’ milli güvenlik siyasetini belirleyecek.
* Seçilen ‘bir kişi’ TSK’nin başkomutanlığını temsil edecek
ve TSK’nin kullanılmasına karar verecek. Ne demek bu? E savaş ilanı yetkisi
TBMM’de değil mi? Ayını anayasada hem o hem bu nasıl olacak?
* TSK’nin kullanılmasına karar verecek ve başkomutan
sıfatını taşıyacak ‘bir kişi’ aynı zamanda bir siyasal partinin genel başkanı
olabilecek. Yani, partili başkomutan!
* Genelkurmay başkanı, seçilen o ‘bir kişiye’ karşı sorumlu
olacak.
* Seçilen ‘bir kişi’ yukarıda da belirttiğim gibi, yürütme
yetkisine ilişkin konularda ‘kararname’ çıkarabilecek.
* Seçilen ‘bir kişi’ eğer yasayla düzenlenmiş bir alan
varsa, o konuda kararname çıkaramayacak. Peki, kararname çıkarmak isterse, o
alanın daha önce yasa ile düzenlenmiş olup olmadığına kim karar verecek?
Bilmiyoruz! Kilimcinin kel oğlu, herhalde.
* Kararname ile yasa çatışırsa, yasa uygulanacak. İyi hoş
da, yasa ile düzenlenmemiş bir alan söz konusuysa, çıkardığı kararname ile
yasal boşluğu doldurabilecek. Hâlihazırda Anayasa’da KHK’ler için öngörülmüş
‘yetki kanunu’ koşulu aranmayacak. Seçilen ‘bir kişi’ bu yetkisini doğrudan
anayasadan almış olacak.
* Seçilen ‘bir kişi’ yasalara aykırı olmayan yönetmelikler
çıkarabilecek.
* Seçilen ‘bir kişi’ yargılanabilecek. Ancak, ‘bir suç
işlediği’ iddiasıyla 600 vekilin salt çoğunluğunun önerisi ve beşte üç ile kabul,
gerekecek. Türkçesi: Parlamentoda çoğunluğu ele geçiren parti ya da koalisyon
istemediği sürece, soruşturma açılamayacak.
* Seçilen ‘bir kişi’ görev süresi bittikten sonra da, ancak
TBMM aynı çoğunlukla karar verirse yargılanabilecek. Yani, meclisin nitelikli
çoğunluğu istemezse, hiçbir zaman yargılanmayacak.
* Seçilen ‘bir kişi’ kendisine bir ya da daha fazla yardımcı
atayabilecek. İstemezse, hiç kimseyi atamayacak. İsterse, canının istediği
kadar atayabilecek.
* Yardımcılar ve bakanlar, seçilen ‘bir kişiye’ karşı
sorumlu olacak. Bir suç işledikleri ile sürülürse, Yüce Divan’a sevk edilmeleri
için yine üçte iki (400) oy gerekecek. Görevleri bittikten sonra yargılanmaları
için de, aynı oran aranacak. Yani o meclis çoğunluğu kabul etmediği sürece yargılanamayacaklar.
* TBMM, artık basit çoğunlukla erken seçim kararı
alamayacak.
* Seçilen ‘bir kişi’ TBMM seçimlerinin yenilenmesine
gönlünce karar verebilecek. Yani TBMM’yi feshedebilecek. Tabii yine iki seçim
birlikte yapılacak.
* Seçilen bir kişi, gerekli koşullar oluştuğunda OHAL ilan
edebilecek. OHAL esnasında, o ‘bir kişi’ OHAL kararnamesi çıkarabilecek. Bu
kararnameler, ‘yasa’ hükmünde kabul edilecek.
* Seçilen ‘bir kişi’ üye sayısı 15’e düşecek olan AYM’nin
tüm üyelerini ‘bir biçimde’ kendisi belirleyecek. Üçünü TBMM seçecek (kim
çoğunluksa!), üçünü YÖK’ün önerdiği (bir şey söylemeye gerek var mı!?) adaylar
arasından o ‘bir kişi’ saptayacak. O ‘bir kişi’ dört üyeyi bazı kategoriler
içinden ‘doğrudan’ kendisi belirleyecek. Kalan beş üye, Danıştay ve Yargıtay’ın
göstereceği adaylar arasından, yine o ‘bir kişi’ tarafından seçilecek. Eğer o
‘bir kişi’ ile meclis aynı siyasi eğilimde olursa (!) neredeyse tüm üyeler,
aynı tornadan çıkacak.
* Seçilen ‘bir kişi’ yeni adıyla HSK’nin neredeyse yarısını
kendisi seçecek. HSK başkanı, o ‘bir kişi’nin belirlediği adalet bakanı olacak.
Kalan üyeleri TBMM, yani hâkim Meclis çoğunluğu tarafından belirlenecek.
Haliyle, o ‘bir kişi’ ile meclis aynı eğilimdeyse, HSK’nin tüm üyeleri, ‘bir
kişi’ tarafından seçilmiş olacak. Ezcümle, yargı bağımsızlığı sorunu kökten
çözülecek!
* Türkiye’nin ‘bütçesi’ artık seçilen ‘bir kişi’ tarafından
hazırlanıp sunulacak TBMM’ye.
* Seçilen ‘bir kişi’ kanunla belirlenmiş sınırlar içinde,
‘vergi, resim, harç ve benzeri’ mali yükümlülüklerde değişiklik yapabilecek.
* Seçilen ‘bir kişi’ Devlet Denetleme Kurulu’na, diğer
yetkileri yanında, ‘her türlü idari soruşturma’ emri verebilecek. Ayrıca TSK
de, DDK denetimi kapsamına alınacak. Anlayacağınız, Türk tipi sivilleşme!
* MGK kararları, seçilen ‘bir kişi’ tarafından
değerlendirilecek.
* Artık ‘tüzük’ olmayacak. Onun yerini, seçilen ‘kişinin’
kararnameleri alacak.
* YÖK, yani üniversiteler artık tümüyle, seçilen ‘bir
kişinin’ takdirine bağlı olacak.
* Parlamentoların varlık nedenlerinin temelinde yer alan
yetkilerden olan bütçe konusunda da son söz, o ‘bir kişi’de olacak.
Yeter bu kadar…
Türkiye’de her tartışma gibi sistem tartışmaları da
kişiselleştirilir. Başka türlü konuşmayı, tartışmayı başaramıyoruz. Herhangi
bir şeyi derli toplu ve o alanın özelliklerini göz önünde bulundurarak ele
almanın koşulları yok ne yazık ki.
Sistem dedikleri, ‘bir kişi’ ve ‘bir parti’ düşünülerek
hazırlandı. İlk günden itibaren, bu garabetin kabul edenleri de pişman
edeceğini ve sürdürülemeyeceğini düşünüyor, iddia ediyorum. Çok sayıda
meslektaşımla birlikte.
Muhaliflere sövmeyi, aşağılamayı, hedef göstermeyi, çocukça
laf sokmayı bırakıp biraz kulak verseler, biraz kulak verecek durumda olsalar,
kendilerini bu denli kaybetmeseler ve muhalif olanın düşman değil, aynı
memleketin insanı olduğunun farkına varabilseler…
Bir çocuğa, “Elini prize sokma, çarpılırsın” dersin, dinler
ve çarpılmaz. Diğer çocuk, inatlaşır ve çarpılır. Eh, kendi düşen ağlamaz.
Ağlamaz da, düşmeyenin günahı ne!
Eziyetsiz olmayacak belli ki. Ne yazık…
Erdoğan yemin edip göreve başladığında, yukarıdaki kural ve
ilkelerle yönetileceğiz. Hayırlı olsun Türkiye! (MURAT SEVİNÇ-DİKEN.ORG)