HIDE
GRID_STYLE

OTORİTE VARSA ÖZGÜRLÜK YOKTUR!

SHOW_BLOG

Seçimlerin ortaya çıkarttığı politik gerçekler

Erdoğan cumhurbaşkanı oldu ama karşı karşıya kaldığı sorunlar tahmin edilenden çok daha fazladır ve ciddi riskler taşımaktadır. Türkiye kri...

Erdoğan cumhurbaşkanı oldu ama karşı karşıya kaldığı sorunlar tahmin edilenden çok daha fazladır ve ciddi riskler taşımaktadır. Türkiye krizler ülkesi olmaya devam edecek…


24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimlerin ortaya çıkardığı politik tablo, çok yönlü değişimleri kaçınılmaz kılıyor. Muhalefetin bütün çabalarına rağmen AKP-MHP ittifakı, devletin örgütlenme modelinin değiştirilmesi ve rejimin yeni bir sistem içerisinde yapılandırılmasını fiilen yaşama geçirmeyi başardı. Artık tek başkan, tek devlet, tek parti ve fiilen tek merkezli parlamento olacak.

Seçim sonuçlarının politik arka planını doğru okumak gerek.
Öncelikli olarak seçim hiçbir koşulda adil olmayan, bir bakıma iktidarın tek taraflı medyatik hegemonyasına dayanan, devlet olanaklarını sadece iktidar için kullanan bir süreç içerisinde yapıldı.

Seçimlerin objektif analiz edilmesi, özellikle muhalefetin önümüzdeki süreci doğru okuması bakımından bir değerlendirmeye ihtiyaç var. Çünkü seçmen kitlesinin tercihlerinde de bir kısım farklılıklar ortaya çıkartıyor.

Partiler  7 Haziran 2015 % Oran 1 Kasım 2015 % Oran 24 Haziran 2018 % Oran

AK Parti        40,87                               49.5                                   41,85
MHP             16,29                                11.9                                   10,9
CHP              24,95                                25.32                                 22,48
HDP              13,12                               10.76                                  11,7
Saadet Partisi  2,06                                 0,68                                    1,33
İyi Parti                                                                                      9,89

Tabloya bakıldığında son üç seçimde seçmenin tercihlerinde nispi bir farklılık olduğu gözlemleniyor. AKP, 7 Haziran 2015 tarihinde yüzde 40,87 alırken 1 Kasım seçiminde oy oranını yüzde 49,5’a yükseltti; 24 Haziran’da ise yüzde 42,5’a geriledi. CHP yüzde 24,95’ten yüzde 22,48’e geriledi. MHP ise yüzde 16,29’dan yüzde 11,9’a ve 24 Haziran seçiminde ise yüzde 10,9’a geriledi. Aynı şekilde HDP 13,12’den önce 10,76’ya gerilerken, son seçimde yeniden yüzde 11,7’ye yükseldi.

Ayrıca seçmenin tercihi bakımından dikkat çeken bir faktör de 16 Nisan 2017 tarihindeki “Anayasa Referandumu” ve 24 Haziran 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminden ortaya çıkan sonuçtur. Bu iki seçimin bir başka özelliği ittifakların oluşmasıdır. Anayasa Referandumu’nda “Evet” bloğunda yer alan AKP-MHP ittifakı yüzde 51,4 alırken, Akşener ekibinin de içerisinde yer aldığı CHP-Saadet Partisi-HDP tarafında oluşturulan fiili ittifak “Hayır” bloğu olarak yüzde 48,6’da kalmıştı. Hatta sandıkta “Hayır” oylarının çıktığına ancak sonuçlarla oynandığına dair yüksek bir kanı vardı. 24 Haziran’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise AKP-MHP tarafından oluşturulan “Cumhur İttifakı” yüzde 52,59 ile Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini sağladı. “Millet İttifakı”nı oluşturan ve ayrı ayrı adaylar çıkartan üç partide ise Muharrem İnce yüzde 30,64, Meral Akşener yüzde 7,29, Temel Karamollaoğlu ise yüzde 0,89 oy oranı aldı. Üçüncü bir blok olarak seçime giren HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş da yüzde 8,4 oy oranına ulaştı.

AKP, Erdoğan olmadan başaramaz

Devlet bütün olanaklarını sınırsızca kullanan ve adeta “devlet” partisi gibi hareket eden AKP’yi parlamento ve cumhurbaşkanlığı olarak iki yönde değerlendirmek gerekir. Toplumun yönlendirilmesinde son derece etkin olan medyatik gücüyle tek taraflı bir seçim çalışması yaptı. Medyada rakiplerine karşı fiilen ezme harekâtı uyguladı. İnce’yi nispeten dışta tuttuğumuzda Demirtaş’a çok yönlü saldırarak hedef tahtasına oturttu, Akşener’i bütünüyle yok hükmünde saydı. Karamollaoğlu’nun tabanını dikkate alarak hiçbir çatışmaya girmedi. Cumhurbaşkanlığı yarışını Erdoğan-İnce olarak yürüttü.

AKP seçimlerin birinci partisi ve halen yüzde 40’lık bir kitleyi kontrol ediyor. Bu bakımdan toplumun sosyolojik yaşam alanında ve sosyo-politik ilişkilerde ve tercihlerde bir AKP gerçeği var. Bu kitlesel oranın mutlak olmadığı, iktidar gücüyle kontrol etmeye çalıştığı görülüyor. AKP devlet olanaklarını da sınırsız bir şekilde kullanarak toplumun gündelik yaşamsal tarzı ve dinsel ideolojik alan hâkimiyeti üzerinde ciddi bir egemenlik kurmaya çalışıyor. Ancak sistemin askeri, polisi, yargısı, medyası gibi stratejik araçlarını kullanmasına ve yüzde 40’lık bir oy potansiyeline rağmen beklenilen başarıyı gösterdiği söylenemez. AKP, parlamentoda çoğunluğu kaybetti. Cumhurbaşkanlığını ise MHP’nin gücüyle aldı. Bu nedenle özellikle 15 Temmuz 2016’dan bu yana AKP’ye yön veren bir Devlet Bahçeli var. Erdoğan’ın önümüzdeki dönemde MHP’nin onayı olmadan hareket edemeyeceği, alacağı her karardan Bahçeli’ye danışacağı görülüyor. AKP’nin kurumsal bir yapısının olmadığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan olmadan ciddi bir politik kimliği temsil edemeyeceği bir kez daha tescil edildi.

Erdoğan, önümüzdeki süreçte yeni alternatif arayışlara yönelmediği takdirde Cumhur sistemi esasen MHP’nin politik stratejisinin yaşama geçirileceği bir süreç olanak tanımlanabilir.  Bahçeli’nin, Erdoğan’ın liderliğinde MHP’nin politikalarını yaşama geçirmek için bir planlama yapmaya çalıştığı gözlemleniyor. AKP de tersten MHP ittifakına dayanmadan adım atamayacağını görüyor. Bu nedenle Bahçeli, cumhurbaşkanlığı yardımcılığı gibi bir yetkinin peşinde olmayıp esasen kendi politik stratejisini Erdoğan aracılığıyla yaşama geçirmeye çalışıyor. Bahçeli “Millet bize denetim görevi verdi” açıklamasıyla hem Erdoğan’ı, hem de AKP’yi denetleyecek. MHP Genel Başkan Yardımcısı Sefer Aycan’ın “Bundan sonra biz ne dersek o olacak” biçimindeki bir açıklaması nedeniyle Bahçeli tarafından hemen görevden alınması, Erdoğan’a verilen bir mesajdır. Erdoğan’ın da cumhurbaşkanlığını sorunsuz sürdürebilmesi için MHP ile sürekli yakın bir ilişki içinde olması kaçınılmaz görünüyor.

Türkiye çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Bugüne kadar yok hükmünde sayılan sorunlar artık masada olacaktır. Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre “Yılın ilk çeyreğinde Türkiye’nin brüt dış borç stoku 466,7 milyar dolar olup milli gelire oranı yüzde 52,9’dur. Türkiye’nin net dış borç stoku da aynı dönemde 303,2 milyar doları olup milli gelire oranı yüzde 34,3’tür. Hazine garantili dış borç stoku 14,2 milyar, kamu net borç stoku ise bu dönemde 271,6 milyar lira olarak gerçekleşti. Stokun milli gelire oranı ise yüzde 8,4’tür.
AB tanımlı genel yönetim borç stoku 922,3 milyar lira, bu rakamın milli gelire oranı ise yüzde 28,4’tür.” Ekonomik sorunlar, ülkenin politik istikrarını belirleyecektir. Merkez Bankası ve faiz politikası bir başka önemli noktayı oluşturuyor.

Küresel sermaye kurumlarının belirlediği politikalara uyumlu bir iç politika yürütülmesi olanaklı mıdır? AKP-MHP ittifakı bu süreci nasıl aşacaktır?

Türkiye’nin özellikle bölgesel politikaları bakımından ciddi riskler taşıyacaktır. AKP’nin MHP’ye bağımlı olması ve durumu dikkate alarak politika belirlemesi “topal ördek” örneğine dönüşecektir. Küresel güçler ve sermaye ile olan bağlar dikkate alındığında önümüzdeki dönemde yeni politik krizlerin ortaya çıkması sürpriz sayılmaz. AKP-MHP ittifakının geleceğini özellikle uluslararası ve bölgesel politikalar belirleyecektir. AKP’nin hem MHP ile hem de ABD-İngiltere denklemini nasıl kuracağı ayrı bir sorundur. Erdoğan cumhurbaşkanı oldu ama karşı karşıya kaldığı sorunlar tahmin edilenden çok daha fazladır ve ciddi riskler taşımaktadır. Türkiye krizler ülkesi olmaya devam edecek.

MHP’nin aldığı oy toplumsal dinamiklere dayanmıyor
Bu seçimin galibi kim diye sorulursa verilecek yanıt MHP’dir. Sadece üç ilde miting yapan, bu nedenle ciddiye alınabilir bir seçim çalışması yapmadığı görülen MHP’nin kamuoyu yoklamalarında oy oranı yüzde 4-6 civarı görünüyordu. Peki MHP nasıl oldu da bu düzeyde bir oy alabildi? “MHP görmezlikten gelinemez” açıklamasıyla AKP’yi adeta tehdit eden Bahçeli’nin Ankara dışına çıkmadan seçim sonuçlarını doğrudan değiştiren bir oy almış olmasının bir tesadüf olmadığı çok açıktır. Peki siyaset mühendisliğinin belki de hayal edilmeyecek bir örneği olan MHP’nin yaklaşık yüzde 11 oy alması nasıl okunmalıdır?

MHP’nin bu düzeyde bir oy almasının sahip olduğu toplumsal dinamiklerden kaynaklanmadığı açıktır. HDP’nin barajı geçmesiyle AKP’nin iktidar çoğunluğunu kaybedeceği kamuoyunda sıklıkla dile getirildi. Bu nedenle CHP tabanı başta olmak üzere çok sayıda farklı politik eğilimde olan seçmen HDP’ye oy verdi. MHP’nin baraj altında kalması bunun tersi olarak HDP’nin barajı aşarak parlamentoya girmesi, cumhurbaşkanlığının ikinci tura kalması ve hatta Erdoğan’ın kaybetme olasılığının artacağı biliniyordu. Devlet aklı, önümüzdeki süreçte olası gelişmelere bağlı olarak HDP’nin parlamentoda bulunmasına karşı çıkmadan MHP’nin de parlamentoda bulunmasını, Erdoğan’ın birinci turda seçilmesini tercih etti. Erdoğan ile devleti yöneten güç arasındaki pazarlık, seçim sonuçlarıyla oynamaktan çok MHP’nin mutlak bir şekilde parlamentoda olması üzerine kuruldu. MHP’nin baraj altında kalması halinde alacağı milletvekili yaklaşık 9 olacaktı. Geri kalanların önemli bir kısmı muhalefete geçecekti. Böylesi bir durum Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını da ciddi oranda etkileyecekti. AKP-MHP ittifakını kuran güç bakımından da yeni bir krizin oluşması demekti. Bu nedenle Erdoğan ile devlete hâkim olan güç arasında MHP’nin barajı aşması konusunda bir ittifak oluştu.

MHP’nin aldığı oy oranlarına bakıldığında özellikle Kürt illerinde adeta “patlama” yapmış olması ciddi soru işaretleri içeriyor. Öncelikli olarak seçimlerdeki manipülasyonun AKP üzerinden değil MHP eksenli yapıldığı anlaşılıyor. Muhalefet AKP’nin seçim sonuçlarıyla oynayacağını sıklıkla dile getirirken, tersten MHP üzerinde bir planlamanın yapıldığı, özellikle Kürt seçmeninin yoğun olduğu illerde bunun uygulamaya konulduğu anlaşılıyor.

MHP’nin, Kürt illerinin önemli bir kesiminde ciddiye alınabilir bir örgütlenmesi bulunmuyor. Buna rağmen kesin olmayan sonuçlara göre, Iğdır’da yüzde 23,9, Urfa yüzde 9,28, Kars’ta yüzde 7,23, Tunceli yüzde 5,73, Bingöl’de yüzde 5,87, Şırnak’ta yüzde 4,01, Bitlis’te yüzde 4,08, Siirt’te yüzde 3,52, Muş’ta yüzde 3,74, Hakkâri’de yüzde 3,7, Van yüzde 3,08, Mardin’de yüzde 2,62, Diyarbakır’da yüzde 1,41, Batman’da yüzde 1,22 oy oranına ulaştı. Örneğin MHP  Muş, Şırnak, Urfa gibi illerde “Millet İttifakı”ndan daha fazla oy almış. Diğer Kürt illerinde de tek başına ‘Millet İttifakı”na yakın oy almış görünüyor.

MHP’nin hiçbir toplumsal tabanı bulunmayan Kürt illerinde bu düzeyde yüksek oy almış olmasında ilk akla gelen faktörlerden biri, bölgedeki bütün silahlı güçlerin tercihlerini MHP’den yana kullanmış olmalarıdır. Ancak bölgede oy kullanan silahlı güçler, söz konusu oranları oluşturacak düzeyde değildir. Bölgedeki MHP denklemini değiştiren bir başka faktör de Kürt illerinde toplu oy kullanımlarının bu kez MHP’ye yönlendirildiğidir. Ortaya çıkan bir kısım görüntüler bu iddiayı güçlendiriyor. Ayrıca geçmişte AKP’ye oy veren bir kısım aşiretler bu kez devlet tarafından MHP’ye yönlendirildi.

MHP’nin bölgede toplumsal tabanı olan bir parti olarak gösterilmesinin politik arka planı ise önümüzdeki süreçte bölgeye nüfus yerleştirme politikasıyla milliyetçi taban oluşturmak ve bölgenin demografik yapısını değiştirtmektir. Böylelikle devletin silahlı güçlerinin bölgedeki sınırsız varlığına paralel olarak “Milliyetçi-Türkçü-İslamcı” güçlerin sivil kanadını oluşturarak bölgede çatışma alanlarını geliştirmek istiyorlar. Bir bakıma “sivil” çatışmaların yayılmasıyla bölgesel göçe nesnel bir zemin oluşturmak isteniyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ı arayarak açıkça tehdit etmesi, söz konusu planın yaşama geçirilmesi bakımından bize bir fikir veriyor. MHP’nin belirlediği Kürt politikası çatışmayı bölgesel düzeye çıkartma eğilimi taşıyor ve bunun ülke içindeki riskleri tahmin edilmeyen ciddi sorunlara yol açacağına dair çok sayıda veri var.

CHP’nin sorunu ne kadar oy aldığı değil

Ana muhalefet partisi olarak bilinen CHP’nin kendi içinde bir kriz yaşaması kaçınılmazdır.  CHP yönetiminin 7 Haziran 2015 tarihinden bugüne kadar geçen sürede sürekli güç kaybetmesi bir tesadüf olmayıp CHP’nin uyguladığı politikalarla doğrudan ilişkilidir. Başka bir yazının konusu olmakla birlikte, Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetimi esasen başarısızdır. Bu başarısızlık, İnce’nin CHP’den fazla oy almasıyla kesinlikle açıklanamaz. İnce’nin, yürüttüğü seçim çalışması taktiği nedeniyle fazla oy alması gayet doğaldır. İnce sanıldığı gibi güçlü, etkili ve dengeleri değiştirecek düzeyde bir lider değil. Ancak yaptığı çıkış, özellikle CHP tabanında ciddiye alınabilir bir etki yarattı ve yıllardır sessizleşen, kendi kabuğuna çekilen kitlenin hareketliliğini sağladı.

CHP’de sorunlar hem yönetimsel hem de politik olarak kronikleşmiş ve yapısaldır. İnce’nin CHP’nin başına geçerek bu sürecin değiştirilmesi oldukça zordur. Burada özet bir saptama yaparsak, CHP merkez yönetimi toplumsal dinamiklerden koptu, yabancılaştı. Bu durum illere yayıldıkça çok daha net görülüyor. Kendisini halen devlet kuran parti olarak cumhuriyetin sahibi gören CHP, hitap ettiği toplumun sosyolojik yapısını analiz edemiyor. Gayri Safi Milli Hâsıla’nın (GSMH) 21 bin dolardan daha yüksek olduğu bölgelerde oy alırken GSMH’nin 5 bin doların altında olduğu bölgelerde ise çok az oy alıyor.

CHP, artık devletin yönetimsel yapısı/niteliği değiştiğine göre toplumsal dinamiklerle buluşabilecek yeni politikalar oluşturmalıdır. Hayal dünyasından çıkıp toplumsal-politik gerçeklerle yüzleşmelidir. CHP’nin önemli zayıf halkalarında biri de politikalarını toplumsal değişime yol açabilecek tarzda yapamıyor oluşudur. Örgütlerinin önemli ölçüde elit takımdan oluşan bürokratik yapısında güçlü kişiler yer alıyor. Partinin örgütsel yapısına egemen ve yöneticilerini de elitleştiren bürokratik yapı, CHP yöneticilerinin topluma yönelerek onlarla organik bir bağ kurmasının önündeki en büyük engeldir. Toplumun alt dinamiklerini kucaklayacak politikalar ve örgütsel araçlar yaratmadığı, toplumun bir bireyi olarak onlarla doğal iletişim kurmayı başarmadığı sürece, toplumsal gücünü mevcudiyetinin üstüne çıkartması mümkün değildir.

CHP, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasında olduğu gibi bütünüyle kendisini devletin ihtiyaçlarına göre konumlandırıyor. Böyle olunca, sistemin yedek gücü olarak politik bir işlev görüyor. İktidar olmak istediğini tekrarlayan CHP yönetiminin pratik politikada böyle bir amacı bulunmuyor. Örneğin toplumun farklı sosyal katmanlarında ciddi bir etki yaratan “Adalet Yürüyüşü” sonrasında toplumsal hareketliliği artıracak hiçbir adım atılmadı. CHP’nin almış olduğu yüzde 22-25 arası oy statiktir. Bu dengeyi aşamadığı sürece başarılı olamayacaktır. Toplumun önünü açacak yeni ve cesur politikalar oluşturmadıkça tabanını aşamalı olarak kaybedecektir. Örneğin Ege bölgesinde CHP seçmeninin bir kesiminin İyi Parti’ye yöneldiği görülüyor.

Politika değişikliğini Mart 2019’da düzenlenmesi planlanan yerel seçimde göstermelidir. HDP ile doğrudan cesur ittifak kurmayı yaşama geçirerek değişim sinyalini verebilir.

HDP, devletin kuşatmasına rağmen barajı aştı

HDP’nin devletin bütün baskılarına rağmen barajı aşarak parlamentoya girmiş olması, kesin bir başarıdır. AKP, HDP’nin olmadığı bir parlamentoda mutlak hâkimiyet sağlamak istedi. Ancak başarılı olamadı ve parlamentoda salt çoğunluğu kaybetti. Devletin çok yönlü baskılarına rağmen Kürt halkı, HDP’yi destekledi.

Parlamentoya girmek bir başarıdır. Ancak bu tek başına yeterli değildir. HDP yönetiminin, seçim sonuçlarını çok yönlü analiz etmesi gerekir. Bunu yaparlar mı? Bilemiyorum. Ancak geçmişte yapılan uyarıları ve eleştirileri dikkate almadıklarına göre yüzde 10 barajının aşılarak parlamentoya girilmesi bütün sorunların üstünü örtmesi gibi bir zafiyet oluşacak gibi görünüyor.

HDP, kendi toplumsal tabanının gücünü bütünüyle arkasına almadı. HDP, Kürt illerinde oy kaybetti, batı illerinde nispeten oy arttırdı. Ortaya çıkan sonuçlar dikkate alındığında kendi sosyolojik tabanıyla bir kopma eğilimi yaşanıyor. HDP yönetiminin belirlediği politikalardan aday profiline kadar birçok olumsuz faktör bulunuyor. HDP’nin üzerinde yükseldiği toplumsal gücün önemli bir özelliği kendi toplumsal dinamikleriyle sürekli iç içe olması ve onların ruhsal durumunu analiz ederek iç bütünlüğü süreklileştirmesidir. Ancak yeni dönemde bu noktada ciddi bir gerilemenin oluştuğu, kitlesel çalışma alanının ciddi oranda zayıfladığı görülüyor. HDP yönetimi ile üzerinde yükseldiği sosyolojik taban arasında birbirine yabancılaşma tehlikesinin oluşması ciddi sonuçlar doğurur. Bu durumun küçümsenmemesi ve gerekli duyarlılığın gösterilmesi gerekir.

HDP’nin barajı aşmasında özellikle CHP’li tabanın verdiği oyların çok önemli bir etkisi var. Örneğin İstanbul’da HDP’nin, Kürt seçmen kitlesinin yoğun olduğu ve geçmişte daha yüksek oy aldığı ilçelerdeki oylarında bir düşüş yaşanırken, tersine Kadıköy, Bakırköy, Şişli ve Beşiktaş gibi CHP’nin çok yüksek oy aldığı ilçelerdeki oylarında belirgin bir artış yaşandı.  Dolayısıyla CHP tabanının HDP’nin barajı aşması için vermiş olduğu oyların yok hükmünde sayılması ve bunların HDP tabanı olduğunun söylenmesi, yarın tersten sonuçlara yol açabilir. HDP üzerinde daha sonra kapsamlı bir değerlendirme yapacağım için özet olarak geçiyorum. Özellikle batının metropol kentlerinde Kürt seçmen kitlesinin bir kısmı parlamentoda HDP’ye, Cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a oy verdi. Bu çelişkili bir durum gibi görünse de etnik kimliğiyle dinsel kimliğinin ortak paydasını oluşturmak istedi.

Yeni politik süreç başladı, devlet yeniden şekillendiriliyor. Politik dengelerin çok yönlü değişeceği bir sürece giriliyor. Bu sürecin doğru okunması ve buna uygun politik stratejilerin belirlenmesi önemlidir. İttifaklar ve güç ilişkileri hem yeniden tanımlanacaktır. Mart 2019’daki yerel seçim bir bakıma yeni bir başlangıç olacaktır.

Bu seçimde olduğu gibi önümüzdeki yerel seçimde de yeni sürprizlerin yaşanması mümkündür. Şimdiden hazırlanmakta yarar var.

(MUSTAFA PEKÖZ - mustafapekoz65@gmail.com – SENDİKA.ORG)