Faşist milisler tarafından kurşuna dizilen İspanyol muhalif şair, oyun yazarı, ressam, piyanist ve besteciye sonsuz saygıyla.
18 Ağustos 1936 Granada
"Karadır atları, kapkara
Nalları da kapkara demir
Pelerinlerinde parıldar
Mürekkep ve mum lekeleri
Ağlamak nerede onlar nerede
hepsinin de kurşundan beyni
Yoldan ağır çıkageldiler
Gönülleri cilalı deri
O çılgınlar, o gececiler
Boğarlar geçtikleri yeri
Zamk karası bir sessizliğe
Ve bir dehşete kum incesi"
***
Cinayete katılan Sivil Muhafızlar’dan (İspanya İç Savaşı sırasında katliamları ile ün yapan, Falanj’la birlikte mezarlıktaki cinayetlerde rol oynayan faşist cinayet şebekesi) birinin ağzından :
Garcia Lorca metin, muhteşem bir gururla yürüyordu...
O gün nöbetçiydim. Bu genç adamın kışlaya girdiğini gördüm. Yüzü sapsarıydı ama dimdik yürüyordu. Federico Garcia Lorca’ydı. Onu görür görmez korkunç bir dram oynanacağını anladım. Garcia Lorca, Sivil Muhafızlar hakkındaki ünlü Baladı yazdığı gün idam kararını imzalamıştı aynı zamanda.Bana onu ,Fransız Elçiliği’nde bulduklarını söylediler. Binadan çıkması için kandırmış, sonra da tutuklamışlardı. Ondan önceki kurbanlar gibi, tabii, o da hiç yargılanmadı.
Aynı gece bir Sivil Muhafız Postası arasında kışladan götürüldü. Bunu itiraf etmek korkunç bir şey. Ama ben de Muhafız’ların arasındaydım.
Otomobiller Padul yolunun kenarında durdu. Uğursuz konvoy Granada’nın on mil ötesine varmıştı. Saat sekizdi. Otomobillerin farları ölümüne giden adamı aydınlatıyordu. Gece karanlığında silüeti göze çarpıyordu. Posta, kurbanının göremeyeceği bir yerde, farların arkasında durdu.
Garcia Lorca metin, muhteşem bir gururla yürüyordu. Birden durdu, konuşmak istiyormuş gibi bize döndü. Bu büyük bir şaşkınlık yarattı, özellikle postaya komutanlık eden Teğmen Medina’da.
Ve konuştu. Garcia Lorca metanetle, hiç titremeyen bir sesle konuştu. Sözleri güçlüydü, aman dilemiyordu. Her zaman sevdiği özgürlüğü savunan erkekçe sözlerdi. Kendi davası olan Halkın Davası’nı, böyle korkunç bir barbarlık ve cinayet karşısında başarılan iyi işleri övdü.
İhtiras ateşiyle söylenen o sözler silahlı adamlar üzerinde büyük etki yaptı. Bana beynimin içine giren bir kuvvetli ışık gibi geldi. Şair konuşmaya devam etti…
Ama sözlerini bitiremedi. Korkunç, canavarca, caniyane bir şey oldu: Teğmen Medina, iğrenç küfürler savurarak tabancasını çekti ve Muhafızları kışkırttı.
Manzara karşısında dehşete düştüm. Tüfeklerinin dipçikleriyle vurarak, ona ateş ederek (içimizden bazıları korkudan donup kalmıştık) Garcia Lorca’ya saldırdılar. Vızıldayan kurşunlar arasında Lorca koşmaya başladı. Yüz yarda kadar ötede yere düştü. İşini bitirmek için arkasından gittiler. Ama Federico, kanlar içinde, yeniden ayağa kalktı ve korkunç bakışlarla adamlara döndü. Adamlar dehşet içinde gerilediler. Bütün Sivil Muhafızlar koşup otomobillerine bindiler, yalnız Teğmen, elinde tabancasıyla orada kaldı. Garcia Lorca son olarak gözlerini kapadı, kanına bulanmış toprağın üstüne yığıldı.
Medina hızla yaklaşarak, zavallı Federico’nun gövdesine üç el tabanca sıktı.
Şairi oracıkta bıraktılar gömmediler… Granada’nın dışında, onun Granada’sı…
18 Ağustos 1936 Granada
"Karadır atları, kapkara
Nalları da kapkara demir
Pelerinlerinde parıldar
Mürekkep ve mum lekeleri
Ağlamak nerede onlar nerede
hepsinin de kurşundan beyni
Yoldan ağır çıkageldiler
Gönülleri cilalı deri
O çılgınlar, o gececiler
Boğarlar geçtikleri yeri
Zamk karası bir sessizliğe
Ve bir dehşete kum incesi"
***
Cinayete katılan Sivil Muhafızlar’dan (İspanya İç Savaşı sırasında katliamları ile ün yapan, Falanj’la birlikte mezarlıktaki cinayetlerde rol oynayan faşist cinayet şebekesi) birinin ağzından :
Garcia Lorca metin, muhteşem bir gururla yürüyordu...
O gün nöbetçiydim. Bu genç adamın kışlaya girdiğini gördüm. Yüzü sapsarıydı ama dimdik yürüyordu. Federico Garcia Lorca’ydı. Onu görür görmez korkunç bir dram oynanacağını anladım. Garcia Lorca, Sivil Muhafızlar hakkındaki ünlü Baladı yazdığı gün idam kararını imzalamıştı aynı zamanda.Bana onu ,Fransız Elçiliği’nde bulduklarını söylediler. Binadan çıkması için kandırmış, sonra da tutuklamışlardı. Ondan önceki kurbanlar gibi, tabii, o da hiç yargılanmadı.
Aynı gece bir Sivil Muhafız Postası arasında kışladan götürüldü. Bunu itiraf etmek korkunç bir şey. Ama ben de Muhafız’ların arasındaydım.
Otomobiller Padul yolunun kenarında durdu. Uğursuz konvoy Granada’nın on mil ötesine varmıştı. Saat sekizdi. Otomobillerin farları ölümüne giden adamı aydınlatıyordu. Gece karanlığında silüeti göze çarpıyordu. Posta, kurbanının göremeyeceği bir yerde, farların arkasında durdu.
Garcia Lorca metin, muhteşem bir gururla yürüyordu. Birden durdu, konuşmak istiyormuş gibi bize döndü. Bu büyük bir şaşkınlık yarattı, özellikle postaya komutanlık eden Teğmen Medina’da.
Ve konuştu. Garcia Lorca metanetle, hiç titremeyen bir sesle konuştu. Sözleri güçlüydü, aman dilemiyordu. Her zaman sevdiği özgürlüğü savunan erkekçe sözlerdi. Kendi davası olan Halkın Davası’nı, böyle korkunç bir barbarlık ve cinayet karşısında başarılan iyi işleri övdü.
İhtiras ateşiyle söylenen o sözler silahlı adamlar üzerinde büyük etki yaptı. Bana beynimin içine giren bir kuvvetli ışık gibi geldi. Şair konuşmaya devam etti…
Ama sözlerini bitiremedi. Korkunç, canavarca, caniyane bir şey oldu: Teğmen Medina, iğrenç küfürler savurarak tabancasını çekti ve Muhafızları kışkırttı.
Manzara karşısında dehşete düştüm. Tüfeklerinin dipçikleriyle vurarak, ona ateş ederek (içimizden bazıları korkudan donup kalmıştık) Garcia Lorca’ya saldırdılar. Vızıldayan kurşunlar arasında Lorca koşmaya başladı. Yüz yarda kadar ötede yere düştü. İşini bitirmek için arkasından gittiler. Ama Federico, kanlar içinde, yeniden ayağa kalktı ve korkunç bakışlarla adamlara döndü. Adamlar dehşet içinde gerilediler. Bütün Sivil Muhafızlar koşup otomobillerine bindiler, yalnız Teğmen, elinde tabancasıyla orada kaldı. Garcia Lorca son olarak gözlerini kapadı, kanına bulanmış toprağın üstüne yığıldı.
Medina hızla yaklaşarak, zavallı Federico’nun gövdesine üç el tabanca sıktı.
Şairi oracıkta bıraktılar gömmediler… Granada’nın dışında, onun Granada’sı…