Devrimcilerin görevi ne doların iniş çıkışlarını seyrederek krizin etkilerinin hafiflemesini beklemek ne de gelecek planları uğruna bugünü ...
Devrimcilerin görevi ne doların iniş çıkışlarını seyrederek krizin etkilerinin hafiflemesini beklemek ne de gelecek planları uğruna bugünü feda etmektir. Sistemin yapısal krizlerini devrimci bir krize çevirebilmek ve gerçek bir alternatif oluşturmak ancak “an”a müdahale edilerek gerçekleştirilebilir...
BU MEMLEKET DİRENENLERİNDİR!
Erdoğan ve işbirlikçileri bilmektedir ki ekonomiden Ortadoğu’ya yürütülen siyaset, sistemin krizini derinleştirmektedir. Başkanlık sistemi ekseninde saflaşan egemen sınıfların derdi de sömürgecilik sisteminin zaten yapısal olan krizlerini çözmek değil, krizleri fırsata çevirerek sermaye birikimini güvence altına almak ve tek adam iktidarından yararlanmaya çalışmaktır. Ancak atılan tüm adımlar aynı zamanda krizi derinleştirmekte ve ülke çapında direniş eğilimlerinin gelişeceği bir zemin de yaratmaktadır.
Erdoğan, “dış güçlerin saldırılarına karşı meydan okuma” iddiası ile destekçilerini arkasında saflaştırıp muhalefet karşısında da devlet şiddetini artırarak iktidarını sürdürmeye çalışmakta. Erdoğan, kitlesine “yedi düvele meydan okuma” çağrısı yaparken, krizin yıkıcı etkilerini şimdilik hafifletebilmek için çalmadık kapı bırakmadı. Önce Rusya, Çin ve Katar’dan medet umuldu şimdi ise birden akla Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin normalleştirilmesi geldi. Ve son olarak Çavuşoğlu “Rusya ile ilişkilerimiz AB ile ilişkilerimize ya da ABD ile ilişkilerimize alternatif değil” diyerek dış politikada denge gözettiklerini söyledi.
Aktif taşeronluktan denge siyasetine. Krizin temelinde emperyalist sistemde ABD hegemonyasının gerilemesi ve yeni sömürgecilik ilişkilerinin eskisi gibi sürdürülememesi bulunmaktadır. Ortadoğu’da ABD politikalarının çöküşüyle birlikte yeni Osmanlıcılık hayalleriyle sürdürülmeye çalışılan aktif taşeronluk siyaseti iflas etmiştir. Erdoğan’ın Esad’ı devirme hayallerinin suya düşmesi bir yana, Suriye ordusu ülkenin büyük bir bölümünü cihatçı çetelerden geri almış ve Şam’ın iktidarı sağlamlaşmış durumdadır. İdlip bu sürecin son noktasıdır. Çavuşoğlu “İdlip’te askeri çözüm felaket olur” diyor. Felaketin anlamını biraz açalım: İdlip’in geri alınması durumunda geriye “Fırat Kalkanı” bölgesi (Azez-Bab-Cerablus) ve Afrin kalacak. Bu durum Türkiye’nin Suriye denkleminin giderek dışına düşmesi anlamına gelecek. Ayrıca İdlip geri alınırsa cihatçı militanların Türkiye dışında gidebilecek yerleri de yok. AKP iktidarı Çavuşoğlu, Akar ve Fidan’ın diplomasi trafiği ile İdlip operasyonunu geciktirmeye çalışırken, Rusya “Suriye’de davetsiz misafir olarak bulunan tüm dış güçler gitmeli” açıklaması ile kapıyı göstermiş oldu. Onbinlerce cihatçının bulunduğu bölgede, cihatçı çeteleri besleyip silahlandırarak masada yer almaya çalışan Erdoğan böylece son kozunu da kaybedecek.
Kriz gerçekleri. Doların sıçramalı yükselişi kısmen frenlense de kriz giderek derinleşmektedir. 26 Temmuz’da 4,77 olan dolar 7,2’lere çıktıktan sonra bayram döneminde ancak 6 TL dolayına geriledi. Krizin etkilerini hafifletebilmek için dış kaynak arayışı Katar’dan geleceği söylenen 15 milyar dolarlık girdi ve Çin’den alınacak 3,6 milyar dolarlık kredi dışında şimdilik karşılık bulmadı. Dış borç ise 467 milyar dolara ulaştı. 12 ayda çevrilmesi gereken miktar ise 182 milyar dolar. ABD Merkez Bankası’nın faiz artırmaya devam edeceğini, yani dünya piyasalarından dolar çekmeye devam edeceğini açıklaması ve kredi kuruluşlarının Türkiye hakkında olumsuz açıklamalarını sürdürmesi de sıcak paraya bağımlı olan Türkiye ekonomisinin aradığı kaynağı bulmasını zorlaştırmaktadır. Güven endeksinin tüm sektörlerde gerilemesi, yabancı sermayenin çıkışıyla birlikte ekonomik büyümenin durması ve cari açığın yüksek olması ekonomideki kırılganlığı artırmaktadır.
Bu koşullarda bir yandan şirketleri kurtarma planları yapılırken bir yandan da krizin faturası doğrudan halka kesilmektedir. 16 yıldır uygulanan politikalar sonucu memleketin neredeyse tüm üretim kapasitesi çökertilmiş ve tüm alanlarda ithalata bağımlı hale getirilmiştir. Bu ise kura bağlı olarak tarımdan eğitime, enerjiden kâğıda kadar maliyetlerin artmasına yol açmakta ve iğneden ipliğe her şeye düzenli olarak zam gelmektedir.
Maliyetlerin artmasının bir diğer sonucu ise birçok firmanın kapanması ve işten çıkarmaların artmasıdır. TOBB verilerine göre sadece temmuz ayında İstanbul’da 471, Ankara’da 80, İzmir’de 59 olmak üzere 1017 işyeri kapandı. İşletmelerin kapanması mutlaka finans sektörünü etkileyecek ve kredileri toplayamayan bankalar büyük bir çöküş yaşayacak. Bu yüzden iktidar asıl bu alanı kurtarmayı planlamaktadır.
Kriz sonucunda ilk kesinti ise MEB bütçesinden yapıldı. Öğrencilere verilen burslardan okulların bakım onarımına kadar bir dizi kalemde 2 milyarlık kesinti yapıldı. Aynı zamanda döviz kurundaki yükselişe bağlı olarak kırtasiye malzemeleri de %50 zamlandı. Böylece 2019 bütçe görüşmelerinin başlayacağı bir dönemde iktidarın nasıl bir bütçe hazırlığında olacağının da sinyali verilmiş oldu.
Tek adam iktidarının kitle temeli. Tüm bu gerçekler karşısında Erdoğan yerli ve milli bir kriz söylemi ile tüm muhalefeti peşine takarak iktidarını tahkim etmekte, ekonomimize saldırı ezana ve bayrağımıza yönelik saldırıdan farksızdır söylemiyle kitle temelini saflaştırmaya çalışmaktadır.
1150 odalı kışlık sarayı, 300 odalı yazlık sarayı üstüne Ahlat’ta 10 dönüm üzerine 1071 metrekare kapalı alana yeni bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü yapılacak; Soylu’nun talimatıyla İçişleri Bakanlığı’na bağlı birimlerde Erdoğan’ın portresi asılacak. Tüm bunlar kitlesine “Var mısınız, ya zafer kazanırız ya cennete gideriz” diyen Erdoğan iktidarının yenilmezliği algısını yaratmak için yapılmaktadır.
Bu koşullar altında düzen içi muhalefet ise kendi krizleriyle boğuşmakta. Kılıçdaroğlu da Akşener de şimdilik koltuklarını kurtarsalar da, erimeyi durduracak bir muhalefet performansı vaat etmemektedirler. Düşünün ki ülkenin sözde ana muhalefet partisi hedefine seçimden iki ay sonra seçim değerlendirmesi yapmayı koymaktadır. CHP yönetimi seçim sonrası gerçek bir hesaplaşma yapmadan iç muhalefetini susturmaya çalışmıştır. Koltuğa oturduktan bugüne kadar MYK’de 119 değişiklik yaparak yoluna devam eden Kılıçdaroğlu parti içi muhalefeti yine MYK’deki beş ismi değiştirerek susturmaya çalışmaktadır. Bu şartlarda CHP, kitlesine bırakın en ufak bir ümit vermeyi tam tersine iktidarın “yerli ve milli” söyleminin peşine takılarak yaptığı tavsiyelerle iktidarın koltuk değneği haline gelmektedir.
Sistemin yapısal krizleri giderek derinleşirken düzen dışı muhalefetteki dağınıklık ise acil bir biçimde giderilmelidir. Ekonomik krizin etkilerinin eylül ayıyla birlikte giderek kendini hissettireceği ortadadır. Erdoğan’ın kriz karşısında halkın işsizlik, yoksulluk, geçim sıkıntısı gibi temel problemlerini çözmeden sadece milliyetçi-gerici söylemlerle iktidarını tahkim etmesi ancak sol muhalefetin sessiz kalmasıyla/susturulmasıyla başarılabilir.
Kriz karşısında zamların engellenmesinden işten çıkarmaların durdurulmasına kadar, halkın gündelik yaşamda oluşacak ihtiyaçlarını/problemlerini örgütleyecek sol bir muhalefet düzlemi oluşturulmalıdır. Emek meslek örgütlerinden demokratik kitle örgütlerine, sol/sosyalist partilere kadar ortak bir düzlemin oluşturulması ve kriz karşısında alternatif bir programın örgütlenmesi gerekli ve mümkündür.
Devrimcilerin görevi ne doların iniş çıkışlarını seyrederek krizin etkilerinin hafiflemesini beklemek ne de gelecek planları uğruna bugünü feda etmektir. Sistemin yapısal krizlerini devrimci bir krize çevirebilmek ve gerçek bir alternatif oluşturmak ancak “an”a müdahale edilerek gerçekleştirilebilir.
24 Haziran seçimleri ardından yenilgi psikolojisiyle halkı suçlayanlara ve yurt dışına çıkış için fırsat kollayanlara karşı 700 haftadır evlatlarının katillerinden hesap sormak için direnen Cumartesi Anneleri ders vermekte, “nasıl mücadele edilir” diyenlere yol göstermektedir. Bu memleket evlatları için, yaşamak için, adalet için, geleceği için direnenlerindir. Ufak bir kıvılcım iktidarın politikalarından rahatsız binleri saflaştırabilmektedir. Erdoğan iktidarının sarsıldığı yer tam da burasıdır. (SENDİKA.ORG)
BU MEMLEKET DİRENENLERİNDİR!
Erdoğan ve işbirlikçileri bilmektedir ki ekonomiden Ortadoğu’ya yürütülen siyaset, sistemin krizini derinleştirmektedir. Başkanlık sistemi ekseninde saflaşan egemen sınıfların derdi de sömürgecilik sisteminin zaten yapısal olan krizlerini çözmek değil, krizleri fırsata çevirerek sermaye birikimini güvence altına almak ve tek adam iktidarından yararlanmaya çalışmaktır. Ancak atılan tüm adımlar aynı zamanda krizi derinleştirmekte ve ülke çapında direniş eğilimlerinin gelişeceği bir zemin de yaratmaktadır.
Erdoğan, “dış güçlerin saldırılarına karşı meydan okuma” iddiası ile destekçilerini arkasında saflaştırıp muhalefet karşısında da devlet şiddetini artırarak iktidarını sürdürmeye çalışmakta. Erdoğan, kitlesine “yedi düvele meydan okuma” çağrısı yaparken, krizin yıkıcı etkilerini şimdilik hafifletebilmek için çalmadık kapı bırakmadı. Önce Rusya, Çin ve Katar’dan medet umuldu şimdi ise birden akla Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerin normalleştirilmesi geldi. Ve son olarak Çavuşoğlu “Rusya ile ilişkilerimiz AB ile ilişkilerimize ya da ABD ile ilişkilerimize alternatif değil” diyerek dış politikada denge gözettiklerini söyledi.
Aktif taşeronluktan denge siyasetine. Krizin temelinde emperyalist sistemde ABD hegemonyasının gerilemesi ve yeni sömürgecilik ilişkilerinin eskisi gibi sürdürülememesi bulunmaktadır. Ortadoğu’da ABD politikalarının çöküşüyle birlikte yeni Osmanlıcılık hayalleriyle sürdürülmeye çalışılan aktif taşeronluk siyaseti iflas etmiştir. Erdoğan’ın Esad’ı devirme hayallerinin suya düşmesi bir yana, Suriye ordusu ülkenin büyük bir bölümünü cihatçı çetelerden geri almış ve Şam’ın iktidarı sağlamlaşmış durumdadır. İdlip bu sürecin son noktasıdır. Çavuşoğlu “İdlip’te askeri çözüm felaket olur” diyor. Felaketin anlamını biraz açalım: İdlip’in geri alınması durumunda geriye “Fırat Kalkanı” bölgesi (Azez-Bab-Cerablus) ve Afrin kalacak. Bu durum Türkiye’nin Suriye denkleminin giderek dışına düşmesi anlamına gelecek. Ayrıca İdlip geri alınırsa cihatçı militanların Türkiye dışında gidebilecek yerleri de yok. AKP iktidarı Çavuşoğlu, Akar ve Fidan’ın diplomasi trafiği ile İdlip operasyonunu geciktirmeye çalışırken, Rusya “Suriye’de davetsiz misafir olarak bulunan tüm dış güçler gitmeli” açıklaması ile kapıyı göstermiş oldu. Onbinlerce cihatçının bulunduğu bölgede, cihatçı çeteleri besleyip silahlandırarak masada yer almaya çalışan Erdoğan böylece son kozunu da kaybedecek.
Kriz gerçekleri. Doların sıçramalı yükselişi kısmen frenlense de kriz giderek derinleşmektedir. 26 Temmuz’da 4,77 olan dolar 7,2’lere çıktıktan sonra bayram döneminde ancak 6 TL dolayına geriledi. Krizin etkilerini hafifletebilmek için dış kaynak arayışı Katar’dan geleceği söylenen 15 milyar dolarlık girdi ve Çin’den alınacak 3,6 milyar dolarlık kredi dışında şimdilik karşılık bulmadı. Dış borç ise 467 milyar dolara ulaştı. 12 ayda çevrilmesi gereken miktar ise 182 milyar dolar. ABD Merkez Bankası’nın faiz artırmaya devam edeceğini, yani dünya piyasalarından dolar çekmeye devam edeceğini açıklaması ve kredi kuruluşlarının Türkiye hakkında olumsuz açıklamalarını sürdürmesi de sıcak paraya bağımlı olan Türkiye ekonomisinin aradığı kaynağı bulmasını zorlaştırmaktadır. Güven endeksinin tüm sektörlerde gerilemesi, yabancı sermayenin çıkışıyla birlikte ekonomik büyümenin durması ve cari açığın yüksek olması ekonomideki kırılganlığı artırmaktadır.
Bu koşullarda bir yandan şirketleri kurtarma planları yapılırken bir yandan da krizin faturası doğrudan halka kesilmektedir. 16 yıldır uygulanan politikalar sonucu memleketin neredeyse tüm üretim kapasitesi çökertilmiş ve tüm alanlarda ithalata bağımlı hale getirilmiştir. Bu ise kura bağlı olarak tarımdan eğitime, enerjiden kâğıda kadar maliyetlerin artmasına yol açmakta ve iğneden ipliğe her şeye düzenli olarak zam gelmektedir.
Maliyetlerin artmasının bir diğer sonucu ise birçok firmanın kapanması ve işten çıkarmaların artmasıdır. TOBB verilerine göre sadece temmuz ayında İstanbul’da 471, Ankara’da 80, İzmir’de 59 olmak üzere 1017 işyeri kapandı. İşletmelerin kapanması mutlaka finans sektörünü etkileyecek ve kredileri toplayamayan bankalar büyük bir çöküş yaşayacak. Bu yüzden iktidar asıl bu alanı kurtarmayı planlamaktadır.
Kriz sonucunda ilk kesinti ise MEB bütçesinden yapıldı. Öğrencilere verilen burslardan okulların bakım onarımına kadar bir dizi kalemde 2 milyarlık kesinti yapıldı. Aynı zamanda döviz kurundaki yükselişe bağlı olarak kırtasiye malzemeleri de %50 zamlandı. Böylece 2019 bütçe görüşmelerinin başlayacağı bir dönemde iktidarın nasıl bir bütçe hazırlığında olacağının da sinyali verilmiş oldu.
Tek adam iktidarının kitle temeli. Tüm bu gerçekler karşısında Erdoğan yerli ve milli bir kriz söylemi ile tüm muhalefeti peşine takarak iktidarını tahkim etmekte, ekonomimize saldırı ezana ve bayrağımıza yönelik saldırıdan farksızdır söylemiyle kitle temelini saflaştırmaya çalışmaktadır.
1150 odalı kışlık sarayı, 300 odalı yazlık sarayı üstüne Ahlat’ta 10 dönüm üzerine 1071 metrekare kapalı alana yeni bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü yapılacak; Soylu’nun talimatıyla İçişleri Bakanlığı’na bağlı birimlerde Erdoğan’ın portresi asılacak. Tüm bunlar kitlesine “Var mısınız, ya zafer kazanırız ya cennete gideriz” diyen Erdoğan iktidarının yenilmezliği algısını yaratmak için yapılmaktadır.
Bu koşullar altında düzen içi muhalefet ise kendi krizleriyle boğuşmakta. Kılıçdaroğlu da Akşener de şimdilik koltuklarını kurtarsalar da, erimeyi durduracak bir muhalefet performansı vaat etmemektedirler. Düşünün ki ülkenin sözde ana muhalefet partisi hedefine seçimden iki ay sonra seçim değerlendirmesi yapmayı koymaktadır. CHP yönetimi seçim sonrası gerçek bir hesaplaşma yapmadan iç muhalefetini susturmaya çalışmıştır. Koltuğa oturduktan bugüne kadar MYK’de 119 değişiklik yaparak yoluna devam eden Kılıçdaroğlu parti içi muhalefeti yine MYK’deki beş ismi değiştirerek susturmaya çalışmaktadır. Bu şartlarda CHP, kitlesine bırakın en ufak bir ümit vermeyi tam tersine iktidarın “yerli ve milli” söyleminin peşine takılarak yaptığı tavsiyelerle iktidarın koltuk değneği haline gelmektedir.
Sistemin yapısal krizleri giderek derinleşirken düzen dışı muhalefetteki dağınıklık ise acil bir biçimde giderilmelidir. Ekonomik krizin etkilerinin eylül ayıyla birlikte giderek kendini hissettireceği ortadadır. Erdoğan’ın kriz karşısında halkın işsizlik, yoksulluk, geçim sıkıntısı gibi temel problemlerini çözmeden sadece milliyetçi-gerici söylemlerle iktidarını tahkim etmesi ancak sol muhalefetin sessiz kalmasıyla/susturulmasıyla başarılabilir.
Kriz karşısında zamların engellenmesinden işten çıkarmaların durdurulmasına kadar, halkın gündelik yaşamda oluşacak ihtiyaçlarını/problemlerini örgütleyecek sol bir muhalefet düzlemi oluşturulmalıdır. Emek meslek örgütlerinden demokratik kitle örgütlerine, sol/sosyalist partilere kadar ortak bir düzlemin oluşturulması ve kriz karşısında alternatif bir programın örgütlenmesi gerekli ve mümkündür.
Devrimcilerin görevi ne doların iniş çıkışlarını seyrederek krizin etkilerinin hafiflemesini beklemek ne de gelecek planları uğruna bugünü feda etmektir. Sistemin yapısal krizlerini devrimci bir krize çevirebilmek ve gerçek bir alternatif oluşturmak ancak “an”a müdahale edilerek gerçekleştirilebilir.
24 Haziran seçimleri ardından yenilgi psikolojisiyle halkı suçlayanlara ve yurt dışına çıkış için fırsat kollayanlara karşı 700 haftadır evlatlarının katillerinden hesap sormak için direnen Cumartesi Anneleri ders vermekte, “nasıl mücadele edilir” diyenlere yol göstermektedir. Bu memleket evlatları için, yaşamak için, adalet için, geleceği için direnenlerindir. Ufak bir kıvılcım iktidarın politikalarından rahatsız binleri saflaştırabilmektedir. Erdoğan iktidarının sarsıldığı yer tam da burasıdır. (SENDİKA.ORG)
Hiç yorum yok