12 Eylül faşist darbesi: İşkenceciler 38 yıldır aramızda!

Kenan Evren öncülüğünde 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbenin yaraları hâlâ kapanmadı. Darbenin faillerinden yalnızca Evren ve Şahinkaya yargı önüne çıkarıldı ancak hesap vermeden öldüler. Binlerce kişiyi işkenceden geçiren, yüzlerce kişiyi katleden cuntanın kamu görevlileri ise yargılanmadı. 12 Eylül sonrası 650 bin kişi gözaltına alındı, 171 kişi işkenceyle öldürüldü, 14 kişi cezaevlerinde açlık grevlerinde yaşamını yitirdi. Cemil Kırbayır ve Hayrettin Eren’in de aralarında bulunduğu 12 kişi gözaltında kaybedildi. Berfo Ana ve daha niceleri evlatlarının acısıyla yaşamlarını yitirdi...


12 Eylül darbesinin 38. yıldönümü bugün. Sol muhalefeti ezen, toplumdaki örgütlülüğü yok eden darbenin faillerinden yalnızca dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Ali Tahsin Şahinkaya, 2012 yılında yargı önüne çıkarıldı. Binlerce kişiyi işkenceden geçiren, onlarca kişiyi katleden, işkence emri veren diğer sorumlulardan ise hesap sorulmadı. Evren ve Şahinkaya hakkında, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, önce müebbet hapis cezası verildi. Sanıklar ölünce de 4 Mayıs 2017’de dava düşürüldü. Müdahil avukatlarının, sanıkların rütbesinin sökülmesi yönündeki talebi de kabul edilmedi. İtiraz üzerine dosya, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gitti.

Mirasçıları nerede?

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 25 Haziran’da esasa ilişkin görüşünü sundu. Başsavcılık, ilk kararda, sanıkların hapis cezasına mahkum edildiklerini, TSK’den ilişiklerinin kesildiğini, kendilerinin ve mirasçılarının, rütbenin getirdiği haklardan yararlanmalarının engellendiğini anımsattı. Davanın ölüm üzerine düşürülmesinin ardından ise “Eşya ve maddi menfaatler yönünden müsadere kararı verilmesine” yer olmadığına karar verildiğini, mirasçıların hakları kullanma imkanının olduğunu kaydetti. Başsavcı, “Bu durum zamanaşımı ve ölüme rağmen devam eden müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler yönünden davaya devam edilmesini öngören yasal düzenlemenin ve bozma ilamının özüne aykırı olacaktır” dedi. Sanıkların varsa mirasçılarının araştırılıp, bahsedilen hak ve yetkileri kullanıp kullanmadıklarının tespitini isteyerek, eksik incelemeyle kurulan hükmün bozulmasını talep etti.

Hükümet ret istiyor

Bursa’da 12 Eylül döneminde gözaltına alınarak işkence gören emekli öğretmen Sait Özdemir’in başvurusuyla açılan 12 Eylül ’ün ilk işkence davası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) karar aşamasında. Hükümetin mahkemeye gönderdiği yanıtta, “İtham edilen şahılara isnat edilen eylemlerin, söz konusu zamanda, Türkiye’nin taraf olduğu uluslarası sözleşmelerde insanlığa karşı suçlar olarak tanımlanmış suçlara girmediği” belirtildi. Davanın reddini isteyen hükümet, suçun tarihi göz önünde bulundurulduğunda olağan ve olağandışı zamanaşımı sürelerinin dolduğunu belirtti.

Pilot dava

Özdemir’in avukatlardan Arif Ali Cangı, “Şu anda 12 Eylül dönemindeki işkencelere ilişkin benim bildiğim iç hukukta devam eden bir dava yok. Müvekkilim Özdemir’in AİHM’de altı ayrı başvurusu var. Onlardan biri işkence görmesine ilişkin, diğeri ise Evren ve Şahinkaya’nın sistematik işkenceden sorumlu olduklarına ilişkin başvuru. İki başvuru da iç hukukta ve Anayasa Mahkemesi’nde zamanaşımı gerekçesiyle reddedildi. AİHM bu iki dosyayı pilot dava olarak görüşüyor. Hükümet savunmasını yaptı, geçen yıl Haziran ayından bu yana karar çıkması bekleniyor” diye konuştu. İşkence fiillerinin zamanaşımına sokulmasının, faillerinin yargılamadan bağışık tutulmasının insanlığın yüzyıllardır elde ettiği hukuksal kazanımlara ters düştüğünü vurgulayan Cangı, “İnsanlığa karşı suç işleyen kamu görevlilerinin af ve zamanaşımından yararlandırılmaması gerektiğine ilişkin AİHM kararları iç hukuk yargılamalarında göz ardı edilmiştir” dedi.

İşkence izi duruyor

Sait Özdemir, 12 Eylül darbesinden sonra yaşadığı Aybastı İlçesinde gözaltına alınan çok sayıda insana işkence yapılmasını, Karakol Komutanlığı’na ve 3.Ordu Komutanlığı’na “Öğretmen gözüyle’ başlıklı dilekçeyle şikayet etti. Bunun üzerine, çalıştığı okulu, 9 Ekim 2010 günü askerlerce kuşatılarak, öğrencilerinin önünde gözaltına alındı. Kırk gün gözaltında tutuldu. Aybastı Jandarma Karakolu’nda, bileklerine kadar su dolu kömürlükte tutuldu, ayakları patlatılıncaya kadar falakaya yatırıldı, kaba dayağa maruz kaldı. Daha sonra götürüldüğü Fatsa Et - Balık Kurumu Demas’ta, ardından Ordu-Efirli Cezaevi’nde, Amasya 15.Piyade Tugayı’daki depoda, Çorum, Samsun ve Bursa Cezaevleri’nde çok ağır işkencelere maruz kaldı. İşkencenin izleri yıllar sonra Uludağ Üniversitesi Hastanesi tarafından düzenlenen Sağlık Kurulu Raporu ile yüzde 42 özürlülük oranıyla tespit edildi.

Dosyalar kapatılıyor

Devrimci 78’liler Federasyonu, 2012 yılında, 12 Eylül davası kapsamında mahkemeye gönderilen dosyalarda yaptıkları araştırma sonucu, mağdur anlatımlarından ve suç duyurularından da yola çıkarak, 1.650 kişilik bir ‘işkenceciler’ liste ortaya çıkarmıştı. İlk sırada Evren ve Şahinkaya ve diğer komutanların yer aldığı liste, emniyetteki kamu görevlileri, Diyarbakır, Mamak, Metris ve Amasya cezaevlerindeki kamu görevlileri, sıkıyönetim komutanlıkları, savcı, hakim ve mahkeme üyeleri, sağlık raporu vermeyen ya da yanlış sağlık raporu veren doktorlar, üniversitelerdeki öğretim görevlileri, itirafçılardan oluştu. Listeye, 1982 Anayasası’nı hazırlayan ve “devrimcilerin idamlarını onaylayan” Danışma Meclis Üyeleri de konuldu. Türkiye’nin pek çok ilinden yapılan işkence suç duyuruları ise birbiri ardına, zamanaşımı dolduğu gerekçesiyle takipsizlikle sonuçlandı.

‘Korunuyorlar’

12 Eylül davası müdahil avukatlarından, İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, “Biz 12 Eylül ana davasında ölüm olsa bile suçun tespit edilmesini, sonradan düşme kararı verilmesini istemiştik. AİHM’e göre ağır insanlık suçlarında böyle bir istisna getirilebilir. ‘Evren ve Şahinkaya öldü’ der davayı düşürürseniz, bir dönemi atlamış oluyorsunuz. Mutlaka, ikisinin de suçlarının tespit edilip, hüküm kurulması lazım” dedi. Türkdoğan, işkence suç duyurularının takipsizlik kararıyla kapatılmasını ise şöyle değerlendirdi: “O dönem 56 ayrı kentte soruşturmalar açılmıştı. Hiçbiri davaya dönüşmedi. Takipsizlik kararlarına itiraz süreçleri sürüyor. Ama cesaretimizi kıran şeyler var. AYM, bazı başvurularda ret kararı verdi. Bazı suç failleri hala yaşıyor, dönemin sorumlusu herkes ölmedi. Sonunda AİHM’e gidilecek.... Savcılığın gerekçesi zamanaşımı. Bu konuda asıl şunu konuşmak gerekiyor. Bu soruşturmalar 2010 referandumunun ardından açıldı.Anayasa’nın geçici 15. maddesi kaldırılınca ertesi gün mahkemeye gittik. İktidar çok propaganda yaptı ama savcılıklar, mahkemelir işi ağırdan aldılar. Adeta sanıkların ölmelerini beklediler. Şu an elimde bir takipsizlik kararı var. Soruşturma 2011’de başlamış, kovuşturmaya yer yok kararı 2016’da verilmiş. Burada dikkat çekici nokta 2015’te barış sürecinin bitmesi ve yeni fiili iktidar ortaklarının oluşması... Yeni Türkiye’nin yönetim biçimine bakarsanız, dosyaların neden açılmadığını rahatlıkla anlarsınız. İnsanlığa karşı suçlarda, konjonktüre göre yargılama yapılması, Türkiye’deki cezasızlığın göstergesi. Bize göre zamanaşımını ileri sürerken, 2010 referandumuna kadar geçen 28 yılı yok kabul edeceksiniz. Fail kamu görevlisi olduğunda, ağır yaşam hakkı ihlalleri de yaşansa olsa korunuyor. Zaman aşımı taktiği uygulanıyor.”


Acı bilanço

12 Eylül 1980’de ülke yönetimine el koyan faşist cunta, tüm yurtta sıkıyönetim ilan etti. 650 bin kişi gözaltına alındı. Kayıtlı 90 gün, kayıtsız 150 günü geçen gözaltılar yaşandı. Gözaltı merkezleri ve cezaevleri, işkence merkezleri haline dönüştürüldü. 171 kişi işkenceyle öldürüldü. 14 kişi cezaevlerindeki açlık grevlerinde yaşamını yitirdi. En yoğun işkencelerin uygulandığı yer, 34 tutuklunun öldürüldüğü Diyarbakır Cezaevi oldu. Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), daha sonra, işkence sonucu ölen 200 kişinin listesini açıkladı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV)’nın verilerine göre, darbeden sonraki 5 yılda 400‘den fazla insan gözaltında veya cezaevinde öldü. Darbenin ardından 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 348 bin kişinin pasaportları iptal edildi. Askeri mahkemelerde açılan 210 bin davada, 230 bin kişi yargılandı. 98 binden fazla insan, ‘örgüt üyesi’ olmakla suçlandı. 6 bin 353 kişinin idamı istendi. 50 kişi idam edildi. Darbenin ilk idamı Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu, Ankara’da 7 Ekim 1980’de öldürüldü. Serdar Soyergin, 25 Ekim’de, Erda Eren ise 13 Aralık’ta Ankara’da idam edildi. İdam edilenlerin 17’si sol, 7’si sağ görüşlüydü. Darbenin mimarı Kenan Evren, “Ben sağ ve sol ayırımı yapmadım. Bir tane sağdan bir tane sodan adam astık” demişti. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uyarınca, 14 bin 509 kamu görevlisi işten atıldı. 18 bin memur, 2 bin yargıç, savcı, 4 bin polis, 2 bin subay-astsubal, 5 bin öğretmen istifaya zorlandı. 23 bin 667 dernek etkinlikten alıkonuldu. Siyasi partiler, sendikalar kapatıldı. 30 bin kişi Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakıldı. Yılmaz Güney’in 114 filmi olmak üzere, toplam 937 film yasaklandı. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Gazeteler 300 gün süreyle yayın yapamadı. 30 ton dergi ve gazete imha edildi.

Gözaltında kayıp gerçeği

Türkiye, gözaltında kayıp gerçeğiyle de 1980 sonrasında karşılaştı. Cemil Kırbayır, darbenin ertesi günü, Ardahan’ın Göle ilçesindeki evine baskın düzenlenerek gözaltına alındı. İşkencehaneye dönüştürülen Dede Korkut Eğitim Enstitüsü’nde sorgulandı. Öğrencisi olduğu okulda, 8 Ekim 1980’de işkence sonucu öldürüldü. Kendisinden haber almak için bekleyen ailsine “firar etti” denildi. 105 yıllık ömrü boyunca 33 yıl oğlunu arayan Berfo Kırbayır, 5 Şubat 2011’de Başbakan Erdoğan ile kayıp annelerinin bir araya geldiği toplantıya katılmıştı. Başbakanın talimatıyla 9 Şubat 2011’de Cemil Kırbayır’ın akıbetinin araştırılması için Meclis’te araştırma komisyonu kuruldu. Komisyon, ‘Cemil Kırbayır firar etti’ iddiasının gerçeği yansıtmadığını, onun gözaltında öldürüldüğünü ve bilinmeyen şekilde yok edildiğine karar verdi. İlk kayıplardan Hayrettin Eren, 21 Kasım 1980’de İstanbul’da Haşim İşcan geçidinde güvenlik güçlerince gözaltına alındı. Eren ailesi, Karagümrük Karakolu’ndaki gözaltı defterinde Eren’in adını gördü. Aileye, Eren’in Gayrettepe’ye götürüldüğünü söyledi. Otomobilleri de kapıdaydı. Ancak, anne Elmas Eren’e ‘burada yok’ dediler. Daha sonra Karagümrük’teki defterde Eren’in adının yazılı olduğu sayfanın yırtıldığını gördüler. Tanıklar Eren’in ağır işkenceden geçtiğini söylediler. Eren’den hala haber yok. Hüseyin Morsümbül, 18 Eylül 1980 günü Bingöl merkezdeki evlerinden jandarma ve bir grup sivil tarafından alındı. Bir gün sonra baba Hanefi Morsümbül de alındı. Yoğun işkencelerden geçirildiler. Ertesi gün bırakılan baba Morsümbül, işkencedeyken, polislerden birinin “Hüseyin buradan kaçtı” dediğini, diğer bir polisin de “Yok ya öldürüldü” dediğini duydu. 1980-1990 arasında İstanbul, Ankara, Bingöl, Siirt, Kars, Siverek ve Hakkari’den, Hüseyin Morsümbül, Hayrettin Eren, Mahmut Kaya, Nurettin Yedigöl, Zeki Altunbaş, Süleyman Cihan, Veysel Güney, Nurettin Öztürk ve Maksut Tepeli’nin de aralarında bulunduğu 12 insan gözaltında kaybedildi.


Tetik, bu bir savaş demişti

32 bin kişinin tutuklu olarak geldiği Mamak Askeri Cezaevi’nin komutanı Raci Tetik de yaptıkları ile hafızalara kazınan işkencecilerden biri. Tetik, 1988’de Milliyet gazetesine röportaj vermiş ve “Ben bir işkenceciyim, beni pohpohlayarak kullandılar. Talimatnameleri, kanunları uyguladım. Orası cezaeviydi. Hastane, okul, aşk gemisi veya yat kulübü değildi. Bu bir savaştır. Savaşta her zaman iyi şeyler olmaz. Lafla hizaya gelmiyorlardı. Saklamıyorum, oldu. Peki onlar niye direniyorlar? Devletin talimatına niye direniyorlar?” demişti. Yayıncı İlhan Erdost, Mamak Cezaevi’nde darbeden sonra dövülerek öldürülen ilk isimdi. Raci Tetik’in komutanlığında Mamak’ta öldürülen ilk tutuklu ise Mustafa Yalçın’dı. Tetik, 12 Eylül darbesinden 15 gün önce buraya atanmıştı. Gelir gelmez koğuşlara saldırı düzenledi. Tutuklular saatler süren bir dayaktan geçirildi. Ağır yaralanan Mustafa Yalçın bir süre sonra can verdi. HDP eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Tetik için “benim bilfiil işkencecim” diyerek, şunları anlatmıştı: “Mamak’ta herkese ne yapıldıysa... Tabutluklar, falakalar, kendi eliyle dövmeler, köpekleri üstümüze salmalar, hakaretler, görüşçülerimize yapılan eziyetler... Bir özel harp mensubudur. Kıbrıs’taki işkencelerinden, gaddarlığından dolayı ödüllendirilerek Mamak’a gönderilmiştir. 28 Ağustos’ta geldi Mamak’a ve 12 Eylül’ün geleceğini haber vererek başladı işe soracağız bütün bunları. Tarih sorar. Gün gelir devran döner sanıkla sorgulayan yer değiştirir.”

Yıldıran’dan sünnet işkencesi

Diyarbakır Cezaevi’nin “Co” isimli köpeğiyle akla hayale gelmeyecek işkenceleri uygulayan yüzbaşısı Esat Oktay Yıldıran, Ermeni mahpis Garabed Demircioğlu’na ayrıca sünnet işkencesi yapmıştı. Maşallahlı sünnet elbisesi giydirilerek Müslümanlaştırılan ve adı Ahmet olarak değiştirilen Demircioğlu, yaşadığı işkenceleri Agos’a şöyle anlatmıştı: “Esat Oktay Yıldıran daha ilk günden itibaren beni sünnet edip, Müslüman yapacağını söyledi. Bunu o kadar rahat, güler yüzle yapıyordu ki, sanki normal, doğal ve yapılması gereken bir iş, yerine getirilmesi gereken bir görev gibiydi. Beni merak edip görmek isteyen birçok üst düzey askeri görevli geliyordu. Sanki bir canavar yakalamışlar, sanki insana benzer hiçbir yanım yokmuş gibi hayretle, alayla bana bakıp küfürler ediyorlardı. Sırf benimle ilgilenen, yüzüme tüküren, küfreden, sırtıma zorla bindirilen, üzerime işeyen birkaç kişi vardı. Ölüm her an başucumdaydı ama bir türlü ölemiyordum... Bir ara Mehdi Zana, Mazlum Doğan ve şu anda ismini hatırlayamayacağım arkadaşlar ve benimle ilgili ‘öldü’ iddialarını araştırmak için Uluslararası Af Örgütü’nden bir heyet geldi. Vücudumuzda görünen hiçbir yara ve işkence izinin kalmaması için çok çaba harcadılar ve biz de gelen heyete ‘ işkence yapıyorlar’ diyemedik. Ahmet Türk, Nurettin Yılmaz, Celal Paydaş gibi bizden yaşları oldukça büyük olan ağabeylerimiz, çocukları yaşındaki askerlerden çok ağır işkenceler gördüler...” (CUMHURİYET)
Blogger tarafından desteklenmektedir.