Dolayısıyla sevgimiz gericiliğe ve piyasaya satılmışsa, biz de üstünü çizeriz; olur biter. Türkiye yangın yeri olmuşken, bunlar yok solun dine ne kadar saygı gösterdiğiyle, Stalin’in terörüyle falan uğraşıyorlarsa, yapacakları müzik, yazacakları şiir eksik kalsın. Daha iyisini yazacak olanlar da ancak böyle çıkar...


SORUN SINIFSAL

Sorun örneğin Derya Köroğlu’nun sözlerinin çarpıtılmış olması mıdır? Sabah mı çarpıttı, yoksa gerçekten öyle mi demiş? Bu sorunun yanıtı teknik olarak bulunabilir. Peki bulmak için uğraşmaya değer mi?

Her iki seçenek de mümkün. 24 Haziran’ı aydınların AKP’ye boyun eğmesi üstünden kanırtmaya memur edilmiş bir medya var. Buna teşne bir entelijansiya da var… Bunlar arasında güvenilir bir taraf ise yok!

Ve bunun önemi adı geçen sanatçıların kendileri kadar. Küçümsemiyorum, yalnızca şunu söylemeye çalışıyorum: Mesela ben severdim; üzüldüm. O kadar.

“Aydın” çok önemlidir elbette. Ama bugün ne dünya ne Türkiye, “tarihte bireyin rolünü” tartışma konusu yapabileceğimiz bir dönemden geçmediğine göre, fazla da abartmayalım. Tarihsel bireyler tarihsel dönüşümlerin çocukları, yansıları ve yansıtıcılarıdır. Bizim tartıştığımız ise kimin çukurun neresinde olduğu…

Dolayısıyla sevgimiz gericiliğe ve piyasaya satılmışsa, biz de üstünü çizeriz; olur biter. Türkiye yangın yeri olmuşken, bunlar yok solun dine ne kadar saygı gösterdiğiyle, Stalin’in terörüyle falan uğraşıyorlarsa, yapacakları müzik, yazacakları şiir eksik kalsın. Daha iyisini yazacak olanlar da ancak böyle çıkar.

Nedir peki önemli olan?

Bu sanatçıların kendileri değil ortalığa bu şekilde saçılmalarının “temeli” önemlidir. Asla rastlantı değildir. Ve bu temel basbayağı sınıfsaldır.

Bugün saçılanlar yarın öbür gün dengeleyici bir iki mesaj salabilirler ortaya. Ama sınıfsal temel değişmemişse, bizim “eksik kalsın” demeyi sürdürmemizde yarar olacaktır. AKP operasyonlarıyla alakasız; dizi oyuncusu bir kızcağız vardı. En popüler olduğu günlerde resminin altına “tek atımlık çıtır” yazıp reklam afişi olmuştu. Bu mide bulandırıcı bayağılıktan sonra baktık ilerici demeçler veriyor, yürüyüşlerde boy gösteriyor; durmuyor, kadınların eşitliği diyor; durdurulamıyor, feminizme çağırıyor!

Böyle şeyler mümkündür ve elimizde samimiyet ölçer cihazı olmadığına göre unutabilir, değişmiştir diyebilir, umutlanabiliriz veya “kalsın” demekte ısrar ederiz. Samimiyete değil sınıfsallığa bakmalıyız.

Sınıfsallık deyince de kaç parası olduğunu kast etmiyorum. Bu etkenlerden bir tanesidir ve tabii ki çok parası olanın davranışlarını, o parayı korumak ve çoğaltmak kaygısı da belirler. Ama sınıfsallık deyince daha geniş bakılmalıdır.

Sanatçıların inşallah maşallahtan Stalin’e uzanan AKP empatisi salaklık, hainlik veya korkaklıkla değil sınıfsallıkla açıklanmalıdır. Bazıları salak, çoğu hain, birkaçı korkak olabilir, ama bunlar fazla bir şey söylemez.

Açıklayıcı olan Türkiye burjuvazisinin tutumudur.

Türkiye burjuvazisi AKP’nin devamından yanadır. Ekonomide böyle kriz, siyasette şöyle risk… Sermaye krizin de riskin de altına girmeye tutkulu ve mahkûm bir iktidar bulmuşsa, hiç bırakır mı?

AKP’ye alternatif olacak her parti ve lider reform vaat etmek, hatta vaat etmese bile günü geldiğinde birazcık yapmak zorundadır. Kriz reform yani (biraz) paylaşma değil, soyma, yağmalama, ezme zamanı demektir.

Uluslararası sermaye Tayyip’in öngörülemezliğinden bıkmış… Doğru. Ama koca bir memleketi ucuza kapatma yolu çıplak gözle görülebilir hale gelmişse, biraz sürprizli olsun, adrenalin olsun…

Sermaye düzeni bu noktadadır ve 24 Haziran’dan sonra “Erdoğan sopası altında uzlaşı çağı” burjuvazinin tercihi ve politikası olarak, solumtırak sanatçılar üstünden gündeme sokulmuştur.

CHP Meclis iç tüzüğünün Başkanlık sistemine uydurulmasını gerekli buluyorsa, salaklıktan ve korkaklıktan değil, işte bu sınıfsallığından böyle konuşmaktadır. Bir yandan seçim hileleri üstüne rapor yazarken, belediye adayları üstüne çalışmalarının nedeni, sermayenin seçtiği rotadır. CHP ve HDP Bahçeli’nin Çakıcı’yı hapisten çıkarma tutkusuyla bile uzlaşma yolu arıyorlarsa, idam cezasının geri getirilmesini benimsemiş sayılmazlar tabii ki. Ama “uzlaşı zamanının” ruhuna uymadan yapamıyorlar. AKP-MHP milliyetçileri salacağız, teröristleri asacağız dese bile, muhalefet lafa “biz de af istiyoruz” diye başlayacaktır. Zamanın ruhunun gereğidir ve son derece sınıfsaldır.

Muhalefet sermayenin ve emperyalizmin AKP’yle köprüleri atmasına çok bel bağladığı için uzlaşı ruhuna uyumda hiç zorlanmıyor. Tek kusur şu ki, burada uzlaşılan taraf Saray’ın ta kendisi! İyi de, onca zaman tek adam falan dedikten sonra, bu uzlaşma bir nevi intihar değil midir?

Burjuvazi muhalefetin gösterdiği bu özveriyi kuşkusuz takdir edecektir. İleride bir gün, krizler geçer ve risklerin dozajı azalır da, Tayyip sonrası bir reform dönemi açılacak olursa bugünler hatırlanır. Yani muhalefet aslında kesin bir intihardan ziyade, getirisi belirsiz geleceğe havale edilmiş bir yatırım yapmaktadır.

Bu kadarı da fazladır! Çünkü o belirsiz geleceğe varana kadar muhalefet gerçekten çökebilir… Madem öyle, teslimiyetin -pardon uzlaşının- üstünün çeşitli kahramanlıklarla, cesaret şovlarıyla örtülmesi yerinde olacaktır.

Önümüzdeki dönem siyasette solculuk namına sergilenecek olan cesaret ve dahi cüret örneklerinin, baştan beri işaret ettiğim aynı sınıfsallıktan feyz alacağını söylemiş oluyorum. En iyi teslimiyet kahramanlar eliyle yapılandır.

Türkiye burjuvazisi, bu makyajcıları ve makyajlıları gerektiğinde dövecek gerektiğinde buyur edecek kadar deneyimli ve olgundur.

Eh, komünistler de bu oyunları seçemeyecek kadar toy ve deneyimsiz değiller…
(AYDEMİR GÜLER - SOL.ORG)
Daha yeni Daha eski