"Serdari halimiz böyle n’olacak / Kısa çöp, Uzundan hakkın alacak" (1912 - 20 Eylül 1985... RUHİ SU... Saygı, Onur, Şeref!) - VİDEO
TÜRKÜLERİN 100’Ü: RUHİ SU
Adana Öksüzler Yurdu’nda 10 yaşında bir kemancı
1912’de Van’da doğdu. Adı Mehmet’ti. Annesini babasını hiç
bilmedi. Kendi anlatımıyla “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı
çocuklardan biriydi”.Van’dan Adana’ya getirdiklerinde çok küçüktü. Çocuğu
olmayan, fakir bir ailenin yanına verilir. Onları; amcası ve yengesi bilir,
öyle çağırır.
Evdeki keçilerden, ineklerden, tavuklardan o sorumludur.
İşe, çobanlıkla başlar. Yaşamındaki en önemli şey ise; söylediği türkülerdir!
Mehmet 6 yaşına geldiğinde, Adana İngilizler ve Fransızlar
tarafından işgal edilir. Bu işgalin ardından Adanalılar toplu olarak Toros
Dağları’na kaçar. Bu göç, “kaç-kaç yılları” olarak anılır. Mehmet de amcası ve
yengesiyle bu göçün içerisindedir tabii. “Kaç-kaç”ta Adana’da çok güzel
türküler öğrenir.
Mehmet’in yaptığı hiçbir şeyden hoşnut olmayan yengesinden
yediği dayak, Mehmet’in yaşamının dönüm noktası olur. Mehmet, o zamanki adıyla
Dar-ül Eytam’a; öksüzler yurduna verilir. O günleri şöyle anlatır: “Oyun denen
bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.”
10 yaşından başlayarak yatılı okur. Müzik öğretmeni Mehmet
Tahir, yurda bir keman aldırıp Mehmet’i kemana başlatır. Dördüncü sınıfta
kemana başlayan Mehmet, böylece klasik müziğe de ilk adımını atar.
1925’te Ankara’da Müzik Öğretmen Okulu kurulmuştur.
Türkiye’deki tüm öksüz yurtlarına; müziğe yetenekli, sesi güzel çocukların,
sınav sonucu müzik öğretmen okuluna yollanması için bir bildiri yollanır.
Adana Öksüzler Yurdu’ndan dördüncü sınıftan Mehmet ve
beşinci sınıftan Şaban sınava girer. Mehmet sınavı kazanır. Okul müdürü
Mehmet’i çağırarak “Sen bir sene daha bu okulda okuyabilirsin. Ama Şaban açıkta
kalır. Bu yıl onu kazanmış gibi gösterelim. Sen nasılsa seneye yine sınava
girersin” der. Mehmet kabul eder. Gerçekten bir sonraki yıl sınava giren Mehmet
de, Suphi de sınavı kazanırlar.
Ancak, bu sefer de öksüz yurtlarına başka bir bildiri gelir:
“Okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara girecek” denmektedir.
Mehmet çok üzülür, ama geçen yıl yerini Şaban’a verdiğine
hiç pişman olmaz. Suphi ile birlikte, İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne
giderler. İsimlerinden dolayı küçümsenirler. İsimlerini değiştirmeye, ya da ek
bir isim almaya karar verirler. Artık, o Mehmet Ruhi’dir.
İstanbul Öksüzler Yurdu öğrencileri Ruhi’yi Ahmet Muhtar
Bey’le tanıştırırlar. Akşam oldu mu kantinde ağabeyleri “Hadi Ruhi çal” derler
ve Ruhi’ye keman çaldırırlar. O günlerden birinde içeri giren okul komutanı “Bu
ne rezalet?” diyerek kemanı ayaklarının altına alır ve kırar.
DOSTLAR KOROSU (1975 - 1979) |
Kendisi Halıcıoğlu Askeri Lisesi’nde… Aklı fikri Müzik
Öğretmen Okulu’nda!
Okul komutanı bir kaç gün sonra, kemanın parasını vermek
istese de Mehmet Ruhi kabul etmez. Aklı fikri, Müzik Öğretmen Okulu’na nasıl
gidebileceğindedir.
Ahmet Muhtar Bey, bir gün “Ankara’ya gelebilir misin?” diye
sorar. Ruhi, hemen “evet” der. Arkadaşları para toplar. İki kimliği olan bir
arkadaşının kimliklerinden birini alır. Askeri okuldan kaçar ve Ankara’ya
gider. Ahmet Muhtar Bey’i bulur. Ruhi’nin kaçarak geldiğini duyunca “eyvah” der
ve Ruhi’yi Askeri Liseler Müdürlüğü’ne gönderir. Ruhi ağlayarak olanları
anlatır. Onu dinleyen albayın da gözleri dolar ve “Sen şimdi okuluna dön ve
oradan bir dilekçe ile başvur” der.
Ruhi, askeri okuldan kaçtığına da pişman olmayacaktır. Müzik
Öğretmen Okulu’na nasıl girebileceğini daha kapsamlı düşünecek ve sağlık
kontrolü sırasında, bir kulak doktoruna durumunu anlatacak, kendisini çürüğe
çıkarması için doktora yalvaracaktır. “İltihabı yüzünden mektebe devam edemez”
raporu ile birlikte Müzik Öğretmen Okulu’na dilekçe yazar. Ama, “Yerimiz yok,
alamayız” yanıtı alır.
Tekrar Adana… Klasik Batı Müziği İle Tanışma…
Çürüğe çıktığı için askeri okul ile ilişiği kesilen Mehmet
Ruhi, Adana Öksüzler Yurdu’na geri gönderilir. Adana Lisesi’ne başlar. Oradan
da Öğretmen Okulu’na geçer. Tenefüslerde keman çalar.
O sıralarda Adana’da bir sinemada sessiz filmler oynatılır.
Sinemada bir de küçük bir orkestra vardır. Filmdeki sahnelere göre, bu orkestra
müzik yapmaktadır. Orkestradaki Avusturyalı Ervix, Adana Öğretmen Okulu’nun da
keman öğretmenidir. Ruhi, ilk klasik batı müziği parçalarını ondan öğrenir.
Adana Öğretmen Okulu’ndayken aşık olduğu ebe-hemşire olarak
çalışan bir kızla evlenir. Güngör adını koydukları bir oğulları olur.
Ankara Müzik Öğretmen Okulu… Kemanı Bırakma Zorunda Kalış…
Karısı Ankara Numune Hastanesi’ne tayinini ister. Ruhi de
Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nun giriş sınavına girer. “Bir konçerto çal”
dediklerinde çok şaşırır. Bu sözü ilk kez duymaktadır. Müzik imlası ve armoni
sozcüklerini de… Öğretmenlerden biri, sınava hazırlanması için Vivaldi Sol
Majör keman konçertosunu verir. Bir arkadaşından da ödünç keman bulur. Bir otel
odasında gece gündüz çalışır. Sınavı geçer. Ulvi Cemal Erkin’in “son sınıfa
girerse zorlanır, bir sınıf aşağısına girmeli” teklifine tüm öğretmenler
katılır.
İlk yılı başarı ile tamamlayarak yatılı okumayı hak eder. O
yıl, tek hece olduğu ve kolay söylendiği için “Su” soyadını alır ve adı Mehmet
Ruhi Su olur.
Ankara Müzik Öğretmen Okulu’ndan, Ankara Riyaseti Cumhur
Orkestrası’na seçilerek orada çalışmaya başlar. Aynı zamanda müzik öğretmeni
olarak da İkinci Ortaokul ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden çalışır.
Mehmet Ruhi Su, konservatuarın Opera Bölümü öğrenciliğini
sürdürürken bir öğretmeni, keman çalışmasının ses tellerine zarar vereceğini,
sesinin zayıf çıkacağını söyleyerek, bir tercih yapmasını iser. Mehmet Ruhi,
kemanı bırakmak zorunda kalır.
Operadan Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor’a…
1936’da Devlet Konservatuarı’nda opera sanatçısı olarak
başlar. 1945 yılında Opera Kanunu çıkınca öğretmenliği bırakmak zorunda kalır.
1952 yılına kadar pek çok operada rol alır: Bastien Bastienne, Madam Butterfly,
La Boheme, SatılmışNişanlı, Fidelio, Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düğünü,
Rigoletto, Aşk İksiri.
Devlet Operası’nda çalışmaya başladığı yıllarda eşiyle
anlaşmazlık nedeniyle ayrılır. “Konsolos” operasının provasındayken gözaltına
alınır ve tutuklanır. Opera yaşamı böylece noktalanır.
Operayı çok seven Mehmet Ruhi, türkü söylemeyi hiç bırakmamıştır.
Konservatuarda türkülerini dinleyen hocalarından Markovich, “Türk müziğinin bu
kadar güzel olduğunun ilk defa farkına varıyorum” der ve zamanın Radyo Müdürü
Vedat Nedim Tör’e, Ruhi Su’dan övgüyle söz eder. 15 günde bir pazar günleri
saat 10’da “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonslu radyo programı
böylece başlar. Bu program, 1942-1945 yılları arasında çok ilgi görerek devam
eder.
Ruhi Su’nun söylediği türkülerin çoğu, alevi deyişleri ve
nefesleridir. Alevi nefeslerini ve müziğini geniş halk kitlelerine kararlılıkla
ilk duyuran Ruhi Su’dur. O, Alevi müziğinde, halkların yıllar süren başkaldırı
mücadelesini görmüştür. Ali İzzet’ten “Bir Allah’ı Tanıyalım / Ayrı Gayrı Bu
Din Nedir”, Pir Sultan Abdal’dan “Gelin Canlar Bir Olalım”, Muhyi’den “Zahit
Bizi Tan Eyleme” gibi nefesler söyleyen Ruhi Su’yu “alevi türküleri söylüyor,
komünizm propagandası yapıyor” diye susturulur. Mesut Cemil, Ruhi Su’nun
radyodaki işine son verir.
SIDIKA SU, ILGIN SU, RUHİ SU |
Uzun yol arkadaşı Sıdıka Su ile tanışma… Sansaryan Han,
Tabutluk Önünde Sıdıka’nın Sesi ve Mahsus Mahal…
1946’da Ruhi Su, Ankara’da yedek subaylığını yaparken
operada oynamaya devam eder. Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde
oluşturduğu bir korosu vardır. Sonradan eşi olacak Sıdıka Umut da, o yıl Dil ve
Tarih’in Felsefe Bölümü’ne girer. Sıdıka Umut, o zamanlar Bursa Hapishanesi’nde
olan Nazım’ı ziyaret ettiğinde, Nazım onun Felsefe okumasını istemiştir.
Ruhi Su ile dünya görüşleri arasındaki yakınlık, türkülere
duydukları ortak sevgiyle dost olurlar. 1950 yılında da, hem aşık, hem dost…
Her ikisi de, o yıllarda sıkı takip altında bulunan TKP ile ilişkili
olduklarını, aynı sıralarda keşfederler. İlişkileri gelişirken, geniş kapsamlı
TKP tevkifatı başlar. Ruhi Su ve Sıdıka Umut da sıralarını beklemeye…
Ruhi Su’nun korosu kapatılır. 11 Kasım 1952’de Sıdıka Umut,
okulu bitirmesine iki dersi kala, evinden alınarak Ankara Birinci Şube’ye,
oradan da Sansaryan Han’a götürülür.
Aynı gün, Ruhi Su’nun Kaledibi’ndeki evine de gider
polisler. Ruhi, kapıyı açmaz. Biraz zaman geçtikten sonra önce Sıdıka Umut’lara
gider. Sıdıka’nın götürüldüğünü öğrenir. Sonra çalıştığı Opera binasına gider,
eşyalarını toplamaya… Mahir Canova’nın onu görür görmez telefona sarıldığını
görür. Eşyalarını toplamış, Opera binasından çıkmış, daha karşıdaki geniş
caddeye geçmeden motosikletli polisler Ruhi’yi durdurmuştur. Ruhi Su, o zaman
kendisini Mahir Canova’nın ihbar edebileceğini düşünür. Sonra Sansaryan Han,
sonra emniyet, sonra Harbiye Cezaevi…
Ruhi Su da, Sıdıka Su da birbirlerinin Sansaryan Han’da
olduklarını ancak 5 ay sonra öğrenebileceklerdir.
Sansaryan Han’ın en alt katındaki hücrelerden birinde, beş
ayı aşkın süre kalan Ruhi Su, ağır işkenceler görür. Tabutluklara konur. Yere
çömelemeyeceğiniz, ancak biraz kaykılarak sırtınızı dayayabileceğiniz, eniyle
boyuyla hücreleridir tabutluklar.
Sansaryan Han’da aylarca kanaması durmayan bembeyaz tenli,
zayıfçacık Sıdıka Umut, askerler tarafından tabutlukların önüne getirilip bir
doktorla görüştürülür. Doktor, Sıdıka Umut’a, neyi olduğunu sorar ve yavaş
konuşmasını tembihler. Sıdıka Umut, mırıl mırıl anlatır. Nereden bilsin,
arkadaki tabutlukta Ruhi Su’nun olduğunu? Bu durumu, ancak Harbiye Cezaevi’ne
getirildiklerinde Ruhi Su anlatacaktır. Ruhi Su, Sıdıka’yı usulcacık çıkan sesinden
bile tanıyacak, Sansaryan Han’da olduğunu, üstelik hasta olduğunu anlayacak,
içeride çırpınacaktır. Eli kolu bağlı olarak… Mahsus Mahal’i işte o tabutlukta
düşünecek ve üretecektir:
“Mahsus Mahal derler, kaldım zindanda
Kalırım kalırım, dostlar yandadır
Iki elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm ölürüm kardeş, aklım sendedir
Artar eksilmeyiz, zındanlarında
Kolay değil derdin, ucu derinde
Kumhan ırmağında, Karaburun’da
Bulurum bulurum kardeş, öfkem kındadır
Dirliğim düzenim, dermanım canım
Solum sol tarafım, imanım denim
Benim beyaz unum, ak güvercinim
Bilirim bilirim kardeş, gelen gündedir”
SIDIKA SU İLE CEZAEVİNDE... |
Harbiye Cezaevi… Paspastan bağlama…
Ruhi Su ve Sıdıka Umut, ancak Harbiye Cezaevi’nde
birbirlerini görürler. Ruhi Su, gördüğü işkencelerden hâlâ tanınmaz haldedir.
Görüşmelerini resmi izne bağlamak için nişanlanmaya karar verirler. Ruhi Su,
eşe dosta haber salar. Sıdıka Umut için çok güzel bir yüzük getirtir. Oracıkta
nişanlanırlar.
Harbiye Cezaevi’nde 3.5 yıl kalırlar. 3.5 yıl her hafta 10
dakika görüşürler ve her gün mektuplaşır, haberleşirler. Suyun banyodan akıp
gitmesini sağlayan oluk üstüne zula yaparlar. Küçük kağıtlara mektuplar
yazarlar. Islanmasın diye, o zamanlar yeni olan jelatin kağıtlara sararlar.
Zuladan bırakılanı alır, yerine kendi mektuplarını koyarlar. Pencereden de
ışıkla, vücutlarının devinimleriyle haberleşirler. Sonra türkülerle, uzun
havalarla seslenir Ruhi Su, Sıdıka Umut’a. Ruhi Su’nun sazını içeri almasalar
da, Faik Şekeroğlu adında bir arkadaşı, ona paspastan bir saz yapar. Ruhi Su, o
sazı çalar, türkü söyler. Cezaevi onun sesiyle yankılanır. Ancak 2 yıl sonra
izin çıkar ve Ruhi Su Ankara’dan bağlamasını getirtebilir.
Ruhi Su, hapishanede arkadaşları arasından bir koro kurar.
Onlarla çalışır. Onlardan türküler derler. Onlara türküler söyletir.
Arkadaşlarını bıktırmamaya çalışarak cezaevinin tenha köşelerinde, her gün ses
egzersizleri yapar. Ruhi Su, sürprizleri çok sever, çok da zevklidir. Sıdıka
Umut için boncuktan çantalar, tahtadan kutular yapar. Sıdıka da, ona nakışlar
işler, kazaklar örer.
Harbiye Cezaevi’nde evlenirler. Behice Boran ve eşi Nevzat
Hatko nikah şahitleridir. Behice Boran, Sıdıka’nın fakültede öğretmenidir.
İçeride ise altlı üstlü ranzalarda yatmışlardır.
Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde… Hasan Dağı Hasan Dağı Eğil
de Bir Bak…
Ruhi Su, türküler üzerinde en verimli çalışma dönemini
cezaevinde geçirir. Bestelediği türkülerin çoğu bu döneme rastlar. “Bu Nasıl
İstanbul Zindan İçinde”, Ankara’dan İstanbul’a Sansaryan Han’a getirilişini
anlattığı türküdür.
1951 tevkifatı sanıkları için, Harbiye Cezaevi içinde özel
mahkeme salonu yapılır. İstanbul’un göbeğinde yatıp yargılanırlar, açlık
grevleri olur. Ama basının kılı bile kıpırdamaz. Basın, sadece tutuklamayı
duyurur. Ruhi Su ve Sıdıka Umut, beşer yıla mahkum olurlar. Erkekler Adana
Cezaevi’ne, iki tutuklu kadından biri olarak kalan Sıdıka Umut ise, (Diğer
tutuklu Sevim Belli’dir) Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilir.
Ruhi Su, mahkumlarla birlikte, İstanbul’dan Adana’ya
otobüsle götürülürken bileklerinden ikişer ikişer zincire vurulmuşlardır.
Tuvalete bile birlikte gitmek zorundadırlar. Jandarma o kadar sıkmıştır ki
zinciri… “Hasan Dağı, Hasan Dağı / Eğil eğil, eğil bir bak” türküsü bu
yolculuğun ağıtıdır.
Nazım Hikmet’ten Kuvay-ı Milliye Destanı’nı cezaevinde
düşünmeye başlar, 1960’tan sonra besteyi tamamlar. “Seferberlik Türküleri ve
Kuvay-ı Milliye Destanı” plak olarak 1971’de çıkar.
Şeyh Bedrettin Destanı’ndan bir parça ve Üç Selvi’yi 1974’te
tamamlar. Adana Cezaevi’nde, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Almanya’da Çöpçülerimiz”
şiirini ve A. Kadir’in “Bu günün Diliyle Mevlana”sından bazı şiirleri besteler.
ADANA ÖĞRETMEN OKULU (1932) |
Ve Özgürlük! Selam vermeyen eski arkadaşlar… Sıcak
dostluklar…
Ruhi Su ve Sıdıka Su, Haziran 1958’de tahliye olur. Ruhi Su,
sürgün yeri olan Çumra’ya gider. Sıdıka Su, mevcutlu olarak Ankara’ya,
ailesinin yanına…
Ruhi Su’yla Çumra halkı hemen kaynaşır. İş arayan, Ankara’ya
nakil olmak isteyen Ruhi Su’nun naklini Emniyet Genel Müdürü Kemal Aygün
istemese de, Çumra savcısı Muharrem İlkez ve hakimi İlhan Somer, onu Ankara’ya
göndermeye çalışır. Savcı, Ruhi Su’dan cura dersi alırken, Ruhi Su’ya Çumra
Cezaevi’nde bir de konser verdirir.
Ruhi Su, emniyet müdürünün muhalefetine karşın, Ankara’ya
gelir. Ankara’da dostu Celal Cündoğdu, Etimesgut’ta Su ailesine bir işçi
lojmanı verir. Etimesgut’a iki saat uzaklıkta, bir tarla ortasında; elektriği,
suyu olmayan, kerpiçten bir ev. Sümerbank basmalarıyla perdeler yapıp, aynı
basmalarla Ruhi Su’nun tahta ve mukavvalardan yaptığı dolapları kaplarlar.
Artık alabildiğine özgürdürler. Her sabah ve her akşam iki kilometre yürüyüp
jandarmaya imza verirler. Ruhi Su türküler söyler, şirin evlerinde konuklar
kabul ederler.
1959 yılında oğulları Ilgın doğar.
Ruhi Su’yu Opera’ya tabii ki kabul etmezler. Rastladığı
arkadaşları onunla konuşmaz, selam bile vermezken, hiç ummadıkları insanlardan
sıcak ilgi görürler..
Beş yıl aradan sonra Ruhi Su, Sıdıka Su ile ilk kez Arthur
Miller’in oyununa gider: “Satıcının Ölümü.” Oyun bittiğinde Ruhi Su o kadar
heyecanlanır ki, oyuncuları kutlamak için kulise gider. Coşkusu, derin bir
hayal kırıklığına dönüşür. Cüneyt Gökçer’le karşılaşırlar önce. Cüneyt Gökçer,
Ruhi Su’yu karşısında görünce neredeyse geri adım atacak olmuştur. Ruhi Su fena
halde bozulur, paramparça olur.
Atıf Yılmaz’dan Çağrı… Taksim Gazinosu… Kazım Taşkent’ten
Teklif… Bedii Faik’in Sorusu: İş adamlarımız Uyuyor mu?
Ruhi Su, arkadaşlarının nakliye şirketinde eşya taşıyarak
yaşımını sürdürür. Emniyet nezaretinin son günlerinde; Atıf Yılmaz, Osman Nuri
Karaca ve arkadaşları Ankara’ya gelir. Atıf Yılmaz “Karacaoğlan’ın Kara Sevdası” filmini
çekecektir. Ruhi Su’yu, filmin müziklerini yapması için Adana’ya çağırır. Ruhi
Su, Adana, Çığşar Yaylasına gider, türküler derler. Bunları, film için korduğu
koro ile bu filmde söyler.
Film bitince Taksim Gazinosu’nda sahneye çıkmak üzere
İstanbul’a gider. 2 Mart 1960’ta ise ailesini yanına alır. Bu tarihten itibaren
türkülerini gazinolarda söylemeye başlar.
Yapı Kredi Bankası’nda, Kazım Taşkent’ten, kendi adına bir
kulüp kurması için teklif alır. Ruhi Su, bunu yapamayacağını, ancak yine aynı
bankanın düzenlediği halk oyunları şenliğine gelen ekiplerin müziklerini banda
alıp, notaya aktararak bir arşiv oluşturabileceğini, bankanın da daha yararlı
bir işe yatırım yapmış olacağını söyler. Çalışmaya başlar. Bu arşivleme beş yıl
sürer. Notalar basılır, kitap çıkmak üzeredir.
O sıralarda Ruhi Su “Bitmeyen Yol” adlı filmde bir türkü
söyler. “Serdari halimiz böyle n’olacak / Kısa çöp, uzundan hakkın alacak.”
Dünya gazetesinde, o dönemin ünlü fıkra yazarı Bedii Faik,
bir fıkrasında; “Kulaklara Kurşun Gibi Akan Ses”, “İşadamlarımız uyuyor mu?” diye sorarak Ruhi
Su aleyhinde kampanya başlatır. İktidara Demirel geçmiştir. Kazım Taşkent, Ruhi
Su’yu çağırır, Bedii Faik’in yazısından söz eder, “Sen artık bütün aletleri ve
notaları alıp evinde çalışsan” dese de Ruhi Su bunu kabul etmez. “Anlaşıldı…
Siz yeni iktidara göre yeni adımlar atacaksınız” der ve her şeyi bırakarak,
çıkıp gider.
Beş yıl boyunca, onca emek vererek derlediği, notaya
aktardığı halk oyunları, Yapı Kredi Bankası tarafından kitap olarak, Sadi Yaver
Ataman adıyla çıkartılacaktır.
Sami Yaver, Ruhi Su’ya “Bu senin emeğin. Ama böyle
istediler” der. Mahkemede de bu sözleri tekrarlayınca Ruhi Su, açtığı davayı
kazanır. Tazminat istememiştir. İkinci baskının Ruhi Su adıyla çıkmasına karar
verilse de, Yapı Kredi ikinci baskıyı yapmayacaktır. Ancak bu kitap, Ruhi
Su’nun ölümünden sonra, Ruhi Su imzasıyla, Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla
çıkacaktır.
Ses ve Tel Birliği Korosu’ndan Ruhi Su Dostlar Korosu’na…
İlk koro çalışmasını 1936’da kurduğu Müzik Öğretmenliler
Korosu ile gerçekleştirir. Koronun başına öğretmenleri Ahmet Adnan Saygun
vardır. Koronun adı, döneme ait belgelerde, Ses ve Tel Birliği Korosu olarak
geçer.
İkinci koro çalışmasını ise, 1944-1947 yılları arasında
Ankara Üniversitesi DTCF’nde oluşturduğu koro ile yürütür.
Ruhi Su, hapishane yaşamı boyunca da kısa dönemli koro
çalışmaları yapar.
Altmışlı yılların sonuna doğru, Boğaziçi Üniversitesi
öğrencilerinden de bir koro kurar.
Gezilerinde ve dost sohbetlerinde koro oluşturup türküler
söylemeyi bir yaşam biçimine dönüştürür.
1964 yılında bir festivalde, arkasında bir çocuk korosu ile
sahnededir…
1974 yılında, Dostlar Tiyatrosu oyuncularından bir koro
kurar. Bu birliktelikten çok mutlu olan Genco Erkal ve arkadaşları, yeni bir
koro kurmasını önerirler.
Ruhi Su’nun en önemli korosu, 1975’te Dostlar Tiyatrosu
önerisiyle ve bünyesinde, ilk üyelerini sınavla seçerek kurduğu Dostlar
Korosu’dur. O sıralarda, Sümeyra Çakır da, Ruhi Su’dan ders almaktadır. Aynı
yıl, Sümeyra da korist olarak, Dostlar Korosu’na katılır.
Dostlar Korosu, Ruhi Su yönetiminde, çoksesli türkü
çalışmalarının ilk örneklerini, iki sesli türküleri seslendirdiği konserlerde
vermeye başlar.
1976’nın sonunda El Kapıları, 1977’de Sabahın Sahibi Var,
1978’de Semahlar uzunçalarında Dostlar Korosu, Ruhi Su’ya eşlik eder.
Karşılaşılan nice güçlüğe karşın, çok sayıda konser verirler. 1980 yılında 12
Eylül darbesinin baskıcı yönetimi altında çalışmalarına ara vermek zorunda
kalırlar. Bu suskunluk, Ruhi Su’nun aramızdan ayrıldığı 1985 yılına kadar
sürer.
Dostlar Korosu (1975 – 1979)
Dostlar Korosu, 1986’da önce Ruhi Su’yu anma gecelerine
katılmak üzere biraraya gelir. Çalışmalarını; Timur Selçuk, Sarper Özsan,
Hüseyin Tutkun, Cenan Akın, Öcal Öcalan, Refik Köksal, Cengiz Ünal , Ortaç
Aydınoğlu, Berktay T. Akyıldız gibi değerli müzik adamları yönetiminde
sürdürür. Koro, 1987’de hocasına saygı ifadesi olarak, adını ekleyerek “Ruhi Su
Dostlar Korosu” adını alır. Yüzlerce konser verir, çok sayıda sanatçı ile
birlikte sahne alır. Beş yüzün üzerinde korist ve çok sayıda müzik insanı
yetiştirmiştir. Ülkemizde, bunca yıldır yaşamını kesintisiz sürdüren, varlığını
koruyan bir kaç amatör korodan biridir.
Ruhi Su ilk kez 1977 yılında Ahmet İsvan ve Necdet Uğur’un
yoğun uğraşıları sonucu pasaport alabildi. Almanya, Hollanda, Belçika,
İngiltere, Fransa ve Avustralya’da konserler verdi. Pasaportunun süresi doldu.
Yeni pasaport başvurusu, yakalandığı prostat kanserinin tedavisi için yapıldı
ancak hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildi.Kamuoyu, Cumhuriyet Gazetesi’nde
yer alan bir haberden, (…) altı Alman sanatçının Kültür Bakanlığı’na
başvurduğunu öğrendi. Heinrich Böll, Wolf Bierman, Ingeborg Drewitz, Günter
Grass, Siegfried Lenz,Günter Wallraff imzalı mektupta, Kültür Bakanlığı’ndan
Ruhi Su’nun yurt dışında tedavi edilebilmesi için pasaport verilmesine aracı
olması isteniyordu. Aynı sanatçılar Ruhi Su’ya da bir mektup göndermişlerdi.
Ülkemizin ve tüm uygar ülkelerin aydınları, sanatçıları bu insalık dışı,
anlamsız ve utanç verici direnişi kırmak için seferber oldular. Nihayet kapılar
aralandı ve Ruhi Su’nun “tedavi” amaçlı olarak ve “yalnız bir defaya mahsus olmak
üzere” yurtdışına çıkmasına izin verildi. Ama artık çok geçti. 20 Eylül 1985
Cuma günü Cerrahpaşa Onkoloji Kliniğinde öldü. Doktoru Prof. Bülent Berkarda
idi. 22 Eylül 1985 Pazar günü Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verildi. Ruhi
Su’nun cenaze törenine binlerce kişi katıldı ve cenaze 12 Eylül Dönemi’nin ilk
büyük kitle gösterisi haline dönüştü. Cenazede gözaltına alınan 163 kişi
İstanbul siyasi şubede 15 gün süreyle gözaltında tutuldu.
Ruhi Su,
ana sütü gibi saf,
dibi görünen denizler gibi temiz,
türküler gibi; yalansız dolansız, onurlu, inançlı, ödünsüz
kişiliği,
yalın ve tok duruşuyla bize ışıktır...
(https://www.ruhisu.org.tr/ruhi-su/)
(https://www.ruhisu.org.tr/ruhi-su/)